- Ana Sayfa
- »
- Devletin İcraatlarında, Demokrasiye ve Halka Yer Var mıdır?
Devletin İcraatlarında, Demokrasiye ve Halka Yer Var mıdır?
DEVLETİN İCRAATLARINDA, DEMOKRASİYE ve HALKA YER VAR MIDIR?
İktidarın öyle temel uygulamaları oluyor ki, orada, ne halka ve ne de demokrasiye yer verilmiyor. Orada, vesayet mantığı ve tepeden inme diktacı rejim mantığı hala hüküm sürüyor gibi duruyor. Altyapısı hazırlanmadan hiçbir kapsamlı proje yürürlüğe konmamalıdır. Her uygulama, demokratik bir mantık içinde olmalı ve orada mutlaka halkın çıkarı ve yararı gözetilmelidir.
Örneğin;
8 yıllık temel eğitim (dayatması) getirilirken, halktan yana ve demokratik bir yöntemle uygulanmak istenseydi; önce sistemin alt yapısı hazırlanmalıydı; ihtiyaca cevap olabilecek donanımda yeterince okullar yapmak ve her okulda bu eğitimi hakkiyle uygulayabilecek sayıda branş öğretmenlerini temin etmek gerekmez miydi?
Batıdaki oranı bilmiyorum; ancak Doğu ve Güneydoğu bölgeleri kırsalında hemen hemen bütün köylerde eğitim kalitesi sıfıra yakındı. Her bir köy ilkokulunda, çoğunlukla tek başına bir öğretmen, 1’den 5’e bütün sınıflardaki öğrencilere ders veriyor ve onları, gerçekten çok zor şartlarda eğitmeye çalışıyordu. Kısmen kimi okullarda, ancak 2 veya 3 öğretmen bulunabiliyordu. Kimi okullarda ise, 2-3 öğretmen kadrosu görüldüğü halde, pratik uygulamada, orada kalma ve barınma koşulları olmadığı için, 1 tek öğretmen görevi başında bulunabiliyordu.
Neyse ki, bu eğitim sistemi yürürlüğe girip de yarı yolda tıkanmalar hissedilince; “Merkezi Köy Okulları” tayin etme ihtiyacı duyuldu. Öğretmen yoksunu diğer köylerdeki öğrenciler için de, merkez köy okullarına “Toplu Taşıma”larını sağlayacak, belli kriterlere sahip servisler, Milli Eğitim Müdürlükleri eliyle kiralanması yoluna gidildi. Uygulanmasına başlandı. Bu durumda, öğrencilerin birkaç saatleri, ya uykularından, ya ders çalışma sürelerinden veya onların oyun zamanlarından alıkonmuş oluyordu.
Yani, 8 yıllık zorunlu eğitim sistemi, alt yapı olarak, tüm okul binaları teknik olarak ve öğretmen sayısı da, kadrosal olarak yetersiz olduğundan tepeden inme bir anti demokratik uygulama oldu. Bu sistem, bütün zorlama ve dayatmalara rağmen henüz tam oturamamışken, yararı veya zararı tam belli olmadan, eğitimde yeniden mantık değişti. Bu sefere 4+4+4 sistemi ortaya atıldı.
Bu sistemin de altyapısı hazırlanmamış olmalı ki, hemen hemen konuşan tüm eğitimciler, bu sistemin nasıl uygulanacağını bile daha kavramamış görünüyorlar veya az çok anlayanları ise, bu sistemin olumsuzluğunu dile getirmeye başladılar. Belki bu sistem, yararlı bir sistem de olabilir; ama örgütsel ve eğitsel alt yapısı daha hazır olmadan tepeden inme varsayıldığı için, uygulanabilirliği de tartışmalı görüldüğünden, demokratik bir sistem uygulaması olabileceğini, rahatlıkla düşünemiyoruz.
En son tepeden inme uygulamayı da, Sayın Başbakanın, Dershanelere yönelik sert tavrında görüyoruz. Bu mantıkta, ne halkın çıkarlarına yer var, ne de demokratik bir uygulama söz konusudur.
Şöyle ki;
Eğer devletin eğitim sisteminde büyük bir boşluk, çarpıklık ve eksiklik olmasaydı, dershaneler ortaya çıkmazdı ve onlara gereksinim duyulmazdı. Öncelikle devlet ihtiyaç duydu ve onlara yasal olanaklar tanıyıp onların oluşumuna yol açtı; ortaya koyduğu kriterlere göre de onlara izin verdi. Dershanelerin kimileri fazla ticarî olsa da, rant peşinde koşanları olsa da, öğrencilerimizin, dayatılan sınav sistemi karşısında, başarılarını artırmada iyi yapılanmış, eğitimde başarı katkısı sunma aşkıyla organize olmuş dershanelerin de rolleri yadsınamaz bir gerçekliktir.
Nerdeyse, iyi dershaneler, devletin okullarına bile alternatif olabilme seviyesine geldiler. Bu başarıları teşvik etmek, rant peşinde olanları, sıkı denetimlerle ıslah etmek veya tasfiye etme yoluna gitmek yerine, onları hepsini toptan kapatmak, alternatif altyapı hazırlığı yapılmadan, yine zamansızca ve tepeden inme bir uygulama oluyor.
Bir kere, devlet, bizzat kendi eğitim sistemiyle sınıfta kalmıştır, diye düşünüyorum; çünkü öğrencilerinin başarısızlığının yegâne kaynağı bu sistemin okullarının eğitim(!) yapısı olup, dolayısıyla kendi öğrencilerini bir “ek eğitim” görmeğe adeta mahkûm ediyor; dolayısıyla, bir dershaneye muhtaç ettiği bu öğrencilerin velilerinin, yani halkın bütçesinin sarsılmasına da sebep olmaktadır.
Şu çarpıklığa bakınız ki, sistemin okulundan başarıyla mezun olmuş bir halk çocuğu, zengin çocuklarının gittiği özel kolejlerden mezun öğrencilerle aynı sorulara muhatap edilerek, sınavlarda yarış dışı edildiğinden, çaresizce, aile bütçesini zorlayıp, özel dershanelerde, devlet eğitim sisteminin bıraktığı boşluğu doldurmaya mecbur bırakılıyor. Okuduğu okul yılları kadar, yıllarca sınavlara girerek bir üniversiteye girebilmeyi bir şekilde ancak başarabiliyorlar.
Çileleri burada bitiyor mu; hayır!. Her ne şekilde ailenin ekonomik şartlarını zorlayıp, özel dershanelerde süründükten sonra, bir üniversiteye girmeği hak kazanan, sıradan halk çocuğu her bir öğrenci, geçmişteki acılara ve kaybedilen yıllara acıyıp üniversitede derslerine dört elle sarılıyor ve okuduğu devlet üniversitesinden başarıyla mezun da oluyorlar.
Bu çocuğun, diplomasını alır almaz bir işe veya bir memuriyete girmesi gerekmez miydi; onların velileri yani milyonla halk, bu beklenti içinde olmuyorlar mı; bu hayaller içinde, çocuklarını okutmuyorlar mı? Çocukları okusunlar da, iş-güç sahibi olsunlar da, kendilerine bir dönüş yapabilsinler diye, kendi aile bütçelerini onların bu eğitimi yolunda, o umutla, fedakârca harcadılar. Çünkü umuyorlardı ki, çocukları, okuyup iş sahibi olacaklar ve onlar için çektikleri bu acıları, ilerde yine o çocukları bu acılarını telafi edebilecek, diye, gerçekten hayal veya umut ediyorlardı. Yani insana yatırım yaptıklarını sandılar tüm veliler.
Peki şimdi neler reva görülüyor bu halk çocuklarına? Devlet üniversitesini başarıyla bitiriyorlar, sevinç içinde mezun olduktan sonra eve dönüyorlar; ancak hiçbir işe layık görülmüyorlar!. KPSS gibi saçma ve kepazece bir sınav engelini geçebilmek için de, yine yıllarını harcıyorlar veya kalmışsa, tekrar aile bütçelerinden, bu sefer memuriyet veya öğretmenlik sınavı için de özel dershanelere mahkûm ediliyorlar?
Bu sınavlar, “kalite ve seviye kazandırmak” içindir, yalanlarına karnımız toktur; tüm okullarda öğretmen kadro açıkları vardır ve bu açıklar, sözleşmeli veya ders başına ücret, gibi düşük ücret sömürüsüyle, aile bütçesine katkı yapmaya mecbur kimi öğretmen adaylarıyla vaziyeti kurtarmaya çalışılıyor. Diğer meslektaşları gibi aynı emeği sarf edip aynı ücreti alamayan bu öğretmenler, çocuklarımıza nasıl verimli olabilsinler ki?!. Yapılan haksızlık ve yetersiz moralle isteseler de, verimli olamazlar.
Peki devlet eğitim sistemini bu kadar kim rezil u rusva etti; öğrenciler mi, veliler mi; yani halk mı? Elbette hayır. Bu zalim sistem, bu işleyişiyle demokratik olabilir mi, halkı düşünen bir mantık anlayışına sahip olduğu iddia edilebilir mi? Hayır.
O zaman, milyonlarca insan, yani halk, bu kadar saf mıdır gözünüzde ey idareciler? Yine sizin eseriniz olan dershanelere şimdilerde adeta dayılanıyorsunuz! Bu mantık, tepeden inme askeri veya sivil dikta mantığı olabilir ancak, demokratik olamaz. Artık biraz halka dönün ve demokrasiyi sevin ve ilk uygulamayı kendi nefsinizde başlatın.
Eğer demokrasiyi seven demokratlar iseniz, eğer halkınızı ve çocuklarını gerçekten seviyor iseniz, düzeltin devletin bu köhnemiş ezberci eğitim sistemini! Öğrenci çocuklarımız, okul laboratuarlarından sonuna kadar yararlanabilsinler; oradaki malzemeler atıl bırakılıp, çürümeğe terk edilmesin. Sınıflardaki eğitim, ezberci bir mantıkla değil, araştıran, sorgulayan ve düşündüren bir ders mantığıyla eğitim verilebilsin.
O okullarınızdan mezun olan çocuklarımız, hiçbir dershaneye ihtiyaç duymadan, severek okuyabileceği üniversitelere girebilecek aşk, heves ve donanıma sahip olabilmeliler öncelikle. O zaman, dershaneler, hangi gerekçeyle açılabilirler ki; bırakın yenilerinin açılmasını, mevcut olanlar da, artık bize ihtiyaç kalmamıştır, deyip, tek tek kapanırlar. Demokratik olan yol budur.
Alternatif alt yapı hazırlıkları yapılmadan, bir geçiş süreci tanınmadan, kocaman bir sermaye kütlesini ve bundan sebeplenen işverenleri, emri vaki komutlarla iflasa sürüklemek; kadro verilmediği için çaresiz bırakıldığı, kendilerini ancak o dershanelerde kanıtlayabilen, onca başarılı öğretmenlerimizin moralini tekrar bozmak; adaletsizce ve mantıksızca dayatılan sınavlarda zorlanan ve ancak o dershanelerde boşluklarını alabileceklerine inanan, yüz binlerce öğrencimiz ve o öğrenci çocukları için aile bütçeleri sürekli sarsılan milyonla veliden oluşan kocaman bir halk kitlesini, aniden boşluğa düşürmek reva mıdır? Buna demokrasi denebilir mi? Bu mantıkta, halkın refah ve mutluğunu düşünmek var mıdır? Hayır.
Eğer halkımızı seviyorsak; onlara gereksiz acılar yaşatmamalıyız. Öğrencilerimiz, geleceğimizdir. Onların beyinlerine modern ve çağdaş bilgiler yükleyelim ki, yarınlarına umutla bakabilsinler; görecekleri eğitim sayesinde kendilerini hayata atılmaya hep hazır ve donanımlı görebilsinler. Okullarına giderlerken, öğrencilerimiz, sadece anlamsız ve gereksiz ezberci sınavlara hizmet sunabilen, bir nevi sadece hamallığı yapılan kitaplarla sırtları nasır tutmasın; okuduğu okul yılları kadar, ayrıca dershaneler yolunda ömürlerini ve aile bütçelerini tüketmesinler.
Geleceğimiz olan, çocuklarımızın her biri narin birer çiçektir. Çiçeklerimizi, kendi elimizle soldurmayalım. Geleceğimizi korumak adına dahi olsa, çocuklarımıza sahip çıkalım ve onlara gerekli önem ve değeri verebilmeliyiz. Evimiz de birer okuldur ve eğitim oradan başlasın. Evden, okula ve oradan da hayata atılıncaya kadar, onların, kendi büyüklerine ihtiyaçları bir şekilde mutlaka olacaktır. Onları sahipsiz bırakmamalıyız. Kendinize ve çocuklarınıza iyi bakın.
Selam ve sevgiyle kalın.
M.Nazım Güler - 21.08.2012
info@mnazim.com
Yasal Uyarı
Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar.
Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.