Her gün işe
giderken sağımızda solumuzda ne var ne yok görebiliyor muyuz gerçekten. Hemen
yolumuzda her gün geçtiğimiz o çok bildiğimizi sandığımız neredeyse her
metrekaresini ezberlediğimizi düşündüğümüz yolumuzda bulunan bir ağacın aslında
ne ağacı olduğunu dahi hala bilmiyoruz belki de. Yolumuzun üzerinde bulunan ve
her gün önünden geçtiğimiz bir evin rengini, belki de dökük penceresini hiç
fark etmemişizdir.
Yada kaldırımın
kırık taşını hiç fark etmedik aslında. Kapı komşumuzun o tatlı mı tatlı
çocuklarının göz rengini hangimiz hatırlıyoruz. Yolda gördüğümüz zaman selamdan
başka kendisine bir şey vermediğimiz insanların günden güne değişimini fark
edebiliyor muyuz? Ne zaman en yakınımıza sokulmaya çalışan bir kedi yavrusunu
sevdik. Ya sokaklarda yaşam mücadelesi veren köpekleri görüp görmezden
gelmedik. O kadar dalmışız ki işimize, kendimize en son ne zaman vakit ayırdık.
Şu işler ah birini bitirirsiniz bir diğeri başlar hatta biri bitmeden diğeri
başlar çoğu zaman. Çekler, senetler, ödemeler, tahsilatlar, peşin satışlar,
bitirilmemiş duvarlar, sıvanmamış tavanlar, döşenmemiş fayanslar, kablolar, prizler,
hard diskler, kalemler, kitaplar, öğrenciler, sebzeler, gübreler, müşteriler,
memnuniyetler, şikayetler, vesaireler vesaireler ve yine vesaireler.
İşte bizim hayat dediğimiz ne kendimize ne de
bir başkasına vakit ayıramadığımız hayatımız. Kime sorsanız para lazımdır nakit
olursa gayet iyidir. Herkesin ödemesi gereken borçları vardır. Kimse borçsuz
değildir. Nedense darphane hiç durmadan para bastığı halde hala birilerine
lazımdır ve onu elde etmek için var gücü ile çalışmakta düşünmekte çalmakta
hortumlamaktadır ama bir türlü yetmemektedir. İşte bazılarımıza göre hayat
budur. Parası olan mutlu olur(!) para her kapıyı açar çünkü…. Sonra birileri bu
adına para dediğimiz şeyi elde etmek için her şeyi kullanmaya başladı
insanların elinde tek kalan maneviyat vardı artık o da yok satılığa çıkardılar
çünkü artık o da para etmeye başladı artık o da madde oldu maddi oldu maddenin
getireni oldu. Paranın saadet getirmediğini, Türk filmlerinin repliklerinden
duyduğumuz zaman gülüyoruz sadece.
Eskiden film
seyrederken aşka sevgiye ve mutluluğa önem verirdik, onları haklı görür her
şeyi madde olan Erol Taş abimize sinirlenirdik, televizyonumuzun karşısında ona
dilimize geleni söylerdik belki de. Şimdilerde hilebazlar uyanıklar ve elinde
silah sağda solda birkaç kadın dostu olan katiller daha haklı daha karizmatik
daha çekici geliyor bize, bazılarımız ucunu kaçırıp onlara benzemeye bile
çalışıyorlar.
Katil onlar Allah
aşkınıza kime benzemeye çalışıyorsunuz siz?.
Ne yapmaya
çalışıyorsunuz?.
Aslında bizim tek
bir şeye ihtiyacımız var şöyle kafamızı kaldırıp etrafımıza bakmak. Ama öyle
boş boş değil aksine dolu dolu bakmak, kaldırımdaki kırık taşı görmek, her gün
yanından geçtiğimiz ağacın yanında durup şöyle biraz oksijen solumak dallarının
arasında şarkı söyleyen kuşları seyretmek.
Bize usulca
sokulan kedicikler için evden yanımıza aldığımız azıcık ekmeği onlara vermek.
Komşu çocuğunu gördüğümüz zaman şöyle biraz onunla konuşmak başını okşamak
gözlerinin içine bakıp bu gün ne yapıyorsun diye sorup onu dinlemek.
Eşimizi çocuğumuzu yanımıza alıp onlara
gerçekten vakit ayırmak... O bağımlısı olduğumuz sihirli kutudan uzaklaşmak.
Çimlere yatmak yeşille buluşmak... Yeşil yok memlekette diye mızmızlanmak
yerine bir ağaç dikmek.
Tarlalarına
gereğinden fazla su veren ve yolları bozan çiftçileri uyarmak... İnsanları
bilinçlendirmek için bir şeyler yapmak. Her gün yeni beton blokların yükseldiği
güzelim memleketimize her gün yeni bir ağaç kazandırmaya çalışmak. Belki de
paradan daha mühim olan şeyler bunlardır ve daha niceleri üzerini siz
tamamlayın.
Ne dersiniz?….
Muhammed Ali
ELALMIŞ