LO MA TUTMASAN TUTMA
Allah’a karşı sorumluluk bilincine (takvaya)
varmak için bizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, sayılı günler (ramazan
ayı) olarak oruç bizlere de farz kılındı.
Bakara Süresindeki 183.ayetiyle başlayan oruç
farziyeti aynı sürenin 187. Ayet-i kerimesine kadar devam etmektedir. Bu ayet
aynı zamanda diğer din mensuplarının oruç tutmalarına rağmen günümüz
kitaplarında oruç emri olmaması onların o emirleri sakladıkları tahrif
ettiklerinin de bir delilidir.
Ve orucun farziyeti konusunda hiçbir çelişkiye yer
yoktur. İslam’ın beşe indirgeyen şartları arasında da, dejenere olmayan ve
yerini en sağlam olarak koruyan da oruç farizasıdır.
Ancak Orucu tutma şartlarını düzenleyen
Bakara-184.ayeti kerimesindeki (YUTÎQÛNE HÛ) kelimenin farklı okunuşu ve
yorumlayışı sebebi ile tutmamaları gerekenler yada tutmak istemeyenler bütün
zamanlarda mahalle baskısı ile oruç tutmaya zorlanmış, tutmayanlar hor
görülmüştür. Sözde İslam’la yönetilen ülkelerde ise çeşitli cezalara maruz
kalmışlardır...
Doğrusunu Allah bilir ya!
Kul hakkına girmektense Allah hakkına girmeyi daha
doğru buluyorum, zira bu durumda ikisine de girme ihtimal dâhilindedir. Ama
ihtimal milyonda bir kadar çok düşükte olsa kul hakkından kaçınmak gerekir. Kul
hakkından kaçınırken Allah’ın hakkına girme ihtimali yüksek olsa da içinde şirk
barındırmıyorsa bunu tercih etmek gerekir diye düşünüyorum.
Allah Nisa-48’de: “Şüphesiz Allah, dilediği kimselerin daha hafif günahlarını bağışladığı
halde, Kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz: zira Allah’a ortak
koşanlar, gerçekten korkunç bir günah işlemiş olurlar.” Buyurduğu gibi…
Asıl meseleye gelelim. Söz konusu ayetin “Oruç, sayılı günlerdir. Sizden kim hasta
olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı gün sayısınca başka günlerde
tutar.” Ayetin bu ilk bölümünde neredeyse bir yorum ve meal farklılığı
yoktur. Yani ramazan ayında hasta ya da yolcu isen, tutmayacaksın sonra ki
günlerde birebir tutacaksın bunun başka bir açıklaması da yoktur. Zaten bir
sonraki ayette de yine yolcu ve hastaların tutmayacaklarına dair apaçık atıf
vardır.
Allah bir kolaylık sağlarken insanların yaptığı
gibi daha sonra amalarla bunu geri alması sizce mantıklı mıdır?
Daha doğrusu İlahi çizgiye ne derece uygundur?
İşte kafamı kurcalayan esas soru bu!
Gelelim ayetin devamı için piyasada ki sekiz meali
inceledik. Ve üç farklı görüşün var olduğunu gördük. Bu YUTÎQÛNE HÛ
kelimesinden dolayı.
I.Bu
kelimeyi Güç yetiremeyenler olarak meallendiren iki meal vardır. Bu meallere
bakalım,
a) Diyanet Vakfı Bakara-184 “Sayılı günlerde olmak üzere (oruç
size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler
kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık
gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir
doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa,
bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız
sizin için daha hayırlıdır.”
b) Elmalılı Hamdi Yazır: Bakara-184“Sayılı günler... İçinizden
hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerden sayısınca tutar. Ona
dayanıp kalanlar (dayanamayanlar) üzerine de bir yoksulu doyuracak fidye vermek
gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa hakkında daha hayırlıdır. Yine de
oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz”
Bu iki müellifi dikkate aldığımızda şu sonuca
varıyoruz. Hasta veya yolculuk sebebiyle oruç tutmayanlar sonraki günlerde
birebir tutmaları gerekir. Ancak sonra ki günlerde ya da ramazanda tutmaya gücü
yetmeyenler her bir gün için en az bir yoksulu doyuracak fidye vermeleri
gerekir, fidyenin belirlenen alt
sınırından yukarısı için de kim daha fazla verirse o kendisi içindir.
Ancak bütün bunları boşa çıkaran son cümle ise çok
enteresandır. “Bütün bunlara rağmen yine de oruç tutmanız sizin için daha
hayırlıdır.”
Bu şu demektir şimdiye kadar saydıklarımızı
dikkate almayınız. Siz siz olun oruç tutun. Halkımızın çoğu bu görüşü
benimsediği için ölüm yatağında bile olsa oruçlarından vazgeçmemektedirler.
Hasta yaşlılarımız ya da yolda ki şoför kardeşlerimizle görüşürseniz herkesin
bu düşüncede olduğu ve bu yüzden kendi ve başkalarının canlarını tehlikeye
atmalarına rağmen oruç tutuklarını görürsünüz.
II.Bu
kelimeyi zar zor, güç bela güç yetirenler olarak meallendiren iki meal vardır.
Bu meallere bakalım,
a) Yaşar Nuri Öztürk: Bakara-184 “Sayılı günlerdir. Sizden kim
hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı gün sayısınca başka
günlerde tutar. Oruca zorlukla dayananlar üzerine düşen, fidye olarak bir
yoksulu doyurmaktır. Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek iyilik
yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz,
sizin için daha hayırlıdır.”
b) Ali Bulaç Bakara-184 “(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden
kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
(tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye
(vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç
tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”
Şimdi bu iki mealde de, oruca zorlukla ya da zar zor
dayananlardan bahsediyor, yani önceki iki meal dayanamayanlardan bahsederken bu
iki meal zorda olsa tutmaya gücü yetenlerden bahsediyor.
Şimdi bu zar zor gücü yetenler kimlerdir?
Hasta ve yolcu olanlar mıdır, yoksa onlardan ayrı
başka bir gurup mudur?
Bu iki mealden anladığımız ve oluşan kanaatimiz bu
emrin hasta ve yolcu olanlar için olmadığıdır. Bu emir onların dışında zar zor
tutabilenler eğer tutmasalar fidye vermeleri gerekir ama tutma güçleri zar zor
da olsa, olduğu için tutmaları kendileri için daha hayırlıdır.
III.Bu
kelimeyi güç yetirenler olarak meallendiren dört meal vardır. Şimdi bu meallere
bakalım,
Edip Yüksel: Bakara-184 “Sayılı günlerde... Hasta olanlarınız
veya yolculukta bulunanlarınız tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde
tutar. Güç yetirenler bir yoksulu doyurarak adakta bulunsunlar. Kim gönül
isteğiyle (daha fazla yoksulu doyurmak için) iyilik yaparsa kendisi için daha
iyidir; ancak oruç tutmanız sizin için en iyisidir, bir bilseniz!”
Süleyman Ateş: Bakara- 184: “Sayılı günler olarak. Sizden kim
hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar).
Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır. Bununla
beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yapar(oruç tutar)sa o, kendisi için iyidir.
Bilirseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır.”
Mustafa İslamoğlu: Bakara-184 “Sayılı günlerde… Sizden kim
hasta ya da yolcu olursa, tutamadığının sayısı kadar diğer günlerde (oruç
tutar) ve (bunlar arasından) ona gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak
fidye gerekir; Kim daha fazla hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur, ama
–eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”
Muhammed Esed: Bakara-184 “Sayılı günlerde [oruç]. Ancak
sizden kim hasta veya seyahatte olursa diğer zamanlarda [aynı gün sayısı kadar
oruç tutmalıdır]; ve [bu gibi hallerde] gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak
fidye vermek bir yükümlülüktür. Her kim, yapmaya yükümlü olduğundan daha fazla
iyilik yaparsa kendisine iyilik yapmış olur; zira oruç tutmak kendinize iyilik
yapmaktır- keşke bunu bilseydiniz.”
Evet, bu dört mealde de aynı kelime önceki
meallerin tam tersi olarak meallendirilmiştir. Yani güç yetirenler olarak. Bu
dört mealdende şu anlaşılmaktadır. Hasta ve yolcular oruç tutmasınlar onlar sonra
ki günlerde tutarlar ancak bunların içinde tutmaya gücü yetenlar ya da fidye
vermeye gücü yetenlerin ayrıca sonra ki günlerde hem birebir tutmaları hem de
fidye verecekleri anlamı çıkıyor.
Gördüğünüz gibi bir kelimeyi üç farklı anlamda
çeviren din alimlerimiz vardır.
Aynı
kelimeyi Kimisi siyah, kimiz az beyaz kimisi de bembeyaz olarak çevirmiştir.
Aslında bu 184.ayet birbirinden bağımsız iki
emirden oluşmaktadır. Bunu görmediğimiz vakit işte böyle çelişkili durumlara
düşüyor içinden çıkamıyoruz.
Evet, ayeti kerimenin ilk bölümü “Hasta ve
yolcuların oruç tutmaması, bu durumları ortadan kalkınca sonraki günlerde
birebir tutmaları emridir.” Bu direkt
bir emirdir, sonraki günlerde tutarsın demektir. Zaten sonra ki ayette de bu
emir gene tekrarlanıyor.
Kanaatim odur ki: Hastalık ve yolculukta istesen
de “tutamasın”dan yanadır. Bu iki durumda da tutmamak tutmaktan daha
hayırlıdır. Zira tutmak tutmama emrine karşı gelmektir.
Bu hastalık derecesi ve yolculuk mesafesi de hep
tartışılmıştır. Oysa Allah kilometre belirtmediği halde kilometre üzerinde bir
türlü anlaşma sağlanamamıştır. Kimisi 90
km derken kimisi 30 km demiş, oysa Allah sadece “yolcu iseniz” demiştir bu
yolculuk isterse görünen komşu köye olsun, yolcu ve misafir konumuna düşüyorsan
ayeti kerimenin hükmündesin. Yolcunun durumunu yaya, araç, uçak hata ışınlama
bile değiştiremez yolcu yolcudur…
Hastalık derecesi ise enteresandır. Aslında bütün
alimler farkında olmadan bu konuda ortak bir noktaya gelmişlerdir. Peki, hangi
hastalar oruç tutmayacak, insana eza veren her türlü rahatsızlık ve hastalık.
Bu diş ağrısı da olabilir, parmağa batan bir diken sebebiyle de olabilir. Eza
varsa tutmayabilir ancak sonraki günlerde tutar.
Şimdi diyeceksiniz. Böyle olur mu?
“Böyle olursa insanların çoğu ramazanı tutmaz ve
bu çoğunluk ki sonraki günlerde de tutmazlar” diyorsanız o zaman bende: “Bu tip
kişilerin ramazanda aç kalmalarının bir anlamı olmadığını” söylerim.
Evet, Allah kadınların aybaşı hallerini bir Eza
olarak tanımlıyor ve son dönemlerde çıkan aykırı sesleri saymasak eski bütün
alimler kadınların bu eza hallerini hastalık olarak kabul ettikleri için onları
sonraki günlerde tutmak üzere oruçtan muaf tutmuşlardır. Yani hastalığın derecesi
önemli değil önemli olan eza verip vermediğidir.
Şimdi adama sormazlar mı?
Maden hasta ve yolcuların oruç tutmaları daha
hayırlıdır niye kadınlara tarih boyunca hiç tutturmadınız? Ki o hastalığın en
hafifidir belki hastalıkta değildir. Allah’ın ifadesi ile sadece bir ezadır.
Sıkıntıdır.
Ama hiç kimse onların da tutması daha hayırlıdır
demiyor!
Aslında kadınların bu durumda oruç tutmamaları,
hasta ve yolcuların oruç tutmaları daha hayırlıdır görüşünü otomatikmen havada bırakmaktadır
tabi akıl sahipleri için…
Sen kim oluyorsun da böyle kanaat belirtiyorsun
diyenler muhakkak çıkacaktır. Diyeceğim
şu ki, ben Allah’ın bir kuluyum ve bu kitap bana gönderilmiştir. Bu kitabı’da
Allah’ın bana verdiği akıl ile anlamaya çalışıyorum. Ali ile Velinin aklı ile yada onlar gibi anlamak zorunda değilim…
Ha kastınız Türkiye Cumhuriyetinin İlahiyat
Fakültelerinde verdikleri o kağıt parçasına sahip olmamam ise, merak etmeyin
onu da almama az kaldı.
Neyse, konumuza geri dönelim. Evet, ayetin ikinci
bölümünü, önceki hasta ve yolcu bölümü ile karıştırmamak gerekir. Karıştırınca
gördüğünüz gibi içinden çıkamazsınız. Bu seferde “güç yetirenler” kelimesine
takla attırıp güç yetirmeyenler ya da az gücü yetirenler şeklinde çevirmeye
kalkışıyorsunuz. Bu siyahı az beyaz ya da bembeyaz olarak çevirmek demek değil
midir?
Aslında ne diyor ikinci bölümde: “Tutmaya gücü yetenlerin fidye vermesi
gerekir, hata fidyeyi artırmaları kendi faydalarınadır. Ama bilseler oruç
tutmaları daha hayırlıdır” tutmaya gücü yetenler niye fidye versin ki,
bunlar yolcu ve hasta olanlar olamaz zira onlar zaten sonraki günlerde tutmak
üzere muaf tutulmuşlardır.
O zaman, burada apaçık şu anlaşılıyor, tutmaya
gücü yetip te tutmak istemeyenler (zenginlik sebebiyle şımarmış bir gurup)
vardır ki, İşte bunlar fidye verecektir. Ne kadar çok fidye verseler kendileri
içindir. Ancak oruç o verecekleri bütün fidyelerden de daha hayırlıdır eğer
bilseler.
Şimdi hasta ve yolculara oruç tutmanız daha
hayırlıdır demekle kişisel ve toplumsal felaketlere yol açmak ya da öte yandan
tutmak istemeyenlerden fakir fukaranın alacağı fidyenin önüne de bu yolla engel
koymak ne derece doğrudur?
Tutmak istemeyenler tutmasın ama fakir fukaranın o
hakkını da hakkıyla versin.
Bakara-185’te ki: “kim bu aya erişirse onu oruçla
geçirsin” ayeti ile yukarıda bahsettiğimiz ayetin hükmünün yürürlükten
kaldırıldığını ifade edenlerde vardır. Hata bu iddialarına delil olarak ta
“Sarhoşken ne dediğinizi anlayıncaya kadar namaza yaklaşmayın” ayetinde olduğu
gibi bununda hükmünün kaldırıldığını sıkça tekrarlarlar.
Şarap kesin olarak haram kılındığına göre “sarhoşken
namaza yaklaşmayın” ayetin hükmü kalmamış diyorlar.
Peki, Ülkemizde tüketilen milyonlarca metreküp
şarabın tamamını senin %99 Müslüman olan ülkemizin sadece o %1’i olan gayri
Müslümler mi içiyor?
Yoksa %99 olan Müslümanlar mı?
Kendimizi kandırmayalım!
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bunu Müslümanlar tüketiyor.
Müslümanlar içki içtiği sürece o ayetinde hükmü
geçerlidir. Sarhoşken namaza yaklaşmayacaklardır. Aslında bir insana namazı yasaklamak en büyük
bir cezadır tabi ki anlayana.
Son söz olarak bir fenomen olarak karşımızda duran
ve kendilerini Müslüman olarak ifade eden bir gurup vardır. Bu ister azınlık
olsun ister çoğunluk olsun. Hala içki içtikleri gibi, oruç tutmak da
istemiyorlar hata tutmuyorlar.
O zaman bunları Hristiyanlar gibi aforoz mı
edeceksiniz yoksa Allah’ın o ayeti kerimeleri kapsamında mı
değerlendireceksiniz. Yoksa hiçbir şey yapmayıp BINCILIK (hasıraltı) mı
yapacaksınız.
Ey oruç tutmayan ya da tutmak istemeyen Müslüman
kardeşlerimiz fakir fukaranın hakkı olan o fidyeyi veriniz. Fakir fukaranın
hakkını yemek Allah’ın hakkını yemeye benzemez.
İyi Ramazanlar
Selametle
Mahmut Semen
15 Temmuz 2013
Kızıltepe