Peşinen söyleyeyim çok ağır konuşacağım çok, bu sözlerim “menfaat ve makam beklentisi” ile içine düştüğünüz bu zilletten sizleri uyandırmak içindir, sizi dürtüyorum hissetmiyor musunuz?
Lakin uyuma numarasını yapan bir toplumu da, hiç kimsenin uyandıramayacağını da çok iyi biliyorum. Buna rağmen dürteceğim, dürteceğim, dürteceğim.
Bu dürtmemle kimi öfke bulutlarını, şimşekleri, çatık kaşları üzerime çekeceğimi de çok iyi biliyorum ama hakkı söyleyeceğim. Gerekirse rahmetli gibi “haydi ordan mendebur!” bile diyeceğim…
29 Mart 2013 Cuma günü saat 19.30’da Kızıltepe Mova Park’ta İpekyolu Eğitim Kültür Sanat ve Yardımlaşma Derneği tarafından Ustad Bediüzzaman Said Nursî, Hazretlerini 53.Ölüm yıl dönümünde onu anmak ve “Bediüzzaman’dan Günümüz problemlerine çözüm önerileri” konulu bir konferans ve gece tertip edildi.
Geceye basın olarak davet edilmiştik, davete icabet farz diye arkadaşlarla gittik. Zaten dershaneye giden çoluk çocuğumuza da mutlaka dinlemeye gidin diye sıkı sıkı hocaları tarafından tembihlenmişti. Çocukları “çekim yapar evde seyredersiniz” diye anca götürmemeye ikna ettim…
Geceye Kızıltepe Yenişehir Camii imamı Mehmet Nasrullah Gümüş’un okuduğu Kur’na-ı Kerim tilaveti ile baladı. Ali İmran süresinden iki sayfa kadar bir pasajı okuyan Gümüşçü’nün sesi mükemmeldi anlayan var mıydı? Bilmiyorum, ama okumasına “Ey İman edenler, Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun ve Müslüman olmadan sakın ölmeyin…” ayetiyle başlamıştı. Bu güzel pasajı bilerek mi yoksa rastgele mi seçmişti orasını bilemeyeceğim ama çok beğendim hem sesini hem okuduğu pasajı.
Ardından Ustad Bediüzzaman Said Nursî hazretleri hakkında düzenlenen Komposizyon yarışması ödül törenine geçildi. Sunucunun ifadesine göre, “yarışma için o kadar çok ve güzel yazılar gelmiş ki, jüri üyeleri birinciyi seçmek için epeyce ter dökmek zorunda kalmışlar.”
Birinci gelen Üniversite öğrencisi Mehmet Hadi Kılıç’a ödül olarak ARCEM Bilgisayardan bir tablet bilgisayar verildi. İyi günlerde kullansın. E diğer yarışmacılar yani ikinci ve üçüncü gelene bir şey yok muydu?
Niye, onlar “hako piçi” mi? Yoksa “êyşıka êreba” miydiler?
Ha deseniz: “Cemaat ihaleleri sadece bir firmaya verdirtiyor, üç ödülü de o firmaya yüklemek haksızlık olurdu. Ama diğer firmalara da hiç ihale verdirtmediğimiz için onlardan da sponsor olmalarını istemeye yüzümüz tutmadı, velhasıl bizde sadece birinciye hediye verdik diye bir açıklamada bulunsaydınız ya da sadece bir yazının geldiğini söyleseydiniz sadece birinciye ödül vermenize hak verirdim. Ama öyle bir açıklamanız olmamasına rağmen,
Yazıların o kadar güzel ve mükemmel olduğunu söylüyorsunuz ardından ikinci ve üçüncü gelene bir bonibon şekeri bile vermiyorsunuz!. Çok ayıp ve cimrilik ettiniz!...
Ne diyeyim şimdi? Ben beddua olarak söyleyeyim ama siz onu dua olarak alın “Allah sizi cemaatten ayırmasın…”
Gecenin konferans kısmı ise tam anlamıyla bir faciaydı.
Soğuk ve samimi olmayan konuşma tarzıyla, konuşup konuşup aslında bir şey anlatmayan ve izleyicilerin ruh dünyasına hitap etmeyen yazar. Konuştuğu her kelimenin sonuna sesli harflerden İneğin i’si ile Eşeğin E’sini eklemek (Nazariye, beşeriye, Ayatiye, kuraniye, celiliye) suretiyle kendini Alim bu kelimelere tepkisiz ve Fransız kalan dinleyiciye de cahil cühela muamelesi yaptı.
Günde beş konferans verdiğini her seferinde binlerce kişiye hitap ettiğini gururla anlattı.
Özellikle izleyicilere sorduğu “az önce ne söylemiştim” tarzındaki diyalog sorularına bir karşılıkta bulamayınca, “Ben kendi kendime mi konuşuyorum?” tarzı ve sonrasındaki izleyiciyi azarlayıcı, tepeden bakmacı, ukala ve kendini aşırı derecede beğenmişlik, izleyiciyi geri zekalı gören tavrı ile antipati topladı.
İzleyicileri sık sık kendini dinlememekle ve anlamamakla suçlayan azarlayan hatip, gecenin açılışında ve açılış konuşmasında Kızıltepe Kaymakamı ön sırada olduğunu ifade eden hitaplar ve takdimler yapılmasına rağmen, kendiside kimseyi dinlememiş olmalı ki, Hatip kaymakamın gözlerinin içine baka baka:
“Yangın varsa, burada herhalde kaymakamlık var değil mi? Kaymakam efendi kimi gönderir yangın varsa?
Ayakkabı boyacısını mı gönderir?
Aşçıyı mı gönderir?
İtfaiyeyi mi gönderir?
Kimi gönderir?”
Bu arada birkaç ana sınıf öğrencisi “itfaiye” diye ses verdiler, Hatibe de kaymakamın ön sırada oturduğunu işaret ettiler.
“Ha kaymakam beyde buradaymış işaret ettiler. Evet, Hoş gelmişler! Kimi gönderirsiniz kaymakam bey? Elbette yangın varsa itfaiye memurunu gönderirsiniz değil mi?”
Hatip, ukalaca kaymakama “kaymakam Efendi” diye yaptığı hitabın ardından kaymakamı salondaki anasınıfı öğrencilerin onay vermesiyle “İtfaiye Müdürü” yaptı, yangını söndürmekle görevlendirdi.
Kaymakamda “Ukala terbiyesiz herif! Benim İtfaiye ile ne alakam var?” demedi.
Konferansı size aşağıda karikatürize edeceğim.
Tiyatro
Evet, sizlere birkaç soru soracağım “İki kere iki?” Cevabını bilmediğinizi biliyorum. Haydi, size iyilik olsun diye cevabını vereyim. Evet, cevabı “dörttür!” ne o böyle bön bön bakıyorsunuz, anlamadıysanız bir kere daha tekrar edeyim. Evet, iki kere iki dörttür. Bir soru daha sorayım “üç kere üç” gülümsemek cevap sayılmıyor haydi sizlere bir iyilik daha yapayım bununda cevabını vereyim. Evet, bununda doğru cevabı “dokuzdur!” ya işte böyle, ben bu cevapları biliyorum.
“Söylediklerim sizlere çok mu ağır geliyor? Kafanız kaldırıyor mu? Sorularım çok mu ağır? İnşallah anlıyorsunuzdur. Kafanız alıyorsa devam edeyim mi? Birkaç kişinin evetti ve diğerlerinin sükûtunu da evet kabul ediyorum. Madem “evet” dediniz devam edeyim nede olsa siz kendiniz kaşındınız!... Yoksa size hikaye mikaye anlatacaktım
Peki, az önceki cevabım neydi? Tutunuz mu aklınızda? Neydi? (Cevap namına tık yok) Ya ben kendi kendime mi konuşuyorum. O kadar yolu İstanbul’dan geldik buraya kadar meşaketle... Oysa”
Çok meşhur bir televizyon kanalının teklifini geri çevirip Kızıltepe’yi tercih ettim. Siz beni dinlemiyor musunuz, Yoksa anlamıyorsunuz?
Allah’ın Resulü, “Âlimler cennet ağaçları gibidir. Gölgelerinden istifade edin yemişlerinden yiyin.” Demiştir. Ağaç, Alim ise Meyve de bilgisidir. Anlaşıldı mı? Demek ki, Âlimi beni dinlemeye Hz. Muhammed gönderiyor. Kendi aklımızla gelmiyorsunuz.
Neyse size bir soru daha sorayım. Altı kere altı? Bununda cevabını vererek sizlere son bir iyilik yapayım. Cevabı otuz altıdır. Nasıl cevap ama bir daha tekrarlayayım mı? Altı kere altı otuz altı.
Son bir soru ile bu konuyu bitiriyorum. Beş kere beş? Aranızda bilen yok biliyorum. Ama bu kadarı size fazla, siz verdiğim cevaplarla yetinin bu sorunun cevabını sizlere vermeyeceğim.
Tiyatro sonu
Evet, Kızıltepe Halkı, Kızıltepe Mova Park konferans salonunda kendilerine hitap eden, (onu tanımlayacak kelime bulamıyorum) densizin biri karşısında menfaat ve makam beklentisi sebebiyle mi? Yoksa başka bilmediğimiz bir sebeptendi miydi? Bilemeyeceğim ama resmen bilerek aptalı oynadılar, bizim densizde coştukça coştu. Salonun yarısını Müslüman kadınların oluşturduğu dinleyicilere, İşi “siz kendiniz kaşındınız” noktasına kadar getirdi.
Ve hurafeleri sıraladıkça sıraladı.
“100 bin Hadisi bilene Hafız denir, 300 bin hadisi bilene Hüccet denir. 300 binde fazla hadisi ezbere bilene hâkim denir. Diyorlar ki Bediüzzaman hazretleri hoca efendi hazretleri gibi hazretler hadiste hâkimdir diyor. İmam Buhari 700 bin hadisi ezbere biliyormuş?”
Yok, mu artıran dedirtecek cinstendi?
Hz. Ali’nin ilmi dehasını ispatlamak için uydurduğun hikâye Sofi’nin Beyaz kargaları bile güleceği cinstendi.
“Bir kadın Hz. Ali’ye geliyor. Ey Müminlerin Emiri! Benim çocuğum emekleyerek çatının üzerindeki oluğa çıktı, Çocuk emekleyerek gitmiş çatıdaki su oluğunun üzerine çıkmış. Çağırıyorum gelmiyor, ekmek veriyorum almıyor. Uzanıp ta alamıyorum. Ben çocuğumu nasıl oradan kurtarayım. İlmin kapısı Hz. Ali bu sorununu bir kelimede hal ediyor. Ne diyor? Diyor ki “dama emsalini çıkar emsalini.” Anladınız mı?“
Anladık anlamasına da sen o çocuğu nasıl dama çıkardın onu bize anlatmadın? 1400 yıl önce, şimdi ki gibi mermer merdiven veya engelli rampası mı vardı ki, o veledi oradan dama çıkarıverdin. Farkında mısın? Daha yürümeyen bir bebeği emekleyerek dama çıkarıyorsun.
Bilal-i Habeş’in ezan okumak için o dama nasıl çıktığını temsili Çağrı filminde görmeyenimiz yoktur sanırım. Haydi, nasıl çıkardıysan bebeği dama çıkardın onu kabul ettik ya da bize yutturdun diyelim. Ya mübarek bu su oluğu değdin, yağmur oluğu boyu 20.30.40.50cm haydi senin hatırın için 100 santimetre olsun var mı ötesi? Kadın uzanıp çocuğu alamıyormuş!
Ya 20.yy da bizim köyde akşamları tavuklar ve hindiler yağmur olukların üstünde uyumak için tüneyince inancın olsun olukla beraber cumburlop aşağıya düşerlerdi. Yoksa bizim oluklar 1400 yıl öncekilerden daha mı dandikti ne dersiniz?
Hani dedin ya gavurlar âlimlere inancımızı güvenimiz sarstı, sende kendini âlim diye bize pazarladın ya, şimdi ben sana nasıl inanayım bir yol göster…
Sana inanmam için o oluğun boyunu en az bir buçuk ya da iki metre yapman gerek, bu da yetmez oluğun düşmemesi ve sağlamlığı için onun demir, çelik ya da platinden olması gerekiyor. Çünkü biz tenekeden yaptığımız oluklar tavukların ağırlığına dayanmıyorlardı. Senin ki emekleyen bir bebeği taşıdığına göre, hurma ağaçlarının kabuklarından olmaması gerekiyor. Hadi çocuğun ağırlığını taşıdı diyelim. Senin dama emsali diye çıkardığın o bebeği, oluktaki bebek onu nasıl gördü onu merak ediyorum yoksa oluktaki çocuğun birde ensesinde gözlerimi vardı. Allah aşkına oluğun ucundaki çocuğa nasıl U dönüşü yaptırdın bari onu anlatsaydın. Yok yok. Yoksa su oluğunda gerisin geri mi ilerlemiş diyecektiniz da unutunuz..
Haydi, her şeyi doğru kabul edecek kadar beyinsiz olduğumuzu varsayalım.
Çocuğunu o halde bırakarak, ve mahalle muhtarına, kaymakama, belediye başkanına değil, ta devlet başkanına kadar nasıl o anneyi göndere bildin? Öyle yüreksiz bir anneyi nereden buldun? Diyelim ki onu da buldun. Ali’yi nasıl böyle buzdolabı gibi yapabildin. Ali çocuğu kurtarmaya koşmadan anneye nasihat edecek öyle mi? Haydi oradan yalancı hurafeci. Ali’de yürek vardı yürek koşardı konuşmazdı…
Ellerinizden öpmesin, yok yok yanlış anlamadın aynen öyle ellerinizden öpmesin beş yaşında bir kızım var, ona ne zaman keçi ve yedi yavrusu hikâyesini anlatsam. Hain Kurt bütün kardeş keçileri yiyince küçük keçinin duvara tırmanarak duvar saatinin arkasına saklama sahnesine geldiğimde, ya beş yaşındaki çocuk her anlatışımda baba: “Bu keçi yavrusu karınca mı yoksa böcek mi ki duvara tırmanıp saatin arkasına saklanabiliyor?” Senin emekleyen bebekte o misal tırmanmış tırmanmış dama çıkmış, oradan da su oluğuna girmiş ilerlemişte ilermiş ta ucuna kadar gitmiş, ne kadar ilerlemiş kaç santim!...
Keçi yavrusunu hikayede duvara tırmandıracağım diye!... Bu keçi ve yedi yavrusu hikâyesini bebeğime anlatmaktan çekiniyorum, utanıyorum…
Sen nasıl o hikâyeyi o koskoca topluluğun karşısında anlatmaktan utanmadın, karşındakiler bebek veya evlerde dizleri üzerinde oturan cemaat üyelerinizde değildiler ki!. İlçenin Kaymakamı, Müftüsü, İmamları, Müdürleri, doktorları, mühendisleri, stk başkanları, kanaat önderleri, yazarlar çizerler gazeteciler… Vardı da vardı üç bin kişi vardı. Ve sen o hikayeyi anlatın tebrik ederim cesaretine.
Ali’nin büyüklüğünü öğrenmemiz için sizin uydurduğunuz yalanlara ihtiyacımız olmadığı gibi Allah’a imanımız içinde sizin uydurduğunuz delillere ihtiyacımız yoktur. Zira daha önce de bal peteğine arıların konmayacağı şeklinde ilaçlayıp Arapça Allah yazacak şeklindeki kısmını ilaçsız bırakarak Arılar ilaçsız kısımlara bal yapınca arıya Allah yazdırıp büyük mucize diye yutturduğunuzu da biliyorum. Allah’ın sizin yalanlarınıza ihtiyacı olmadığı gibi Allah`ın katında ki resmi dil de Arapça değildir.
Bir derdi bir davası olan mesajını en uzak yere ulaşması için olabildiğince yayılmasını ister ama bizimkisi…
Çekim yaptığımızı görünce…
“Arkadaşlar galiba çekim yapıyorlar, ama benim o kadar kıymetli bir sohbetim yoktur ki. Çekmeseniz iyi olur. En azından çektiğinizi çoğalmayın.”
Ve çekime son verdik…
E bizde daha fazla insan konuşmanızdan faydalansın diye çekim yapıyorduk niye izin vermediniz? Niye? Konuştuğunuzun dağılmasını çoğalmasını istemiyorsunuz? Mütevazılıkten mi? Değil, öyle olsaydı günde 5 konferans verdiğinizi, her gün binlerce kişiye hitap ettiğinizi, Meşhur TV kanalları ardınızdan koşuştuklarını en önemlisi de Çoğunluğu Müslüman kadınların doldurduğu bir salonda utanmadan “kendiniz kaşındınız” deme densizliği göstermezdiniz.
Bir cemaate girmeye görün, Allah’ın size verdiği, onunla sizi hayvanlardan ayırdığı o muhteşem akla artık ihtiyacınız kalmıyor. Çünkü sizin yerinize düşünen ve en doğru kararları veren birileri var artık. Geçenlerde,
Peygamberliğini ilan emiş sahte Resulün bir müridine : “Nasıl oluyor da bu Resul olduğuna inandığınız zat Allah’tan korkmadan hem anneye hem de kızına, İslam’da ikisine aynı anda nikâh bile kıyılmazken o tecavüz etmiş” diyorum. İnkâr etmiyor harika bir cevap veriyor…
“Allah biz müritlerinin imanını sınamak için onun başına o olayı getirdi.” Demesin mi? Düşünebiliyor musunuz? Mantığı görebiliyor musunuz? Allah onu tecavüzcü yapmış sebep müritlerini sınamak için. Gel de şimdi ağzınızı bozmayın. Allah sizin gibi hayvanların imanını sınamak için niye bir anne ve kızı feda etsin ki, sizi ona onu size musallat ederdi de kim kime dum duma… Ne haliniz varsa görseydiniz…
Bir örnek daha verip yazımı bitireyim
Kızıltepe’mizde garibanın biri konut kredileri çok düşmüş diye başını sokacak bir ev almak istemiş, aramış sorup soruşturmuş iş yerine yakın satılık bir daire bulmuş. Ev sahibi Hacı ve Öğretmen daha yeni Hac’tan da gelmiş olmasına rağmen Nuh der ama peygamber demeyen cinsten biriymiş. İlle de evi eşyalı alacaksın yoksa satmam diye tutturmuş. Eşya dediğin hepsinin sıfırını alsan 7-8 bin etmez o onları iki kat bir fiyatla dairenin fiyatına eklemiş. Konu komşu, ağabeyleri kardeşleri araya girmiş yok varsa yoksa satışım eşyalı olacak demiş. Bizim garibanda iş yerine yakın diye evi kaçırmak istememiş eşyalı olarak kabul etmiş. Kredisini çekmiş son kuruşuna kadar parasını bizim Hacıya ödemiş. Ardından da hayırlısıyla eve yerleşmiş…
Bir iki hafta sonra bir mesai çıkışında bizim gariban yorgun argın eve giderken kapısında eşyalarını yükleyen bir kamyon görmesin mi?
Hacı gelmiş eşyalarım diye bütün eşyaları kamyona doldurmuş konu komşu gelmiş ayıplamış ama utanmaz adam eşyaları herkesin şaşkın ve hayret dolu bakışları arasında alıp götürmüş. Konu komşu bu yapılanı kabul edilemez olduğunu, yakın akrabalarına, çevresine, sülalesine cemaatine anlatıp kınayıp durmuşlar bizimkisi iyice mahalle baskısından bunalınca, insafa mı gelmiş pişman mı olmuş ne? Konuyu yeniden görüşmek için bizim garibanı çağırmış. Ve şöyle bir çözüm önerisini sunmuş.
Bu olayı sağda solda anlatıyorsun bu beni çok rahatsız ediyor. Senden ricam bir daha bu olayı hiç kimseye anlatmaman ha öbür dünyada Allah’la aramda bir mesele ama artık kimseye anlatma dışarı çıkmaktan utanıyorum!
Anlaşılan gariban girdiği şokun etkisiyle söz vermiş bize işin aslını anlat dediğimizde “o konuyu kapatıp Allah’a havale ettim” diye konuşmadı. Bizde yazımızda rivayetleri esas aldık bu yüzden yazımızda eksiklikler olabilir…
Bu nasıl bir imandır ki, kulların hor görmesini Allah’ın azabına tercih edebiliyor.
Hatip dinlediğimiz bir saatlik süre zarfında neredeyse Ustad’tan bir kelime bahsetmedi. İşi getirip getirip Allah’ın varlığını ispata getirdi. İnek bir süt fabrikası ağaç armut fabrikası velhasıl-ı kelam, sorunumuz iman zafiyetidir dedi ve konferansın dişe dokunur tek cümlesini “Müslümanlığımızın imandan değil, İmanımızın Müslümanlıktan kaynaklandığını” söyledi.
Vel hâsılı kelam, Cemaat demek cerahat demektir iyisi kötüsü yoktur hepsi birdir temelleri şirktir. Ortalık Allah’a inanan ama Hesap gününe asla inanmayan rüşvet vermeyi normal, hak hukuk çiğnemeyi kar sayan, Müslümanlarla dolup taşmaktadır.
Selametle
Mahmut Semen
03 Nisan 2013
Kızıltepe