SELEFİLİK-I
Onun akıl-nakil konusunda bu denli rahat oluşu, aklı iyi kullanması sebebiyledir.
“Selef” kelimesi, önce gelmiş ve geçmiş olan anlamındadır. Türkçedeki halef-selef kullanımında olduğu gibi. Kök manasından hareketle zamanla kavramlaşarak Peygamber’in Ashabı, Tabiin ve onlardan sonraki nesil olan Tebei Tabiin için “Selefi Salihin” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Kavram sadece sözünü ettiğimiz nesillerin yaşadıkları zaman dilimi bakımından o zamanın gelip geçtiği anlamını ifade etmez. Sözünü ettiğimiz nesiller için bu kavram kullanılırken onların dine bakış açıları ve metni anlama yöntemleri de kastedilmektedir. İşte bu bakış açısına Selefiyye denilmektedir.
Kelamcılar Ehl-i Sünneti itikadi açıdan üç mezhebe ayırırlar: Selefiyye, Eşariyye ve Maturidiyye. Eşarilik ve Maturidilik ortaya çıkmazdan önce Ehl-i Sünnet diye nitelenen kitlenin tamamı Selefiyye mezhebindendi. Eş’arilik ve Maturidilik bazı görüşleriyle Selefiyeden ayrılınca Selefiye ortadan kalkmadı bir yanda o da devam etti.
Selefiye, Ehl-i Sünnet-i Hassa diye de isimlendirilir. Bununla, söz konusu mezhebin katıksız, sonradan çıkmış şeylere bulaşmamış olduğu kastedilir.
Tevillere itibar etmeyip rivayetlerle amel ettiklerinden Hadis Ehli diye de isimlendirilmişlerdir. Irak ekolünün re’ye yönelmesiyle Hadis Ehlinden ayrı düşmüşse de ilk dönemlerde itikadi konularda Selefiyye mezhebine bağlı idiler. Mesela re’y ehlinden olan Ebu Hanife itikadi açıdan Selefiyye mezhebinden idi. Hatta onun “el-Fıkhu’l-Ekber”i, Selefiyye mezhebine göre yazılmış ilk yazılı kaynak olarak kabul edilir.
İlk dönemlerde Ahmed b. Hanbel, Ehl-i Sünnetin sembol ismi olarak kabul edilirdi. Bu sebeple Ehl-i Sünnet mezhebine girenler, Ahmed b. Hanbel’in dediklerini aynen kabul ediyorum yahut onun mezhebini kabul ediyorum derlerdi. Mesela İmam Eş’ari mutezili idi ve itizal mezhebinden ayrıldığında Ahmed b. Hanbel’in mezhebine döndüğünü belirtmiştir. Aynı şekilde İmamu’l-Harameyn el-Cüveyni de böyle bir beyanda bulunmuştur.
Selefiyye mezhebi mensupları Allah’ı tenzih konusuna titizlik gösterir ve Kur’an-ı Kerim ile sahih hadislerde Allah’ın isim ve sıfatlarına dair söylenenleri olduğu gibi kabul eder, onları tevil etmekten kaçınırlar. Bu gibi gaybi konuları yorumlayarak zihnimize yakalaştırma yerine aczimizi itiraf ederek onlara inanırız derler.
Onlara göre iman kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla ameldir.
Maturidi ve Eşa’arileri Selefiyeden ayıran temel mesele Allah’ın Haberi sıfatlarının tevili meselesidir. Diğer meselelerle ilgili farklılıklar tali bir mesele olarak görülür.
Daha çok Hanbeli mezhebinde kendini devam ettiren Selefiyye miladi on dördüncü asırda İbnu Teymiye ile yeni bir canlılık kazanmıştır. İbnu Teymiye esasen nakilci olsa da aklı da iyi kullanan ve akıl ile nakil arasında bir çatışmanın olamayacağını savunan biridir. Eğer bir çatışma varsa, ya aklidir denilen şey gerçekte akli değildir yani aklın çalışmasında bir sakatlık vardır yahut nakil sahih değildir.
Onun akıl-nakil konusunda bu denli rahat oluşu, aklı iyi kullanması sebebiyledir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Selefiler akli delillerle kendi görüşlerini savunma ve yine nakli delillerin yanında akli delillerle muhataplarını ilzam yönüne yönelmezlerdi. İbnu Teymiye ile bu durum değişti. O, nakli delillerin yanında akli delillere de başvurmuştur. Muhaliflerini ilzam etmeye çalışırken de nakli delillerin yanında akli delilleri de kullanır. O, Aristo mantığına da şiddetli eleştiriler yöneltmektedir. Müslümanların Aristo mantığını kullanmalarını bir sapma olarak görür.
Günümüzde Selefilik iddiasında bulunanların referans olarak gördükleri İbnu Teymiye keskin bir dile sahip olsa da tekfir konusunda ihtiyatlı idi. “Söz bazen küfür olur ama sahibi kâfir olmaz” derdi. Çünkü o sözü söyleyen kişi ne niyetle söylemiştir ve bu sözüyle neyi kastetmektedir, bunları araştırmak gerekir, derdi. Yine kişinin tevili batıl da olsa tevil ettiğinden dolayı onu tekfir edemeyiz, demektedir.
Şiileri sert bir şekilde eleştirmektedir. Bütün dinlerde o dinin mensupları, peygamberlerinin eğitiminden geçtiklerinden dolayı ilk nesli övdükleri halde Şiiler Peygamberin eğitiminden geçmiş İslam’ın ilk nesline dil uzatırlar, der. Menfaat, şöhret, itibar görme gibi endişelerle sözünü esirgeyen bir karakterde değildi. Bu nedenle muhalifleri onu şiddetle eleştirirler.
Tasavvufla ilişkisi de tartışmalı bir konudur. Nerdeyse onu bir mutasavvıf olarak takdim edenler olduğu gibi Tasavvuf aleyhtarı olduğunu söyleyenler de vardır. Esasında o, bu konuda seçmeci davranır ve genel olarak ameli tasavvuftan yana tavır takınırken felsefi tasavvufa karşı idi. İlk dönem mutasavvıflarının diğer âlimler gibi hata ettikleri görüşlerinin yanında isabet ettikleri görüşlerinin de olduğunu söyler ve bu sebeple onlarda ciddi bir sapmanın olmadığı görüşündedir. Ancak tarikatlaşma ve felsefeye bulaşmasından sonrasını ciddi bir şekilde eleştirir.
Yasal Uyarı
Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar.
Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.