İki öğrenci, el ele tutuşarak evlerinin arka bahçesindeki yola çıkıp okul servis aracını beklemeye başladılar. Heyecandan yerlerinde duramıyorlardı. Melisa’nın sağ elinde bir deste kırmızı gül vardı. Okulun açılacağı bu ilk günde öğretmenine götürecekti. Havalar çok sıcaktı, ağaçların gölgesinde kardeşi Azize’yle servisi beklemeye başladılar. Zaman durmuş gibi, servis bir türlü gelmek nedir bilmiyordu. Belki de heyecandan onlara öyle geliyordu. Oysa epey zaman olmuştu evden çıkalı.
Melisa bu yıl 4. sınıfa, küçük kardeşi Azize ise 3.sınıfa başlayacaktı. Melisa’nın heyecanı bu yıl göreceği yeni ve farklı derslerden kaynaklanıyordu. En çok Bilgisayar ve İngilizce derslerini merak ediyordu. Zaten son birkaç gündür rüyalarının çoğunu bunlar oluşturuyordu. Okulun ilk gününde Bilgisayar dersinin olması için gizlice Tanrıya dua ediyordu. Servis hala gelmiyordu. Ellerindeki güller sıcaktan ve susuzluktan buruşmaya, solmaya başlamıştı. Oysa üç aydır heyecanla bu günü, bu saati beklemişlerdi. Üzgün bir şekilde kalpleri kırık, ellerindeki çiçekler solmuş bir vaziyette evlerine geri döndüler. Anneleri onları teselli etmeye çalıştı.
— İlk gün zaten okula kimse gitmiyor ki, servis o yüzden gelmemiştir. Haydi, elinizi yüzünüzü yıkayıp içeri geçin, ter içinde kalmışsınız. Ellerinizdeki gülleri de bir kenara bırakın yarın yerlerine yenilerini vereceğim.
Minikler çaresizce içeri geçtiler. Geçtiler geçmelerine ama servis aracı gelip kendilerini alır umuduyla saatlerce pencerede oturup okulun yolunu gözetlediler. Ancak, güneş batmasına rağmen servis aracı gelip onları almamıştı. Bu yüzden olacak ki, akşam yemeğini bile doğru dürüst yemeden minik kalpleri kırık bir şekilde erkenden yataklarına büzüldüler
İkinci, üçüncü, dördüncü ve nihayet Cuma günü de umutsuzca aynı şekilde eve geri döndüler. Oysa evlerinin Doğusundan-Batısına, Kuzeyinden-Güneyine etraftaki civar evlerin tüm öğrencileri taşıma servisleri tarafından toplanmış okula götürülmüşlerdi. Bir onlar ortada kala kalmışlardı. Sanki etraflarına ĞêzikaFila/Lanet Çemberi çizilmiş çocuklar gibi ortalıkta esir ve mahsur kalmışlardı. Çocuklar, yemekten de kesilince baba Memduh Bozdemir, bu durumu öğrenmek için pazartesi okula gideceğine dair çocuklarına söz verdi.
Pazartesi erkenden Karakuyu İlköğretim Okuluna giderek, Okul Müdürü Ahmet ASLAN’LA görüştü. Aynı zamanda taşıma komisyonunda da görevli olan Okul Müdürü ona korkunç gerçeği haber verdi:
— Bu yıl ki (2007-2008) Eğitim-Öğretim döneminde öğrencilerinizin azlığından dolayı onları taşıma kapsamından çıkardık. Onları Kızıltepe’deki 80.Yıl Gazi YİBO İlköğretim okuluna yönlendirdik. Oraya götürüp kayıt yaptırmanız gerekmektedir.
Memduh, bu işin içinde bir bit yeniği olduğu hesabı ile İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne defalarca gitti/görüştü. Bir neticeye varamadı. Valiliğe dilekçe yazdı. Netice aynı. Etrafındaki bütün öğrencileri bir serviste toplayınca ikinci bir servis için yeterli öğrenci kalmamıştı. Oysa en uzak ev kendi evleriydi. Kendi evlerinden başlamaları gerekirken servis kontenjanları en yakın evlerden başlayarak doldurulmuştu. Ve devleti zarara uğratmamak için ikinci bir servis tahsis edilmiyordu. Melisaların taşımaya alınmalarını devlete çok ağır bir yük olarak görüyorlardı.
Bütün istekleri, itirazları ve şikâyetleri sonuçsuz kalınca Memduh Bozdemir’de çocuklarını okula göndermekten vazgeçti. Zira çocuklarını Yatılı Okula göndermeyi asla düşünmüyordu. Sanki herkes elbirliği etmişçesine bu evi çembere almış ve kimse bu çemberden içeri adımını atamıyordu.
Çocuklar üç ay yaz tatili süresince okul, arkadaş ve öğretmenlerinin hasretiyle tutuşurken, hiç okula gidememenin, okula gidenleri de, pencereden seyretmenin, bir daha kalem tutamamanın, çocuklara ne denli ağır bir ceza olduğunu kim bilebilecekti ki? Sırtında çantası olan bir çocuk görünce, kendilerini hapishane penceresinden, dışarıyı seyreden birer mahkûm gibi hissediyorlardı adeta. Kendileri ve yeğenleri ile birlikte on kişiden fazla öğrenci bu yıl “Bu taşıma problemin den dolayı” okulu bırakmışlardı. Daha doğrusu bırakmak zorunda bırakılmışlardı.
2008 Mayıs’ında baba Memduh Bozdemir kızı Melisa ile İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne uğradı. Bir sonraki Eğitim-Öğretim yılı “Taşıma Programına” öğrencilerinin de alınması için Taşıma Komisyonuyla bir daha görüştü. Az da olsa umutlandı zira kendisine, evlerinin güzergâhını bir daha inceleyeceklerini söylemişlerdi. Umutla oradan ayrıldılar.
Kızıltepe Ziraat Bankasının önüne vardıklarında kaldırımda kartonlarda bir sürü satılık rengârenk civciv gördüler. Melisa’nın isteği üzerine Sarı, Kırmızı ve Yeşil renklerden toplam eli adet civarında civciv alıp eve döndüler.
İlçe Milli Eğitim Taşıma komisyonundan görevli personeller gelip güzergâh incelemesini yaptıktan sonra öğrenci sayılarını da not aldılar. Komşu çocuklarla beraber sayıldığında bir servise yetecek kadar öğrencileri vardı. Bu sefer taşımaya gireceklerine kesin gözle bakılıyordu. Ama Onları servis güzergâhlarının dışında bırakmak için taşıma ihalesine yine gizli bir el müdahale etmiş olacak ki bu iki evi adeta çembere alınarak 2008–2009 Eğitim-Öğretim yılında da çocuklara okuma yolunu resmi olarak kapatıldı. Bunu duyan çocuklar eskisi kadar üzülmemişlerdi. Babaları onlardan daha çok üzülmüş ve bu işin Okul Müdüründen kaynaklandığının kanısına varmıştı. Bu yüzden olacak ki Müdürle birkaç kere kötü tartışmışlardı. Şikâyeti üzerine konu ile ilgili Okul Müdürü hakkında idari inceleme/soruşturma bile açılmıştı. Eşi ve Çocukları bir delilik yapmasından korkuyorlardı. Bu yüzden çocukları evde okul lafını etmemeye özen gösteriyorlardı.
O güzelim renk cümbüşü civcivler her gün bir-iki kayıp vermeye başladılar. Birisi sanki kafalarını gövdelerinden kopartıp ortalığa atıyordu. Her defasında kafası gövdesinden ayrılmış civcivleri yerlerde çırpınırken buluyorlardı. Ve her defasında da Sadece bir kedileri oluyordu civcivlerin yanında. Onun da üzerinde bunu yaptığına dair her hangi bir iz yoktu. Ancak, bu kayıplar her gün artarak devam etti. Her seferinde olay mahallinde sadece ya kedicik vardı ya da uzaklaşırken görülüyordu. Bu civcivlerin kafa koparma vahşeti günlerce sürdü ve nihayet eli civcivden sadece sarı-kırmızılı iki tane kaldı.
Memduh bu duruma çok öfkelendi. Olay mahallinde duran kediye ters ters baktı. Ve zihninde infaz kararını verdi. Büyük oğlu Hüseyin’i çağırarak katil kediyi öldürmesini emretti. Çocuk ve evdeki herkes de zaten kediye karşı çok doluydular. Kararı sevinçle karşılayıp, kediciği hemen kurşuna dizdiler. Ceset, evin iki yüz metre batısındaki Zergan Deresindeki lağım sularının içine atıldı.
İnfazdan iki hafta kadar sonra Melisa pencerede eldivenlerine kadar siyahlar giyinmiş bir kadın gördü. Kadın
Melisa’ya:
— Baban bizden birini öldürdü intikamımız acı olacaktır! Dedikten sonra pencereden uzaklaşıp, kayboldu. Kız hemen kapıdan fırladı. Evin etrafını dönüp dolaştı kadını göremedi. Kadın sanki buharlaşmıştı. Müdürün namazında niyazında biri olduğunu biliyordu. Bu Müdürün karısı olabilir miydi? Bu düşüncelerinden dolayı irkildi! Babası bir delilik yapmış olabilir miydi? Dört gözle babasının akşam eve gelmesini bekledi.
Akşam yemeği için sofra kurulmuş, yemekler tabaklara doldurulmuş babalarının gelmesini bekliyorlardı. İlçeden dönen baba sofraya oturunca çocuklar da hemen sofranın etrafında dizildiler. Baba “Bismillahirrahmanırrahim” diyerek çorbadan bir kaşık aldı. Çocuklarda besmeleyi tekrarlayarak yemeğe başladılar. Melisa, daha yemeğe başlamamıştı. Konuyu babasına nasıl açacağını düşünürken, babası birden kaşığı sofraya attı.
— Bu ne biçim çorba bu kadar tuz konulur mu?
Kadın:
— Kuran Ekmek çarpsın ki bir çay kaşığından başka tuz koymadım.
Melisa:
— Baba! Anneme kızma ben artık okula gitmek istemiyorum!
— Kızım, çorbanın tadına baktınız mı? Hele bir bakın. Herkes çorbadan bir kaşık aldı, çoğu geri çıkardı. İçilecek gibi değildi. İçine kilolarca tuz konulmuş gibiydi. Herkes babaya hak verdi. Kadın şaşırıp kaldı. Bu durumu aklı almadı. Az önce ki yeminini tekrarlayıp durdu. Memduh, hemen konuyu değiştirdi:
— Bu gün İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne dayım Mahmut’a uğradım. Durumumuzu Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e bildirdi. İnşallah yakın zamanda cevap gelir.
Melisa, babasında bir anormallik göremiyordu. Demek kimseyi öldürmemişti. Belki kadının söylediğini yanlış duymuş. Belki kadın; “Baban bizden birini öldürmek istiyor, intikamımız acı olacak.” Demiş te olabilirdi. Kafası allak bulak oldu ama yine de konuyu babasına açmaktan vazgeçti.
Kızıltepe ovasına bu sene, hiç bir mevsimde yağmur yağmamıştı. Bütün tarlalar kuruyup gitmiş hatta çoğu yeşermemişti bile. Herkesin umudu sulu arazilerden gelecek mahsuldeydi. Melisaların dört bir yanındaki sulu ekinler başaklara durmuş biçerdöverler tarlalara girmeye başlamışlardı.
Temmuz’un ortasında ve günün en sıcak saatlerinde avluların içinde olan pamuk çöplerinden oluşan yakacakları birden tutuştu. Alevler neredeyse göğe ulaşıyordu. Herkesin korkusu alevlerin tarlalara sıçramasıydı. Ama korkulan olmadı. Alevler elbirliği ile kısa sürede söndürüldü.
Melisa, yine bir gün pencere kenarında siyahlar giymiş kadını gördü. Hemen yanına koştu bu sefer ona birkaç sorusu olacaktı. Ancak, kadın erken davrandı.
— Söylediklerimi babana söylemediğin anlaşılıyor.
— Sen kimsin? Ne istiyorsun?
— Ben Fatma Nur, bizden birini öldürdünüz. Burayı terk etmeniz gerekir. Şu yangın size ilk uyarımızdır.
— Bizim yakacaklarımızı sen mi yaktın?
— Evet, O annene de söyle bir daha çorba yapmasın, kokusundan nefret ediyorum!
Fatma Nur birden kayboldu. Kız uykudan uyanır uyanmaz durumu annesine söyledi. Annesinin tüyleri diken diken oldu. Hemen eşinin acilen eve gelmesi için onu 0543 6025789 nolu cebinden aradı. Beş dakika sonra eşi nefes nefese eve geldi. Melisa gördüklerini babasına anlattı. Babası, okul özleminden kızının psikolojinin bozulduğuna kanaat getirdi. Onunla bahçede biraz dolaştı ve Melisa’yı doktora götürmeye karar verdi. Ama bu durumu anlayacak doktoru da bu bölge de bulmak çok zordu. Düşündü taşındı, her ne kadar uzman değilse ve konu uzmanlık alanına girmiyor ise de 30–40 yıllık ilçenin en kıdemli doktorundan daha iyisi olmaz diyerek Melisa’yı Özel Uzmanlar Tıp Merkezindeki Doktor Nusret Aktaş’a götürdü. Doktor, uzunca bir diyalogdan sonra kıza çeşitli sorular sordu. Melisa sorulan bütün soruları mantıklı ve doğru bir şekilde cevaplandırdı. Fiziksel olarak yapılan muayenede de hiçbir hastalık bulgusuna rastlanamadı. Doktorun olumlu görüş bildirmesi üzerine evlerine geri döndüler.
Kadın, yaptığı çorbanın tadına bakınca tekrar içilemez olduğunu gördü. Tencereyi alelacele döküp ikinci kez tenceresini ocağa koydu. Tencerenin başından da ayrılmamaya çalışmıştı. Ve hiç tuz atmadı. Çorba kaynayınca ocağın altını söndürdü. Tadına bakmaktan korktuğu için de tadına bakmadan çorbaları kâselere doldurdu. Eşi sofraya oturunca kalbi küt küt atmaya başladı. Eşi çorbayı kaşıkladı. Yuttu mu yutmadı mı bilinmez hızlıca lavaboya koştu, yuttuklarının birkaç mislisini çıkardı. Ardından kadın da bir kaşık aldı. Aman tanrım içilecek gibi değildi. Saf tuzdan yapılmış gibiydi. Kocası dönmeden hemen duvardaki Kuran-ı Kerim’i indirdi. Sağ elini üstüne koydu. Kocası kapıda gözükür görünmez:
— Eğer bir gram tuz koymuşsam Kuran-ı Kerim beni çarpsın!
Melisa:
— Baba, bunu Fatma Nur yapıyor çorbadan nefret ettiğini bana söylemişti.
Adam bir tövbe estağfurullah çekti. Sakin olmaya çalıştı. Ama sinirden de titriyordu. Birden aklına bir fikir geldi. Tencereyi aldığı gibi bahçedeki ağaçların dibine boca etti. Tencereyi iyice yıkattırdı. Ocakta kaynamakta olan çaydanlıkta ki suyu tencereye boşaltı ve tencereyi kendi eliyle ocağa bıraktı.
Eşinin getirdiği iki bardak kırmızı mercimeği tencereye boşaltı. Herkesi dışarı çıkartıp kapıyı iyice kilitledi. Elinde silah ile kapıda nöbet tutmaya başladı. Yarım saat gibi bir süre geçtikten sonra kapıyı açıp eşini çağırdı. Beraber çorbayı kontrol ettiler. Tencereye o kadar tuz konulmuştu ki tuz yerlere bile taşmıştı. İyice dikkat ettiklerinde bütün tuz çuvalının tencereye boca edildiğini anladılar. Tadına baktı. Tuz gölündeki sular yanında tatlı kalıyordu.
Memduh, işin ciddiyetini anladı ve herkesin sakin olmasını istedi. Sabah erkenden gizlice şehre çıktı. Dalga geçerler korkusu ile konuyu kimselere açamıyordu. Tanıdığı birkaç imama uğradı. Ona muskalar yaptılar. Muskaları gerekli yerlere yerleştirdi ama nafile. Fatma Nur geceleri artık küçük çocuklarını dövüyor. Saçlarını başlarını yoluyordu. Evlerine gelen ve geceleyen misafirlerin çocuklarına da aynı işkenceleri yaparak sabaha kadar onları uyutmuyordu.
İnat bu ya Memduh çorbada ısrar etti. Fatma Nur da evdeki tuzu bitirince, bu sefer çorbaya şeker kattı. O akşam Memduh’un misafirler hoşaf gibi bir çorba içtiler.
Memduh, kime gittiyse bir netice elde edemedi. Fatma Nur hemen herkesin psikolojini alt üst etmişti. Pencereden dışarıya oyuncağını atmaya kalkışan evin küçük çocuğuna her defasında oyuncağını geri veriyordu. Çocukla adeta pencerenin karşı tarafında voleybol oynuyordu. Ta ki çocuk bunu anlayıp bir daha atmaya korkuncaya kadar bu voleybol oynama durumu devam etti.
Memduh, geceleyin tek başına içerde sırt üstü uzanmış ne yapabileceğini, bunun böyle devam edip gidemeyeceğini düşünüyordu. Ama bir türlü de bir çözüm yolu bulamıyordu. Şarj için duvardaki “vantilatör anahtar kutusunun” üstüne bıraktığı cep telefonunun içerde uçak misali dolaştığını görünce, sinirlerine hâkim olamadı. Silahı eline aldığı gibi odanın tavanını ve bütün duvarlarını seri bir şekilde taramaya başladı. Silahtaki şarjör boşalıncaya kadar her tarafı taradı durdu. Sonra, “Cinlere silah sıkan tarihteki ilk kişi” olduğunun farkına varıp kendi kendine gülmeye başladı.
— Ya Fatoş, ne istiyorsun bizden? Yeter artık hepimizin psikolojisini bozdun. Ne derdin varsa çık karşıma benle konuş!
O kadar sinirlendi ki, sinirden kendini kaybetti. Fatoş’un bütün sülalesini düzmeye, küfürler etmeye başladı. İçini iyice boşalttı ama Fatoş görünmedi. Konuyu duyanlar, geçmiş olsuna gelenler duyduklarına inanmak istemiyorlardı: “Bu çağda bu yüzyılda.” diyerek şaşkınlıklarını dile getirmeye çalışıyorlardı. Bu yüzden de konuyu pek kimseye açmamaya karar verdi.
Yeğenimin duvarlara silah sıktığını duyunca bütün aileyi alıp geçmiş olsuna gittik. Melisa’yı çok iyi gördüm. Yanıma çağırdım.
— Fatma Nur ile ne konuşuyorsan onu bir günlüğe yaz. Belli bir süre sonra senin kocaman bir kitabın olur. Dedim.
Bu sözlerim yeğenimin çok hoşuna gitti. Yazarak belki okul özlemini de gidermiş olacaktı. Zaten Melisa’nın bu iş için çantasını hemen aramaya başlaması düşüncemin ne derece doğru olduğunun en güzel deliliydi. Ancak Fatma Nur o çirkin yazısıyla “Meles öleceksin” yazılı tehdidini kızın çantasından çıkardığı defterin üzerine yazmıştı bile. Melisa bunu görünce ağlamaya başladı.
Aldırmamasını ve kesinlikle yazmasını önerdim. O da yazacağını söyledi...
Memduh hiç boş durmadı. Bütün işini gücünü bıraktı. Neredeyse Kürdistan’ın dört parçasında ki bütün Hacı hocaları dolaştı ve ne yazık ki bütün çözüm önerileri fos çıktı. Fatma Nur, ise gün geçtikçe tehditlerini arttırıyordu. Camlara, aynalara kullandığı rujlarla sürekli tehdit yazılarını yazıyordu.
Melisa:
— Baba Fatma Nur dedi ki…
— Yine neler söyledi?
— Dedi ki; “O Keltoş baban geceleyin bana çok kötü küfürler etti. Ona gözükseydim ya deli olacaktı ya da korkudan ölecekti ama ona acıdım” gözükmedim.
Memduh son çare olarak büyük ağabeyi ve oğlu Hüseyin’i yanına alarak Mardin’e gitti. Taş sokaklarda biraz ilerledikten sonra nihayet bir kapının önünde durdular. Kapı açıktı, içeri girdiler. Onları içerde Şeyh Münira diye yaşlı bir kadın karşıladı.
Kadın konuşmalarına izin vermeden:
— Derdinizi anlatmanıza gerek yok cinlerle başınız dertte değil mi?
Üçü birden:
— Evet, Münira ana.
Kadın, Kalo dediği görünmez üstadı için 150 YTL para istedi. Parayı hemen verdiler. Kadın, parayı birkaç kez katladıktan sonra paranın altına çakmağı çaktı ve parayı yaktı. Kadın bu işleri para için yapmadığını göstermek istiyordu. Sonra, avuçlarına biraz kuru pilavlık bulgur aldı. Avuçlarının arasında iyice ovdu, ovuşturdu ovuşturdu ve avuçlarını açtı. Odadakilerin hepsi bulgurların büyük bir kâğıt parçasına dönüştüğünü hayretle gördüler.
— Bunu bir şişe suyun içene atacaksınız bütün aile fertleri ondan içecek. Üçü de başlarıyla onayladılar. Kadının yaptıkları karşısında dilleri tutulmuştu. Kadın, ikinci kez avuçlarına azıcık daha pilavlık bulgur aldı. Bir daha avuçları arasında iyice ovuşturdu. Avuçlarını açınca bu kez de ortaya upuzun bir rulo kâğıt çıktı. Onu üçgen şeklinde muska haline getirdikten sonra:
— Bu muskayı da evinizin damına Zinnar dağlarında yetişen Gühij/Alıç İsmindeki ağaçtan kesilmiş bir çıtaya bağlayıp dikeceksiniz.
Üçü kadının evinden ayrılırken kesin bir çözüm bulmuşçasına sevinçle dışarı çıktılar. Şimdi sıra dağdaki Gühij/Alıç ağacından bir çıta almaya kalmıştı. Memduh için o dağlardan çıtayı getirmek en zor yanıydı işin. Hem dağlarda mayın ve bubi tuzakları vardı hem de karşılaşacağı ilk askeri birlik tarafından terörist diye kurşuna dizileceğinden kuşkusu yoktu. Çocuklarını Fatma Nur’dan kurtarmak için son ümidini de kaybetmek istemiyordu. Ölümü de göze alarak dağlara doğru yürüdü. Bastığı her taş patlayabilir diye yüreği ağzındaydı. Ölmekten korkmuyordu, zaten her gün defalarca ölüyordu. O çıtayı eve ulaştırmamaktan korkuyordu. Nihayet zirveye ulaştı. Söz edilen çalılıklardan birkaç uzunca dal kesip geri dönüş yoluna düştü.
İstenilen bütün iş ve işlemleri yerine getirmesine rağmen Fatma Nur’un şiddetinde bir zerrecik azalma olmamıştı. Damdan çıtaları söküp atarken, yaşlı kadına korka korka da olsa okkalı küfürler savurdu.
Melisa Şeyh Musa isminde yaşlı bir dedenin kendisini korumaya geldiğini, bu dede yanında olduğu sürece Fatma Nur’un kendisine yanaşmadığını söyledi. Yaşlı dedenin kendisinden bazı istekleri olduğunu da söyledi. Memduh:
— Ne gibi istekleri var kızım?
— Acilen Sultan Şeyhmusa gidip, bir kurban kesmemizi istiyor. Bir de çok üşüdüğünü söyledi bir elbise istiyor.
— Tamam, kızım en yakın zamanda gideceğiz.
Yaşlı dede tekrar geri döndü. Melisa için siyah bir örtü getirmişti. Bu örtüyü taşıdığı sürece Fatma Nur’un kendisini rahatsız etmeyeceğini söyledi. Ancak, giderken de kesin bir dille ile uyarmayı da unutmadı:
— Baban ne kadar taş kafalı, gidin bir kurban kesin diyorum bu işi savsaklıyor. Bugün öğleden sonra mutlaka gidip kurbanı kesin.
Melisa Yaşlı dedenin sözlerini olduğu gibi babasına aktardı. Baba vaktin çok geciktiğini ileri sürerek ancak yarına gideceklerine dair Melisa’ya söz verdi. Ancak, bütün bu çabalara çok sinirlenen Fatma Nur ilk kez gündüzün ortasında elinde kanlı bir bıçakla Melisa’nın karşısına çıktı. Bıçağı yerdeki bez parçasıyla sildikten sonra Melisaya doğru fırlattı. Melisa, bağırarak babasının kucağına atladı. Bıçak evin sert zemininden sekerek odanın duvarına çarptı. Kız korkudan babasının kucağında baygınlık geçirdi. Onu zor bela ayıltılar. Ayılan kız Fatma Nur’un bıçakla kendisine saldırdığını söyledi. Baba bıçağın çocuklar tarafından odanın içine atıldığını söyleyerek korkusunu yatıştırmaya çalıştı. Ancak, Melisa yerdeki kanlı bez parçasını babasına göstererek, hayal görmediğini kanıtladı.
Babası bu bıçaklama olayı için Suriye’den Cemil ismindeki Şeyh ile görüştü. Şeyh o kanlı bez parçasını yıkamamalarını ve acilen çelik bir kasada muhafaza etmelerini söyledi. Memduh bunu öğrenir öğrenmez hızlıca eve geldi. Ancak, kanlı bez parçasında kandan eser yoktu. Anlaşılan Fatma Nur daha erken davranmıştı.
Memduh’un bu bitmek tükenmek nedir bilmeyen çözüm arayışlarına karşılık Fatma Nur’da gece boyunca Melisa’ya en ağır işkencelerden geçirdi. Kendisinin gitmesi durumunda daha kötü birilerinin yerini alacağını söyledi. Öldürdükleri kedinin çok çalışkan bir arkadaşları olduğunu onu öldürmekle büyük bir suç işlediklerini, hele cesedinin kanalizasyona atılmasının affedilemeyeceğini vurguladı. En kısa zamanda burayı terk etmeleri gerektiği zira burasının kendilerine ait olduğunu söyledi. Melisa bu mesajları da olduğu gibi babasına aktardı. Babası evin içinde yüksek sesle bağırdı.
— Karııı !! Madem burası sizin burada ev inşa ederken beni uyaracaktın. Ben bunca inşaat ve zamandan sonra, bütün bu çoluk çocukla nereye gidebilirim ki? Elde avuçta da bir şey de kalmadı. Senin yüzünden neyimiz var neyimiz yok harcadık gitti. Hepimizi öldürsen de hiçbir yere gitmeyiz burası bizimdir. ……………………lar bile beni buradan çıkaramadı, senin gibi bir karı karşısında pes edeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun!
Melisa:
— Baba
— Buyur Melis kızım
— Fatma Nur, evin salonunda büyük bir hazine olduğunu ve bunu çıkarmamamızı söylüyor. Çıkardığımız takdirde bütün ailemizi öldüreceğini söylüyor. Ancak bahçedeki ağacın yanında ikinci bir hazine daha var. Onu çıkarıp başka yerde ev yapmamızı ve bu evi de kendisine bırakıp yıkmamamızı istiyor.
Memduh, Fatma Nur’un kendisi ile dalga geçtiğini fark ederek, hiçbir yeri kazmayacağını ve evi de terk etmeyeceğini ifade ederek:
— Niye ölmüyor ki?
Cumartesi sabahı bütün çocukları arabaya doldurup Sultan Şeyh Musa-i Zuli Hazretlerinin türbesine gitmek için yola koyuldular. Hayvan pazarında bir kurban alarak kestiler. Şeyh Musa için de bir örtü götürdüler ancak orda ki görevliler restoreyi gerekçe göstererek örtüyü kullanamayacaklarını söylediler. Buna rağmen örtüyü onlara bıraktı.
Dönüşte duyduğu Şeyh Salih isimde birinin buna bir çözüm bulabileceği üzerine Midyat’a gitti. Orda ki Şeyh Salih bazı işlemler yaparak kendilerine zarar veren bütün cinleri öldürdüğünü söyledi. Bu da ona 500 TL’den fazlasına mal oldu. Denize düşen yılana sarılır misali çaresizdiler.
Aylar geçmesine rağmen Fatma Nur’dan ses seda çıkmadı. Kurtulmuşlardı. Kurtulmanın sevincine bir kurban kesip mevlit verdiler. Melisa’nın kendini toplaması ve olanları unutması için kardeşleri ile birlikte İstanbul’a akrabalarının yanına dinlenmeye gönderildiler.
Mayıs ayına girerken Memduh’un çocukları İstanbul’dan döndü. Melisa bayağı büyümüş ve kendini toparlamış gözüküyordu. İki yıldır okuldan da uzaktı. Oysa okusaydı önümüzdeki Eylülde altıncı sınıfa başlayacaktı. Oysa hala Karakuyu İlköğretim Okulunun 270 nolu 4/B sınıfı devamsız öğrencisi olarak gözüküyordu. Zaten 4.sınıfa hiç gitmemişti. Diğer kardeşleri gibi devamsız gösteriliyordu. Gerekçe olarak ise “Diğer sebepler” gösteriliyordu. Sebebini kimse bilmiyordu. Aynen Failli meçhuller gibi. Failleri nasıl herkes biliyorduysa bunun da sebebini herkes biliyordu. Ama işte diğer sebepler...
Uzun topuklu, sivri burunlu siyah botlu aşırı makyajlı, üstünde sadece bikini bulunan bir kadın içeri girdi. Melisa’nın karşısında durdu. Sivri burunlu botuyla kızın dizine öyle bir tekme vurdu ki. Kızın bağırması bütün evin içini doldurdu. Kemikleri param parça oldu sandı. Kadın evin yatak yorganlarının dizildiği duvara doğru yürüdü ve üst üste dizili bütün yatak, yorgan ve yastıkları ateşe verdi. Melisa ayağı kırılmış gibi yerinden kıpırdayamıyordu, bağırdı. Ev halkı yangına hemen müdahale ettiler ve üç dakika içinde yangın söndürüldü ama bu kısa süre içinde her şey kül oluvermişti.
Memduh’un Cep telefonu ekranında bir yazı göründü “Ben Monika burayı en kısa zamanda terk etmezseniz sizi ve her şeyinizi yakıp kül edeceğim” Mesaj herhangi bir telefondan gelmemişti. Telefonun tuşları kullanarak yazılmıştı. Bu olaydan kimseye bahsetmediler. Duyanlara da çocuklarının yatakları ateşe verdiğini söylediler.
Bir gün sonra gündüzün ortasında elektriklerin kesik olduğu bir saatte, bahçelerinde mutfak ve erzak deposu olarak kullandıkları oda da aniden büyük bir yangın çıktı. Öyle ki alevler kapı ve pencerelerden metrelerce dışarı fışkırıyordu.
Ev halkı yine yangına kovalarla müdahalede bulundu. On dakika içinde asla söndürülemeyecek yangın söndürüldü. Ancak, geride Hiroşima ve Nagazaki kalıntıları gibi bir enkaz kalmıştı. 650°C’de bile erimeyen Alüminyum kaplar on dakika içinde mum gibi erimiş yok olmuşlardı.
Gelen gideni aratır olmuştu. Memduh iyiden iyiye bu Monika’dan korkmaya başlamıştı. Bu kadının şakası yoktu. Şakasının olmadığını da bir sonra ki gün hayvanların kaldığı ahırı daha korkunç bir yangınla yakarak gösterdi.
Artık sıra kaldıkları eve gelmişti. 24 saat nöbet tutuyorlardı. Bu arada da yeni çözüm yolları aramanın içindeydi. İşte bunun için de Kızıltepe Ersoylu Mahallesinde ki Mele Cemil diye bir kişinin evine uğradı.
Adam kendisine bir muska yaptı ve bu saatten sonra hiç korkmaması gerektiğini söyledi. Ancak, Bahçelerinde bir hazine olduğunu ve onu çıkarmadıkça o cinlerden kurtulmayacaklarını ifade etti. Hazinenin olduğu yeri kazmalarını kapak görününce sihri iptal etmek için kendisini çağırmalarını söyledi.
Memduh azda olsa kendini güvende hissederek eve doğru yola çıktı. Kılduman köyünde vefat eden bir aile dostlarının taziyesine uğradı. Evde beklenen fırtınadan önceki sessizlik hâkimdi. Aniden beklenmedik bir şey oldu ve açık olan tavandaki soba bacasından içeriye bulutumsu bir alev süzülerek girdi. Bütün tavanı sis gibi kapladı. Birkaç saniye sonra o bulut alev topuna döndü. Kavaklardan ibaret tavan kirişleri, homojen bir şekilde ve çok kısa bir süre içinde kömürleştiler. Kapı ve pencereden metrelerce uzunlukta alevler fışkırmaya başladı. Memduh hala yoldaydı eve yetişmesine birkaç yüz metre kalmıştı. Monika, kaldıkları evi de işte ateşe vermişti. Hemen İtfaiyeye haber verildi, eve yetişince kadar her şey kül olmuştu. Bu yangın Melisa’nın tuttuğu günlüğü de kül etmişti. Kızıltepe Belediyesi İtfaiyesi beş dakika içinde gelip yangına müdahale etti. Sadece etti…
Memduh Görünmez düşmanlarla savaşmanın imkânsız olduğunu görünce evi komple boşaltıp göç etmeye karar verdi. Bereket versin ki yeni evlenen oğlunun bütün eşyaları Monika’nın kaldığı odadaydı. Bütün evi kül eden Monika kaldığı odaya dokunmamıştı. Zaten bu odada kaldığı içinde Hüseyin’i birkaç sefer Melisa aracılığı ile uyarmıştı: Yatağa aniden balıklama atlamamasını zira çocuklarının yatakta olabileceğini v.s gibi gerekçeler… Sıralamıştı.
Kızıltepe Merkez Jandarma Karakol’dan olay yeri inceleme ekibi gelip incelemelerde bulundular. Ama ne kanaate varabilirlerdi ki? Onlar daha çok sabotaj üzerinde durdular…
Komşu köylerden gelenler Memduh’u buradan taşıma hususunda zor bela ikna ettiler. Ancak, vefat eden kardeşinin çocukları da bitişik evde kalıyorlardı. Onlara şimdilik karışılmadığı için sadece Memduh’un evini taşımaya karar verdiler.
Daha kurtulan eşyalar araca konuluyordu ki Monika bitişik evi de ateşe verdi. Hemen müdahale ettiler. O evi de boşaltarak, baba ocağı Demirler köyüne taşındılar.
Memduh BOZDEMİR’İN eşi ve çocukları söz konusu evin içinde bulunduğu 38 dönümlük sulu araziyi satmak istiyorlar ama o yine de direnmekten, savaşmaktan ve satmamaktan yanadır.
İşte bu savaşma azmi ile Diyarbakırlı Şeyh Ali denen adamı 0536 767 7343 nolu telefonundan arayıp randevu aldı.
Kızı Melisa, eşi Harbo, yeğeni Zeynettin ve öğretmen Hasan Zamur’u da yanlarına alarak Diyarbakır yoluna düştüler. Bu adam az da olsa kafalarına yatmıştı, zira diğerleri gibi para da istememişti.
Adam Melisa’nın gözlerini bağladıktan sonra bir sürü dua okudu. Melisa kafasının aşırı derecede ağrımaya bağladığını söyleyince şeyh:
— İyi demek yola çıkıp geliyorlar.
Hemen sehpaya bir a4 kâğıdı koydu. Melisa, ölen kedi ile birlikte şuan içerde on iki kişinin hazır olduğunu söyleyince, şeyh kâğıda kalemle bir daire çizdi.
Melisa:
— Bir dede onları çembere aldı.
Şeyh Ali; onlardan Kelime-i Şahadet getirmelerini istedi. Şeyhin bu isteğini reddettiler. Zira Yahudi olduklarını ifade ettiler. Şeyh onları barıştırmak için bütün aşiretlerinin gelip hazır bulunmasını istedi. Aşiretlerinin 50 bin kişiden oluştuğunu ancak sadece 12 kişi gelebildiklerini, başkalarının da asla gelmelerinin söz konusu olamayacağını, zira barışmaya asla yanaşmayacaklarını söylediler.
Şeyh Ali’nin bütün çabalarına rağmen bir ilerleme sağlanamadı. Araziden ve kan davası gütmekten vazgeçemiyorlardı. Şeyh Ali; aralarındaki aşiret liderlerinin kenara çekilmesini diğerlerini yakacağını söylemesi üzerine, lider konumunda olan asla arkadaşlarını yalnız bırakmayacağını söyleyince, Şeyh kâğıdın alt kısmına bir çizgi çekti.
Melisa:
— Dede onların ayaklarını bağladı. Şeyh kâğıdın üst kısmına bir çizgi çekti.
Melisa:
— Dede onların ellerini de bağladı.
Şeyh kâğıdı yaktı.
Melisa:
— Dede hepsini yakıp kül etti. Dedi
Şeyh bir şeyler daha okuyarak o an hazır bulunan 12 kişinin kesinlikle yok edildiğini söyledi. Kız da onların yakıldığını gözleri kapalı olmasına rağmen gördüğünü söyledi. Şeyh şayet başkaları yoksa artık evlerine gönül rahatlığı ile dönebileceklerini söyledi. Telefon numarasını vererek aksi bir durumda kendisini aramalarını söyledi. Şeyhin yaptıkları onları hayretler içinde bırakmıştı.
***
Şeyh şimdi on iki kişinin katili olmuyor muydu? Bu dünyada yargılanmasa da öbür dünyada yargılanması gerekmiyor muydu? Bu adam bile bile nasıl katil olmayı göze alabiliyordu?
***
Memduh Bozdemir’in ailesi göç ettikleri Kızıltepe’den 3 km uzaklıkta ki Demirler Köyünde geçici bir evde kalıyorlar. Dönmeye çekiniyorlar. Melisa ise hala defter kalem tutmuş değil. Taşıma İhale Komisyonun Lanetli çemberi devam ediyor. Yeni Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet ÇUBUKÇU Melisa için acaba bir şeyler düşünebilecekler mi?
***
-----------------------------------------------
Memduh BOZDEMİR (Melisa’nın Babası ) : 0543 602 5789
Ahmet ASLAN (Karakuyu İlköğ. Okul Müdürü) : 0505 313 0661
Şeyh Ali (Diyarbakırlı cin avcısı şeyh) : 0536 767 7343
Hasan Zamur (Gençlik sporda öğretmen) : 0506 632 1697