TAKSİM- GEZİ PARKI OLAYLARI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Gezi Parkı eylemi, ilk önce ağaçlar kesilmesin, şehir çehresi çirkinleştirilmesin, diye çevreci ve haklı bir mantık ile başladı. Ancak polisin orantısız güç kullanması ve olayı abartması işi çığırından çıkarttı. Sözüm ona, çevrecilere destek çıkanlar, olayı rotasından çıkartıp, değişik alanlara öyle bir çektiler ki, eylemi başlatanları bile şaşırtmışlardır.
Konu, bambaşka mecralara çekildi. İktidara muhalif fırsatçı kim
varsa bu olayı fırsatlara çevirmenin peşine düştü. Polis içindeki kimi kuralsız
bireyler de, biber gazı kullanırken,
sanki kitleyi dağıtmak için değil de, kitleyi tahrik edecek biçimde insanların
başlarına, bedenlerine nişan alarak attığı fişeklerle birçok insan yaraladı.
Bunlar tehlikeli yaklaşımlardı...
Böyle insanı hedefleyen polisleri, adam öldürmeye teşebbüsten yargılamak
gerekir ki, bir daha, biber gazı fişeklerini ortalığa atmak yerine, insanın başlarına,
omuzlarına, göğüslerine, vb. tehlikeli yerlerine nişan alıp atmasınlar. Kesinlikle
polis teşkilatının insan hakları derslerine ağırlık vermesi, bireylerinin, Avrupa
standardı ahlak eğitimi görmeleri gerekiyor ki, içlerindeki bu kötü amaçlı sınırlı
sayıda kişinin, böyle gayrı meşru, fevri (ve belki de amaçlı) tavırlarını
mahkûm edebilsinler.
Sanki her iki tarafta olayı tırmandırmak isteyen mihraklar ve güruhlar varmış
gibi bir durum çıktı ortaya. Olay,
kontrolden çıkıp, amacından saptırıldı.
Bir kere iktidar tarafından, olaylardaki asayiş ve güvenlik zafiyetleri ciddi
bir incelemeye tabi tutulup, halkı rahatlatacak yaklaşımlar, idari ve hukuki
çabalar sergilenmelidir. Kendi halkına düşman gibi yaklaşacak kadar kişiliğini
bozmuş bireyler varsa polis teşkilatından ayıklanmalıdır. Böyleleri, istisnai
sayılabilecek azınlıkta kalsalar bile, cezasız kaldığında, onların yaptıkları,
tüm teşkilatın hal ve davranışıymış gibi görülecek ve tüm teşkilat onlar
yüzünden töhmet altında kalacaktır.
Olaylar büyürken, ne yazık ki, çevreci bir tek slogan atılmadı. “Komünistler”, “sosyalistler”,
“Ulusalcı Kemalistler”, BDP, CHP, MHP, İP, Gaylar/Eşcinseller, vb. herkes cirit
attı alanlarda. Herkesi n, kendilerine göre meramları vardı. Konuları,
çevrecilere destek olmak değildi elbette; çünkü çevreci mantık ve talepler çoktan
güme gitmişti. Amaçları, iktidarı hedef tahtasına koyup, mümkün olduğunca ülkede
kaos yaratmaktı sanki.
Atılan sloganların karşılığı yoktu. Örneğin; “Tayyip İstifa” diyenlerin
alternatif olacak gücü veya pozisyonlar var mıydı? Yok. “Faşizme karşı omuz
omuza” diyenlerin, faşizmden ne anladıklarını merak ediyorum. Faşist darbe
olunca bilmem nerelere pinekleyenlerin, cumhuriyet tarihinin en çok demokratik
paketlerinin çıktığı, özgürlüklerin genişlediği, tabuların yıkıldığı ve en
önemlisi Kürt sorunu için barış ve çözüm sürecinin gündeme getiren bir iktidarı,
sanki faşist bir iktidarmış gibi böyle alakasız sloganlar atmaları çok
manidardır. Beyler, 1980 öncelerinden günümüze bir gelin bakalım; faşizm, bir
devlet biçimidir ve 12 Eylül faşist darbesiyle üstünüze “cuk” oturmuştu o zaman.
İşte o gerçek faşizmin gelmesi için her türlü kaos çabası içinde vardınız;
ancak darbe olduktan sonra, “dağılın” düdüğü çalınmış gibi hiç birinizin sesi,
solu çıkmadı yıllarca. Ne iş?!.
Bence çevrecilerin belki haklı nedenleri vardı; ilk baştaki tepkileri de doğaldı. Sonrası için, akıl veya haklılık aramak,
mantığı biraz zorlamak olur. Hasta taşıyan ambulansa bile saldırı yapılır mı?
Sivil işyerlerini tahrip etmek, halk otobüslerini taşlamanın mantığı var mıdır?
Görünen o ki, toplum, tam da barış süreci havasına
ısınıyorken, bu kaos ortamı, o güzelim atmosferi değiştirdi ve toplum bambaşka
bir havanın etkisine sokulmak istendi. İnsanın aklına, acaba asıl amaç bu
muydu, diye gelmiyor değil. Yani biraz komplo teorilerine benzeyecek, ama
galiba bu işin mutfağında veya arka planında barış sürecini baltalamak amacı
varmış gibi görünüyor!..
Peki niyet bu ise, o meydanda kendi başına Sırrı Süreyya Önder’in başrol
oynamasına ne demeli? Onu da, ona ve onu Kürt oylarıyla meclise taşıtan ve
nerdeyse baş görüşmecisi yapan Apo’ ya mı sormalıyız acaba?. Çünkü ben de bu
duruşu çözemiyorum. Ben, bunu demokratik mücadele mantığıyla ile de açıklayamıyorum.
Ertuğrul Kürkçü’nün meclis kürsüsündeki BDP ve AK Parti’ nin arasını gerdirici,
hiddetli konuşmalarını da anlayamıyorum. Oysa barış sürecini destekleyenler, (
Komünist, solcu vb. partilere rağmen) sadece bu iki partidir. İki partinin(AK
Parti ve BDP’ nin) birçok dayanışma konusunu yoktan üretmesi gerekirken, arayı
gerdirici, diyalog ve dayanışmayı bozucu yaklaşımlarda bulunmak politika
değildir. Yoksa BDP’ nin içinde de mi, barış sürecine karşı olanlar vardır? Ben
de merak etmeye başladım. İnşallah boşuna bir evhamdır bu.
Kürt dağlarında ormanlar, yıllarca bilinçli olarak yakıldı, 17 bin faili meçhul
yerin altında çürüyor (katilleri fink atıyor hâlâ), sayısız asit kuyuları için kimsenin
gıkı çıkmıyor; ama Gezi Parkındaki birkaç ağaç kimilerine ulusal bir dert oluyor
nedense.
Solculuk buysa, benden birkaç kilometre uzakta durun lütfen, ırkçılık
kokuyorsunuz. Bir de ne olurdu, Kürt ulusuna bir statü verilebilmesi için
miting yapsaydınız da beni şaşırtaydınız. Yapamazsınız; çünkü aksine, Kürtler
belki bir statü kazanır endişesi size dert olmaktadır.
Gezi Parkı olaylarının hedefi nedir, olayları tırmandırmak isteyenlerin amaç ve
alternatifleri var mıdır; varsa, nedir? İktidarı devirmek mi istiyorlar? Öyle
ise yerine kimi/leri istiyorlar; CHP veya MHP mi, yoksa ikisini birden mi?
Zaten Kürt sorununa karşı ikiz kardeş gibi davranıyorlar. Belli ki birilerinin,
statükonun bozulmasından, veraset rejiminin can çekişmesinden, tabuların
yıkılmasından, Kürt sorununun çözülmesine endeksli barış sürecinin
ciddileşmesinden bir korkusu, bir telaşı vardır…
Elbette, Başbakan’ın da “tek ben” ci, “yaptım-oldu” cu yaklaşımlarını terk
etmesi gerekir. Tüm konuşmalarında, sürekli, konuşmalarının muhatabı, sanki sadece
muhalefet partileriymiş gibi, tepkici, sert ve uzlaşmaz davranıyor; oysa
halklar da onun o konuşmalarını dinliyor ve onların ise ikna edilmesi gerektiğini
Başbakanın hesaba katması gerekiyor. Taksim-Gezi Parkı olaylarında da, halka,
ikna yöntemiyle yaklaşması gerekiyordu. Oysa halk kitleleri kale alınmadan,
sadece muhalifler muhatap alınıp, tepkici davranılarak demeçler verdi.
Halkın demokratik taleplerine ve haklarını kullanmalarına daha
duyarlı ve özverili yaklaşmalıdır ki, haklı olaylar, gerçek sahiplerinin
elinden çıkıp, fırsatçıların eline malzeme olamasın. Gezi Parkı olayı da
çevrecilerin elinde demokratik bir nitelikte iken, onların kontrollerinden
çıkıp fırsatçıların politikalarının malzemesi haline dönüştü. Bunda idarenin ve
polisiye hataların etkisi belirgindir. Toma’lar insanların üzerine su sıkarken,
sanki atari oynanıyor gibi, kocaman bir insanı, geriye doğru havada takla
attıracak kadar bilinçsizce (veya amaçlı) yapılıyor. Biber gazı, meydan
boşluğuna atılmıyor; sanki kurşun sıkar
gibi, insanların başlarına, omuzlarına, göğüslerine nişan alınıp atılıyor,
yaralanmalara sebep olabiliyor. Allah muhafaza ölümle de sonuçlanabilecek bir
sorumsuzlukla atılıyor…
İnsanlarımıza, demokratik haklarını kullanma alışkanlığını kazandırmak, despot
ve faşizan eski yönetimlerin şokundan kurtulmalarını ve “olağanüstü halden”
çıkıp, normalleşmelerini sağlamak için, gerekli ideal demokratik ortamı
hazırlamak ve tavırlarda gereken olgunluğu sergilemek zorunludur. İktidar,
gerçekleştirdiği bir dizi demokratikleşme paketleri ve olumlu süreci böyle
durumlarda da sergileyip, demokratik teoriyi, demokratik bir pratikle
taçlandırmalıdır. Gerçek hoşgörü ve demokratik yaklaşım, iktidar için, bu tür
demokratik gösterilerde pratik birer staj vasfı gibi, güvenlik birimlerini
eğitime tabi tutmalıdır. Ancak böyle bir yaklaşımla demokrasi oturtulabilir, demokratik
dönüşümler gerçekleştirilebilir.
Bugün, halklarımızın acil ihtiyacı nedir? Barış ve gerçek bir demokrasi değil midir? Devlet ile PKK’nin; PKK ile Kürt halkının; Devlet ile Kürt halkının helalleşmesi değil midir? Kürt halkının acilen demokratik bir statüye kavuşması ihtiyacı vardır. Bu statüde hem devletin ve hem PKK’nin Kürt halkına gerçek bir demokrasiyi yaşatma olanağı sunması gerekiyor. Her ikisinin de silahlı baskısı ve korkusu, Kürt halkının üzerinde simetrik olarak yansımıştır. Kürt halkı her yönüyle özgürleşebilmelidir ve hala böyle bir ortamdan mahrumdur. Bunun için de, Kürtlerin, kendi aralarında da gerçek anlamda bir birlik ve beraberlik gerçekleştirmelidir.
Her şey, öncelikle Kürt halkı( başta kendi içinde) olmak
üzere, tüm halklar arasında birlik ve beraberliği sağlamak amaçlı olmalıdır.
Eşit, özgür ve gönüllü beraberlik en ideal ve sarsılmaz bir güç birliğini
yaratacaktır. Bundan zerre kadar kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Selam ve sevgiyle kalın.
M.Nazım Güler -02.06.2013
info@mnazim.com