Deliler Zamanı

Deliler artıkça güzel bir gelecek için umudumuzda artmaktadır. Ey kıt akıllılar artık modanız geçti, geleceğimizi deliler belirleyecek, zaman delilerden yana. Zaman deliler zamanı.

 

Edebiyata âşık olduğu için, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine şimdiye kadar en yüksek puanla kayıt yapan tek öğrencisiydi. O puanla daha güzel Üniversitelerin dilediği Fakültesine kayıt yaptırabilirdi, ama O, Edebiyat Fakültesi dışında başka tercihte yapmamıştı. Bu yüzden hem üniversiteden hem de başka yerlerden burslar kazandı. Zaten yetiştirme yurdunda büyüdüğü için kendisine her zaman burslarda öncelik hakkı da veriliyordu.


Öğrencilik yıllarını burslar sayesinde zorlanmadan, okuyarak geride bıraktı. Mezuniyetten sonra herhangi bir iş bulamayınca yüksek lisans yapmaya karar verdi. Bu yüksek Lisans eğitimi boyunca da birçok yerden burs almayı başardı. Ama bu başarısını iş bulmada bir türlü gösteremedi.

 

İşte yüksek lisansı da bitirmiş olmasına rağmen işsiz güçsüz bir şekilde sokakta kala kalmıştı. Bu yüzden kısa vadeli bir çözüm olarak acilen askere gitmek için askerlik şubesine başvurdu. Şansı yaver gitti. Onu aralık celbinde kısa dönem er olarak askere çağırdılar. Artık kışı askerde geçirecekti.


Asker dönüşünden sonra günler boyunca sokak ve parklarda yattı. Kaç kez tinerci zannedilip karakollara götürüldü. Her seferinde ifadesi alındıktan sonra sokaklara geri bırakıldı.

 

Görüşmeye gittiği bütün işyerlerinde, işverene eğitim düzeyini “yüksek lisans” olduğunu beyan edince, ona çıkış kapısı gösterildi.

 

Sonbahar bitmek ve kış başlamak üzereydi. Havalar soğumaya başlamış artık parklarda yatmak giderek imkânsızlaşıyordu. Son bir umutla yeniden iş aramaya başladı. Aslında iş çoktu ama işverenler, yüksek lisans mezunu birini ayak işlerinde çalıştırmayı uygun görmüyorlardı… 


Son bir umutla iş görüşmesi için gittiği Otel Radar’da, otel müdürünün tahsilini sorması üzerine “Lise terk” diye cevap verdi. Bu yalan cevaptan dolayı olacak ki kulaklarına kadar kızardı. Müdür bunu tahsilsizliğin ezikliğine yorumladı.

 

Ve “memlekette Oxford vardı da biz mi okumadık.” Diye espri yaparak gencin mahcubiyetini gidermeye çalıştı. Hal hareketleri, duruşu ve konuşması müdürün o kadar hoşuna gitti ki, onu hemen işe başlattı.. 


Gidip emanetçiden valizini aldı. Otelin zemin katında girişteki ilk odaya yerleşti. Artık gece ve gündüz sürekli otelde kalıyordu. Asgari ücretle çalışıyordu ama bunu dert ettiği yoktu. Asıl işleri dericilik olan otel sahipleri güneydoğu kökenliydiler. Otelcilik işine girmelerinin asıl sebebi yurt dışından sürekli gelen müşterilerine temiz ve güvenli bir mekân sunmak istemelerinden kaynaklanıyordu. Bu yüzden olacak ki çoğu zaman otelin boş odaları olmasına rağmen gelen çoğu müşteriyi “Boş oda yok” diye geri çeviriyorlardı.


Abdullah, gazetede “20 bin üniversite mezunu polis olarak alınacak” ilanını görünce çantasının diplerine sakladığı diplomalarını çıkardı. Yüksek lisans diplomasından çok çekmiş olacak ki, onu geri eski yerine koydu. Sadece lisans diplomasını aldı. Diğer evraklarını da hazırlayıp başvuru için Emniyet Müdürlüğünün yolunu tuttu. Devlet yetiştirme yurdunda büyüdüğü için iş önceliği onundu. Bu yüzden görevlendirileceğine yüzde yüz emindi.


Atamaların beli olunacağı günün sabahında işi bırakmak için otel müdürünün odasına çıktı. Sadece işi bırakacağını söylemekle yetindi. Müdür kalması için çok ısrar etti. Hata maaşını onun deyimiyle astronomik bir miktara yükseltecek bir zam yapmayı da teklif etti. O ise kararından ısrar etti. Polis olarak atanacağını söyleyemedi. Müdür onu ikna edemeyince azıcık beklemesini söyleyip muhasebeye gitti. Elinde bir deste banknot parayla döndü. 


-Bu sizin, içerde kalan maaşınız.

-Benim içerde maaşım hiç kalmadı ki?


-Hayır, sen bilmiyorsun bugüne kadar hep sana çeyrek maaş ödedim. Geri kalanı senin için biriktirdim gençsin çarçur etmeyesin diye. Yoksa senin gibi bir elemanı asgari ücretle çalıştırmak bize yakışmaz, eğer çalıştırmış olsaydık büyük bir haksızlıkta yapmış olurduk. Biz öbür dünyaya inanıyoruz kimsenin hak hukuku bizde kalmasını istemiyoruz.


Abdullah ilk kez şansının bu kadar iyi gittiğine şahit oluyordu. Otel müdürünün bu davranışı onu alt üst etmişti. Gerçi müdürün namazında niyazında biri olduğunu biliyordu, ama Güneydoğulu diye de ondan böyle bir davranışı hiç beklemiyordu. Müdür, onun doğululara karşı düşüncesini/bakış açısını altüst etmişti. İlk kez anne ve babasının da birer Güneydoğulu olabileceğini hisseti ve bunun hayalini kurdu. Ama bir aylık bebekken kimlerin onu çöp bidonuna bıraktığı sırı henüz çözmüş değildi. Ancak huy ve karakterine göre anne ve babasının kökenini araştırıyor tahminlerde bulunuyordu. Bu saatten sonra kendini kesinlikle Güneydoğulu olarak hissetmeye başladı…


Bu ruh haliyle otelden ayrılıp Emniyet Müdürlüğüne kura çekilecek salona doğru yürüdü. Salona girdiğinde kendi kura sırası geçmişti ama öyle bir yere düşmüştü ki gözlerine inanamadı. Defalarca listelere baktı, sıkıca kontrol etti. Evet, ataması Güneydoğu’ya, Güneydoğunun İpek Yolu üzerindeki büyük ve şirin bir ilçesine çıkmıştı. 


İlçe Türkiye’nin küçültülmüş bir kopyası gibiydi. Nüfusu Araplar, Kürtler ve Türklerden oluşuyordu. Her dinden insanlar vardı. Hata neredeyse Şeytana tapanların çoğunlukta olduğu bir yerleşim yeriydi. Abdullah’ı hayret içerisinde bırakan tabi ki bütün bunlar değildi. Onu alt üst eden asıl sebep, atamasının yapıldığı ilçenin, otel müdürünün memleketi olmasıydı. Hayatında ilk kez “Tanrı’yı ve kaderi” bu kadar yakınında, adeta ensesinde hissetti…


Şimdiye kadar hep başına bela olan yüksek lisans diploması burada ilk kez onun işine yaradı. Onun sayesinde düz polis olmaktan kurtuldu. Önce Tem Büro Şube Müdürlüğüne kısa bir süre sonra da boş olan İlçe Emniyet Müdürlüğüne vekâletten atandı. Müdürlüğe atandığından olacak ki daha önce yaşanan toplumsal olayların kayıtları kendisine izletildi ve alınan önlemler hakkında iyice bilgilendirildi. Brifingler aldı. İzlediği görüntüler geceler boyu onu rüyalarında hep rahatsız etti. Bu işin daha kolay ve tatlı bir çözüm yolu olmalıydı. Günlerce kafasında bunu düşündü. Bu yüzden iş yerinde sarhoş gibi dolaştı durdu. Nice kâğıtlara şiirler karaladı, karaladıklarını avuçlarında buruşturup çöp kutusuna basket attı. Kaç kez çöp kutusu dolup taştı. Otel müdürü bir türlü gözlerinin önünden gitmiyordu. 


Sabahın erken saatlerinde telefonlar sağanak yağmur gibi yağmaya başladı. İki gün sonra şehrin kepenklerinin açılmayacağı ve büyük toplumsal olayların meydana geleceğine dair, telefonlar şehrin her semtinden, her sokağından, neredeyse her iki evden birinden geliyordu. Saatler sekizi gösterdiğinde telefonla yetinmeyen kanaat önderleri telaşla İlçe Emniyet Müdürlüğün kapısını aşındırmaya başladılar. 


Öğleden sonra Kaymakamlık binasında kiriz masası kurulurken ilgili birimlerle güvenlik toplantısı yapıldı. Toplantı çok gizli olarak Emniyet, jandarma ve ilçenin kanaat önderlerin katılımıyla gerçekleşti. Cuma günü beklenen kepenk kapatma ve toplumsal olayların en az zararla atlatılmasının çareleri arandı ve konuşuldu. Cuma günü jandarma birliklerinin hazır bekletileceği gibi çevre illerden de çevik kuvvet desteği isteme seçeneği de görüşüldü. Olaylarda 20-30 işyeri ve aracın yakılması, 4-5 ölü ve 10 yaralıyı geçmesi durumunda jandarmanın müdahale etmesi/devreye girmesi kararlaştırıldı. Genç müdürün önlemler hakkında ne düşünüldüğü sorulduğunda.


-Ben önceki olayların görüntülerini defalarca inceledim. Çözüm çok basit. Halkı kışkırtan 20-30 kişilik maskeli guruptur. Onlara karşılık bence 20-30 kişilik keskin nişancı bir gurup kurmalıyız. O maskelilerin tümünü ayaklarından vurup gözaltına alınmalıyız. Yoksa çocuklarla “tavşan kaç tazı tut” oyunu oynamanın bir anlamı yoktur. 


Rütbeli komutan bu görüşten rahatsız oldu. Bunu zaten konuşarak ta hemen beli etti.


-Müdürüm böyle bir harekât ülkede kargaşa ve bir iç savaşın başlamasına neden olacak kadar tehlikelidir. Zaten o poşuluların çoğu bizim yetiştirdiğimiz en iyi istihbarat elemanlarımızdandırlar. Birkaç kişi yüzünden kendi adamlarımızı da ayaklarından vurmamız büyük bir hata olur. Müdür düşüncesinden vazgeçip, muhalefet etmeyi de bıraktı, önerilen bütün tavsiyeleri kafasıyla onayladı.


Toplantıdan sonra kanaat önderlerinin cumadan önce mutlaka tutuklamaları istedikleri kişilerin dosyalarını tek tek ince eleyip sık dokudu. İnceleme sonucunda o kişileri gözaltına almaktan vazgeçerek kanaat önderlerinin dosyalarını da inceledi. Daha evvel ki toplumsal olaylardan önce istisnasız gözaltına alınan bu şahıslar yine aynı kanaat önderlerinin ısrarları sonucu serbest bırakıldıklarını gördü. Bu incelemesi sonucunda halk üzerindeki kanat önderlerinin nüfuzunun kaynağını da öğrenmiş oluyordu. Akşamüzeri bütün ekibi bodrum katındaki büyük salonda topladı. Yaşlı ve bayan personeli ilçenin değişik kavşaklarında sadece gözlem yapmakla görevlendirdikten sonra onları evlerine gönderdi. Geriye yüze yakın personel kalmıştı. Ancak bunların içinde de rutin görevleri olanlar vardı. Bu rutin görevleri de yeni yeni öğreniyordu. Kalanlardan bir on kişi bu işle görevli oldukları için yarın gündüz izinli olacaklardı. Zira sabaha kadar şehrin bütün evlerine bildiri dağıtmakla görevliydiler.

 

Müdür bildirinin mahiyetini sorduğunda ilk şokunu yaşadı. Bildiri; esnafın kepenk kapatması ve halkı protesto yürüyüşüne katılımı sağlamak amacıyla örgüt adına basılmıştı. Gerekçesi sorulduğunda ise kısacası, “halkın bildiriye karşı tepkisini gözlemleyerek kimlerin örgüt yandaşı ve sempatizanı olduklarını tespit etmek için” olarak özetlediler. 


Müdür onların görevlerine de onay verdikten sonra, onları da evlerine gönderdi. Geriye kalanlarla özel konuşmak için GSM sinyal kesiciyi çalıştırdı:


-Bu benim toplumsal olaylarda ilk deneyimim olacak. Ancak, önceki çalışmaları da tek tek defalarca izledim. Ben yarın çok farklı bir yöntem deneyeceğim. Benimle beraber yarın olaya müdahale edecek ekibimde silah olmayacak, biber veya diğer göz yaşartıcı gazlarda olmayacak, kalkan olmayacak hatta cop bile olmayacak. Sade elbiselerimizle gidip müdahale edeceğiz. Tecrübeli olduğu her halinde beli olan birisi:


-Bu intihardan başka bir şey değildir.


-Evet, aynen öyle, bu yüzden yarın benle beraber ölmeyi seçenler sağa duvara doğru kaysınlar. Yarısından fazlası sağ duvara yanaştı. Yerinde kalanlara yarın resmi izinli olduklarını söylenerek daha önceden hazırlanan izin kâğıtlarını ellerine tutuşturuldu ve onları evlerine gönderdi. Geriye seksene yakın kişi kalmıştı. Müdür iyi tanıdığı çoluk çocuk sahibi birkaç kişiyi daha yanına çağırdı. Onlara da izin kâğıtlarını uzattı. Geriye çoğunluğu bekâr ve yeni atanmış yetmiş bir kişi kalmıştı. Müdür onlarla uzun uzadıya konuşarak planını açıkladı. Planı kısaca kumar oynamaktan başka bir şey değildi. Ya hiç kimse ölmeyecekti ya da kendisiyle beraber hepsi linç edilerek ölecekti… 


Cuma sabahı saat sekizi geçmesine rağmen açılan tek kepenk sesi duyulmadı. İnsanların çoğu işyerlerinin önlerde bekliyorlardı. Herkes göz ucuyla birbirlerini süzüyorlardı. Bir deli çıkıp işyerini açsa neredeyse herkes istisnasız ona uyup işyerini açacak gibi gözüküyorlardı. Zaten gönüllü kapatan pek kimse de yok gibiydi. Bundan önce delinin teki iki sefer işyerlerinizi kapatın deyince herkes korkup kapatmıştı. Daha sonra işin şaka olduğu beli olunca esnaf tekrar gelip işyerlerini açmıştı. Esnafta böyle çoluk çocuğun elinde oyuncak olmaktan hoşlanmıyordu. Ama bugün işin şakası yoktu, akşamdan itibaren herkese istisnasız bildiri ulaşmıştı.

 

Müdür kendi kendine “demek bizim çocuklar gece iyi iş çıkarmışlar.” Derken öte yandan da aklı bütün bu olanları almıyordu. Halkı zorla kepenk kapatmaya ve yürüyüşe davet eden kendileriydi. Yürüyüşlerde en ateşli oyuncular yine kendi elemanlarıydı. O zaman bu çoluk çocuğun ne günahı vardı. Bu öyle bir oyun ve “Gordion Düğümü”ydü ki çözülmesi imkânsız gibiydi.

 

Kürt sorunu da artık o düğümlerden bir düğümdü…


Saat 10’a doğru karşı cephe savaşa hazır bir şekilde çocuklar en önde, onların arkasında kadınlar, kadınların arkasında erkekler en arkada da sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen maskeli poşulu atletik militan gençler. Savaş düzeni almış karşı ordunun gelmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Ama henüz ortalıkta ne polis nede çevik kuvvetten eser yoktu. Bu alışık olmayan durum karşısında birçok kişide kimyasal gaz kullanma endişesi uyandırmış olacak ki ellerini güneşe siper ederek gökyüzünü gözetlemeye/bakmaya başladılar. Oysa ufukta uçaklar bir yana, uçan bir tek sinek bile gözükmüyordu. “Biji Serok Apo!” Sloganlarıyla yer gök yıkılırken ortalıkta henüz polisin (p) pesi bile gözükmüyordu.


Bu durum, mobese kamaralarından gelişmeleri takip eden kriz masasındakileri de çok rahatsız olmuş olacaklar ki müdüre acilen kalabalığa müdahale etmesi için fırçalı telefon emirlerini yağdırmaya başladılar. Müdür onlara her şeyin kontrol altında olduğunu müdahale için de yola çıktıklarını sakince ifade etti.

 

Müdahale ekibi yola çıktığını gören polis lojmanlarındaki aileler güvenlik önlemlerini almaya başladılar. İstisnasız bütün bebekler elektrikten fişi çekilmiş çamaşır makinelerin içine özenle yerleştirildiler. Polis Lojmanlarında Beşik demek evin en sağlam yeri “çamaşır makinesinin içini” anlamak gerektiğini bilmem söylememe gerek var mıdır?

 

Bu yüzden, ne zaman televizyonlarda çelik gövdeli Çamaşır Makinesi reklamlarını görsem hep içindeki bebekler gözlerimin önüne geliyor. 


Nihayet sabırsızlıkla beklenenler için düşman diye tabir ettikleri polis kuvvetler görünmeye başladı. Bir taksi iki yarım otobüs ve bir zırhlının çelik halatla çektiği su sıkan bir panzerden oluşuyordu. Anlaşılan yolda bozulmuş halatla çekilerek savaş meydanına götürülüyordu. İki yarım otobüsten polisler inerek karşı cepheye paralel olarak tek sıra halinde dizildiler. Hemen yanı başlarında paralel bir şekilde beş aracı da sıralı bir şekilde park eden sürücüleri de gelip sıraya girdiler. Polisler, silahları bir yana coplarını bile taşımıyorlardı. Hele panzerin halatla çekilerek adeta sürüklenerek meydana kadar götürülmesi, o kadar komik olacak ki karşı cepheden kahkaha sesleri yükselmeye başladı. Kendilerine karşı getirilen gücün az ve basit olmasına gülüyorlardı. Hata ön sıradakiler parmakla zırhlı araca halatla bağlı olan panzeri birbirlerine göstererek kahkahalarını uzunca sürdürdüler. Kahkahalar sürerken arka sıralarda yine “Bijî Serok Apo!” Sloganları yükselmeye başladı. O sırada öyle bir şey oldu ki bütün kalabalık birden put kesilircesine sessizliğe gömüldü.

 

Evet, polislerde aynı sloganı peltek Kürtçeleriyle tekrar etmişlerdi. Hata defalarca “Bêji Serok Apo!” diye bağırmışlardı.


Kalabalıkta “Newroz’umuzu gasp ettiler, şimdi Apo’muzu da bizden almak istiyorlar” diye homurtular yükselmeye başlamıştı. Bu arada müdürde boş durmamış elinde megafonla boş alanın ortasına kadar koşup gelmişti. Müdürün kendilerine yaklaştığını görenler meraklarından olacak ki bakışlarını ona çevrildiler. Karşısındaki kalabalık Tusunami dalgaları gibi çalkalanıyordu. Dalgalar kendisine yutabilecek büyüklükte ve yakınlıktaydı. Bunun bilincinde olan müdür elini çabuk tutarak konuşmaya başladı.


Bugün!

 

Beklediğinizin aksine, tam tersine sizlere karşı ne tazyikli su, ne göz yaşartıcı biber gazları ve ne de başka herhangi bir güç kullanılmayacaktır. Bugün kırıp dökmekte, yakıp yıkmakta ve öldürmekte özgürsünüz! Ancak ile de şeytan görmüş gibi bir şeyler taşlamak ve yakmak istiyorsanız, işte araçlarımız, hangisini istiyorsanız onu taşlamanız ve yakmanız için meydanın ortasına getireceğim. Eğer ile de kan dökmek istiyorsanız işte ben ve arkadaşımlarım silahsız bir şekilde ölmek için gelmişiz. Evet, hangi aracı Lanetli Şeytan gibi taşlamak istiyorsunuz. Kalabalıkta çıt yoktu ön sırada ki bir kadın müdüre bağırdı.


-Bre kâfir “Meleke Tavuz”a hakaret ederek kâfir oldun. Önce tövbe etmen gerekecek. Müdür bu söz karşısında şok oldu. İlçenin büyük çoğunluğu Şeytana Tapanlardan meydana geldiğini unutmuştu. Megafonu ağzının hizasına kadar kaldırdı.


-Beni bağışlayın, ağız alışkanlığı işte hepinizden ve Meleke Tavuz’dan özür dilerim. Sözlerimi geri alıyorum, cezam neyse ona da razıyım. Evet, sözlerimi baştan alıyorum. Hangi aracımızı zina işleyen biri gibi taşlamak istiyorsunuz. Daha önce konuşan kadın parmağı ile su sıkan panzeri gösterdi. Müdür panzeri meydanın ortasına kadar getirmeleri emretti. Panzer meydanın ortasına getirilip bırakıldı.


-Alın size taşlayacaksanız taşlayın yakacaksanız yakın. Merak etmeyin patlamaya karşı içindeki yakıt daha önceden boşaltılmıştır. Bu yüzden buraya çekerek getirdik..


Müdür panzerin yanında uzaklaşırken taşlar yağmaya başladı on dakika içinde panzerin lastikleri taşların içinde kayboldu. Taşların ardında Molotoflar atılmaya başlandı. Araç alevler içinde kaldı. Dumanlar göğe yükselmeye başladı. İtfaiye söndürmeye geldi ama kimse yol vermedi. Zaten müdürde megafonla itfaiyenin yanan panzere müdahale etmemesini hata bu araç cenazesinin bir hafta boyunca burada meydanda kalmasını istedi. Yangını söndürmeye o kadar da gönüllü olmayan itfaiye hemen geri döndü. Araç tamamen kül olduktan sonra müdür bir daha ortaya kadar koşarak insan selinin önünde durdu: 


-Eğer öfkeniz geçmemişse ile de kan da dökmek istiyorsanız işte geldim. Ben ve arkadaşlarım hepimiz bugün ölmek için gelmişiz. Benden başlayabilirsiniz. Beni de taşlayın. Kimseden çıt çıkmadı. Ancak en arka sıralarda maskeli kişilerden müdüre taşlar yağmaya başladı. Fazla uzakta oldukları için ancak taşlardan bir tanesi müdürün kafasına isabet edebilmişti. Kafasından aşağıya doğru kan akmaya başlamasına rağmen yerinde heykel gibi durmasını sürdürüyordu. Diğer polislerin duruşlarında da hiçbir değişiklik yoktu. Sadece iki kişi daha müdürün yanına kadar gelerek biri sağında biri solunda durdu. Onlarda ölmeye, bile bile kurban olmaya gelmişlerdi.

 

Ve asla Cebrail’in Cennetten koç getirmesini beklemiyorlardı. Arkadaki maskeliler ne kadar tahrik edici slogan attılarsa da hiç kimse onlara uymadı. Hata herkes arkasına dönerek slogan atanları görmek isteyince maskeliler yavaş yavaş gerisin geri tüymeye başladılar. Kalabalık birden Kızıldeniz gibi ortadan ikiye yarıldı/ayrıldı orta yerinde araçlar için bir geçit açılıverdi. Oradan müdüre, ilk yardım müdahalesi için hemen bir ambulans geldi. Müdür sedyeye uzanmak bir yana hastaneye gitmeyi reddettiği için ayakta tedavisi yapılarak kafasına sargıdan bandaj çekildi. Kanaması durduruldu. Müdür ambulansın üstüne tırmandı:


-Madem bizi öldürmek istemiyorsunuz. Sizden ricam dağılın ve işyerlerinizi açınız. Sizlerde Yahudi sermayesi mi var ki? İşyerinizi kapatınca sanıyorsunuz ki, dünya ekonomisi felç olacak size zarar verenler zarar mı görecek. Ya da Arapların petrol muslukları sizin kepenklerinize mi bağlı ki kapayınca dünya ekonomisi altüst olacak. Elinizde ikisi de yok. Maalesef kepenk kapatmalarınız sizden başka hiç kimseye zarar vermemektedir. Sizlerden ricam artık evlerinize dağılın aranızda bir sürü çoluk çocuk var, onların anne ve babaları merak içinde onları beklemektedirler.


Hayret kalabalık ilk kez taşkınlık yapmadan sessiz ve yavaşça dağılmaya başladı. Kalabalık tamamen dağıldıktan sonra Müdür ve personeli araçlara binerek müdürlük binasına geri döndüler. 


O gece şehir ölü sessizliğine gömüldü hiçbir yerinde çıt çıkmadı. Polis devriye bile gezmedi. Sonraki cumartesi ve Pazar günleri de şehirde kepenkler açılmadı. Kepenkler açılmadığı gibi şehir boşalmış gibiydi. Sadece ufak guruplar halinde meydana gelip panzerin cenazesine göz atanlar, önünde fotoğraf çekenler dışında ortalıkta kimsecikler gözükmüyordu. 


Pazartesi kepenkler açıldı esnaftan bir gurup toplanıp teşekkür için emniyet müdürlüğünün yolunu tuttu. Gelin görün ki müdür, devlet malına zarar vermekten terör örgütü propagandası yapmaktan dolayı jet hızıyla açığa alındığı gibi akıl sağlığı yerinde olup olmadığı kontrolü için de Elazığ’a sevk etmişlerdi. Anlaşılan müdürün deliliği tescillenecekti.


Evet, Gordion Düğümleri yüzyıllar boyunca çok bilge kimselerce uğraşıldığı halde, kimse çözmeye muvaffak olamamıştı. Oysa çözecek kişi Asya ve Avrupa’nın hâkimi/kralı olacaktı. Ta ki deli biri “ben çözerim” deyince ye kadar. Halk düğümün nasıl çözüleceğini merak ettiğinden olacak ki. Düğümün etrafında devasa kitlesel kalabalıklar toplandı. Bizim deli gelip her kesin gözü önünde kılıcıyla düğümü paramparça ederek “işte çözdüm” deyip düğüm sorunu ortadan kaldırdı… Bütün dünyayı yüzyıllık bir problemden kurtardığı gibi iki kıtanın kralı da oldu... 


Artık Kürt sorunu ancak delilerin çözeceği bir Gordion Düğümü halini almıştır. Çözen kişi dün olduğu gibi bugün de iki kıtanın da hâkimi olacaktır. Bunun içinde o kadar umutsuzda değilim, umutsuzda olmamak gerekir artık deli bir basınımız, tam deli olmasa da yarı deli bir başbakanımız var. 


Deliler artıkça güzel bir gelecek için umudumuzda artmaktadır. Ey kıt akıllılar artık modanız geçti, geleceğimizi deliler belirleyecek, zaman delilerden yana. Zaman deliler zamanı.

 

Selametle 


Mahmut SEMEN

04 AĞUSTOS 2010

KIZILTEPE

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.
Yasal Uyarı​ Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar. Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.