“Nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kendilerine
aşağılık damgası vurulmuştur; meğerki Allah’tan bir destek bulalar. Allah’ın
gazabına uğramışlardır ve üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur.” (3 Âlu
İmran 112).
Ayetin Yahudilerden söz ettiği konusunda
müfessirler müttefiktir. Ayetin bağlamından da bu husus açıkça anlaşılmaktadır.
Bu nasıl bir zillet ve Allah’ın gazabına
uğramışlık ki İsrail günümüzün güçlü bir devleti ve Müslümanlarla giriştiği her
savaşta galip geliyor diye düşünebilirsiniz.
Milletlerin ömrü bireylerin ömrü gibi kısa
değildir. Önceki makalemizde Yahudilerin iki kez yeryüzünde yükseleceğine ve
büyük fesat çıkaracağına değinmiştik. Öyle anlaşılıyor ki Yahudilerin ikinci
yükseliş ve fesat dönemini yaşıyoruz. Ancak bu yükselişi yukarıdaki ayette de
ifade edildiği gibi kendi öz varlığına dayalı bir yükseliş değildir. Nice
fakir, güçsüz devlet vardır ki varlığı kendi kendine dayanmaktadır ama İsrail
gibi güçlü bir devletin varlığı kendi kendine dayalı değil, Hıristiyanların
desteğine bağlıdır. İsrail devletinin kuruluşu da İngiltere, Amerika gibi
Hıristiyanların desteğine bağlı idi, onların desteği olmasaydı bugün İsrail
diye bir devlet yoktu.
Yahudiler altı bin yıllık tarihlerine rağmen iki
kez devlet kurabilmiş, bu devletlerin ömrü de kısa olmuştur. İkinci devletleri
milattan önce Roma imparatorluğu tarafından yıkılmış ve İsrail devletini
yaklaşık 2000 yıl sonra kurabilmişlerdir. Bu iki bin yıl süresince değişik
milletlerin hâkimiyetinde zelil bir şekilde geçirmişlerdir. Defalarca farklı
milletler tarafından katliama tabi tutulmuşlardır. En rahat hayat geçirmiş olan
Yahudiler, Müslüman devletlerin hâkimiyetinde yaşayan Yahudiler olmuştur.
Müslümanların hâkimiyetinde yaşayan Yahudiler için tarih herhangi bir
katliamdan söz etmemektedir. Buna rağmen İsrail’in kuruluşundan beri
Filistin’de Müslümanlara sistematik bir soykırım uygulamaktadır. Gazze’de
öldürülen çocuk oranı ölenlerin üçte birine yükseldi.
Osmanlı tarihi boyunca Yahudiler iyi muamele ve yardım
görmüşlerdir. Müslümanların, Endülüs’te hâkimiyeti süresince Yahudiler bir
problemle karşılaşmadan hayatlarını devam ettirmiş, Müslümanların hâkimiyeti
son bulunca 500 küsur yıl önce Müslümanlarla Yahudiler katliama tabi tutulmuş,
Osmanlılar, Müslümanları değil de Yahudileri kurtarmış ve onları getirip
Selanik’e yerleştirmişlerdir.
Yahudi olan Sabetay Sevi, Mesih olduğunu iddia
ederek Yahudilikte birtakım reformlar gerçekleştirmek istemiş Yahudilerden
yüzlerce taraftar bulmuştur, fakat Yahudilik dininden irtidat etti iddiasıyla
Hahambaşının hışmına uğramış, devletin korumasına girebilmek için yüzlerce
taraftarı ile birlikte Müslümanlığa geçtiğini söylemiştir. Öyle görünüyor ki
Müslümanlığı seçtim demesi Osmanlı devletinin delaletiyle olmuştur. Zira Sebataist
diye bilinen taraftarlarından pek çoğu devletin önemli kademelerine
yerleştirilmişlerdir.
Başka dinden İslam’a girenlere “mühtedi” denir.
Halk bunların İslam’a samimi bir şekilde girmediklerini bildiği için onlara
mühtedi değil, “dönme” demiştir.
Nihayetinde sözünü ettiğimiz bu Sebataistler
aslında Yahudi’dir ve devletin koruması altına alınmışlardır.
Endülüs’ten Hıristiyanların katliamından
kurtarılıp Osmanlı topraklarına yerleştirilen bu Yahudiler Osmanlı’nın ulus
devlete geçişinden sonra pek çoğu tekrar Avrupa’ya ve özellikle Almanya’ya göç
etmişlerdir. Hitler’in baskı yapıp onları katletmeye başlamasından sonra Türk
diplomatlar, ulaşabildikleri Yahudilere Türk pasaportu vererek onları Hitlerin
zulmünden kurtarmışlardır. Başbakan Erdoğan’a Amerikan Yahudi Kongresi
tarafından verilen “cesaret ödülü” de bu sebeple verilmiştir. Şimdi söz konusu
kurum tarafından bu ödülün iadesi istenmektedir. Eğer tarihte vuku bulmuş
sözünü ettiğimiz olay sebebiyle verilmişse geri verilmesinin istenmesi tarihi inkâr
anlamına gelir.
Şahsen söz konusu ödülün Başbakan tarafından kabul
edilmiş olmasını doğru bulmuyorum. Yahudilerin tavrı bilinen bir husustur ve
tarih buna şahittir. Ödülün iadesi istendikten sonra Başbakan’ın: “alın,
ödülünüzü başınıza çalın” demesi, hatasının bir nebze telafisi olarak
değerlendiriyorum.
Allah tarafından gönderildiğine inandıkları
“Yahudiliğin” sadece kendi ırklarına gönderildiğine ve Allah’ın kendilerini
kayırıp diğer insanların kendi hizmetleri için yaratıldığına inanacak kadar
ırkçıdırlar. Allah’ın yarattığı kulları arasında ayırım yaptığına inanmak, O’na
iftira etmektir. Allah’a iftira atandan daha zalim kim olabilir?
Siz şimdiye kadar “hamile kadınları öldürün” diyen
bir milletvekili, özellikle çocukları hedef alan bir ordu gördünüz mü?
Çocukların, kadınların ve sivil halkın öldürülmesini camilerin, okulların,
evlerin yıkılmasını seyredip dans eden bir halk gördünüz mü?
Elbette her Yahudi’nin bu tıynette olduğunu
söylemiyoruz, nitekim hem İsrail’de ve hem de diğer devletlerde yaşayan
Yahudilerden İsrail’in zulmüne karşı çıkan, tel’in eden, gösteri yapanlar
vardır. Diğer Yahudilerin propagandasına rağmen hala insanlık duygularına
sarılan bu Yahudileri elbette selamlamak gerekir.
Başa aldığımız ayette “Allah’ın desteği” nden söz
edilmektedir. Kendisinin gazaba geldiği ve aşağılık ve miskinlik damgası
vurduğu bir topluluğu destekler mi?
Gerek bu ayette ve gerek toplumsal olaylarla
ilgili ayetlerin çoğunda Allah’a nispet edilen fiiller Allah’ın toplumlara
hâkim kıldığı kanunları anlatmaktadır. Allah, fiilen çok az müdahale eder,
imtihan için yarattığı bu dünya hayatına birtakım kanunları hâkim kılmış,
olaylar bu kanunlar çerçevesinde cereyan eder, imtihan döneminde müdahale çok
zorunlu durumlarda olabilir. Bedir savaşında olduğu gibi.
İsrail’in güvenlik içinde olma hakkını savunan ve
Filistinlilerin yaşama hakkını aklına getirmeyen bir dünya ve sessiz seyreden
İslam âlemi.