Taş Atma Kursu

Taş Atma Kursu
Gece boyunca kıvrandım durdum. Bu yüzden olacak ki sabah erkenden kalktım. Kendimi için için kaynayan korkunç gök gürlemelerine rağmen tek yağmur damlası bırakmayan bulutlar gibi hissediyorum. Boğulacak gibiyim. İşte ayda bir böyle gelgitlerim olur. Bu durumlarda başımı alıp hep uzaklara gitmişimdir. Bugün de bu ihtiyacı çok fazla hissediyorum. Ama nerdeyse bölgenin dört tarafında bir kargaşa var . Şehir giriş çıkışları ya kapalı ya da sıkı kontrol altında. Nereye gideceğime bir türlü karar veremiyorum en iyisi yolda karar vermek.08.08.2012 05:58
                 TAŞ ATMA KURSU
 
 Gece boyunca kıvrandım durdum. Bu yüzden olacak ki sabah erkenden kalktım. Kendimi için için kaynayan korkunç gök gürlemelerine rağmen tek yağmur damlası bırakmayan bulutlar gibi hissediyorum. Boğulacak gibiyim. İşte ayda bir böyle gelgitlerim olur. Bu durumlarda başımı alıp hep uzaklara gitmişimdir. Bugün de bu ihtiyacı çok fazla hissediyorum. Ama nerdeyse bölgenin dört tarafında bir  kargaşa var . Şehir giriş çıkışları ya kapalı ya da sıkı kontrol altında. Nereye gideceğime bir türlü karar veremiyorum en iyisi yolda karar vermek.
 
Dışarı çıkıyorum. Sokaklar ıssız ve sakin, ortalıkta sadece çöpçüler ve köpekler var. Kızıltepe uyanmamış henüz. Arabayı çalıştırdıktan sonra biraz ısınsın diye bekliyorum. Birden sileceklerin arasına sıkıştırılmış kâğıda gözüm ilişiyor. Anlaşılan polisler yine bana ceza yazmışlar. Bu adamlarla bir türlü yıldızım barışmadı gitti. Bana ceza kesmekten sanki zevk alıyorlar. Daha geçen gün postacı 150 YTL ceza makbuzunu bana tebliğ ettirdi. Bu gidişle arabayı versem dahi trafik cezalarını kapatmaya yetmeyecek. İnip sileceklerin arasında ki kâğıtları alıyorum. Üç sayfa A4 kâğıdı. Ceza kâğıtlarına benzemiyor.   
 
Kâğıtları açıyorum sol üst köşelerinde büyük harflerle Mardin ili, Kızıltepe ilçe Müftülüğü, Mart–2008 21.03.2008 (3. hafta) “İslamda Kardeşlik”. (4. hafta) “Okumanın Önemi”. (5. hafta) “Dua Ve Zikir”. Sayfaların altlarında Hutbe Komisyonu ve Kızıltepe İlçe Müftüsü Kazım TEKKOYUN’ UN isimleri var. Meseleyi yavaş yavaş anlıyor, trafik cezası olmamasına bir bakıma da seviniyorum. Bizim müftülük hakikatten çok zeki, dün Cuma namazına gitmediğimi fark etmiş olacaklar ki hutbeleri bana toptan göndermişler Allah razı olsun. Newroz günü yani dün verilen hutbeye hızlıca bir göz gezdiriyorum.
 
Muhterem Müslümanlar!
Hitabı ile başlamış. (Hucurat–10) “Gerçekten bütün müminler kardeştirler.” Ayetinin hemen ardından iki hadis serpiştirilmiş. Hızlıca son paragrafa göz atıyorum.
 
Aziz Müminler!
Hutbemize sevgili peygamberimizin (SAV)’ın bir hadisi şerifinin meali ile son veriyorum: “Birbirinize buğzetmeyiniz. Birbirinize haset etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları Allah’ın size emrettiği şekilde kardeş olunuz.” (Riyazü’s-Salihin-3/313)
 
Kardeşlik şüphesiz büyülü ve güzel bir kelime. Ama Kürt halkı şimdiye kadar hep kardeşlikten zarar gördü. Hep Kabil’lerin karşısında kendisine Habil rolü verildi ve biçildi. Ne zaman Tanrı tarafından Kabil’in kurbanı kabul edilmezse hemen Habil rolünü verdikleri Kürtleri kurban etmeye kalkışıyorlar. Bu duruma itiraz etmeye kalkışan birileri çıkınca da, önce İslam’a olan inancını fırsat bilerek hemen Allah’ın kitabından ayetler okuyarak kardeşlik nutukları sıralamaya başlanıyor bu kesmeyince de ayrılıkçı, bölücü ve hata terörist ilan ediliyorlar. Hata kendini Müslüman sayanlar bile ırkçılık yapmama adına Kürtlere uygulanan baskılara, zulümlere ve yapılan Halepçe gibi toplu katliamları görmezden gelerek Müslümanlıklarını ve imanlarını korumaya(!) çalışıyorlar.
 
Oysa iyi biliyorum ki, uzayın yâda cehennemin ta derinliklerinde bile olsa bir kez adım geçse çok sevgili kardeşim, şeytan çarpılmışçasına gözleri fıldır-fıldır dönmeye başlıyor. “Olmaz! Olmaz! diyor.
 
İşte bu ikiyüzlülüğün ve inkârın neticesinde halkımız “İslam’ı eksen” almayan kurtuluş arayışlarına yönelmiştir. İnancım odur ki içinde inancın olmadığı hiç bir kurtuluş yolu da yol değildir. Sonucunda da kurtuluş yoktur…
 
Artık, kendini Müslüman olarak niteleyenlerin imanlarını yâda hiç değilse vicdanlarını sorgulama zamanı gelip geçmiştir. Artık Kürt kardeşlerini görmeleri ve isimlerini korkmadan, buğzetmeden ve sevinerek telaffuz etmeleri gerekmektedir. Fısıldayarak, suçluluk duyarak değil. Çocuklarını Firavunlar için ölüme-öldürmeye gönderirken çocuklarının asla şehit olmadıklarını, olamayacaklarını kesin bir dil ile bilmeleri ve biliyorlarsa artık yüksek sesle ifade etmeleri gerekir. 
 
Ben sizin en büyük rabbinizim” diyen Firavun için Musa’yı takip edip boğulan Müslümanların şehit olduklarını kim iddia edebilir? Ortalıkta takip edilen bir Musa’nın olmaması firavun için verilen kurbanların “şehit” sayılmaları için yeterli delil teşkil etmez. 
 
Beynimde fırtınalar kopuyor bu hutbeye göz gezdirirken.. Din afyon değildir ama cahillerde afyon etkisi yapar. İşte cahilleri hedef alan ve afyon olarak ne denli şiddetli bir şekilde İslam ve halk düşmanları tarafından kullanıldığına şahit oluyorum. Marksistlere azda olsa hak veriyorum. Dine karşı din.
 
Evet, bu afyondan sonra kardeş miyiz?
 
Sovyetlerde kurulan bağımsız Türkî Cumhuriyetlerine sevindiğin kadar Irak Kürdistan’ına sevinemiyorsan ya da en azından hazmedemiyorsan bilesin ki biz kardeş değiliz. İnandığımız dinde aynı din değildir! 
 
Belediye temizlik personeli arabamın ön camını tıklayarak, beni uyarınca daldığım düşüncelerden sıyrılıyorum.
 
      Çıkacak mısınız?
 
      Evet, çıkıyorum
 
Belediye temizlik aracı yerime park ederken ben şehirden uzaklaşmaya başlıyor Diyarbakır’a doğru yola çıkıyorum. Kafaya koydum Elazığ üzeri Malatya’ya gideceğim. Belediye çöpçüleri temizliğe başlarken arabamın radyosundan da güvenlik güçlerinin bahar temizliğine çıktıkları haberi veriliyordu.
 
 
***
 
 
Diyarbakır çıkışında polisler arabamı durdurdular. Evrak kontrolünden sonra öğretmen olduğumu öğrendiklerin olacak ki Elazığ’a beraberimde götürmem için gözleri uykusuzluktan şişmiş bir polis memurunu yanıma verdiler. Polis memuru takviye kuvvet olarak Diyarbakır’a geldiğini üç gündür yatmadığını ifade ediyor. Kısa bir sohbetten sonra da uykuya dalıyor.   Elazığ-Maden virajlarına girince arabayı sağa çekip misafirimin emniyet kemerini bağlıyorum. O kadar uykusuz ki fark edip uyanmıyor bile. Tekrar yola devam ediyorum…
 
Yaklaşık bir saat yolculuktan sonra tarif ettiği şehir merkezinde ki polis lojmanların yanına varıp, duruyorum. Polis memurunu uyandırdım. Uykulu gözlerle teşekkür ederek lojmanlardaki evine doğru gitti. Ben de su almak için yirmi-otuz metre ilerdeki markete doğru yürüdüm.
 
Market sahibi para üstünü denkleştirmeye çalışırken, ben de başka şeylere göz gezdiriyordum. Bir anda dışarıdaki arabama taşlar yağmaya başlıyor. Para üstünü aldıktan sonra yavaşça dışarı çıkıyorum. Giyimlerinden lojmanlarda oturdukları anlaşılan on kadar çocuk arabamı taş yağmuruna tutmuşlardı ama fazla isabet ettirdikleri de söylenemezdi. Atıklarının çoğu karavanaya gidiyor, zira taş atmasını da bilmiyorlardı.                               Arabaya doğru ilerlerken öncelikle bas bas bağıran alarmı susturdum. Alarm susunca çocuklar araba sahibi olduğumu anlamış olacaklar ki taş atmayı durdurdular. Sonra en büyükleri tekrar taş atmaya başlayınca küçüklere bir kez daha şenlik doğdu. Taş yağmuru tekrar başladı. Herkes gibi ben de onları görmemezlikten geliyorum. Ne zaman taş atan çocuklar görsem Peygambere taş atan Taif’li çocuklar aklıma gelir. Bu yüzden; Polise, askere veya başka birilerine taş atan çocukları hep Taif’li çocuklar olarak görüyorum. Ama bazen bu çocuklar Taif’li çocuklar kadar şanslı olamıyorlar. Arabanın yanına varınca, ön kaputun üzerine düşen ve orada kalan büyükçe bir taşı elime alıp çocuklara doğru yürüdüm.
 
İki kız bir erkek dışında tüm çocuklar toz oldular. Elimdeki kocaman taşla kendilerine doğru ilerleyince taş atmayı bırakıyorlar. Kaçmayanların simalarından kardeş olduklarını anlıyorum. Yüzlerinde korku ve tedirginlik var. Ara sıra bir yerden destek bekliyor/alıyor gibi arkalarına bakıyorlardı. Kaçanlar saklandıkları yerlerden bizi gözetliyorlardı. Kendilerine gülümseyerek;
 
      Çocuklar o ne biçim taş atma böyle, sanki ömrünüzde hiç taş atmamış gibisiniz?
 
      Evet, amca bize gösterir misiniz?
 
      Tabii, bakın taş nasıl atılır size göstereyim.
 
Elimdeki yarım kiloluk taşı 30–40 metre uzaktaki arabama doğru fırlatıyorum. Ön camın tam ortasına isabet ediyorum. Taşın değdiği yerde şimşekler çakar gibi her yöne doğru camda çizgiler oluşuyor.   
 
      Oleyy tam isabet!  Çak bakalım, sen de çak, sen de.
Üçünün sağ eliyle tek tek ÇAK yapıyorum.
      Süper bir atış, amca sen burada bir “Taş Atma Kursu” açsana?
 
      Kurs mu? Hiç aklıma gelmemişti. Burada açmam zor ama size söz, memlekete gidince ilk işim bu kursu açmak için, Halk Eğitim Müdürlüğüne başvurmak olacaktır.
 
Çocukların yüzündeki korku gitmişti. Gülümseyerek hep bir ağızdan sordular. Aynı şeyi sormalarına kendileri de şaşırmış olacaklar ki birbirlerine bakarak soruyu bir daha tekrarladılar.
 
      Amca siz bizi tanıyor musunuz?
 
      Evet, siz Taif’in çocuklarısınız.
 
      Taif değil Tahirrr…
 
      Ne fark eder ha Taif ha Tahir
 
Diğer çocuklarda yavaş yavaş saklandıkları yerden çıkıp yanımıza gelmeye başladılar. Şaşırıp kalmışlardı. Arkalarından da sakal ve bıyığı Algida armasını andıran bir sivil polis geldi. Kaçmayan çocuklardan büyüğü hemen konuştu.
 
      Baba biz kırmadık amca kendisi kırdı.
      Gördüm çocuklar.
 
Adam, yaklaşarak benle tokalaştıktan sonra, kendisini kısaca Tahir Polis diye tanıtıyor. Ben de kısaca Mahmut Hoca olarak kendimi tanıtıyorum. Şaka ile karışık;
 
      Mahmut Hoca çok güzel taş atıyorsun bu tecrübe nerden böyle?
 
      Küçükken birilerine çok taş attım da tecrübem o günlerden kalma.       
 
Adam bir kahkaha attı.
 
      Haydi, çocuklar siz dağılın ben amca ile ilgilenirim. Ya hoca sen okumuş adamsın niye 06 plaka almadın? Çocuklar 47 Plakayı görünce terörist diye huylanmışlar. 
 
      Ya arabayı aldığımda zaten muhakkak 06 plaka verelim diye ısrar ettiler ben de 47’de ısrar ettim. Mardin’in ekmeğini yerken vergimi niye Ankara’ya vereyim?  Dedim.
 
      Yok, güvenlik açısından 06 plaka daha iyi.
 
     
 
Beraber arabanın yanına gittik. Arabada fazla bir darbe yoktu. Sadece ön camı gitmişti. Kendisi direksiyona geçip ön tarafa binmemi istedi. Ön camın değişimi için, şehir dışındaki Hyundai servisine gidiyorduk.
  Servis, yetkilisi kasko formaliteleri tamamladıktan sonra camı kasko kapsamında değiştireceklerini, ancak kuruması için birkaç saat beklememiz gerekeceğini ifade etti. Saat 17.30’da arabayı gelip teslim alacağımızı söyleyip şehre geri döndük.
 Tahir Bey beni Elazığ merkezinde biraz gezdirdikten sonra Harput diye şehir dışında tarihi bir kaleye götürdü. Tabelalardan anlıyorum ki burada bir sürü baba var. Ankuzu Baba, Mansur Baba, Fatih Ahmet Baba ve Arap Baba türbeleri. Arap Baba’nın yaklaşık 800 yıllık, Cam kafes içindeki vücudundan ayrılmış kafası ve çürümemiş bedenine bakarken tüylerim diken diken oldu.  Akşama doğru arabayı almak için servise gittik.
 
Arabayı servisten alırken Tahir Bey, zorla akşam yemeği için beni evine götürdü. Arabayı yine aynı yere park ettim. Daha önce arabamı taşlayan çocuklar bu sefer arabamı koruma çemberine almışlardı. Küçük bir kız çocuğu elindeki peçete ile farları siliyordu... 
 
Bu şehirde 47 plaka için bu görülmemiş bir durumdu. Lojmanların bahçesinde iki adet Hacı Murat124’u saymasak, nerdeyse lojman sayısı kadar lüks araba vardı. Onlar da zaten diğer arabalardan biraz uzakta park etmiş üvey evlat gibi duruyorlardı.
 
Tahir beyin eşi Tarih öğretmeniydi. Benim de öğretmen olduğumu öğrenince daha bir rahat davranmaya başladı.
 
      Bizim çocuklara; “Siz Tahir’in çocuklarısınız” demişsiniz, Daha önce Tahir’le bir tanışıklığınız var mı?
 
      Yok, ben çocuklara “Taif’in çocukları” dedim. Onlar Tahir anlamışlar…
 
      Şimdi anladım.
 
Çocuklar bu sefer merakla annelerine baktılar.
 
      Anne “Taif’in Çocukları” kim?
 
      Odanızda ki internetten bir zahmet bakarsanız anlarsınız.
 
Çocuklar hep birlikte odalarına bilgisayarın başına üşüştüler. Peygambere taş atan (Taif’li) çocukları öğrenmek için.
 
                Öğretmen hanım daha önce çalıştığı yerlerde Kürtlerle ne kadar iyi dost olduklarına dair eski anılarından demetler sunmaya başladı. Fakir Kürt çocuklarına yaptığı yardımları vs. anlata anlata bitiremiyordu. Sonra birden;
 
      Bizler Malazgirt savaşından beri bu topraklarda kardeş gibi yaşıyoruz. Neyi paylaşamadığımızı bir türlü anlamıyorum.
 
Tahir Bey de televizyon kanallarını zaplıyor nihayet Roj Tv’de karar kılıyor. İlk kez polislerin de Roj Tv’yi yakından izlediklerine şahit oluyorum. Okunan haberleri anlamak için benden tercümanlık bekliyorlar, ama nafile,  asimilasyon…
 
      Maalesef ben de Kürtçelerinden bir şey anlamıyorum. Görüntülerden az çok ne anlattıkları aşağı yukarı anlaşılıyor.
 
Newroz olaylarındaki ölü ve yaralılar gösterilmeye başlayınca öğretmen hanım.
 
      Bu insanları anlamıyorum oysa bizler Malazgirt’te Bizans’ı yenerek bu topraklara özgürlük ve kardeşlik getirmek için geldik. Ama şimdi nankörlük ediyorlar. Bu arada çanlı yayında bir çocuğun kolu kırdırılıyor. Bu onlara normal geliyor.
 
      Bizler derken kastettiğiniz kim?
 
      E tabi ki biz Türkler
 
      Siz Tarih öğretmeni iseniz biliyor olmanız lazım. Eğer soruma doğru ve samimi bir cevap verirseniz?
 
      Elbette.
 
Adam da merakla soracağım soruyu bekliyordu.
 
      Malazgirt Savaşında Alparslan’dan başka savaşa katılan Türk var mıydı?
 
Kadın durdu düşündü, eşi ona bakarak ondan bir cevap bekliyordu. Ama kadın beş dakika kadar düşündü, düşündü, düşündü… Şaşkın ve üzgün bir ifade ile cevap verdi.
 
      Kürtler ve diğer kavimlerden on bin, memluklardan dört bin asker bir de Alparslan on dört bin bir kişi ile bu zafer kazanılmış.
 
      Teşekkürler gerçekten de doğru cevap verdiniz.
 
Tahir Bey, bıyıkları ile olayı küçümseyerek geçiştirdi. Tam o sırada dışarıda silah sesleri yükseldi. Teröristlerin avludaki bazı araçları ateşe verdiğine dair sesler yükselmeye başladı.
 
      Hoca hemen gidelim senin arabanı da yakmasınlar.
 
      Yok, benim arabamı yakmazlar
 
      Öyle mi?
 
      Evet, ama merak etme, seninkini de yakmazlar.
 
      Yaaa, emin misin?
 
      Evet, onlar sizin bahçede ki Hacı Muratları yakmaya gelmişlerdir.
 
Tahir Bey, kapıdan fırladı. İtfaiye gelinceye kadar iki araç kül oluvermişlerdi bile. Beş-on dakika sonra geri döndü. Şaşkın şaşkın bana baktı.
 
      Ya Hoca sen Hacı Muratları yakacaklarını nereden biliyordun?
 
      Boşuna o kadar okumadık her halde, altıncı hissimiz kuvvetli, birde şeyh torunuyuz o kadar da olsun. Adam, söylediklerime inanmadı. Sonra konuyu değiştirdi.
 
      Bu güneydoğu sorununu artık çözmek gerekir. Bu böyle gitmez görüyorsunuz evlerimizin içine kadar girmeye cesaret ediyorlar. 
 
Adamın konuşmasına gülümsüyorum. Adam kendisine inanmadığımı fark etmiş olacak Ki;
 
      Gülme hoca inan çok ciddiyim artık ne yapılacaksa bir önce yapılsın. Dil mi? Televizyon mu? Eğitim mi? Eyalet sistemi mi? Her ne ise bir an önce verilsin bu işte bitsin.
 
      Maalesef o saydığınız trenleri çoktan kaçırdık ne yazık ki?
 
      Nasıl yani şimdi bu haklar verilse sorun hal olmaz mı?
 
      Iıı…
 
      Niye?
      Bak 1970’lerde sadece Kürtçe müzik serbest bırakılsaydı, sorun hal olurdu. 1980’lerde sadece Kürtlerin varlığı kabul edilseydi sorun yine hal olurdu. 1990’larda Kürtçe televizyon izni verilseydi sorun yine hal olmuş olurdu. 2000’lerde Kürtçe eğitim hakkı verilseydi yine hal edilmiş olacaktı. Bugün eyalet sistemine bile geçilse kısmı özerklik bile verilse artık bu sorun hal olmaz. Bu sorun başka sorunları beraberinde getirdi. Ve beraberinde getirdiği sorunlar Kürt sorunundan daha ağır sorunlardır.
 
      Bilmece gibi konuşuyorsun.
 
      Kısacası bu rejim Ak Parti'ye dava açıldığı gün ömrünü tamamladı. Ak Parti uzatma dakikalarında ülkeyi devralmıştı. Bayağı da uzattı. Ama bu dava için halka şunu söyledi bu ülke senin değildir. Birkaç yüz kişilik elit tabakanındır. Artık millet ne bu rejime ne de bu rejimin çıkaracağı hiçbir kadroya güvenmemektedir. Abdurrahman Yalçınkaya’nın dilekçesi rejimin kendini fesh etme dilekçesidir. Bunu eninde sonunda herkes anlayacaktır.
 
 
      Eee şimdi ne olacak?
 
      Ülkemizin ileri gelen düşünür, gazeteci ve aydınları, ülkede siyasi bir kaosa doğru gidildiği, önümüzdeki 2–3 yıl içinde büyük ekonomik krizlerin ve bunun sonucunda bölgemizden başlamak üzere bir iç savaşın çıkmasını kuvvetle muhtemel görüyorlar. Çıkacak iç savaşta da ülkemizin Osmanlının son döneminde gördüğü hasta adam muamelesi göreceği, medeni ülkelerin yeniden parselleme ve işgallere başlayacağı/kalkışacağı kesin olarak ön görülmektedir. Bu işgallere karşı kurtuluş savaşının yine bölgemizden batıya doğru başlayacağı ve düşmanı bir kere daha denize dökmemiz gerekeceği gün gibi aşikârdır. 
 
Kürtleri inkâr ve sindirme politikası devam ederse diğer Kurtuluş savaşında Musul ve Kerkük’ü kaybettiğimiz gibi bu sefer de İstanbul ve İzmir’i kaybedeceğimiz kesindir.  Ama eğer bencilik yapılmazsa bu sefer içerisinde Irak Kürdistan’ını ve şimdiki milli misakı sınırlarını da kapsayan yeni bir devlet kurulacaktır. Ama bu devletin adı artık Kürdiye Cumhuriyeti olacaktır. Bu bir nöbet değişimidir. Nöbet sırası bize yani diğer kardeşinize gelmiştir…
 
      Hoca burada bunları söyledin başka yerde söyleme senin geleceğin için hiç iyi olmaz.
 
      Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği benim geleceğimden daha az önemli değildir. Niye Osmanlı İmparatorluğu çökerken kendi içinde ve düşüncesinde bir kurtarıcı çıkaramadı. Oysa Mustafa Kemal Atatürk’e Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlatmak için gizliden el altından bizzat Vahdettin tarafından çuvallar dolusu altın verilmişti. Halkı organize etsin diye. Çünkü halk Osmanlıdan umudunu kesmişti. İşte bugün de Ak Parti hakkında açılan kapatma kararı halkın bu rejimden umutlarını kesmiştir. Artık bu rejimi temsil eden düşünce ve kişiler uçsallar bile halk onlara inanmayacak ve güvenmeyecektir. Kaybettiler artık… Umut artık bizdedir. Şimdiye kadar görmediğiniz kardeşinizde yani Kürtlerde..
 
Epey konuştuk. Kabil’in Habil’i kabul etmesi imkânsız gibi görünüyordu. Oysa Habil’in toprakları verimliydi. Topraklarında Harran ovası, Muş ovası ve Kızıltepe ovası vardı. Medeniyetler vardı su vardı. Ve bugün Tanrı Kabil’e sen ne istersen Habil’e iki katını vereceğim diyordu. Bu Kabil için kolay kolay kabul edilebilecek bir şey değildi. Tanrıya verdiği cevap “Tanrım bir gözümü kör et.” Olmuştur. Gece geri dönerken hep bu kıskançlık ve kini düşündüm.
 
***
 
Çocuğa söz verdiğim gibi taş atma kursu için aşağıda ki dilekçem ile sabah erkenden Halk Eğitim Müdürlüğüne başvurdum. Dilekçemi ne red ettiler ne de kabul,  yok saydılar. Öğleden sonra özgür(!) basına haber vererek huzurlarında dilekçemi tekrar müdürlüğe sundum. Bu sefer basın huzurunda itiraz etmeden kabul ettiler. Basındakiler de görüntü aldılar haber yapacaklarına dair. Haber yaparlar mı bilmem ama Müdür,  bu kategoride bir kurslarının olmadığı ve sadece yetişkinlere kurs verdikleri için dilekçeme olumsuz cevap vereceğini buna da yarın resmi bir cevap vereceğini ifade etti...
 
Akşam “Taş Atma Kursu “ile ilgili haberlerin ajanslara geçmediğini öğrenince basın mensubu arkadaşları aradım. Haberi geçmişlerdi ama sonra birilerinin selametti için haberi geri çekmişlerdi.
 
Oysa birileri halka karşı mahkeme açarken bu ülkenin selametini hiç düşünmemişlerdi.
 
 
Mahmut Semen
03/04/2008
KIZILTEPE
 
 
 
 
 

Diğer Hikaye haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.