Aç Aç

Aç Aç
Bütün askerler gazinoya “aç açı” seyretmeye giderlerken bende gitmemenin cezası olarak paspasları elime alıp tuvaletleri temizlemeye başladım. 10.08.2012 00:00
Sadece askerlik yapanlar okusun

         Bugün askeri karargâhımızda bir tuhaflık var. Akşam İçtiması olmadan bizi alel acele yemekhaneye aldılar.  Yemekler yendikten sonra doğruca içtima alanına gidiyoruz. Bütün takımlar yerlerini alarak sıra oldular. Herkes meraklı gözlerle birbirini süzüyor. Yoksa ufukta savaş mı gözüküyordu da kimsenin haber mi yoktu. Tekmillerden sonra Karargâh Destek Bölük komutanımız Erdoğan komutan konuşmaya başladı:

 

 — Bir haftadır geçti o melun Amerika saratoga uçak gemisinin “muavenetmuhribi” gemimize fırlattığı füzelerin tam isabet kaydetmesinin üzerinden. Tekrardan şehitlerimize Tanrıdan rahmet gazilerimize acil şifalar diliyorum.

 

Ve çok iyi biliyorum ki o günden beri hepinizin moralinin çok bozuk olduğu gerçeğidir. Bu bozulan moralinizi düzeltmek ve o feci kazanın olumsuz etkisini azda olsa azaltmak için bu akşam gazinomuzda sizler için bir “Aç Aç” konseri tertipledik. Biletler kantinde satılmaktadır. Konsere gitmek istemeyen varsa yerinde beklesin. Gidecekler kantine doğru marş marş…

 

  Doğruydu, bir hafta önce NATO Kararlılık Tatbikatında bölüğümüzün “muavenet muhribi”  gemisi Amerikan saratoga uçak gemisinden kısa aralıklarla fırlatılan iki adet Sea Sparrow füze ile tam köprü ve makine dairesinden vurulmuş. Bu saldırıda dört rütbeli, biri de er olmak üzere beş mürettebat şehit(!)  olmuş yirmi iki personel ağır yaralanmış, kimilerin eli kimilerin ayağı kopmuştu. Askerlerin bu olaya üzüldükleri hikâyeydi bilakis çoğunluğu ilk kez böyle üst derecedeki rütbelilerin ölümlerine için için sevinmişlerdi. Üzüldükleri varsa o da alt rütbedeki şehit ve gazi erler içindi. Diğerlerine kimsenin üzüldüğü yoktu. Bunları düşünürken. Sahada bir ben bir de Muşlu hemşerimden başka kimsenin kalmadığı şaşırarak görüyorum. Herkes büyük bir sevinçle kantinin yolunu tutmuş bile. Erdoğan komutan bize ters ters bakmaktaydı. Yanımda ki hemşerimin kulaklarına doğru fısıldayarak eğer giderse bu konuda kimseye hiçbir şey söylemeyeceğime dair yemin edince o da hızlı adımlarla kantine doğru koştu. Bir başıma kalmıştım. Bu yüzden Muşlu hemşerimin adını burada anmadan geçiyorum. Komutan etrafımda ha bire dönüp dolaşmaktaydı. Benden bir kıpırdama belirtisi görmeyince konuştu:

 

— Mardinli aç aça gelemezsen alacağın cezayı biliyor olmalısın?

— Her türlü cezaya razıyım komutanım.

— Cuma günü de Askeri mahkemeye çıkacak, firar suçu ile yargılanacaksın

— Ondan da haberdarım komutanım.

— Aç aça gelirsen mahkemede sana yardımcı olabilirim.

 

Sadece hayır manasında kafamı salıyorum. Ben bunca sene “aç açlara” gitmek için okumamıştım. Şeyh torunluluğu bir tarafa, gitmemek için en iyi gerekçem sanırım bilinçli bir inancımın olmasıydı. Mahkeme de yardım edecekmiş. Bana asıl lazım olan yardım mahkemeyi Kübra duruşmasında gerekliydi. Cuma gün ki askeri mahkeme için değil. O konuda yardımı Allah’tan bekliyordum.

 

İzmir Poligon Acemi birliğimizdeki dört haftalık acemi birlik eğitimi bitirdikten sonra yemin törenin ardında bizi bir haftalık dağıtım iznine göndermişlerdi. Üniversiteyle askerliği karıştırmışım. Bir hafta kalacağıma dört hafta kalıp, tüm devamsızlık haklarımı peşinen kullanarak askerliğimi dört hafta ekmişim. Beşinci hafta salana salana eski Foca’da ki usta birliğime gidip teslim olmuşum. Gitmişim gitmesine ama bunun üniversitedeki devamsızlıklara hiç benzemediğini askeri mahkemede firar suçuyla yargılanacağımı öğrenince anlamışım. En az dört ay hapis ve o yaptığım dört haftalık askerlikte yanacakmış. Anlaşılan altı aylık kısa dönem askerliğimi uzun dönem olarak yapacağım gibi gözüküyor. Bunları düşünürken komutanımız bana ilk cezamı da tebliğe başladı.

 

— Bu demektir ki, gösteri bitinceye kadar bütün WCleri temizlemeye paspaslamaya razısındır.

— Gitmemek için bütün memleketin WClerini temizlemeye razıyım.

— Dur daha bitmedi. Sen Ziraat Mühendisiydin değil mi?

— Evet komutanım

— Geçen gazino kapısındaki ağacın mantar hastalığına yakalandığını diğerlerine bulaşmaması için sen kesmeyi önermiş ve kesmiştim değil mi?

— Doğrudur komutanım, yoksa mantar diğer ağaçlara da bulaşacaktı.

 

Etrafımda bir iki tur daha attı. Aslında söz ettiği ağacın mantara yakalandığı yoktu. Ama Erdoğan komutan arabasını hep o ağacın gölgesine park ediyordu. Kuşlarda rahat durmuyor habire üstüne sıçıyorlardı. Olan Muşlu hemşerime oluyordu. Neredeyse her gün bu kuş sıçmaları yüzünden dayak yemekteydi. Arabayı iyice temizlemedi diye, bütün askerliği kuş nöbeti tutmakla geçecekti nerdeyse. Ama işte bazı inatçı kuşlar bu nöbetlere rağmen sıçıyorlardı arabaya. Hemşerimi o işkenceden kurtarmak için ağaca mantar hastalığı bulaşma hikâyesini uydurmuş, numara tutunca da verilen emir gereği bir Pazar günü ağacı dipten kesmiştim. Komutan düşünceli düşünceli birkaç tur daha attı.

 

— Gazinonun kapısındaki şu kurumuş koca ağacı görüyor musun?

— Görüyorum komutanım

— Ona da mantar hastalığı bulaştığı için kaç yıldır kurumuş durumda. Diğer ağaçlara da ondan bulaşıyor olsa gerek onu da bu akşam gövdesinden keseceksin.

— Emredersiniz Komutanım

— O zaman görev başına marş marş

 

Bütün askerler gazinoya “aç açı” seyretmeye giderlerken bende gitmemenin cezası olarak paspasları elime alıp tuvaletleri temizlemeye başladım. O kadar da kirli değildiler. Kısa sürede bir iki bölüğünün WClerini temizlemiştim bile. Gazinodaki ıslık sesleri dışarıya taşıyordu. Yüksek ses ve tempolu tezahüratlar bütün askeri birliği sarsıyordu adeta.

 

— Aç aç, aç aç, aç aç!

— Açamaz, açamaz, açamaz…

 

Bu sesler en uzak nöbetçi kulübelerine dahi ulaşıyordu. WClerin temizliğini bitirirken az da olsa biraz yorgunluk atmak için sırtımı duvara dayayıp kısa süreliğine nefeslenip/dinleniyorum. Bütün kışlanın WClerini yıkamak ve paspaslamak meğer o kadar da kolay değilmiş. Birden karşıdaki duvarda karıncalanma görüntüler belirmeye başladı. Gözlerimi kapadım/açtım görüntüler kaybolmadı. Gazinonun içi olduğu gibi karşı duvarda gözlerimin önündeydi. Ön sırada/protokolde bütün siyasi parti genel başkanları ve kuvvet komutanları vardı. Arkalarında gazeteciler, milletvekilleri, şehit anaları, STK temsilcileri oturmuşlardı. Onlarında arkalarında askerler ayakta heyecanla izliyorlardı. Sanki şapka inkılâbı yeni olmuş gibi herkesin başında bir şapka ya da kep vardı. Sahnede kadın mı erkek mi olduğu beli olmayan yarı çıplak yeşil bikinili bir travesti/lolita duruyordu. Yeşil bikinisi iktidar partisine bir jesti olmalıydı. Birden protokolün sağ tarafından oturanlar tekrardan yüksek bir tempoyla bağırmaya başladılar.

 

— aç aç, aç aç, aç aç!

 

Tuhaf bi şey, “aç aç” diyenlerin içinde gazeteciler, sağ parti liderleri, kimi komutanlar ve DTP başkanı Ahmet TÜRK’te vardı. Ahmet TÜRK askeriyedeki bir eğlenceye gelmiş olması kafamı alak bulak etmişti. Ama işte gözlerimin içine baka baka sağında ve solunda ki yüksek rütbeli komutanlarla beraber tempolu bir şekilde “aç aç” diyordu.

 

Hemen protokolün solunda ise kimi komutanlar, CHP ve MHP liderleri yan yana oturuyorlardı. Onlarında arkalarında birkaç gazeteci ve gazete patronu ile STK temsilcileri vardı. Onlarında avazları çıktığı kadar tempolu bir şekilde bağırıyorlardı.

 

— Açamaz! Açamaz! Açamaz!…

 

Bu açamazları bile sanki “aç aç” der gibiydi. Ama birbirlerine çok sert bakışlarla süzüyorlardı.  Bereket versin ki tam ortalarında Cumhurbaşkanı ve meclis başkanı oturmuştu. Yoksa karılar gibi saç baş yolmalar işten bile değildi. Nihayet sahnede ki lolita ısrarlara dayanamamış, yemyeşil bikinisini yavaşça çıkarmaya başlamıştı bile. Bununla beraber “aç aç” sesleri ile “açamaz açamaz” sesleri birbirine karışmıştı. Herkes başındaki şapkasını/kepini sağ eline almış sahneye fırlatmaya hazır pozisyonda bekliyorlardı. Çoğunluk ayağa kalkmıştı bile. Sahnedeki lolita elinde yeşil kilotunu salarken herkes oflaya poflaya yerine oturmuş kepleri tekrardan başlarına geçirmişlerdi. Meğer yeşil kilotun altında bir kırmızı kilot daha çıkmıştı. Lolita açmamıştı. “aç aç” çiler hayal kırıklığına uğrarken sol taraftakiler gururlu bir şekilde haklı olduklarını ilan edercesine “açamaz açamaz” diye tekrardan tempo tutturmuşlardı.

 

Birden DTP başkanı Ahmet TÜRK ayağa kalktı. Sağına soluna ve arkasındaki herkesi tek tek süzdü. Ve sahneye döndü. Türkiyem artık aç önünü, Bu iş bir bitsin ikinci günde Allah canımı alsın` deyince. Sağ taraftan büyük bir alkış tufanı koptu. Bu sözlerden sonra sahnedeki Lolitanın adını Türkiye olduğunu da öğrenmiş oluyordum. Hala kırmızı çizgili kilotu ile sahnede tepinip duruyordu. Birden başbakan yardımcısı ayağa kalktı, o da Ahmet TÜRK gibi her tarafa göz gezdirdikten sonra konuştu “Ahmet TÜRK’ün  bu feryadını duyalım, bu sözü çok önemlidir, çok manidardır. Böyle bir duayı hiç kimse kolay kolay yapmaz” diyerek yerine oturdu.  Ondan hemen sonra sağ tarafta oturanlar tempoyla “aç aç” diye bağırmaya başladılar.

 

Birden Deniz BAYKAL ile Devlet BAHÇELİ hışımla beraber ayağa kalktılar. Birbirlerinin gözlerine baktılar. Bahçeli sen daha yaşlısın der gibi Baykal’a konuşmasını söyleyerek yerine oturdu. Baykal sahnedeki lolitaya parmağıyla ya benimsin ya toprağın dercesine “bizim kırmızıçizgilerimiz vardır. Yok, sayamazsınız, çıkarıp atamazsınız. Çiğnetmeyiz. Açtırmayız çözdürmeyiz.” Diyerek yerine oturdu.

 

Hemen Bahçeli ayağa fırladı, sağ tarafta oturan MGK üyeleri dâhil herkese “Siz ihanet içindesiniz Türkiye’m kırmızıçizgilini çözme! Yere atma! Çiğnetme! O onurumuzdur çiğnetmeyiz çözme çözülme!” o kadar yüksek sesle bağırmıştı ki sesi kısılmıştı. Oturmasının ardından sol tarafta oturan herkes tempoyla “açamaz açamaz” diye bağırmaya başlamıştı. Bahçeli sahnede ki Lolitaya Türkiye’m demişti, yoksa onun gizli kapatması mıydı da kimse bilmiyordu.  Lolita iki koluna açarak sağ tarafta ki sahneye doğru yaklaştı. Ahmet TÜRK saygıyla ayağa kalktı önünü ilikledi saygı ifadesi olarak biraz eğildi. Tam o sıra da Devlet bahçeli ok gibi yerinden fırladı. Ahmet TÜRK ile Lolitanın arasına girdi. Lolitaya yalvarırcasına konuştu.

 

—Türkiye’m güvenme ona! Sen onu tanımıyorsun, senden önce de Türkiye evladım diye ona/onlara kucak açarken onlar bu anne şefkatine ve sevgisine kurşunla karşılık vermişlerdir. Sen öldürülen ikinci Türkiye olma! Sesi o kadar kısılmıştı ki Kurtların uluması gibi çıkıyordu.

 

Sağ tarafta ki protokolde oturanlar bu söze çok içerlemiş olacaklar ki biri hışımla ayağa kalktı “Sen arkanda oturan birkaç apoletliye güvenerek burada kurt gibi uluyorsun. Asıl uluman gereken yer meclistir. Mecliste niye kuzu oluyorsunuz.” Bu sözlerin ardında sağ taraftan tekrar yüksekçe bir tezahürat dalgası geldi. Arkadan yükselen ıslık sesleri salonu doldurmaya başladı. Birden herkes tekrardan şapkasını/kepini eline aldı. Anlaşılan sahnedeki kırmızıçizgili olduğuna bakmadan bir kere daha soyunuyordu. Bu arada “aç aç” sesleri “açamaz açamaz” seslerini bir hayli bastırmıştı. Lolitanın parmakları ucunda kırmızçizgili iç çamaşırı pervane gibi döndürmesine rağmen, heyecanla ayağa kalkanlar oflaya puflaya tekrar yerlerine oturmaya kep ve şapkalarını tekrardan başlarına geçirmeye başladılar. Sahnede ki Lolita, üzerinde artık sarı renkli bir kilotla tur atmaya devam ediyordu. Bunu gören sol taraftakiler, kırmızıçizgili çamaşırın çıkarılıp atılmasına üzülmelerine rağmen altında sarı renkli bir iç çamaşır daha çıkmış olmasına sevinmiş olacaklar ki tekrardan tempo tuttular “açamaz açamaz” bu üst üste giyilen (yeşil-kırmızı-sarı) iç çamaşırlardan herkes rahatsız olmaya başlamış sabırlar tükenme noktasına vardırmış olmalı ki, bu duruma çok sinirlenen başbakan birden ayağa kalktı.

 

— Bazı dostlarımız sağ olsunlar bize akıl veriyor. Diyorlar ki `Onlarca yıldır çözülemeyeni sen mi çözeceksin Tayyibciğim?` Bana, `Çözemezsin, senden öncekiler çözemedi sen nasıl yapacaksın? Ertele, sümenaltı yap, görmezden gel` diyorlar.

 

Biz ise `Hayır` dedik. Biz milletimizden yetkiyi bu şartla aldık. Bu omuzlarımızdaki emaneti milletimizden aldık. Milletimize hayal kırıklığı yaşatamayız. Bütün engellemelere rağmen üzerine cesaretle gidiyoruz. Sonuna kadar gideceğiz, çözeceğiz`` 

 

Başbakanın bu sözleri üzerine kendini coşkuya kaptıran salondakiler büyük bir ses ve tempoyla “aç aç” “çöz çöz” diye tutturmaya başladılar.. Artık “açamaz açamaz” sesleri pek işitilmiyordu. Bu istekler karşılıksız bırakılmazdı ve Lolita sarı iç çamaşırın iplikleri ağır ağır çözmeye başlayınca herkes birden ayağa fırladı. Kepler şapkalar havada uçmaya başladı. Sahnedeki Lolita havada yakaladığı şapka ve kepleri kutsal yerlerine sürdükten sonra onlara geri atıyordu. Arkadaki askerler artık sandalyeler çıkmış duvarlara tırmanmaya başlamışlardı. Yavaş yavaş sahneye yaklaşıyorlardı. Önlerinde ne var ne yok gözleri göremez olmuştu. Ellerindeki keplerini kutsamak ve Lolitaya ulaşmak için önlerinde ne var ne yok ezip geçiyorlardı. Protokoldekilerin çoğu ayağa kalkmaya ve dışarı çıkma fırsatını bulamadan bu azgın asker dalgasının ayakları altında kalıp ezildiler. Şapkalar atılıyor, kutsadıktan sonra onlara geri veriliyordu. Artık sahne o kadar kalabalıklaşmıştı ki Lolita aralarında kayıp olmuştu, sahne arı kovanı gibiydi.

 

Görüntüler yavaş yavaş sönükleşince elimde paspas olduğunun farkına varıyorum. Kendi kendime “delirmeden bu tuvaletten çıkmalıyım.” Diyerek dışarı çıkıyorum. Gazino hala gürültüden adeta sarsılıyor. Dışarıda mehtap var. Tuvaletleri bitirdikten sonra yangın köşesinden en keskin baltayı alıp söz konusu ağaca doğru ilerliyorum. Ağaç asırlık bir çınar, üzerinde kimlerin adı kazılmamış ki, Osmanlıdan kalma Arapça yazılar bile var. Üzerinde binlerce kalp işareti, sevgili ismi ve aşk sözleri, bu ağacı kesmek imkânsız gibi bir şey, çapı birkaç metreden fazla, elektrikli testere ile ancak bir günde kesilebilir. Ben bu balta ile bu akşam nasıl kesip becereceğim ki. Allah’tan bana yardım etmesi için dua ediyor gözlerimi gökyüzüne çeviriyorum. Yıldızlar ve ay pırıl pırıl parlıyorlar. Birden aklıma Hz. İbrahim geliyor. Herkes panayıra giderken O elinde balta ile geride bir başına kalmıştı. Bu bana ilham kaynağı oluyor. Ağacı kesmekten vazgeçiyorum. Baltayı en yakın ……’a sallayarak işe koyuluyorum. Kısa sürede tümünü kırıp param parça ediyorum. Tören alanına koşuyorum orada da büyük bir …… var. Baltayı onun boynuna asıyorum.

 

Sabahın ilk ışıkları ile korkunç gerçek anlaşılmış olacak ki, kırmız alarm çaldı. Yataklardan fırlayıp saniyeler içinde giyinip tören alanında büyük büstün önünde hazır kıta sıra oluyoruz.  Dün gece ki izdihamda Deniz BAYKAL, Devlet BAHÇELİ ve bir sürü komutan ve gazeteci “aç aç”a hücum eden erlerin ayakları altında ezilmiş can vermişlerdi. Askerler kendi aralarında bu büyük acıyı unutmak için bir sonraki aç aç tarihini tahmin etmekle uğraşırlarken. Nihayet beklenen kişi RTE geliyor. Bütün rütbeliler hazır kıta bekliyor. Baltayı boyuna astığım heykele bakıyorum aman tanrım başbakanla tıpa tıp aynı. Bu başbakanın heykeli…

 

Sinirler çok gergin korkudan tirtir titreyen rütbeliler var. “Kim bu küstah? Onu bulup cezalandıralım, Her kim ise, yaptıklarını yanına bırakmayalım. Bu işi olsa olsa dün akşam aç aça gelmeyenlerden biri yapmıştır. Aç aça gelmeyenler bir adım öne çıksınlar. Bir başıma bir adımla öne çıkıyorum. Öne çıkmamla beraber başbakanla göz göze geliyorum. Onu ilk kez bu kadar yakından görüyorum. Bana soru sorulmasına fırsat verilmeden parmağımı başbakanın büstüne işaret ederekten “mutlaka o yapmıştır.” Başbakan gözlerini benden çevirerek gökyüzüne dikiyor. O an jetonlarım düşüyor bu adam imam hatip mezunuydu ne demek istediğimi anlamış olmalıydı. Birden eline bir megafon alıyor. Hunisini kulaklarıma yapıştırarak çok yüksek bir sesle bağırıyor.

 

— İspat edemezsen namertsin. Senin kılavuzun kimdir bilemem, eğer açıklamıyorsan tarih de seni affetmeyecektir, ben de.

 

Kulaklarımın zarı patladı, artık söylenenleri duyamaz olmuştum sadece dudak hareketlerini görebiliyordum. Aman tanrım sağır olmuştum. Askeri mahkeme günüm gelmeden. 600 yataklı Güzelyalı Askeri Hastane bana artık askere elverişli olmadığıma dair bir kağıt vererek memlekete geri gönderdi. Mahkeme otomatikman düştü. Beni kulaktan çürüğe ayırmışlardı. İrkildim…

 

Yataktan fırladım gece boyunca izlediğim televizyonu açık unutup uyumuşum. Gerçekten de ekranda başbakan vardı. Söylediği sözleri bir daha bir daha tekrar ediyordu. “Ben hangi karanlık odalarda kiminle konuşmuşum eğer bunu ispat etmezsen namertsin” diyordu.

 

Kalkıp televizyonu kapadım saatte baktım sabah ezan çoktan okumuş olmalıydı. Neredeyse namazı kaçırmak üzereyim. Alel acele abdest alıp iki rekâtlık sabah namazına duruyorum.  Duruyor durmasına ama aklım gördüğüm rüyada kilitli kalmış. Namazın ortasında kaçıncı rekâtta olduğumu bir türlü hatırlamıyorum. Namazı baştan alıyorum ama az ilerleyince yine rüyanın içine dalıyor nerede kaldığımı unutuyorum. Kaçıncı kezdir namazı tekrar baştan alıyor ama yine unutuyorum. Neredeyse güneş doğacak ama ben hala iki rekâtlık namazı bitirebilmiş değilim. Seccadenin ucuna bir kırmızı bir mavi kalem bırakıp namaza yeniden durmaya başlıyorum. İlk rekâtta mavi kalemi alıp cebime koyuyorum. İkinci rekâtta kırmızı kalemi alıp selam veriyorum...

     

 

Mahmut Semen
Kızıltepe
07/09/2009

 

Diğer Hikaye haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.