SON VAHİY


Ölüm oruçları boyunca konu ile ilgili çok mesaj ve haber paylaştım. Bu konuda yazı yazmamı isteyenler de oldu.

Bu istekleri kuşkusuz sipariş üzeri yazı yazmadığımı bilmemelerinden kaynaklanıyordu. Birde ilhamım gelmeyince bir türlü yazamıyorum işte.

Ölüm oruçlarına son veren İftar Ezanı’nın İmralı’dan okunması üzerine herkes orucunu açarken, konu da artık benim için kapandı diye düşündüm. Ama ilhamım beni Özgürlük Meydanı’nda yakaladı. O kadar yoğun bir şekilde benliğimi sardı ki önümü göremez oldum. Özgürlük meydanın o geniş trafiğe kapalı alanında bile birkaç kişiyle çarpıştım.

Artık doğruluğu yanlışlığı tartışacak değilim. Ama ister kabul edin ister etmeyin, ister inanın ister “benim gibi” inanmayın.  İster atanmış olsun ister gönderilmiş olsun O artık bir Peygamber.

Hata Kürtlerin büyük bir çoğunluğu için;

SON PEYGAMBER!

Kaç kez rüyama girdi, neler konuştuk tartıştık anlatamam. Ama son gördüğüm rüya, öyle es geçeceğim rüyalardan değildi…

Freud’un katagorize ettiği rüyalardan da değildi. Biliyorum rüyalarla da amel edilmez. Peygamberler dışında herkesin kılığına girebiliyor ama Şeytan Onların kılığına giremez.

Halkımızın büyük çoğunluğu onu Peygamber kabul ettiğine göre Şeytan’ın onun kılığına girmeye cesaret etmemesi gerekir diye düşünüyorum.

İşte bu yüzden son rüyamı “Son Vahiy” ismiyle sizlerle paylaşmazsam olmazdı!

*** 

SON VAHİY

Bir hafta sonu izlediğim Kürtçe yayın yapan resmi bir televizyon Kanalı sıra dışı bir bilgi yarışmasını düzenlediğine şahit oldum. Yarışmanın birincilerine, kurallar gereği, Ali İmran Adası’nı gezme ve Son Peygamberle görüşme gibi Sürpriz ödüllerini de öğrenince, bende yarışmaya başvurdum. Son Peygamber’e iman edenlerden değilim ama görmem gerektiğine iyice kendimi inandırdığım için yarışmaya hazırlandım ve katıldım.

Yarışmaya o kadar konsantre olmuşum ki daha soruların şıkları verilmeden cevaplarını veriyorum. Yarışmanın finaline geldiğimizde açık arayla yarışmayı birinci olarak bitiriyorum.

Elime ödül olarak uzatılan zarfta Adalet Bakanlığı’nca imzalanmış Valilik vizesi, beni götürecek kaptan ve teknenin adı vardı. Yarışmayı kaybedenler ise yiyecekmişçesine bana bakıyorlar. Birisi çıkışta yarışmayı kazanmadığı için üzerine benzin döküp kendini yakıyor!

Rıhtımdan deniz aracına binerken neredeyse bütün bir şehir toplanmıştı.  Küfredenler, slogan atanlar bir yana o çirkin küfürlerin ve Allah-u Ekber’in aynı ağızlardan çıkmasına şaşırıp kalıyorum. Etrafıma bakıyorum yakınlarımda herhangi bir dağ yok. Oysa ben, Ali İmran adasına gitmek yerine dağa çıkmaya oracıkta karar vermiştim bile. Ama imkânım el vermiyor. Mürettebat kolumdan tutup beni zorla aracın içine oturtuyor. Küfürler, bağrışmalar, hakaretler kulaklarımdan uzaklaşırken yerini yavaş yavaş martıların sesine bırakıyordu.

Güvenlik görevlisi bir sigara uzatıyor, içmediğimi belirterek davetini geri çeviriyorum. Sigarasını yakarken “yüzme biliyor musun?” diye sormayı da ihmal etmiyor. Ona kısaca ”Askerliğimi Deniz Komandosu olarak yapmıştım.” Diye cevap veriyorum. Susuyor. İskeleye yanaşıncaya kadar bir daha da konuşmuyor. Zaten konuşacak halde de değildim.

Rıhtıma çıkarken tepeden tırnağa üst araması yapıyorlar. Ceplerimi ters yüz ediyorlar bomboş. El çantamda ise kimliğim, yarışmayı kazandığıma dair bir belge ve minik bir Kur’an-ı Kerim’in dışında hiçbir şey yok.

Banka kartları cartları yanıma almadığım gibi üzerime para namına bir kuruş dahi almamışım. X-RAY’dan çift dikiş geçiriyorlar, “Çok Temiz” diyorlar. Gülümsüyorum. “Biz her zaman çok temiziz ama siz kirletmeye çalışmadığınız sürece”

Giriş işlemleri tamamlandıktan sonra çantamda ki Kur’an-ı Kerim’i işaret ederek “Amcana kitap getirmişsin!”  diye takılmaya başlıyorlar. “Hayır! O benim kendi kitabım, ona bir şey getirmedim.” Diyorum.

Sekreterlik Mekânına yetişinceye kadar, peş peşe kapılardan geçiyoruz. Sarışın bir bayan (subay olsa gerek) beni karşılıyor ve oturmamı söylüyorlar.

Benden önce başlıyor konuşmaya; “Sizi televizyondaki yarışmadan biliyorum, müthiştiniz!” diyor. İltifatlarına “Teşekkür” ediyorum. Ne zaman görüşebileceğimi soruyorum, hazır olmadığını söylüyorlar, “Müsait değil mi yani?” diyorum. “Hayır,  dışarıdalar” diye cevap veriyorlar. Bu sefer şaşırarak “Adadan çıkabiliyor mu ki?” diye soruyorum. Sadece gülümseyip cevap vermiyorlar. “Peki, ne zaman gelirler?” diye soruyorum. “Bugün gelmesi gerekiyordu, o yüzden randevunuzu bugüne ayarladık.” Diye cevap veriyorlar. “Bugün” kelimesine şaşırıp kalıyorum. Hani tecrit vardı. Şu vardı bu vardı.

İnsanlar tecritin kalkması için dışarıda ölüm orucuna yatmışlar, (ben bile 72 saattir gizliden ölüm orucuna başlamıştım) ama burada ki manzara…

Tanrım kafayı yiyeceğim!.

Canım çok sıkılıyor. İmkânım olsa hemen geri döneceğim ama her taraf deniz, elim kolum bağlı…

Hanımefendi çok sıkıldığımı anlamış olacak ki, “Rahatınıza bakın, en azından gelinceye kadar odaları kütüphaneyi dolaşabilirsiniz” diyor. Ayağa kalkıp etrafı dolaşıyorum. Çalışma ofisine giriyorum. Kütüphane gibi her türlü kitap varve aniden bir şey çekiyor dikkatimi!

Üstünde “Yangından İlk kurtarılacak” yazan bir evrak dolabı bu. Kapısını aralıyorum içinde gelen ve giden vahiy dosyaları var.

Gelen vahiyde ki ilk yazıya bakıyorum: “Ben ülkemi severim. Annem de Türk’tü. Bir hizmet imkânım olursa yaparım...”

Yazının kimin yazdığına bakmaya çalışıyorum okuyamıyorum, yazı bulanıklaşıyor. İki üç gündür bende gizliden ölüm orucuna başladığımdan mıydı gözlerimin yazıları tam seçememesi?

Gözlerimi zorlayınca, Big Brader’in ismini seçiyorum. Demek vahiyler Büyük Brader'den haa? Heyecandan elim ayağım titriyor. Hemen giden vahiy dosyasında ki ilk yazıya bakıyorum. Aynı yazı ama bu sefer altında Onun imzası…

Sayfaları hızlıca çevirip son giden Vahiy yazısını okuyorum merakla: "Açlık grevine girenler dışarıdakilerin yapması gereken işi ve sorumluluğu kendi üzerlerine almışlardır. Dışarıdakiler, kendi görev ve sorumluluklarını zaten zor şartlarda olan, hasta olan, dört duvar arasındaki tutsaklara yüklemesinler. Açlık grevi eylem tarzı olarak genel itibariyle doğru bulmamakla birlikte, açlık grevleri yapılacaksa bile içeridekilerin değil. Dışarısının yapması gerekir. Açlık grevi eylemi çok anlamlıdır. Bu eylem yerini bulmuş ve amacına ulaşmıştır. Hiçbir tereddütte kalmadan, bir an önce açlık grevine son versinler. Buradan açlık grevindeki herkese özellikle birinci ve ikinci gruptakilere tek tek selamlarımı söylüyorum. Ve altında yine ”O”nun imzası

Bu da mı Büyük Brader’den diye merakla hemen gelen vahiy dosyasının son yazısına bakıyorum. Donup kalıyorum.

Bir önce kine bakınca aradığımı da buluyorum. Evet, Ölüm oruçlarını sonlandıran emirde Büyük Brader’den gelmiş ama o bize tebliğ etmiş(!)

Daha bize tebliğ edilmeyen en son gelen mesaja bir daha bakıyorum: “Aslında Kürtçe diye bir dil yoktur, daha doğrusu Kürt diye bir halk yoktur. Bunlar dağ Türkleridir. Annem de Türk’tü…” gerisini okumuyorum...

Pencereden bakınca, rıhtıma turistik bir yatın demirlendiğini görüyorum. İçinden 7-8 kişilik kadın erkek karışık bir turist kafilesi iniyor. Kahkahalarla şakalaşa şakalaşa boş olan askeri gazinoya giriyorlar.

Okuduğum son gelen vahiy beni büsbütün yıktı. Sekreterliğe doğru gidiyorum. “Yüzünüz kireç gibi, iyi misiniz?” diye sesleniyorlar bana. “Üç gündür ölüm orucundayım kendimi iyi hissetmiyorum dönmek istiyorum.” Şaşırarak; “Dünyadan haberiniz yok sizin. Sabah adaya özel elçi getirip ölüm oruçlarını sonlandıran yazımızı ivedilikle tebliğ etmesi için kendisine teslim ettik” diyor.

Tekrar “Kendimi iyi hissetmiyorum beni buradan götürün” diyorum. Masanın çekmecesinden bir kutu bisküvi çıkarıp “bir biskrem versem?” diyor. Yüzüm yine gülmüyor. “Görmeden mi gideceksiniz?” diyor birazda şaşırarak “Evet” diyorum. “Az önce geldiler birazdan yerlerine geçerler.” Diyor. Ama benim ayakta duracak halim kalmamış  “Çok kötüyüm gitmek istiyorum!”

Anonsun ardından beni getiren ekip gelip beni o labirentlerden aldı sahile götürdü. Dönüş için deniz aracına binerken ölü gibiyim. Üzüntülü halimi “onu görmememe” yorumlayan güvenlikçi: “Peygamberini görmeden döndün demek vah vah” diyor. Konuşacak durumda değilim ama bir cevapta vermem gerekiyor. Zar zor “Veysel Karani’de görmeden dönmüştü” diyebiliyorum.

Cevabımı küçümsercesine ve acıyarak bakıyor bana, bıyıklarıyla oynamaya devam ediyor.

Dönüş saatim beli olmadığı için dönüş yolunda beni bekleyen herhangi bir kalabalık ta yoktu. Sessizce şehre karıştım. Ölüm oruçları ”Gelen Mesaj” üzerine hiçbir talepleri karşılanmadan sona erdirilmişti.

Şimdi derin bir sessizlikle peygamberin son mesajını bekliyorum. Artık ötesini yazamayacağım.

Diyeceğim şu ki;

Son mesaj gelinceye kadar,

“Hepimiz Kürd’üz”

Tadını çıkarın!

 SELAMETLE

Mahmut Semen
19 Kasım 2012
Kızıltepe

 

  • PAYLAŞ

YORUMLAR (2)

Bu siteyi epeyce takip ettim. Hala ara sıra açıp bakıyorum. Bu en son yazınızdan beri yeni baktım. Hırsızlığını konu ettiğiniz AKP yi hep savundunuz. AKP`nin iktidar yapılması (muktedir değil) BOP projesi gereğiydi, zamanında kabullenmediniz. İçinizde hala vicdan kıvılcımları kalmışki bugün isyan ediyorsunuz. Ama bilesiniz ki AKP bahsettiğiniz hırsızlıktan çok daha büyük bir hırsızlık için kuruldu. Evet, siyonist eşkiya İsrail`e korkulu kabuslar gördüren ``Direniş Cephesinin`` EMEĞİNİ çalmaktır hedef. Ama, inşallah 37 yıldır başarmadıkları gibi, BAŞARMAYACAKLARDIR...04.05.2016 11:43
Klasik bir Mamoste yazısı...Her şeyden ırkçılık devşirme...Ancak kendi kutsallarında faveranı koparan iliklerine kadar kürtçülük kokan bir demogojik yazı...03.07.2015 20:22

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.