İslam’ın doğuşundan kısa bir müddet sonra
Müslümanların, Kuzey Afrika üzerinden Avrupa’ya, Orta Asya’ya, Hindistan’a
kadar uzanan büyük bir coğrafyayı fethetmeleri dine davet yollarından birinin
de savaş olduğunun zannedilmesine sebep olmuştur. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de “Allah Yolunda Savaş” ifadesinin
geçmesi bu zannı pekiştirmiştir.
Her şeyden
önce “Allah yolunda savaş” ifadesi, dini yaymak için savaş gibi bir anlama
gelmemektedir.
Savaşı zorunlu kılan sebepler; İslam yurduna
saldırılması, inananlara inançları sebebiyle baskı yapılması ve devletler
hukukunda, devlete savaş anlamına gelen elçinin öldürülmesi veya devletin
toprağı sayılan elçiliğin işgali gibi hususlardır. Böyle bir durum ortaya
çıktığında,
Müslümanlar
karşı tarafa şu teklifi yapar: İslam’ı kabul edin sizinle savaşmayalım veya
İslam’a girmeyi kabul etmiyorsanız kendi inancınızda kalmaya devam edin fakat
Müslümanların hâkimiyetine girin. Müslümanların hâkimiyetinde inancınızın bütün
gereklerini serbestçe icra edersiniz.
Ama bunları
kabul etmiyorsanız sizinle savaşacağız.
Savaş sebebi oluştuktan sonra Müslümanların bu
teklifleri yapmaları mümkün mertebe savaştan kaçınmalarının bir sonucudur.
Peygamber döneminde yapılan savaşlar hep bu
şekilde gerçekleşmiş; savaş sebebi oluştuktan sonra savaş meydanında düşmana bu
teklifler yapılmıştır. Söz konusu
tekliflerin özellikle savaş yapılmadan savaş meydanında yapıldığına dikkat
çekmek istiyorum. Çünkü bazıları, aramızda anlaşma bulunmayan yani muahed
olmayan herkese bu teklifin yapılabileceğini sanıyor.
Bu anlattıklarımızdan da anlaşıldığı üzere
İslam’da savaş, “saldırı savaşı” değil “savunma savaşı’dır. İslam
hukukçularının birçoğu saldırı savaşını da caiz görmektedir. Ne var ki bu
görüşün Kur’an’da bir dayanağı yoktur. Belki yaşadıkları dönemin milletler
arasındaki ilişkiler sebebiyle bu konudaki bazı incelikleri atlamışlardır veya
davetin önündeki engelleri ortadan kaldırmak düşüncesiyle bu görüşe
yönelmişlerdir. Aslında savaşın kendisi davetin önünü açmaktan çok davetin
önünde bir engeldir.
Fethettiğiniz
ülkenin topraklarını işgal etmişsiniz, insanlarını öldürmüşsünüz, onurlarıyla
oynamışsınız. Siz onlara ne kadar iyi davranırsanız davranın size iyi gözle
bakmazlar; aralarında menfaatçi yaltakçı sünepeler size yanaşır sureta İslam’a
girer ama bu tür münafıkların Müslümanlara ve İslam’a yararı değil zararı
dokunur.
Bugün İslam topraklarında İslam iddiasında
bulundukları halde İslam dışına taşan ölçüsüz davranış ve sözlerinin önemli
nedenlerinden biri uğradıkları onur zedelenmesidir. Zira Müslümanların
toprakların bir kısmı işgal altındadır. Müslüman topraklarda büyük zulümler
işlenmektedir. Bazı Müslümanlar her şeyimizi yitirdik artık yaşamak bize haram
olsun gibi bir duyguya kapılmışlardır. Böyle bir duyguya kapılmış insanlarda
mantık ve kural kaybolur, duygu ve öfkeleriyle hareket ederler.
Bu aşırılıklara meşruiyet kazandırmak için değil,
anlamak için bunları söylüyorum.
Asıl konumuza dönecek olursak, Savaşa izin veren
ilk ayette “sizi haksız yere yurdunuzdan çıkardıkları için Allah yolunda onlarla
savaşın” anlamında şeyler söylenmektedir. Yine Kur’an-ı Kerimde savaşla
ilgili ayetler incelendiğinde karşı tarafın savaşta takip ettiği tavra göre
tavır alınması istenmektedir. Mesela “size nasıl topyekûn savaşıyorlarsa siz de
onlarla topyekûn savaşın” denilmektedir.
Savaş sebebi oluşmuş ve savaş başlamış olsa bile
karşı tarafın barış istemesi durumunda hemen barışa gidilmesi yine Kur’an’da
emredilmektedir: “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et.
Şüphesiz ki O, işitendir, bilendir.” (8 Enfal 61.)
Bu ayeti takip eden ayet de enteresandır. O ayette
şöyle denilmektedir: “Şayet seni aldatmak isterlerse şüphesiz ki
Allah sana yeter.” Yani inanmayanlar barışa yanaşmaları hile sonucu
olabilir ve toparlanıp güç kazandıktan sonra tekrar Müslümanlara
saldırabilirler. Ama bu konuda kesin bir delil olmadıkça sırf böyle bir ihtimal
var diye Müslümanlar barışa yanaşmaktan kaçınamazlar.” (Şimşek, Mehmet Sait,
Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, II.402).
Yüce Allah: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel
öğütle çağır ve en güzel şekilde onlarla mücadele et” (16 Nahl 125)
buyurmaktadır. Savaşın ‘hikmetle güzel öğüt’ veya ‘iyi mücadele’ ile bir ilgisi
yoktur.