Yoksa kimilerinin iddia ettikleri gibi bu kıssalar "Esatirul Evvelin" olsun diye kitapta yer almamışlardır. En’am-38 de "Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" beyanıyla anlatılan her bir ayetin aslında bir eksiği kapattığını da bize bildirmiyor mu?
Sürgünde vefat eden ve aynı zaman da İstiklal Şairimiz olan büyük şair Mehmet Akif Ersoy’da tarihten "ibret almama" meselesini aşağıda ki dörtlüklerinde bakın nasıl da güzelce ifade etmişlerdir.
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i tekerrür diye ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Demek ki ibret alınmıyor. Bazen de "iyi ki alınmıyor" diyorum. Uzun zamandır zihnimi işgal eden, Bakara Sûresinin tarihi "İnek Kesme" kıssasına yoğunlaşmış durumdayım.
Firavun, Musa’ya Şuara-19’da "Sen nankörün birisin!" dediği zaman; Musa’nın verdiği cevap, bir insanın hata bir filozofun bile asla veremeyeceği ve düşünemeyeceği Şuara-22. ayeti kerimesi olmuştur ki Musa; "Senin başıma kaktığın bu nimet gerçekte İsrailoğullarını köleleştirmenin neticesidir." Deyince Firavun bu cevap karşısında şok olmuştur. Zira bu cevabın bir insanın asla veremeyeceğini çok iyi biliyordu. O zaman geriye kaynak olarak sadece kendi "kırmızıçizgilerini tanımayan" Musa’nın, Rabbi olmalıydı. Bu yüzden iyicene bu kaynağını irdelemek istemiştir. Ancak bunu da çaktırmadan ve küçümser ifadelerle ama merakla Şuara-23’te "Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?" diye sormuştur…
Zira Musa, Mısır’daki üretilen bütün nimetlerin İsrailoğullarının emekleri neticesinde meydana geldiğini söylüyordu. Yani o başlarına kaktığı nimetler zaten kendi emekleriydi. Firavun onları köle ettiği için, kendisini o nimetlerin sahibi olarak görüyordu. Ve onların ürettiği emeklerinden sadece ölmeyecekleri kadar kendilerine verince de başlarına kakıyordu. "Bak size aş iş veriyorum nankörlük etmeyin diyordu."
Aslında nankörlük sadece Allah’a karşı yapılabilen kötü bir fiildir. Bir insanın bir insana nankörlük etmesi asla söz konusu olmadığı gibi imkânsızdır da. İnsanlar genellikle "ihaneti, kadir ve kıymet bilmezliği" nankörlük olarak telaki ediyorlar ki bu çok yanlıştır. Birisine "Sen nankörsün" dediğiniz zaman aslında "Sen niye bana köpeklik yapmıyorsun?" demiş oluyorsunuz. Ancak ve ancak, sadece köpekler, kendisine verilen bir lokma karşılığında, sahibinin "Hirçîçî" talimatıyla Taif’te Allah’ın Resulü ve Zeyd’e saldırabilirlerdi ve saldırdılar da..
Peki, kedi öyle bir hayvan midir? Asla!..
Kedi, Özgürlükçü ve özgürlüğünü seven bir hayvandır. Sahibi bir lokma vermişse o lokmanın kendi rızkı olduğunu çok iyi bildiği için sahibine asla köpeklik yapmaz. Kendisine zulüm ve haksızlık edildi mi, de? Çok kızar! Sahip mahip dinlemez atar pençesini, atlar pencerden kaçıncı katta olduğuna bakmadan çekip gider. Sahibi tarafından, kendisine köpeği gibi itaat ve köpeklik etmediği için nankör olarak damgalanır ve ilan edilir. Adı "nankör kediye" çıkar da ama "köpeğe" asla çıkmaz. Siz siz olun insanlardan bekleyin ama hiçbir zaman kediden köpeklik beklemeyin. Hayal kırıklığına uğrarsınız.
Tarih boyunca egemen sınıf çevirdiği entrikalarla halkın geniş kesimini sultasının altına alarak onları sürekli sömürmüştür. Buna karşı çıkan aykırı sesleri ise "Nankörlük" ettikleri gerekçesiyle acımasızca bastırmışlardır. Bu "Nankörlük Etme" yakıştırmasına karşı Musa’dan bu yana ezilenlen kesim ve onları temsil edenlerden de asla "net ve doğru" bir tavırda peyda olmamıştır.
Bu "Nankör" kelimesi son yıllarda Kürtlere karşı ne kadar çok acımasızca kullanılıyor hiç dikkat ettiniz mi? Bu Kürtlerden Köpek olmadığı ve olamayacağı en güzel delili değil midir de nedir? Bu yüzden, o bağlamda biri bana "Nankörsün" dediği zaman "çok şükür" diye cevap veriyorum.
Kürtler ne zaman insanı haklarını talep etmeye kalkışmışlarsa mevcut egemen sistem tarafından "Nankörlükle" suçlanmışlardır. Kürtleri temsil edenler de, İlahi kitap ve şablondan bihaber oldukları için, bu yakıştırma karşısında hep "kem küm" etmişlerdir. Bu kem küm etmeleri Kürtlere yakıştırılan "Nankörlük" suçlamasını diğer halklar tarafından"Ne haber?" tarzında laf geçirme, galip gelme ve haklı olduklarının bir delili olarak sürekli yüksek perdeden dilendirilmiş ve bizlere karşı hep "Nankörler", "Ya sev ya terk et" söylem ve çağrıları yapılmıştır.
Oysa Firavun bile İsrailoğullarına "Ya sev ya terk et" dememiştir. Bilakis İsrailoğullarının gönüllü olarak Mısır’ı terk etmelerini dahi kabul etmemiştir.
Hata biliyor musunuz?
Ölümü bile! Bu Mısır’ı terk edenleri geri getirmeye çalışırken o yolda olmuştur.
***
Ülkemizin Muktedirleri, Nankör olarak nitelendirdikleri bütün sınıflarla girdiği mücadele neticesinde iflas eşiğine gelmiş, failli meçhuller ise alıp başını gitmişti. Artık bu sistemin çarklarının dönmediği apaçık ortaya çıkınca, oluşan tablo bu kirli savaştan beslenenleri bile ciddi ciddi endişelendirmiştir. Bu endişelenmedir ki? Bu egemen sınıf düştüğü çıkmazdan kurtulmanın son çaresi olarak Nankör olarak nitelendirdikleri, Kürtlerin/Musa’nın fikrini ve desteğini almak zorunda kalmışlardır.
Bu iş içinde anasının gözü profesyonellerden bir ekip oluşturulmuş ve gelmişler "nankörler"diye tabir ettiklerinin ayaklarına… "Eğer bu kanın durmasını istiyorsunuz destek verin bu sorunu hep beraber çözelim!" diye!
Musa kendisine gelenlerin zihinlerinde ne tür tilkilerin dolaştığını görmüş ama Kürt halkı kendisine gelenlerin zihinlerinde ki saklı tilkileri görmemiştir. Bu yüzden; Kürt halkı, sorunların çözümü ve akan kanın durması için, "karşılıksız ve sonsuz" bir destek verirken…
Musa; "Allah bir inek kurban etmenizi emrediyor" (İnek-67) diyerek bir inek karşılığında da bile olsa, desteğini bir şarta bağlamıştır. Bu yüzden gelenlerde bu isteğine şaşırmış olacaklar ki; "Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?" (İnek-67) demişlerdir. Asıl, gelenlerin dalga geçme maksadında olduğunu çok iyi bilen Musa onlara; "Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım" (İnek-67) cevabı verince, gelenler işin ciddiyetini anlamışlardır. Aslında onlar Musa ile dalga geçmeye gelmişlerdi. Bu yüzden Musa verdiği cevapla dolaylı olarak ta onların birer cahil olduklarını suratlarına haykırmıştır da finale kadar bunu anlamamışlardır.
Onlar madem Öyle; "Rabbine bizim için dua et de bunun nasıl bir kurban olacağını açıklasın" dediler. Musa; "Bakın" dedi. "O ne yaşlı ne körpe, ama ikisi arasında orta yaşta bir sığır olmasını istiyor." (İnek-68)
Gelenler birbirleriyle istişare etmek için toplanıp gittiler.
Aralarında gizli ve sert tartışmalar oldu. Kimisi herhangi bir inek kesip kurtulalım derken. Akil adamları ise; "Musa bizim taptığımız gizli İneğimizi (kırmızıçizgimizi) biliyor, onu kast etmiştir." Diye diretince de. Bunu kesinleştirmek için tekrar Musa’ya gitmeye karar verirler:
Ve Musa’ya: "Rabbine bizim için dua et de onun renginin nasıl olacağını bize açıklasın" dediler. Musa; "O, kurbanın sarı renkte, parlak tonda, görenlere zevk veren bir sığır olmasını istiyor." (İnek-69) dedi
Gelenler bir daha istişare için toplanıp geri gittiler.
Oysa Kürtlerden destek alanlar işin rengini Diyarbakır’da yaptıkları tarihi bir mitingle resmen ilan etmişlerdi bile. "Kürt Sorunu benim sorunumdur ve Dünyada eşi benzeri olmayan kendimize has bir yöntemle çözeceğiz" söylemi bütün Kürtler adeta aşka getirmişti. Hele "Dersim soy kırımını, ağrı katliamını, devam eden kirli savaş ta ki 17 bin faili meçhulün faili biziz, evlerinizi ve köylerinizi yakan da biziz ama telafi edeceğiz" diye itiraf etmeleri bile Kürtlere Tanrı’nın büyük bir lütuf olarak sunuluyordu ve öyle de alıyorlardı. Kürtler, öyle bir aşka gelip öyle bir cezbeye tutulmuşlardı ki, bunun tarihte eşi ve benzeri yoktu. Sanırım bir daha tekerrürü de olmayacaktır.
"Size karşı yıllarca inkâr ve soy kırım politikasını uyguladık, Faili meçhuller ve asit kuyuları da bize aittir. Ev ve köylerinizi de biz yaktık." Diyenlere taparcasına yürekten alkışladılar. Bunu alkışlayacak dünyanın herhangi bir yerinde Kürtlerden başka bir halk var mıdır? Ki, bilmiyorum! Asla! Sanmıyorum da...
Bu akıl tutulmasından başka bir şey değildi. Oysa en azından Allah Resulünün vahşiye yaptığı gibi "defol gözüm seni görmesin" demeleri gerekmiyor muydu?
Bir daha toplandılar gizli gizli. Kendilerine bildirilen özellikler ile taptıkları ineğin özelliklerini karşılaştırdılar, birebir örtüşüyordu. Yine büyük tartışmalar yaşandı. O İnek "kırmızıçizgileriydi". Kolay kolay kesmeyeceklerdi. Bir daha Musa’ya danışmak için yanına gitmeye karar verdiler.
Bizimkilerde başta isimlendirdikleri "Kürt Açılımı" kırmızıçizgilerine takıldığını (İneğin rengine zarar verdiğini) görünce de, söylemlerinin ismini değiştirmeye karar verdiler. Kürtlere zaten danışmanları gerekmiyordu onlar âşıktı ve aşkın gözü kördü.
Sabah herkes "Kürt Açılımı" yerine "Demokratik Açılım Paketi" ile uyandı. Sanatçılar, futbolcular, aileviler, yazarlar, çizerler ve hata çingeneleri bile tek tek çağırdılar"Demokratik Açılım" için görüş ve desteklerini istediler. Her kesimden büyük destek vardı. Ve artık bizimkilerin de ayakları yavaş yavaş, yere sağlam değmeye/basmaya başlamıştı.
"Demokratik Açılım" neticesinde yazar ve çizerlerin çoğu özgürlüklerini ve kalemlerini, Aleviler ibadethanelerini, Çingene kardeşlerimiz Sulu kulelerini kaybettiklerini çok geç fark ettiler. Zaten Kürtlerin kaybedecekleri bir şeyleri kalmamıştı. Ve onlar âşıktı.
Musa’ya geldiler: "Rabbine bizim için dua et de onun nasıl olacağını bize açık-seçik bildirsin. Çünkü bize göre bütün sığırlar birbirine benzer ve sonra Allah arzu ederse biz elbette doğru yola yöneliriz!" (İnek-70) dediler.
Musa: "O, bu kurbanın ekinleri sulamak veya toprağı sürmek için hiç koşulmamış, kusursuz, alacasız bir sığır olmasını istiyor" (İnek-71) dedi.
Bu cevap karşısında ileri gelenler baştan beri savundukları fikirlerinin doğru çıktığını ileri sürdüler. Evet, Musa’nın onlardan kesmelerini istediği inek, bir iş ve güç için beslenmeyen kırmızıçizgileri olan ve gizlice taptıkları saklı ineklerin ta kendisiydi. Çaresizce; "İşte sonunda gerçeği bildirdin!" (İnek-71) dediler ve istemezlerse de o ineği kestiler.
İran-Irak savaşı sekiz yıl sürdü. Irak’ın kukla lideri arkasına aldığı ABD ve Batı emperyalistlerin desteği ile Kimyasaldan tutunda denemediği hiç bir silahlarını bırakmadı.İmam Humeyni bu oyunu anladığında 8 yıl geride kalmıştı. Ve ansızın hiç kimsenin beklemediği bir anda İneği kesmeye karar verdi. "Bu barış antlaşması benim için zehir içmek gibidir ama içeceğim." dedi ve antlaşmaya imzayı koydu. Büyük oyunu bozdu. Aslında işte o imza Saddam Hüseyin’i darağacına götüren imza oldu.
İnek kesilince bütün sorunların kaynağı olan cinayet şebekesi de "deşifre" edilmiş oldu. Sorunların çözümü ve katillerin bulunması için Musa’ya gelenlerin aslında katil ve bütün sorunların kaynağı olduğu ortaya çıktı. Zaten, baştan beri Musa’yla alay etmek için danışmaya gelmişlerdi. Zira hiç kimsenin kendilerinden şüphelenmediklerini ve asla da şüphelenmeyeceklerini de çok iyi biliyorlardı. Çünkü bunlar tümü saygın ve davanın asıl sahibi olan kişilerdendiler.
Bu şımarıklıkları onlara çok pahalıya "iktidar ve gizli gizli taptıkları ilahlarına" mal oldu. Bu da içlerinde öyle bir dert oldu ki, Musa kitabı getirmek için dağa çıktığında, onlar bunu fırsat bilip halktan topladıkları altın ve gümüşten İneklerin elektronik bir protipini yapıp herkesi tekrardan ineğe tapınmayı ikna ettiler. Harun’un çaresizliğini Musa’nın onu param parça edişini anlatmayacağım.
Sabah uyandığımızda "Demokratik Açılım Paketinin" yeni adı "Milli Birlik ve Kardeşlik projesi" olduğunu öğrenmiş olduk. Anlaşılan Kutsal İnek "demokratik" kelimesinden de rahatsız olmuştu. Bu proje ile "Milli Birlik ve Kardeşliği" tesis etmek bir yana, her şeyi yerle bir ettiği, yok ettiği herkesin malumudur. Belki bununla sadece Türklerin, Milli Birlik ve Kardeşliğini kastetmişlerdi...
Fark ettiniz mi bilmem? CHP Kürt sorunu çözmek için 10 maddelik bir çeşni yapınca hemen iktidardan cevap geldi. "Bu sorunun sebebi CHP zihniyetidir" ardından Meclis Başkanı da Kürt sorunu çözmek için 11 maddelik bir çeşni yaptı. Artık bundan sonra, sorunun asıl müsebibleri tarafından yapılacak bu türden çeşnileri çok göreceğiz.
Biliyorum, bütün çabalar İneği kesmemeye yöneliktir. Allah’ın şablonuna göre çözüm için çaba gösterenler asıl sorunun kaynağıdırlar da farkında mı değildirler. Yoksa bizleri inek yerine mi koymak istiyorlar.
Yahudiler alay etmek için Musa’ya gitmeselerdi. Hiçbir şeylerini kaybetmeyeceklerdi. Gittikten sonra da herhangi bir inek kesselerdi sadece iktidarlarını kaybederlerdi. Ama kendilerinden o kadar emmindiler ki, hem Tanrılarını hem de iktidarlarını kaybettiler.
Bizimkilerin ayakları (Bizimkiler diyorum çünkü şimdiye kadar ne yazık ki onlara kesintisiz oy verdim) iyicene yere basınca son bomba açıklamalarını 31 Ağustos 2012’de özel bir kanalın canlı yayınında "Türkiye’de Kürt Sorunu Yoktur" söylemini dilendirerek, yıllar önce faili meçhullerin normalleştiği Çiller’in durduğu noktaya/döneme geri dönmüş oldular.
Bir çobanın; "Başörtülüler Arabistan’a gitsinler" diyen pervasız söylemine paralel olarak, bugünkülerin ise, halkın oylarıyla seçilen vekillere "Kandil’e gitsinler" kandil yolunu göstermeleri ne manidardır değil mi?
Artık, Yandaş ve mesleman medya, Başbakanımızı Peygamber, hükümetini Asr-ı Sadette ki İslam devleti ve hükümeti olarak görmektedir. Bu yüzden bu uğurda ölenleri İslam`ın Şehitleri saymaktan da çekinmemektedirler. Aykırı bir sese bir renge tahammülleri kalmamıştır.
Otuz yıl önce bu sorunu çözmek için, sadece Kürtçe müziği serbest bıraksaydınız, yirmi yıl önce trt6 kursaydınız, on yıl önce Kürtçeyi seçmeli dil yapsaydınız ve bugün Kürtçeyi eğitim dili yapsaydınız bu sorunu çözmüş olurdunuz. Çünkü bütün bunlar İsrailoğullarındaki herhangi bir İneğin karşılığıydı. bu karşılıklar taptıkları asıl ineklerine asla zarar vermiyordu, vermeyecekti de...
Bir bebeğin bile bu gidişatın apaçık bir çıkmaza doğru gittiğini görecek, basitlikte ve açıklıkta olmasına rağmen, iktidar sahiplerinin bunu nasıl görmediklerine şaşıyor, hayret ediyorsunuz. Akıl mantık almıyor değil mi? Siz bilmez misiniz? Allah zalimlere doğru yolunu göstermezde ondan görmüyorlardır.
Kürtlerin büyük bir umut ve heyecanla "Taleal Bedru Aleyna" ilahileri söyleyerek istasyonlarda sabahlara kadar beklediği kurtarıcıları, Meselman Faşist Medyanın verdiği gazla, hiçbir İstasyonda durmayarak, İstasyonlarda kendilerini bekleyen "Kürtleri ve umutlarını" da bir bir ezerek Suriye’ye geçmiştir.
Allah İnek-73’te bu tarihi olayın değişmez bir şablon olduğunu bunu sorunlarımıza uyguladığımız takdirde "Ölümlerin önüne geçebileceğimizi ve kendi iradesini göstereceğine" dair söz vermiştir.
Artık, görmek istemediğiniz rüyayı görecek, kesmek istemediğiniz ineği eninde sonunda, kendi elinizle kesecek ve iktidarı da kaybedeceksiniz.
Selametle
Mahmut Semen
08 Eylül 2012
Kızıltepe