Gençlik Köprüsü
Evliliklerinin 5. yılını da geride bırakmış olmalarına rağmen hala bir çocukları olmamıştı. Bunu pek dert ettikleri yoktu. Ama konu komşu onları rahat bırakmıyorlardı. Her gün yeni bir çözüm önerileri ile kapılarını çalıyorlardı. Beş yıl içinde nerdeyse gidilmedik doktor uğranılmayan ziyaret ve denenmeyen hurafe kalmamıştı. 05.05.2013 23:18
GENÇLİK KÖPRÜSÜ
Evliliklerinin 5. yılını da geride bırakmış olmalarına rağmen hala bir çocukları olmamıştı. Bunu pek dert ettikleri yoktu. Ama konu komşu onları rahat bırakmıyorlardı. Her gün yeni bir çözüm önerileri ile kapılarını çalıyorlardı. Beş yıl içinde nerdeyse gidilmedik doktor uğranılmayan ziyaret ve denenmeyen hurafe kalmamıştı.
Bir sabah yine kapıları kırılırcasına üst üste çalındı. Komşu kadın heyecanlı-heyecanlı yeni bir müjdeyle kapı önünde bekliyordu.
— Mardin’de Sultan Şeyhmusa diye bir ziyaret varmış. Orada “Çocuk İncirleri” yetişiyormuş. O incirlerden yiyenin kesin çocuğu oluyormuş. Komşu bence siz en kısa zamanda bir de oraya gidin.
Kadın mesajını verdikten sonra aynı hızla geri döndü. Bu mesaj bir virüs gibi kadının beynini kemirdi durdu. En sonunda durumu kocasına açtı. Koca eşini mi kıramadı yoksa dedikodulardan kurtulmak için mi nedeni bilinmez ama eşinin elini tutuğu gibi Şavata köyünden yolla düştüler.
Nihayet Zap Suyu’ndaki Gençlik Köprüsüne geldiler. Adamla eşi köprüyü yarıladıktan sonra durup birer fatiha okudular. Zira bu noktada, bu köprü yapılmadan önce birçok insanlarını Zap’ın azgın sularına kurban vermişlerdi. Köprü yapıldıktan sonra Zap’a kurban verilmekten kurtuldular ancak köprüyü yapan gençleri ödüllendirmek yerine, birilerine kurban ettiler. Bu yüzden her köprü geçişlerinde onların ruhlarına birer fatiha okuyorlardı. Köprüden geçerek Hakkâri-Van karayoluna çıktılar. Mardin’e gitmek için Van arabalarına bindiler. Şırnak üzerinden gitmek daha yakındı ama güvenlik gerekçesi ile yol kapatılmıştı. Mecburen Van-Diyarbakır-Mardin güzergâhını izlediler.
Birkaç günlük yolculuktan sonra nihayet Sultan Şeyhmusa denilen ziyarete ulaştılar. İçlerinden inanmasalar da bu yeni umut onları buralara kadar sürükleyip getirmişti. İner inmez İncirleri sordular. İncirler: “700–800 metre yüksekteki Yüce Köyü’nde Sultan Şeyhmusa’nın ibadet ettiği bir mağaranın ağzında bitiyormuş” oraya çıkmaları gerektiğini söylediler. Karı-Koca patika yoldan Yüce Köyü yolunu tuttu. Saatler sonra köye ulaştılar. Söz edilen mağaraya inip dua ettikten sonra tane ile satılan incirlerden epey aldılar. Zira her zaman buraya gelmeleri imkânsızdı. Zar zor köyden bir daha aşağıya indiler. Onlara rehberlik eden çocuk buranın en yaşlı ve bilge kişisi olan Şeyh Muhammed Ali’yi ziyaret etmelerini önerdi. Söz konusu eve uğradılar. Ev çok kalabalıktı. İçeri girmek için koridorda epey beklediler. Ziyaretçilerin konuşmalarında anladılar ki bu adamın yapmayacağı hiç bir şey yoktu. Onun uçtuğunu görenler bile varmış. Büyük bir heyecanla sıralarını beklediler. Nihayet sıra kendilerine geldi. İçeri girdiler.
100 yaşındaki adam önce dertlerini dinledi. Dertlerini ayrıntılı bir şekilde aktardıktan sonra az önce koridorda duyduklarını da yaşlı adama aktardılar. Adam gülümsedi.
— Kızım siz onlara inanmayın. Görüyorsunuz ayağa kalkamıyorum. Öyle bir yeteneğim ve gücüm olsaydı, önce kendi halime bir çözüm düşünürdüm herhalde. Allah dert vermişse dermanı da vermiştir. Siz hurafelere inanmayın bence siz bir doktora görünün.
— Dede, nerdeyse gitmediğimiz doktor kalmadı.
— Allah’tan ümit kesilmez Diyarbakır’da tanıdığım iyi bir doktor var sizi ona göndereyim. İnşallah faydasını görürsünüz.
Arapça olarak kendi el yazısıyla adını bir kâğıda not ederek, Doktora vermeleri için kendilerine uzattı. Kadın sabredemedi ve konuştu.
— Dede incirleri de aldık artık çocuğumuz olur mu?
— Kızım o Allah’ın bileceği bir iş. Siz bir doktora görünün. Allah dert vermişse derman da vermiştir. Allah’tan ümit kesilmez.
— Eğer çocuğumuz olursa gelip Sultan Şeyhmusa Hazretleri için kurban da keseceğiz.
— Kurban sadece Allah için kesilir, insanlara kesilmez…
Adamla eşi içerden çıkarken dışarıdaki kalabalık içeri girmek için birbirini eziyordu. Şeyhin kerametlerini anlata anlata bitiremeyenlerin etraflarında sosyeteden kadınlar gruplanmış ağızları açık bir şekilde dinliyorlardı. Şeyhi bir buluttan diğer buluta uçuruyorlardı. Oysa gariban: “kendisine bir fayda sağlamadığını “ söylüyordu. İnsanlara, sadece güzel nasihatlerde bulunup psikolojik destek veriyordu hepsi o kadar.
Adamla eşi kendisine verilen isim doğrultusunda, tekrar Diyarbakır yolunu tuttular. Doktorun muayenehanesine vardıklarında öğlen olmuştu. Ellerinde ki kâğıdı sıra kaydı yapan kıza verdiler. Kız yazının Arapça olduğunu görünce bir şey anlayamadı. Yazıyı doğruca doktora götürdü. Doktor yazıyı görür görmez onları içeri aldı. Dertlerini iyice dinledikten sonra bazı tetkikler yaptırdı. Sonra Diyarbakır Kadın Doğum Hastanesine kayıt ve giriş yapmaları için bir pusula yazdı. Bu pusula ile hastane yolunu tuttular.
Doktor, onlara güzel ve kesin bir umut vermişti. Adamın eşi ufak bir cerrahi operasyondan geçti. Üç gün sonra hastaneden taburcu oldular. Aynı güzergâhı izleyip yine Hakkâri’ye dönmüşlerdi. Adamla eşi Gençlik Köprüsünün orta yerine gelince yine durup Fatiha okudular Zap’ın götürdüklerine ve Köprüyü yapanlara…
Kadın:
— Biliyor musun eğer çocuğumuz olursa bu köprüyü yapan çocuğun adını verelim.
— Deniz’in mi?
— Evet, ya da onun arkadaşının adını?
— Hüseyin mi?
— Hah evet ya Deniz ya da Hüseyin koyalım.
— Hele bir olsun istediğin ismi ver, ya kız olursa. Bakıyorum onu hiç hesaba katmıyorsun?
— Kız da olsa erkekte olsa adını Deniz koyacağım.
— Haydi, hayırlısı, zaten ne zaman bu köprüden geçsem bir tuhaf oluyorum. Bu köprüde beni çeken bir şey var. Ama ne olduğunu bir türlü kestiremiyorum.…
Şavata Köyü’ne vardıklarında karanlık çökmüştü. Kimseye görünmeden içeri girdiler. Daha oturmamışlardı ki, evin içi komşu kadınlarla dolmaya başladı bile. Kurtuluş yoktu en iyisi anlatıp kurtulmaktı. Tam konuyu bitirmişken bir yenisi geliyor. Konu yeniden baştan anlatılıyor. Gece yarılarına kadar Mardin Sultan Şeyhmusa Hazretlerine yaptıkları ziyaretin anlatımını bitiremediler. Gelini için birkaç incir koparanlar çok şanslıydılar. İncirlerin yüzde yüz çocuk garantisi olduğunu söyleyenler bile vardı.
***
Adamla eşi kucaklarında birer bebekle otobüsten indiler. Yıllar sonra İkizleri olmuştu. Mutluluklarına diyecek yoktu. Köprüde karar verdikleri gibi adlarını Deniz ve Hüseyin koymuşlardı. Bu sefer çocukların kurbanını kesmek için Mardin’deki Sultan Şeyhmusa Türbesini Ziyarete gelmişlerdi. Onların durumunu öğrenenler hemen hikâyeyi flaş olarak başkalarına aktarmışlardı bile. Çocuğu olmayan çiftler etraflarında hemen bir çember oluşturdular. Bebekleri alan alana, Neredeyse bebeklerin dolaşmadığı kucak, taşınmadığı el kalmadı. Bebek isimlerini öğrenenlerin ilk tepkisi hemen hemen aynıydı:
— Neden Sultan ve Şeyhmusa isimlerini koymadınız? Adam mahcup mahcup etrafına bakınarak:
— Bilmiyorduk, ama başka çocuğumuz olursa artık başka isim düşünmeyiz
Adam çevrede satılan kurbanlardan iki kurbanlık beğenip kesimhaneye götürdü. Kesimhane dedikleri dört duvar bir yer. Pislik içindeydi. Ama adamın sevinçten gözü hiç bir şeyi görmüyordu. İki kurban kesildi, parçalandı. Etrafı, elinde siyah poşetler olan bir sürü çocuk sarmıştı. Neredeyse, hepsi bir ağızdan koro halinde
— Amca bir parça verir misin?
Tam iş bitti derken. Eşkıya tipli iki kişi ellerinde bıçaklarla içeri daldılar. Katil arıyorlarmış gibi sağı solu baktılar. Gözleri fıldır fıldırdı.
— Hani! Hani! Deri ve Pilimiz nerdeee?
Adam şaşkın birazda korkarak
— Ne pili ya biz kimseden pil mil almadık.
Daha adam konuşmasını bitirmemişti ki. İçeri girenlerden biri kurban derilerini aldı, bir diğeri de her kurbanın ön bacaklarından birini kesip götürdü. Adam bu durum karşısında donup kaldı. Öte yandan etrafı saran çocuklar papağan gibi isteklerini habire tekrarlıyorlardı.
— Amca bir parça, amca ne olursunuz, bir parça, amca ne olursun…
Adam kasabın parasını vermek için cüzdanını karıştırırken. Çocukların ısrarına dayanamamış ve çocuklardan birisine:
— Kızım bir parça alabilirsin. Dedi.
Bu izni alan çocuk torbasına birkaç parça atıp dışarı çıktı, bir sonra ki çocuk içeri girdi o da birkaç parça alıp çıktı. Bir sonra ki, bir sonra ki tezgâhta ki kurban etti tükendi ama çocuklar tükenmedi. Ettin tükendiğini gören çocuklar daha önce et alanlarla dışarıda kavgaya başladılar. Adam Kasabın parasını verirken merakını da gidermek için sordu:
— Bu pil ve deri meselesi de neyin nesi?
Kasap:
— Amca, burada kesilen tüm kurbanların derileri ve ön bacaklarından biri ziyaretin hakkıdır. Biz ön bacaklarından her birisine pil deriz…
— Haaa anladııım. Bende kalem pil filan sanmıştım. Ama Hakta olsa böyle eşkıya gibi de alınmaz ki. Bizde de buna benzer bir gelenek var ama öyle değil.
— Nasıl bir gelenek?
— Bizde şehre odun getiren tüm araçlar yol kenarına birer odun parçasını bırakırlar. Sonra Şeyh Gülereşbaba camisine bakanlar günlük olarak gelip yol kenarındaki odunları toplayıp götürürler. Ama sizin bu pil meselesini bir türlü anlayamadım. Adam biraz kibar olsaydı neredeyse cebimde ki kalem pilleri kendisine uzatacaktım.
Kalem pilleri duyan kasap kahkahayı bastı. Adam cüzdanını arka cebine yerleştirdikten sonra arkasına döndüğünde kurban etlerinden eser yoktu. Boş gözlerle tekrar kasaba baktı. Kasap dışarıda haksız paylaşım yüzünden kavga eden çocukları göstererek:
— Onlara, almaları için izin verdiniz ya!
Adam kendisini soyulmuş hissetti. Elleri cebinde şaşkın-şaşkın kesimhaneden çıktı. Eşinin yanına geldi. Eşi çevresindeki kadınlara iki kurban keseceklerini ve kendilerine et dağıtacağını söylemişti. Eşinin eli boş olarak döndüğünü gören kadın:
— Hayrola hani çocuklar için kurban kesecektin.
— Boş ver hanım, haydi buradan gidelim. Köyde keseriz daha iyi.
— Ama biz kurban kesmek için taa buralara kadar gelmedik mi?
Adam bebeklerden birini kaptığı gibi yola doğru yürüdü. Kadın ister istemez onu takip etmek zorunda kaldı. Kadın hızlı adımlarla eşine yetişmeye çalışırken bir yandan da konuşuyordu.
— Ne oldu yine kime kızdın? Adam sinirli sinirli konuştu:
— Bu yamyam yerden uzaklaşalım…
***
Köyde çocukların kurbanları bir daha kesip etleri konu komşuya dağıttılar.
Çocuklar büyüdü okul çağını geride bıraktılar. Bu arada bir de kız kardeşleri doğdu babaları bu sefer de söz verdiği gibi kızın adını Sultan koydu. Ama kurban kesmek için bir daha Mardin’e gitmediler, kızın kurbanını köyde kesip dağıtmışlardı. Köylerinde okul olmasına rağmen bir türlü öğretmen verilmiyordu. Çocuklar onuncu yaş günlerini de geride bırakırken nihayet köye deli bir öğretmen geldi. O da gönüllü geldiği için her kes ona deli diyordu. Ancak, gece gündüz demeden çalışan çok çalışkan biriydi. Köylülerde onu çok seviyorlardı. Sultan iki yaşını geride bırakırken Deniz ve Hüseyin’inde 5.sınıfı bitirmelerine sayılı günler kalmıştı.
İkinci dönem başlarken köye gelen öğretmen beraberinde güzel, sarışın çıt kırıldım adı Pembe bir bayan getirmişti. Öğretmen evlenmişti. Bu evlilik sayesinde tarihte ilk kez, bu köy: iki öğretmeni bir arada görüyordu. Pembe, öğretmen 4–5.sınıfları eski ve tecrübeli öğretmen ise 1.2.3.sınıfları aldı. Çocukların çoğu eski öğretmenlerinden ayrıldıkları için üzülürken, on beş yaşını geçen öğrenciler yeni öğretmenlerini daha çok sevmişlerdi. Hata Deniz gibi ona âşık olanlar bile vardı.
Şubat ayının çok soğuk günlerinden bir gün sabahçı öğrenciler soğuktan sınıfa doluşmuşlardı. Büyükler sobayı tutuşturmaya çalışırken küçükler ısınma hareketleri yapıyorlardı. Pembe, öğretmen içeri girdiğinde yüzünden düşen bin parçaydı. Ters tarafından mı kalkmış olmalıydı ve birden parladı.
— Niye andımızı okumadan sınıfa doluşmuşsunuz? Çabuk dışarıda sıra olun!
Öğrenciler, hızla sınıfı boşaltıp dışarıda o eksi kırk derece havada sıra oldular. Öğrencilere, andımızı iki üç kere tekrar ettirdikten sonra onları tek sıra halinde sınıfa aldı. Ancak, yanından geçen Deniz’in kolundan tutup onu kenara aldı, beklemesini söyledi. Her kes içeri girdikten sonra. Denizin gözlerinin içine baktı. Bakışlarında ne sevgi ne de aşk vardı…
— Söylediklerini duymadım sanma. Türk kelimesi yerine Kürt kelimesini kullandığını işittim. Haydi, yüksek sesle andımızı bir kere daha oku.
Deniz:
— Okumayacağım.
Öğretmenin, bütün ısrarlarına rağmen Deniz, Andımızı bir daha okumayı kabul etmedi. Oysa günlerin çoğunda o öğrencilere okutuyordu. Deniz, öğretmene âşık olan öğrencilerdendi. Niye böyle davrandı. Kimse anlayamadı. Öğretmen suratına bir tokat indirdi. Deniz öğretmene el kaldırmadı. Doğuda bayana el kaldırılmazdı. Ama İkinci tokat için gelen eli bileklerinde tuttu aşağı indirdi. Göz pınarlarından fışkıran yaşlar yanaklarına yetişmeden donuverdiler. Göz pınarlarında inci inci durdular. İlk kez bir bayanın elini tutuyordu. Öğretmenin elini hafifçe geri bıraktı. Bütün öğrenciler pencereye üşüşmüş onları seyrediyordu. Deniz, sırtını döndü ve yürüdü. Ardına bakmadan uzaklaştı. Öğretmen onun eve gittiğini sandı. Sınıfa giren öğretmen içerdekilere de ceza yağdırdı. Defterlerine Andımızı on üç kez tekrar tekrar yazmalarını emretti. Çocuklar cezalarını bitirmek için yazmaya acele ederken. Öğretmen masada oturmuş düşünüyordu. Yüzünü yıkamadığı her halinden beliydi…
Deniz bir daha ne eve geldi ne de okula. Tipide mi kayboldu, kurtlar mı yedi kimse bilemedi. Ondan ümit kesildi. O olayda kendisini sorumlu tutan öğretmene köylüler:
— Bütün çocuklarımız size kurban olsun sakın köyümüzü öğretmensiz bırakıp gitmeyesiniz.
Ama öğretmen köylülerin bu sevgisi karşısında daha da bir ezildi. Dayanamadı kendini hep sorumlu tuttu Köyden tayin isteyip gittiler. Köy yine öğretmensiz kaldı. İşte beş yıl geçmesine rağmen hala köye öğretmen atanmadı. Hüseyin çocuklara okumaya yazma öğretmeye çalışıyordu. Ama onun da askerliği geldi. Bolu’ya komando olarak gidecekti. Sultan yedi yaşına basmıştı. Ağabeyi Deniz’i hiç hatırlamıyor. Sadece anlatılan hikâyelerden onu biliyordu.
Hüseyin Komando olarak Bolu’ya askere gitti. Babası Hakkâri-Şırnak arası kamyon taşımacılığı yapıyordu. Aslında buna taşımacılık denmezdi. Hakkâri’de doldurduğu yakıt deposundan Şırnak’ta kırk litresini satıyor tekrar Hakkâri’ye geri dönüyordu. Günde iki sefer yapıyordu. Elinde az çok bir şeyler kalıyordu. Sultanla annesi köyde yalnız kalıyordu. Sultan yaşına rağmen büyük gösteriyordu. Her gün beş litrelik mazot bidonunu alıp Van-Hakkâri karayolunda satıp Gençlik Köprüsünden evlerine geri dönüyordu. Babasından çok daha fazla kazandığı günler az değildi. Nadir eve dönebilen babasına:
— Baba artık sen çalışma ağabeyim gelinceye kadar ben size bakarım diyordu.
Baba gene yola düştü. Bugün hava iyiydi. Fırsattan istifade ederek bir sefer fazla yapabilirdi. Ve öyle de oldu. İşte ikinci seferinden dönüyordu. Sultan’a Şırnak’tan çikolata bisküvi almıştı. Güneş batmış Çukurca-Hakkâri-Şırnak üç yolundaki arama ve kontrol noktasından sonra yolda bekleyip el kaldıran birisini de arabasına almıştı. Hakkâri’ye doğru yola çıkmıştı. Depin denilen Hakkâri girişine yüz iki yüz metre kala araba birden karanlığa gömüldü. Ne olduğunu anlayamadılar. Araba stop etti. Kapıyı açmaya çalıştılar kapılar açılmadı. El feneri ile dışarı bakmaya çalıştılar. Her taraf bembeyaz bir duvar. Yanındaki yolcu:
— Çığ altında mı kaldık ne?
— Galiba, ama bak derinden sesler geliyor iş makineleri bizi kurtarmaya gelmişler.
— Sanmıyorum bu Depin’deki elektrik Santralın gürültüsü.
— Depin’e o kadar yaklaşmış mıydık?
— Evet, nerdeyse varmıştık.
— Desene biz öldük dostum, ben o noktadaki çığları çok iyi bilirim hiç temizlemezler. Sabah Karayolu araçları gelir çığın ve Zap’ın kenarında yeni bir geçiş yolu açarlar. Buradaki çığı asla temizlemiyorlar. Mayıs ayının sonlarına doğru karların erimesini bekleyeceğiz. Keşke bu noktalarda birer tünel yapsalardı.
Şoför el feneri ile arabanın göğsünde defterini çıkardı. Borç ve alacaklarından sonra Kızına da son bir mesaj yazdı.
***
Eşinden, iki haftadan fazla bir süredir haber almayan kadın durumu konu, komşu, eş, dost ve akrabalarına haber saldı. Onlardan da bir haber çıkmayınca köylerinden her gün geçen jandarmalardan yardım istedi, kocasının durumunu anlattı. Onların da haberleri yoktu. Araba plakasını not alıp en kısa zamanda kendisine bir haber vereceklerini söylediler.
Sultan küçük yaşına rağmen her gün düzenli olarak işine gidip geliyordu. Bir hafta sonra Jandarmalar köye gelip kocasının yaklaşık 25 gün öncesine ait Çığlı karakolunda araç ve kimlik kaydına rastlandığı aynı gün saat 18.00 sularında Hakkâri yönüne gittiği ancak o tarihten sonra herhangi bir kaydının bulunmadığını söyleyip gittiler.
Gecenin geç saatlerinde gelen çift taraflı bir istihbarat hem güvenlik kuvvetlerini hem de gerillaları Gençlik Köprüsüne doğru harekete geçirmişti. Bolu’dan gelen Seyyar Komando Timleri Zap’ın batı tarafını Van-Hakkâri karayolundaki Köprü girişinde zifiri karanlıkta gelip mevzilendiler. Onlara verilen istihbarat kalabalık bir terörist gurubunun geçeceği şeklindeydi.
Aynı istihbarat karşı tarafa da verilmiş olmalıydı ki. Onlarda gece zifiri karanlıkta gelip Gençlik Köprüsünün çıkışında mevzilenmişlerdi. Lapa-lapa kar yağıyordu. Sabah her taraf beyaza bürünmüştü. Mevziler doğal bir kamufleye kavuşmuşlardı. İki tarafın da elleri tetikte birbirinden habersiz Gençlik köprüsünü gözetliyorlardı.
Öğleden sonra küçük bir kız elinde 5 litrelik bir bidonla köprüden geçti. Karayolunun kenarında durdu. Gelen arabalara mazot var işareti yaparak saatlerce o soğuta bekledi. Nihayet akşam ezanı okurken 06 plakalı spor bir araba küçük kızın yanında durdu. Yakıt deposunun kapağını açtı bütün çantayı depoya boşaltı. Küçük kızın yanaklarından bir makas alarak cebinde ki kâğıt paralardan en büyüklerden bir tanesini kızın eline tutuşturdu. Kız hareket eden arabanın ardından el salladı…
Sultan, hoplaya zıplaya köprüye doğru evin yolunu tuttu. Hayatında kazandığı en büyük paraydı. Sevinçten uçacak gibiydi. Köprünün iki tarafından da yüzlerce göz kendisini izliyordu. Köprünün ortasına gelmişti ki ayağının altındaki tahta kırıldı. Kız köprüde asılı kaldı. Yavaş yavaş aşağı azgın sularla doğru kayıyordu. Ortalıkta çığlıklarını duyacak kimse gözükmüyordu. Bu yüzden olanca gücü ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Mevzidekiler yerlerini terk etmek istemiyorlardı. İki tarafında komutanları kıpırdamamaları için onları sıkı sıkıya tembih ve tehdit etmişti. Kız nerdeyse düştü düşecekti. Son bir gayretle avazı çıktığı kadar bağırdı:
— Hüseyin abiii!
Sesi Zap vadisinde yankılandı. Askerlerden biri silahını mevzide bırakıp olanca gücü ile köprüye doğru koştu. Tam o anda karşı taraftan da birisi köprüye doğru hızla koşuyordu. Kar lapa lapa yağmaya devam ediyordu. İkisi aynı anda kıza doğru uzandılar. Kafaları çarpıştı, kafa kafaya geldiler. Her biri kızın bir elinden tuttu. Onu yukarıya doğru çektiler. Kızı köprünün sağlam tahtalarının üzerlerine aldıktan sonra ancak birbirlerinin farkına vardılar. Küçük kız ikisinin arasındayken göz göze geldiler.
— Hüseyin!
— Deniz!
Küçük kız ikisinin arasında şaşırıp kalmıştı. Ve kardeşler kucaklaştı. Zaman durdu, Zap’ın sesi kesildi. Dondu kaldı. Dürbünle olanları seyreden iki taraf küplere bindi. Herkes kendi adamını hain ilan etti. Ve ateş emri verildi. Komando tarafından bir mermi geldi. Hüseyin’in kalbini alıp Deniz’in bedenine taşıdı. Karşı taraftan bir mermi geldi. Denizin kalbini Hüseyin’in bedenine taşıdı. Birkaç saniye içinde Denizle Hüseyin’in organları komple yer değiştirdi. Köprü kırmızı beyaza büründü. Köprüye Bombalar yağdı. Deniz:
— Bizi, bizim için vurduklarına yanmıyorum Köprüye yanıyorum.
En yakın köyler ışıklarını söndürüp perdelerini çektiler. Üçkardeş köprü ile beraber Zap’ın azgın sularına gömüldü. Sabah uyananlar gençlik köprüsünü yerinde görmediler. Dinamitlendi dediler. Kadın, kızının ve eşinin fotoğraflarını Cumartesi annelerinin otobüsüne yapıştırarak kocası ve kızının bulunması için her cumartesi yürüdü. Dayak yedi ama yılmadı. Askerdeki oğlunu aramıyordu zira o firar etmişti. Ona öyle bildirmişlerdi. Kadın her cumartesi günü beyaz leçeki ile yeni bir şehirde yürüdü oturma eylemi yaptı.
Mayıs ayının son günlerine doğru yine Bir cumartesi eylemindeyken, kocasının cesedini bulduklarına dair bir haber geldi Birkaç kişi ile beraber alelacele Hakkâri’ye gittiler. Depin mevkiinde eriyen karlar altında bir arabanın arka plakası gözüküyordu. Evet, bu eşinin arabasıydı. Temizleme makineleri gelmiş karı temizliyorlar yolu açıyorlardı. Arabayı çıkardılar. Arabada iki ceset vardı. Kadın kocasının kayıp olmamasına sevinmişti. Bu öyle bir coğrafyaydı ki en yakınınızın cesedini bulmak, bile sizi çok sevindiriyor mutlu kılıyordu. Kayıplar Otobüsünden Hasan Ocak’tan sonra sökülen ikinci fotoğraf eşinin ki oluyordu. Bir Sultan’ın fotoğrafı kaldı kayıplar otobüsünde. Onun da sökülmesi için gece gündüz çalışıyordu. Ama anne bilmiyordu, Sultan’ın resminin otobüsün demirbaş resimlerinden olacağını.
Kamyondaki not defterinde ki son cümle şuydu:
“Kızım, sana aldığım çikolatalar torpido gözünde… “
Gençlik Köprüsü hala Zap’ın azgın sularının altında kurtarılmayı bekliyor.
Anneler Sultan’a çikolatasını vermek için her cumartesi günü onu arıyorlar, seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
D/Uyuyor musunuz?
***
Mahmut Semen
KIZILTEPE
18.03.2008