YEREL SEÇİM DERSİ, ROJAVA ve
BDP’ NİN SONU - 1
-Demokrasi İsteyenlerin de Demokratikleşme Zamanı Gelmedi mi?-
Bir yerel seçimi geride bıraktık. Bu seçim, Kürtler açısından parlak
geçti, diyemeyiz. Çok yanlış siyaset hataları yapıldı. Geleceğe dair
siyasetleri de yanlıştı. Bunu için, seçimin detaylı bir analizini yapacak
değilim. Buna gerek de yoktur. Analistler yeterince yaptılar zaten.
Lütfen, sakın kimse beni yanlış anlamasın; asla alay veya hakaret amaçlı da
söylemiyorum. Benim, hiç kimsenin, hiçbir yapının, şu veya bu şekildeki (bir derneğin bile olsa)
düşüncesine karşı olmak gibi bir lüksüm yoktur, olamaz. Herkesin her söylemine (bize
ne kadar ters gelse bile)saygımız olmalıdır; en azından bir amaç uğruna, emek
ve çaba ürünü olduğu için...
Ben, kendimce ne hissettiğimi ve ne öngörebildiğimi açıkça dile
getirebilmeliyim ki, muhataplarım da, mevcut konumlarını daha doğru değerlendirebilsinler
veya konumlarına bir açıklık getirebilsinler, diye. Çünkü böyle düşünüp, sessiz
duran çok insanımız vardır ve bu suskunluklar, zamanla, küskünlüklere ve
istemedikleri sapmalara, yanlışa götürüyor insanları. İnanıyorum ki, aşağıda adı
geçen tüm kuruluşlarda da, dar anlamda, bir tür sohbet tarzında olsa bile,
tartışmalar olabiliyordur. Olmalıdır da. Doğrusu ve sağlıklı olanı da budur.
Konuşarak birçok şeye çare olabiliriz. Savaşan ülkelerin barışı bile diyalogla
başlıyor.
Aynı ulusun aynı amacı paylaşan partileri, örgüt ve grupları arasında neden
barış ve diyalog olamasın ki? Kürtler, en temel ilkeler ve kavramlar etrafında,
herkesin özgürce görüşlerini ifade edebileceği, en geniş bir ulusal birliğe pek
ala gidebilirler ve gitmelidirler. Bulunduğumuz bölgede, iktidarların kolayca değişebildiği
bu nazik dönemde ve ilişkilerin pamuk ipliğine bağlı bir ortamda, bu birlik ve
beraberlik daha da hayati bir önem kazanıyor.
BDP’ nin (sıklıkla kendini bir “Türkiye Partisi” olduğunu iddia ettiyse de),
iktidarı hedefleyen bir politikaya sahip bir parti olmadı ve olamazdı da.
Aksine, Kürt düşmanları (ve rejim yanlıları), BDP’ yi, bir “Türkiye Partisi”
olarak kabul etmediler; hatta bir “Kürt Partisi” sayarak “bölücülük” le de
suçladılar. Yani, ne yazık ki, Kürt karşıtları, BDP’ yi, kendi lider kadrosu
siyasetçilerinden daha doğru değerlendirdiler ve isabetli tespitlerde
bulundular. Çünkü BDP, sadece Kürt bölgelerinde varlık gösterebildi ve
Kürdistanlılardan oy alabildi. Yani bal gibi bir Kürt Partisi idi, ama Kürtlerin
elinde ve emrinde bir parti değildi. Tepedekilerin ve gerisindekilerin “Kürt
Aşkı” yoktu; Türk aşkları daha ağır basıyordu; ancak Kürtlerin emeği üzerinde
oturduklarını hiç hatırlamadılar. Halkımızın aktif mücadele yapma duygularını soğuttular.
Onlar, kendi liderlerinin, taktik olarak “Türkiye Partisiyiz” söyleminde
bulunduklarını sandılar (ve yanıldılar). Kürtler, bu katkı, katılım ve
mücadeleleri sonucunda, Kürdistan’ın sadece Kuzeyini tek değil, diğer üç parçanın
da özgürleştirebileceğini hayal ediyorlardı. Bugün, bu hayal, resmen ve tamamen
yıkılmış oldu. Hayallerini yanlış adreste aramışlardı. Kendilerini kandırarak
yanılmışlardı; yoksa söylemlerde açık uyarılar mevcuttu.
“Kemalist solcu” Türkler, Kürtlerin
oylarıyla Kürtlerin temsilcisi ve sözcüleri yapıldı ve güya bu, “Kürtler, milliyetçiliğe
sapmasınlar” diyeymiş!.. Aslında, Kürt yurtseverliğine engel olma mücadelesini
birlikte verdiler ve Mesut Barzani gibi, meşru bir lidere; bütün dünyaca “Ulusal Kürt Önderi” olarak kabul
görülen bir Kürt önderine pervasızca dil uzatabildiler. Bu yaklaşım, özünde sinsi
bir Kürt düşmanlığıydı ve bu, Kürt halkını rahatsız ediyordu.
Çünkü Mesut Barzani, “Federal Kürdistan Devlet Başkanı” sıfatını taşıyordu; tüm
Kürtler için bir simgeydi, geleceğe dair Kürtlere, “Bağımsız Kürdistan”
hayalini temsil ediyordu ve bu duyguyu şahsında yaşatıyordu. BDP gölgesindeki
bu “Kemalist solcu” lar, Mesut Barzani’ ye dil uzatarak, onu, Kürtlerin gözünde
yıpratarak, aslında, Kürtlerin, “Birleşik Kürdistan” hayalini söndürmeyi ve
geleceğe dair büyük umutlarını kırmayı amaçlıyorlardı. Bunlar, tam da birer
“derin devlet” elemanları gibi davranıyorlardı. Zaten başka şekilde
görülmüyorlardı.
Bütün Kürtler, uyanık olmak, bu yaşamsal tehlikeyi görmek ve bu kirli oyunu
bozmak zorundadırlar. Yurtsever her Kürt, “Bağımsız Kürdistan” hayaline taş koyanları
(bu Apo bile olsa), gözden çıkarmak zorundadır. Kürtlerin millî amentüsü,” Kürdewar
ve Kürdîstanî” olmayı şart koşarak başlamalıdır. Unutmayalım, bugün, Güney
Kürdistan’ın meşruiyeti öyle bir gerçektir ki;
kendi toprağında 30 ayrı devletin elçiliği; ayrıca kendisinin, 14 ayrı
devlette elçiliği bulunmaktadır. Dünya, onu meşru ve güvenli görüyor. Ayrıca, Güney
Kürdistan’ın bu konumuna bakan devletler, gelecekte dört Kürdistan parçasının
da birleşeceğini mukadder görerek, ona göre, şimdiden her türlü ticari
ilişkilerde ve diplomaside birbirleriyle yarışıyorlar. Bu durum her yurtsever
Kürt’ ü sevindirmelidir. Kürtler bundan hoşnut olmayanları şimdiden çok iyi
tanımalıdır ve ilerisi için onları, ” Kürt düşmanları” olarak ajandalarına
kayıt etsinler.
Kürtlerin birliği, kendilerine büyük bir prestij kazandıracağı gibi, haklı
davalarında, kendilerine umut dolu bir gelecek de vadedecektir. Birlik yerine,
“tek” liği ve üstelik marjinal “Kemalist sol” ile herkesin terk ettiği “Kemalizmi,
Güncellemeği” dayatmak, bize kaybettirecektir. Hiç kimse, halkı kandıracağım
umuduyla, kendi kendini kandırmaya kalkmasın. Fena halde çarpılır. Hiçbir
halkın aklıyla oynanmamalıdır; hele hele türlü hilelerin acılarında pişmiş Kürt
halkının aklıyla oynamak beyhudedir.
Yani Kuzey Kürdistan, bir bütün olarak ele alındığında, aslında, BDP’ nin tam
başarısından söz edilemez. BDP, genel kazanımları (!) bakımından, değil
“Türkiye’ li” olmak; görünen o ki, “Kuzey Kürdistan’ lı” bile olamamıştır. Hatta
Kuzey Kürdistan’da, Ak Parti’nin mutlak üstünlüğü söz konusudur. Bütün bu
değişim-dönüşümler, mutlaka ve sağlıklı olarak sorgulanmalıdır, tartışılmalıdır.
BDP Liderleri, gerçek anlamında tam bir “Türkiye” li gibi davranıyorlardı;
Kürdistanlı değildiler. Ellerinden geldiğince, Kürt halkına Türkçe ile hitap
ettiler. Kürt halkı için, Anadille Eğitimi savundukları zamanlarda bile, bu
duygularını, Kürt halkına Türkçe olarak dile getirdiler. Belki çokları,
evlerinde sadece Türkçe konuşuyorlardı ve belki çocukları Kürtçeyi hiç
bilmiyorlardı. Kürt halkı, bütün bunların daha fazlasını belki görüyordu,
biliyordu; ancak bir “özgürlük” hayali uğruna, bütün bunlara katlanılması
gerektiğini düşünüyordu. Her seferinde, kendi şahsında, umut vadeden kaynağına
çok güveniyordu. Artık değişim zamanı gelmiştir; herkes kendini değiştirmek
zorundadır.
İşte BDP‘ nin sonunu da getirdiler; artık “Kürt” partisi
sandığımız BDP, bir tek kişinin emriyle yok edildi. BDP’ yi, “Kemalist sol”
marjinal grupçuklarına teslim edecek projeyi gündeme soktular. BDP, kötü
kaderine nokta konularak, HDP “bileşenleri”(!) arasına katıldı. Çöpe atar gibi oldu yani…
HDP (Halkların Demokratik Partisi) ise, bir projedir; yoksa ne halkları, ne
“demokratik” liği, bizim için boş oyunlardır bunla,. Türk ulusunu, “Demokratik
Ulus” (!) yapma projesi süreci başlatılmış oldu. Kürtleri, Türkleştirmek ve
Kürt örgütlülüğünü “Kemalist sol” cular eliyle Türklük-Türkiyecilik uğruna
harcayıp tüketmekten başka bir anlamı da yoktur bu partinin.
İşte HDP’ nin seçimde aldığı oylar, tümüyle Kürt oyları olduğu gibi, BDP’ ye
verilen %6 lık oyların seviyesine bile ulaşamadı; %4,6 da kaldı. Demek ki, bu
partiye, “Kemalist Sol” un katkısı olmadığı gibi, Kürtler de bu projeye sıcak
bakmamış; artık kandırılmak istemiyorlar. Avans ve uyarı olarak, şimdilik %1
den fazla bir tepki var ve bu artacaktır.
Türk ulusunun bileşenleri varken, onları, “demokratikleştirmek” neden
Kürtlere düşüyor? Bunu anlayan varsa bize de anlatsın lütfen. Kendi halkımıza,
diktatörlüğün daniskasını uygularken, el aleme “demokrasi” dağıtıyoruz; bizde var
mı ki, dağıtıyoruz? Yoksa biz, demokrasi havarisi mi olmuşuz da haberimiz mi
yoktur? Bu boş hayal uğruna, harcayacak zerre kadar enerjimiz yoktur; olanı da
halkımız için kullanmalıyız.
Kürtler, öncelikle kendi haklarını savunmalıdır; bölgede, kendi kendini
yönetecek statüler uğruna mücadele etmelidir. Ancak Kürtler, kendilerini
yönetebildiği oranda, Türkiye demokratikleşebilir. Ama Kürtlerin, öncelikle
Türkiye’ yi demokratikleştirmek gibi bir derdi olamaz, olmamalıdır.
Bakalım dünyanın yakın tarihine ve bugüne: Vietnamlılar, hiç Amerika’yı
demokratikleştirelim, dedi mi? Cezayirliler, hiç Fransa’yı demokratikleştirelim,
dedi mi? Filistinliler, hiç İsrail’i
demokratikleştirelim, diyor mu? Daha onlarca örnek var böyle, hepsi benzerdir.
Peki bize neler oluyor? Kürt ulusunu baskı altında tutarken, biz, ne diye, Türkiye’
yi demokratikleştirme derdine düşüyoruz ki?
Hangi akılla, hangi sıfat ve hakla?
Demokratik Cumhuriyet, demokratik devlet, demektir. Demokrasi, bir devlet
biçimidir; ama kapitalizmin koşullarında, “Demokratik Sosyalizm” in adı bile,
devrimci literatürde, reformizm ve revizyonizm demek ise, bir “Demokratik Cumhuriyet” in anlamı ne olabilir
sizce? Devlet, bir sınıfın, diğer sınıflar üzerinde egemenlik kurmak için bir
baskı aracı değil midir? Kürtler, ezilen bir ulus konumundayken, hayali bir “Demokratik
(Türk) Ulusu” bileşeni içinde, nasıl demokratikliğe veya özgürlüğüne kavuşturulacaktır?
Böyle bir teorinin dünyada örneği var mıdır?
Kürtler, ulus olarak, dili, kültürü, coğrafyası baskı altındayken, elbette
milliyetçi olmak zorundadırlar. Sen, komünist de olsan, solcu da olsan, dindar
bile olsan bu ulusal haklarını savunmak zorundasın ve dolayısıyla “ yerel milliyetçi”
olmuş oluyorsun. Savunma durumundaki, (ezilen ulus)Kürt milliyetçiliği
meşrudur, ilericidir ve doğru bir tavırdır. Ezilen ulusun milliyetçiliğin
ilericiliği hakkında, Lenin de, Stalin de, Dimitrov da aynı şeyi söylüyor. Kürt
milliyetçilerinin saldırgan tarafı yoktur ki; asimile etmek gibi bir amacı
yoktur ki!. Ama Türk milliyetçiliği, böyle değildir, tam tersidir, egemen ve saldırgandır;
seni asimile edeceğim, diyor; tüm halklara,” hepiniz Türk’sünüz”, diye, en az 90
yıllık bir dayatması vardır. Kemalist solcular ise, HDP ile, “Kürtler,
milliyetçiliğe sapmasınlar diye biz bu partiyi kurduk” demeleri ve
Kürtleri, kendi (!) partilerinden
alıkoyması neye hizmet bir şey olduğunu anlarsınız artık. Daha anlamak
istemeyenlere hiçbir diyeceğimiz olamaz.
İşin doğrusu; bu saatten sonra, “niye TBMM’ye milletvekili yollayalım,
orada Kürdün ne işi var”, diyerek, özü “Kürdistan sorunu” olan Kürt sorununu,
yeniden sorgulayıp bir tartışma yaratmak yerine, tamamen “Türkiyelileşmek”,
dolayısıyla “Türkleştirilmek” projesi girdabına sokuluyoruz. Neden?
Kaynağı, hangi kurum veya şahıs olursa olsun, sonuç olarak varacağı yer
orasıdır. DHP, tamamen bir Türk partisi olabilir; ancak asla Kuzey Kürdistan’da
yaşayan Kürtlerin partisi olamaz. Olsa olsa iç Anadolu ve metropollerdeki
Kürtleri programına alabilir; onlara, diğer halklar gibi, halk diyebilir.
Ama biz, Kürdistan’daki Kürtler, koca bir ulusuz, bir tek partiye
sığmayız. O parti, umudumuz olamaz, içinde
işimiz de olamaz. Kürtler, HDP’ yi ret etmelidir. Artık Kürtler, eskisi gibi
kolayca kandırılamamalıdır. Kürt ulusunun tepkisi bu yerel seçimde başlamıştır,
diyebiliriz. Tartışması da en sağlıklı bir biçimde sürmelidir, sürecektir. Hem “Apocular”
içinde ve hem onların dışında da bu tartışma olmak zorundadır.