Konu iyice anlaşılsın ve yanlış anlaşılmalara meydan verilmesin diye birkaç örnek verdikten sonra asıl konuya geçeceğim.
Bizim idealist bir arkadaşımız adam edeceğim diye
okuma-yazma bilmeyen birisiyle evlenmişti. Ama daha ilk günde işler yürüyemez
duruma gelmişti. Kendisi leb deyince kadının leblebiyi anlamasını beklerken
kadın “lebana” diye cevap verince, adamcağız adeta çıldırmış ve hakaret etmek
amacıyla yüksek sesle “Eşek hoşaftan ne anlar!” diye kadına bağırmış.
Bağırmanın ardından, kadın birden suspus olmuş
derinlere dalmış. Adamcağız kadının sessizliğe gömüldüğünü görünce sözünün çok
ağır kaçtığını dolayısıyla kadına çok dokunduğuna yormuş ve azda olsa vicdan
azabı duymaya başlamış, tam özür dilemeye hazırlanırken. Kadın Arşimed’in suyun
kaldırma kuvvetini bulduğu sonrasındaki gibi büyük bir sevinçle “Buldum buldum,
eşek hoşaftan anlamaz çünkü hoşaf içemez” diye cevap verince bizimki daha da
bir yıkılmış ve adeta çıldırmış “Anlamıyor, anlamıyor” diye kafasını kırıncaya
kadar duvara vurmaya devam etmiş…
Evet, anlamayan birisine hakaret etseniz bile onu
teşekkür diye alıyorsa bu sizin için en büyük işkencedir.
Geçen yıllarda Kızıltepeli bir bayan kardeşimiz bir
kitap yayınlamış ona destek amacıyla hemen gidip kitabı almış, aynı gün oturup
altını çize çize okuyup bitirmiştim. Kitap, baştan sona dedikodulardan
müteşekkil, yazar hanım kendisi ve oğlu dışında bütün aile ve akrabalarını
adeta yerin dibine geçirmiş rezil rüsva etmişti.
Kitabın afişleri yerin dibine batırdıkları
akrabalarınca bizzat her tarafa özenle yapıştırılmıştı. Hata akrabası olan
öğretmenin biri, afişi kendi dükkânına asmış, gelen giden herkese “okudum çok
güzeldir” diye kitabı büyük bir gururla önermekten de geri durmamıştı. Oysa
kitap kendisi ve ailesini de yerin yedi kat dibine batırmıştı da haberi yoktu.
Allah’tan yurtdışında mı ne, bir akrabaları kitabı
okumuş da, içeriğinden kendilerini haberdar edince yazarın akrabaları cin
çarpmışa döndüler. Bütün afişleri kaldırdıkları gibi kitabı da aile meclis
kararı ile kitapçılardan toplattılar.
Okumayınca ve anlamayınca insan kendi aleyhinde olan
bir kitabın reklamını da yapar afişini de iş yerine asar.
Şimdi gelelim asıl konumuza “Küçük Sanayi Sitesi”
esnafının teşekkür(!) afişlerine… Bu günlerde Kızıltepe’nin bütün işlek meydan
ve kavşaklarında iki dilde şöyle bir teşekkür afişi karşınıza çıkar.
Kürtçesi: “Emspasiyên xwe ji Şaredariya Qoserê re
dikin, ji bo têkariyên wê yên sererastkirina rê û derdorê ya Sîteya Pîşesaziyê”
Türkçesi: “Sanayi sitemizin yol ve çevre düzenlemesine
verdiği katkılardan dolayı Kızıltepe Belediyesine teşekkür ederiz.”
Aslında sevgili Mehmet Mahsum Oral’ın “Hizmete
minnettar kalmak” isimli son yazısı olmasaydı bu yazıyı kaleme almayacaktım
ancak söz konusu yazıda azda olsa esnafımıza dokunması sebebiyle, esnafımızın o
engin görüş ve duygularına tercüman olmak, yanlış bir anlamayı düzeltmek adına
bu yazıyı yazma gereğini duydum.
15 yıldır Belediyeyi elinde bulunduranlar bu süre
zarfında Küçük Sanayi Sitesi esnafını çukurlu, tozlu, çamurlu sokak ve bir
çevreye mahkûm etmişlerdir.
Sorunun çözümü için bunca yıldan sonra, ister
rüşvet, ister hatırla olsun, her kim ne şekilde aracı olmuşsa olmuş, esnafımızı
o dertten kurtarmışlar.
Çok garip ve tuhaf kaçsa da, diyeceğim şu ki
Allah, rüşvet vererekten bile olsa bu
hizmetin oluşmasına esnafımızı o işkenceden kurtulmalarına sebep olanlardan
razı olsun.
Tabi ki belediyemizden beklenen Küçük Sanayi Sitesi
girişine “Bunca yıl size vermediğimiz hizmetten ve rahatsızlıktan dolayı özür
dileriz” afişinin asılmasıydı.
Ama sevgili Belediyemiz bunu yapacağına üstüne
üstlük Esnafımıza, “Size hizmet getirdik bir teşekkür etmek yok mu?” diye
serzenişte bulunmasın mı?
Esnaf geç gelen bu hizmete mi sevinsin yoksa bu
garip isteğe mi gülsün?
Neyse her kimse aklına bin yaşa diyeceğim, bu istek
karşısında, gecikmiş hizmeti protesto adına iki dilde onlarca sözde teşekkür afişini
hazırlatarak belediyeye “alın size teşekkür” diye teslim etmişler.
Belediyemizde büyük bir aşkla afişleri en işlek
cadde ve meydanlara asmış, esnafımız ise belediyemizin bu yüksek anlama
kapasitesi karşısında “anlamıyorlar işte anlamıyorlar” diye sanırım kafalarını
duvara vurmaya başlamışlardır. Keşke hava alanın girişine de bir tane assaydınız
da bu hizmeti dünya alem görseydi.
Okuma yazması olan ve anlayan için o afişler hoşaf
afişleridir. Anlamayanlar içinse elbette teşekkür afişleridir. 90 dakikalık bir
maç boyunca ayağına top çarpmayan bir oyuncuya Maradona diye çağırırsan en
cahil oyuncu bile bunun eleştiri ve hakaret içerikli olduğunu anlar.
İşte bu yüzden sevgili Baran İlhan aday adayı
olurken okuma-yazması var diye, anlar diye çok sevinmiştik ama işte onu
elediniz, belki okuma yazma var diye.
Siz okuma yazması olanları elerseniz, size hakaret
eden afişleri de büyük bir sevinçle teşekkür diye kendi elinizle her tarafınıza
asarsınız.
Ben o afişleri öyle gördüm belki esnafın niyeti gerçekten
de teşekkür etmekten ibarettir. Bilemeyeceğim…
Ama siz nasıl ki tutuklu vekilleri serbest bıraktığı
için mevcut sisteme teşekkür etmeyi, afişlerle de olsa teşekkür edilmeyeceğini
biliyorsanız. Göreviniz olan ve çok gecikmiş bir hizmet içinde vatandaştan
teşekkür beklememelisiniz. Vatandaş teşekkür ediyorsa anlayın artık...
Şimdi siz nasıl, hükumete ya da sisteme tutuklu
vekilleri serbest bıraktıkları için teşekkür afişlerini her yere astırsanız da
halk bunu teşekkür olarak görmeyecek, o teşekkürü bir protesto ve hata ağza
alınmayacak en ağır hakaretler olarak görecekse...
Bende o teşekkür afişlerini öyle okudum ve öyle
gördüm çünkü ben halkım…
Şimdi daha fazla el âleme rezil olmadan, bu hoşaf
afişlerini sökmeyi hiç düşündünüz mü?
SELAMETLE