Türbanlı

Türbanlı
Yoğun kış muhalefeti ile uçağımız rötar yapınca bize de, adı bekleme salonu olan havalimanın ikinci katındaki salonda beklemek düşüyor. Boş banklara göz gezdiriyorum. Hemen hepsi dolu. Yerimden kalktığıma pişman oluyorum. Nihayet, sağ ucunda yaşlı ve sakallı bir dedenin, sol ucunda türbanlı bir genç kızın oturduğu bankın boş olan orta kısmına sıvışarak oturuyorum. Oturmasına oturuyorum da yüzüm utangaçlıktan kıpkırmızı kesilirken, terlemeye başlıyorum. Bu halim hemen benim doğululuğumu ele veriyor. Oturduğuma bin pişman oluyorum. Ama başka oturacak boş yer de yok. Salonun dev LCD Televizyonundan haberleri izleyerek kendimi toparlamaya çalışıyorum. 222A adı altında insanlar toplanmış, Anıtkabire yürüyorlar… 08.08.2012 00:00
 
Türbanlı
 
 
Yoğun kış muhalefeti ile uçağımız rötar yapınca bize de, adı bekleme salonu olan havalimanın ikinci katındaki salonda beklemek düşüyor. Boş banklara göz gezdiriyorum. Hemen hepsi dolu. Yerimden kalktığıma pişman oluyorum. Nihayet, sağ ucunda yaşlı ve sakallı bir dedenin, sol ucunda türbanlı bir genç kızın oturduğu bankın boş olan orta kısmına sıvışarak oturuyorum. Oturmasına oturuyorum da yüzüm utangaçlıktan kıpkırmızı kesilirken, terlemeye başlıyorum. Bu halim hemen benim doğululuğumu ele veriyor. Oturduğuma bin pişman oluyorum. Ama başka oturacak boş yer de yok. Salonun dev LCD Televizyonundan haberleri izleyerek kendimi toparlamaya çalışıyorum. 222A adı altında insanlar toplanmış, Anıtkabire yürüyorlar…
 
Türbana hayır diye. Özgürlüğe hayır diye. Kendileri dışında ki herkese, her şeye hayır diye…
 
Karşı kolondaki aynadan yanımda ki genç kıza bakmaya cesaret edebiliyorum. Bir suç işlemiş gibi başını önüne eğmiş bir şeyler düşünüyor. Zira televizyondaki görüntüler, sloganlar ve tehditler adeta genç kızı hedef gösteriyordu. Salona göz gezdiriyorum başka türbanlı kimse yok. Beklemekten sıkılan çocuklar sağa sola koşuşup duruyorlar. Televizyon haberlerinden olacak ki, bütün gözler bizim oturduğumuz banka çevrilmiş. Zaten bir genç kızın yanında oturma heyecanı ve utangaçlığının verdiği heyecanla terlerken, televizyonun ilan ettiği suçluyu herkes bulmuş gibi tüm bakışların üzerimize kilitlenmesi mikro dalga fırın etkisi yapıyor. Yanaklarımdan, alnımdan terler akmaya başlıyor. 
 
Genç kız durumumu fark edince terlerimi sileyim diye bana kâğıt mendil uzatıyor. Heyecandan olacak ki onu da yere düşürüyorum. Bir ikincisini veriyor. Bu sefer terimi siliyor yerdekini de alıp ikisini çöp kutusuna atmak için kalkıyorum. Yerime dönerken heyecanım az da olsa dinmiş gibiydi. Cesaretimi toplayarak genç kıza teşekkür ediyorum. Telefonla konuştuğu için başıyla teşekkürüme karşılık veriyor.
 
      Anne! Dış kapıdan bile içeri sokmuyorlar. Bıraktım geliyorum.
     
      Anne Peruk takamam, bana saçma geliyor.
 
Daha karşı tarafın sesi gelmesine rağmen, kız telefonu kapadı. Peçete ile buğulanan gözlerini sildi.
 
Barbi bebekleri hep vitrinlerde görmüştüm. İşte canlı bir tanesi önümüzde durmuş garip garip türbanlı genç kıza bakıyordu. Kız durumu fark edip başını kaldırınca;
      Abla bütün bu televizyonda yürüyen insanlar niye senden bu kadar korkuyorlar?
 Genç kız bu soru karşısında şaşırıp kaldı. Biran ne cevap vereceğini karar veremedi. Kendi kendime iyi ki bana sormadı diye düşünürken genç kız çocuğa cevap verdi;
 
      Ben de bilmiyorum canım ama yanımdaki amcaya bir sor belki o biliyordur. Çocuğun masmavi gözleri bana çevrilince makineli tüfek bana çevrilmiş gibi heyecanlandım. Çocuğun soruyu tekrar etmesine fırsat vermeden ani bir atakla genç kızın verdiği cevabı tekrarladım.
 
      Ben de bilmiyorum kızım. Yanımdaki dedeye bir sor o yaşlıdır mutlaka sebebini biliyordur. Kız yana doğru bir adım atarak dedenin karşısına geçti.
 
      Dede! Bütün bu insanlar niye sizden ve abladan bu kadar korkuyorlar. Hayret kız beni öcü listesine dâhil etmemişti. Ve yürüyen insanların kimlerden korktuklarını çok güzel bir şekilde sorusunda ifade etmişti. Sakal ve Türban o yürüyen insanlar için öcüydü. Dede;
 
      Anlatsam anlamazsın ki, yaşın daha küçük.
 
      Olur, mu dedeciğim? Ben anlarım yeter ki sen anlat.
 
Dede çocuğa gülümsedi. Ama konuşmadı. Ben ve yanımdaki türbanlı da dedenin vereceği cevabı çok merak ettiğimizden olacak ki, bakışlarımızı dedeye dikmiş bekliyoruz. Kız sorusunda ısrar etti.
 
— Dede ben çocuk değilim. Beşinci sınıfa gidiyorum ve çok çalışkanım. Bütün derslerim beş. Bu dönem Takdir aldım. Sonra kompozisyon yarışmasında il ikincisi oldum. Siz anlatın ben anlarım.
 
Dede bu cin gibi öğrenciden kaçamayınca, bir cinlik te kendisi yaptı.
 
      Senin adın Şevval’di değil mi? Çocuk şaşırıp kaldı.
 
      Nerden biliyorsunuz ki?
 
      O kompozisyonunu okudum da ondan biliyorum adını. Ben de emekli öğretmenim. Senin Nilgün öğretmenin çok şanslı senin gibi bir öğrencisi olduğu için.
Kız, çok zeki olduğunu ispatlarcasına enteresan bir cevap daha verdi.
 
      Aslında öyle bir öğretmene sahip olduğum için ben kendimi çok şanslı kabul ediyorum.
Dede, bu cevap karşısında bu öğrenciden kaçamayacağını anladı.
 
      Ben otuz yıl öğretmenlik yaptım senin gibi bir öğrencim olmadı. Eğer olsaydı eminim ki bu kadar çabucak çökmez ve de yaşlanmazdım. Çarşıda benim kitapçı dükkânım var. Yolun düşerse gel sana kitap hediye edeyim.
 
      Ama hala soruma bir cevap vermediniz ki?
 
      Yaşlılık işte ne sorduğunu unuttum bile, tekrar sorar mısın?
 
      Bütün bu insanlar niye sizden ve türbanlı abladan bu kadar korkuyorlar? diye sormuştum ya?
 
      Peki, sen de korkuyor musun?
 
      Yo, niye korkayım, size ne zararım dokundu ki?
Dede gözlerimize baktı ve konuştu:
 
      Korkanların bize zararı mı dokunmuş sence?
 
      Mantıken öyle olması gerekir… Geçenlerde bir eve hırsız girmiş. Ev sahibi bunu fark edince hırsız üçüncü kattan aşağı atlamış ve ölmüş. Oysa ev sahibi ondan çok korkmuştu. Ancak, hırsız işlediği suçun ne kadar çirkin bir şey olduğunu bildiği için aşağıya atlamak ona daha hafif gelmiş...
 
      Aferin, sen ne şeker şeysin ya?
 
      Dedim ya ben çok zekiyimdir. Şimdi bunlar size ne kötülük yapmışlar ki o kadar sizden korkuyorlar…
 
      Sizler yoktunuz anne ve babalarınızda daha doğmamıştı. Ben o zamanlar senin kadar ama okula gitmeyen küçücük bir çocuktum. Düşmanlar her taraftan yurdumuzu kuşatmış saldırıya geçmişlerdi. Bizi yok etmek ve ortadan kaldırmak için…
 
      Niye ki?
 
      Dinimiz farklıydı, bu yüzden her girdikleri şehirde önce dinimizin sembolü olan camilere, türbelere ve annelerimizin başörtülerine saldırıyor el atıyorlardı. Bunu duyan herkes cepheye koştu. Onların saldırdıkları değerler bizim yaşamsal değerlerimizdi.
 
      Atatürk geldi hepsini denize döktü değil mi?
 
      Evet, hepsini denize döktük, o çok büyük bir zaferdi. İçine düştüğümüz bu zafer sarhoşluğu yıllar boyu sürdü. Eve döndüğümüzde her şeyimizin sağır bir kapkaççı tarafından gasp edilip çalındığını öğrendik. Ne kaybettiysek bu yıllarda kaybettik… Ama geçmişe uzanan sağlam köklerimiz vardı. Gaspçılar bu köklerimizden çok korkuyorlardı. Bu köklerimizi kopartmak ve kurutmak istiyorlardı, bir sabah uyandığımızda. Bizi okuma yazma bilmeyen birer cahile çevirdiklerini fark ettik. Bu kabul edilecek bir durum değildi. Ama itiraz edenlerin çoğu bu gaspçılar tarafından öldürülüp astırıldı ya da temizlendi. İki insanın yan yana yürümelerini, birbirleri ile konuşmalarını yasakladılar. Düşmanı denize döktüğümüze pişman olduk. Şehirleri değiştirdiler. İnsanlar onları takip etmesin diye… Çünkü yaptıkları kapkaçın boyutları çok büyüktü.
 
 
      Kapkaççılar çantanızı mı kaçırdılar.
 
      Evet, güzel kızım o çantada her şeyimiz vardı. Dinimiz, kültürümüz, köklerimiz…
 
      Siz hiç o kapkaççıları takip etmediniz mi?
 
      Etmez olur muyuz? Hala da takip ediyoruz.
      Hala yakalamadınız mı?
 
      Bir ara 16 Haziran 1950 yılında yakalayacak gibi olduk, onu bir köşe başında sıkıştırdık. Çantadan Arapça Ezanı çıkarıp üzerimize fırlattı. Çoğumuz bu Arapça ezana takılıp kalınca kapkaççıyı elimizden kaçırdık. Şimdi tekrar onu köşe başında yakalamış bulunuyoruz. Bu sefer çantadan eşarbı suratımıza atıp kurtulma derdindedir. Ama bu sefer kandıramayacaktır bizi. Onlarda biliyorlar ki, 222A yürüyüşleri yapıyorlar.
 
      Kapkaççılar bu yürüyüş yapanlar mı?
 
      Bunların dedeleri ve babaları, şimdi de kendileri gasp ettiklerini geri vermeme derdine düşmüşler. Bilmem bu çaldıkları neyin kazanımlarıymış. vs. vs..
 
      Niye bu kadar korktuklarını, şimdi daha çok iyi anlıyorum.
 
      Nasıl anladın?
 
      Eve giren hırsız niye ev sahibinden çok korkar? Hatta ev sahibi ile karşılaşınca kaçıncı katta olursa olsun aşağıya atlıyor. Çoğu da bu atlayış sonucu ölüyor.
    Oysa ev sahibinin hırsızı öldürdüğü görülmemiştir.
    Evet, ama ölüm atlayışı işlediği suçun yanında hafif kaldığı için gözlerini kırpmadan atlıyorlar.
 
      Aferin kız sen gerçekten de bir tanesin.
 
      Şimdi bu televizyondaki 222A lar atlamak için mi koşuyorlar?
 
      Aynen, bizimle yüz yüze gelmekten korktukları için ölüm atlayışına doğru koşuyorlar.
      Onlarda her seferinde çantadan bir şeyler atacaklarına çantayı atıp kurtulsunlar.
 
      Güzel kızım, biz çantanın peşinde değiliz ki? Onlar öyle sanıyorlar.
 
      Şimdi çantanızı atsalar siz gene de onları takip edecek misiniz?
 
      Evet, onlar bir uçuruma doğru koşuyorlar. Onları yakalamazsak uçurumdan yuvarlanacaklardır. Onlar uçurumun kenarına varmadan onları yakalayıp kurtarmak istiyoruz. Yoksa kendileri ile beraber bu güzel vatanımızı da uçuruma sürüklüyorlar
 
      Demek derdiniz kaçırılan çantanız değil.
 
      Asla. Derdimiz onları ve ülkemizi kurtarmaktır.
 
Pencere kenarına toplanan çocukların yüksek sesle yanlarına çağırmaları üzerine, Şevval, izin isteyerek arkadaşlarının yanına koştu. Pencereden aşağı doğru bakarak birbirlerine bir şey gösteriyorlardı. Şevval oturan insanlarla konuşuyor onları pencere kenarına kadar götürmeyi ikna ederek, yardım etmelerini istiyordu. Her konuştuğu kişi gidip pencereden dışarı bakıyor sonra gelip eski yerine oturuyor. Çocuklardan biri son bir ümitle yanımdaki türbanlı kızın yanına yanaştı.
 
      Abla bir kedi var. Klima peteklerinin üstünde mahsur kalmış, onu oradan almazsak soğuktan donacak. Aşağıya düşerse bir tarafı kırılabilir. Onu oradan nasıl alabiliriz? Kime sorduysak itfaiye gelsin diyor. İlgilenmiyorlar.
 
      Bi bakalım.
 
      Türbanlı kız çocuklarla beraber pencere kenarına doğru gitti. Pencereden aşağıya baktı. Kedi bir buçuk metre aşağıdaki klima ünitesinin üzerine büzülmüş duruyordu. İkinci kattan aşağıya düşmesi gerçektende kırıksız kurtulması imkânsızdı. Zira donmuştu. Pencereden de ona yetişmek imkânsızdı. Herkesin bakışları çocukların ve türbanlı kızın üzerine kilitlenmiş. Kız sağına soluna baktı. Anlaşılan kararsız kalmıştı. Sonra birden eşarbını çözdü. Uzun ve sapsarı saçları omuzlarına döküldü. Birden herkesin ağzı adeta kulaklarına vardı. İstemeden ağızlarından tek harfli bir kelime döküldü.
 
      Aaaa… 
 
Genç kız eşarbını köşegenlerinden katlayarak pencereden aşağıya doğru sarkıttı. Kedicik tırnaklarını eşarba geçirmiş olacak ki. Kız eşarbını yavaş yavaş yukarıya doğru çekmeye başladı. Ve nihayet eşarbın uçunda kedicik göründü. Çocukların alkışları salonu doldurdu. Fotoğraf makinemi çıkarıp fotoğraf çekmeyi düşündüm. Sonra genç kızdan izinsiz fotoğraflarını çekmenin doğru olmayacağını düşünerek vazgeçtim. Türbanlı kıza sarılmak ve öpmek için çocuklar onu çembere almışlardı. Diğer insanların ağızları açık kalmıştı. Telefonları ile fotoğraf çeken bir iki adam da gözüme ilişti. Çocuklar kediciği güvenliğe götürürlerken genç kız da Türbanını bağlamak için lavaboya doğru yürüdü.
 
 
Mahmut Semen
Erzurum
06/02/2OO8

Diğer Hikaye haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.