HDP adaylarını tanıtım konvoyları, yukarıdan el
sallayan ve zafer işareti yapan şanslı kurnaz adaylarını canı gönülden
alkışlayan ve zafer çığlıkları atan mazlum Kürtlerin sevinçlerine sahne oluyor.
Almanya’da milletvekili olmuş, yetmemiş Avrupa Parlamentosu milletvekili olmuş
o da yetmemiş bu sefer TBMM milletvekili olmuş bir aday kahraman edasıyla
gülücüklerle zafer işareti yapıyor. Bir kez daha milletvekili olacak. Cebinde
beş kuruşu olmayan mazlum Kürt üç maaş alabilmeyi kotarmış ve milletvekilliği
emekliliğini garanti etmiş bu tip adayları kendini en iyi temsil eden olarak
gördüğü için cansiperane alkışlıyor. Hani Türk tarihinde mankurtlaşmış
şahıslardan bahsedilir ya! İşte kurnaz adam (‘adam’ sözcüğünü hem erkek ve hem
de kadın anlamında kullanıyorum) heyeti bizleri sorgusuz sualsiz kendine biat
etmiş olarak görüyor, aslında bu böyle de olmuş. Her daim HDP geleneği sanki bu tip adayların
davasını sanki devletin yüksek maaşı değilmiş gibi sanki onlar sadece demokrasi,
insan hakları ve özgürlükler savaşçılarıymış gibi bize onları algılatıyor.
Böylesi illüzyon ve manipülasyonun kökleşmiş olması Türk demokrasi rejiminde
olan yanlışlığın ve haksızlığın uzun yıllar sürmesine neden oluyor.
Bugün tek adam rejimi diyor ya HDP, işte eğer
böyle bir rejim varsa bunun sorumlusu sadece iktidar partisi değildir, en büyük
sorumlu HDP ve diğer siyasi partilerdir. Eğer böyle tek adam rejimi inşa
ediliyor iddiasında ve savunusunda ise neden bunu fark ettiği zaman-hiçbir şey
yapamadığını gördüğünde-milletvekilliklerinden istifa edip sineyi millete
dönmedi. Tabii eğer böyle bir iddiaya diğer partiler de (CHP, MHP) zaman zaman
katılmışsa onlar da geçen dönem milletvekilliklerinden neden istifa edip Ak
Parti’yi tek başına parlamentoda bırakmadılar? Demek ki böyle bir iddia usulen
ve seçmenini kandırmaya yönelikti.
Devletin
yüksek maaşı ve emeklilik maaşı daha cazip geldi vatan millet aşkından.
Eğer iddialarında samimi olmuş olsalardı Meclis’te
tek başına kalmış Ak Parti ne yapabilirdi, bugün bunlar olur muydu? Tabii ki bu
tür kararlara karar verenler yurttaşlar değil, gücünü anayasa ve yasalardan
almış olan siyasi partilerdir. Bunun sorumluluğu onlara aittir. Eğer bugün
beğenmediğiniz, hatta tehlike saydığınız ya da olumlamadığınız bir durum varsa,
bunun sorumluluğunu salt iktidar partisine yüklemek doğru değildir. Bunun
sorumlusu tüm siyasi partilerdir. Bu beğenmediğiniz durum içinde en çok ta
sizlerin, muhalefet partilerinin sorumluluğu vardır.
Bu dönemde HDP tıpkı diğer partiler gibi
milletvekili olmak istiyor ve bu makamlara daha önceden kararlaştırdığı
kişileri getirmek istiyor. Önceden aday yapılacakların dışındaki aday adayı
başvuruların hiçbir belirleyici yönü yoktur. Boş başvurulardır, adeta sadece
başvuru yapanlar olarak vardırlar. Acaba illerde toplanan başvuru dosyaları
Ankara’da komisyon önüne gitmiş midir? Cenneti adeta vaat eden HDP kadın erkek
eşitliği adına kendi grup kadın arkadaşlarını ve medyada haber olmuş erkek ve
kadınları Meclis’e götürmeye kararlı. Onun için Sur yıkımında en son tutuklanan
bir kadını sırf haber yapıldı ve konu çokça işlendi diye aday yapıyor. Eğer
Sur’da evi yıkılan kadınları ya da tutuklananları, Roboski’de ölenlerin
akrabalarını, Gezi vb eylemlerde polis kurşunlarıyla ölenlerin akrabalarını,
her bombada ölen yurttaşların yakınlarını ve her medyaya yansımış (KHK ile
mağdur olanlar dahil) haksız uygulamaya maruz kalanı bir milletvekili yapacak
olursanız bir değil onlarca Meclis’e ihtiyacınız var. Yıllarca sadece saf ve
naif düşüncelerle mücadele etmiş olanlara ahdı vefa gösteremezsiniz.
Siz ayrıca bilmem farkında mısınız, tıpkı tek
parti dönemindeki uygulamalar gibi davranıyorsunuz: Siirt’e bir Mardinliyi,
Van’a bir İstanbulluyu, bir Diyarbakırlıyı aday yapıyorsunuz. Diyarbakır’a bir
Elazığlıyı belediye başkanı uygun görüyorsunuz. Hayatında bu illeri
görmeyenleri o illere milletvekili ya da belediye başkanı yapmak yerel, ulusal
seçimler ve uluslararası demokrasi anlayışıyla nasıl izah edilir? Siirt’te,
Mardin’de, Diyarbakır’da bir Siirtli, Mardinli, Diyarbakırlı bulamadınız mı?
Tabii ki bir değil binlerce insan bulunur. Ama siz kendi arkadaş grubunuza iş
bulma anlayışınızdasınız. Bu sefer de boşta kalmasın buradan vekil olsun
anlayışıdır bu. Aslında bu uygulama o illere bir hakaret niteliğindedir. Yazık!
Oyuncu, yazar, gazeteci ve protestolarda sık sık
yer almış birileri adı sosyal medyada çokça geçiyor diye aday yapılıyor.
Adaylar adeta bir HDP yöneticileri ve şöhretler (!) karmasından oluşuyor. Bu
haliyle HDP bir Ayşe Öğretmen, Ahmet Doktor partisi olabilir. Bu parti asla
Filistin direnişinde tekerlekli sandalyesinde bacakları kopartılmış Fadi Abu
Salahları içinde barındıramaz. Çünkü o İsrail askerlerine taş atarken
öldürülürken de ayakları koparılırken de Hamas ya da El Fetih’ten milletvekili
olmak için bu direnişe katılmamıştı. Bizdeki eylemcilerin (aktivistlerin) sol
kolu da sağ kolu da parlamento ya da parlamanterler olma iddiasında oluyor.
Fadi Ebu Salah tipi eylemciler ‘fedai’ denilen maddi menfaat uğrunda olmayan ve
sadece haklı bir mücadelenin insanlarıdır. Ebu Salah milletvekili maaşı için
ayaklarını kaybetmedi, canını da öyle! Saygı ile anıyorum! Bizde ise bu gidişle
çok ‘vekil’ çıkabilir ama tek bir ‘veli’ çıkmaz!
HDP misyonu asla benim, sizin, onun ezilmiş
annesinin, eşinin, kız kardeşinin partisi olamaz. Çünkü hiçbir zaman bunlar milletvekili
olmayacaklardır. Onların yerine hep aynı kadınlar milletvekili, belediye
başkanı, başkan, eşbaşkan, sivil toplum kuruluşlarında eşbaşkan, yönetici
olacaklardır. Aynı durum aynı erkekler için de söz konusudur. Bir gün
milletvekili, diğer gün genel başkan, başka bir gün eşbaşkan, başka bir gün bir
sivil kurumun eşbaşkanı ve başka bir gün belediye başkanı yapılıyor! Allah
bilir sırada daha başka hangi görevler var(!)
HDP bu haliyle aslında en milliyetçi Türk
partisidir. Bu böyle olmasına karşın Türkler ve Kürtler tarafından Kürt partisi
şeklinde algılanmaktadır. Oysa son tahlilde HDP, MHP-BBP’den dahi daha fazla
Türk ve bir bakıma Türkçü bir partidir. Çünkü sistem kendi bekası açısından
haklı olarak Kürt oylarını bu misyon içinde tutarak rejimi garanti altına
almaktadır. Kürtler kendi partilerine oy verdiklerine inanmaktadırlar. Türkler
de korkuyla sadece Türk gördükleri siyasi partilerde yer alırlar. Bu çok yanlış
ve demokrasi açısından doğru kabul edilecek bir durum değildir. Bu böyle olunca
da sistem kendine tehlike yaratabilecek durumları bir taraftan yok ederken
diğer taraftan HDP misyonu içinde kurnaz adam iktidarı oluşuyor. Kurnaz adam
devlet, sınır, iktidar karşıtlığı söylemine rağmen devleti idare etme görevi
dahil bu ülkenin elit 600 kişisi içinde yer almayı becerir. Bunu da bedel
ödemiş mücadele etmiş, kahramanlar (!) kadrosu şeklinde yansıtmayı da becerir.
Buna ancak şapka çıkarılır(!) Ne diyelim?
HDP geleneği ve misyonu Türk sol-sosyalist hareket
ve partilerini de Cyriza’laştırır. Bu kervana Kürt partileri ve hatta Kürt
komünisti olduğunu iddia edenler de katıldı. Komünist olduğunu iddia edenler
dahi “temsil” adı altında milletvekili
olma sevdasına kapıldı. Bu dönemdeki ittifak arayışlarında hakkını vermek
gerekirse en ilkeli siyaseti HAKPAR yapmıştır. Federasyonu savunan bir parti
olarak kendi ilkelerine ters düşen bir ittifaka yanaşmamıştır. Bu karar
kendisinin bildiği ve sorumlu olduğu bir durum olmakla beraber ben de bu
kanaati uyandırmıştır. Bağımsızlık,
federasyon, eyalet vb sistemleri benimseyenler ise ilkelerini milletvekilliği
kontenjanına bağladı. Bu durumu betimleyen bir karikatüre hâlâ rastlamadım.
Sol-sosyalist ya da komünist ilkelerden çok milletvekili olmak için ittifak
denen aslında halkın değil de bir avuç kurnaz politikacının milletvekili olma
çabasıdır yapılan.
Acaba milletvekilliği maaşsız olunsaydı, ya da en
fazla bir öğretmen maaşına ve emekli haklarına denk gelecek özlük hakkı olsaydı
milletvekilliği bu kadar cazip olur muydu?
Sol-sosyalist-komünist-dindar-muhafazakâr ya da milliyetçi olan insanlar
ilkelerini böylesine çiğnerler miydi?
HDP milletvekilliği kontenjanını ittifak ya da
bileşen adı altında Türk solu veya Kürt hareketlerine vermekle sosyalist
partileri kendi ilkelerinden vazgeçirip Yunanistan’daki Cyriza, İspanya’daki
Podemos hareketlerine döndürmektedir. HDP misyonu tabanı ve halk desteği
olmayan sadece tabela şeklindeki Türk ve Kürt parti ve hareketleri mazlum Kürt insanının
oyuyla her dönem parlamentoya taşımaktadır. Bu Kürtleri (İsmail Beşikçi’nin
deyişiyle) HAMAL yapmaktadır. Kendi oyuyla vekil seçtiğini sanan ama başına şef
ya da adeta sömürge valisi gibi bir amir getirme işinin hamallığı
yapılmaktadır. Bu adeta böyle bir durumdur. Mazlum Kürtler ve Kürtler tabii ki
parlamento dışında kalmaktadırlar. Tuhaftır ki bir komünistin sosyal
demokratlığı bile tartışılır bir siyasi partiden milletvekili olma durumunu
açıklamak siyaset bilimi açısından oldukça zordur. Milletvekili olabilmek için
ittifak veya bileşen olma durumu nasıl izah ediliyor, bilemiyorum. Nereden
bakarsanız bakın ilkesizlik ve çıkar gözetme!
Bileşen dedikleri ve ittifak yapılan durumla
ilgili bir iki söz söylemek isterim. Türk solu denilen siyasi partilerin
seçimlerde en fazla oyu alanı eski Maocu-milliyetçi İşçi Partisi geleneği,
günümüzde milliyetçi versiyonu Vatan Partisi’dir. Bu geleneğin oyu dahi yüzde
sıfırlar oranındadır. Yüzde bir dahi değildir. Cumhurbaşkanı adayları dahi yüz
bin sayısına CHP ve diğer siyasi partilerin yardımıyla ulaşabilmiştir.
İnternete (sosyal medyaya) bileşen bazı sosyalist partilerin Türkiye geneli üye
sayıları düştü, birkaç yüz civarıydı. Milletvekilliği kontenjanı kapanlar
tarafından önemli olan sayı değil, önemli olan zihniyet (ideoloji) babında
söylemler söylendi. Eğer bu böyle olsaydı on yıllardır Türkiye ve diğer çok
sayıda ülkeyi sağ ideolojiler yönetmezdi. Acı da olsa hakikat başka türlü
cereyan ediyor. Bileşen durumlarında tuhaf durumlar da var: Mesela ittifak yapılan
DDKD denilen bir dernek var. Oysa DDKD düşüncesinin (geleneğinin) PAK diye bir
siyasi partisi var. PAK ise ittifaka yanaşmadı. Tuhaf bir durum var ortada.
Acaba hangisi gerçek DDKD sorusunu kendime sormadan edemiyorum? Son ittifaka
bir de Afro-Türkler de katıldı. Siyahi Afrikalılar da kontenjan aldı. Bu
gidişle Alevileri de Anadolu, Tahtacı, Sıraç Alevileri gibi bölümlere
ayıracağız. Diğer gruplar, etnisiteler, inançlar vb durumlardaki ayrılıkları da
ayrı birer bileşen olarak düşünürsek bu işin içinden çıkılamayacak durum ortaya
çıkar. Ya uzun adam, kısa adam, sarışın,
esmer vb gibi kotalar da olursa ilerde Kürt oylarına hamallık yaptırma işi daha
zor durum alabilecek. Burada bütün Türkiye’yi birleştiriyoruz yerine bölüyoruz
durumu çıkarsa hiç şaşmam. Belki mazlum, kimsesiz ve sahipsiz insanlara kanmaca
kandırmaca yöntemleriyle oy hamallığı görevi yaptırılabilir. Bu yöntemden
toplum mutluluğu da çıkmaz. Çıksa çıksa bir avuç kurnaz adam ve sürece denk
gelen şöhretlerin (!) mutluluğu ortaya çıkar.
HDP bileşeni olarak rol alan Devrimci İslam
Komitesi için de birkaç söz söylemek gerekir: Bu komitede bulunanlar ya da
İslami hassasiyeti bulunanlar HDP misyonunda milletvekili oldular ya da olmak
için aday gösteriliyorlar. İslam’ı siyasete alet etmenin daniskasını
yapmaktalar. Ak Parti’de ya da Saadet Partisi’nde bulunan din adamlarını
siyasete alet ediyorlar şeklinde suçlayanların bu suçlamayı kendileri için
yapmamaları ne kadar doğrudur?
İslam devrimci bir dindir. Çünkü tek tanrılı
dinlerin sonuncusudur ve bir daha kitap ve peygamber gelmeyecek inanışında
olduğu için tek tanrılı dinler açısından devrim yapmıştır. İnanç açısındandır
bu. Yoksa filanca siyasi partinin politikasına alet olması için devrimci
değildir. Ben bu açıklamam doğrultusunda İslamcı siyaseti HDP içinde yapanların
da dini siyasete alet ettiklerine inanırım. Tıpkı diğer partilerde yapanlar
gibi…
Ayetler ve hadisleri parti propagandaları
doğrultusunda kullanmak ya da Asrı Saadet’i Müslümanlara yaşatma iddialarında
olmak, bunun temsilcisi gibi görünmeye çalışmak oldukça yanlıştır. Dilerim HDP
bu yazdıklarımı eleştiri olarak kabul eder ve dikkate alır. Çünkü bu
söylediklerimi söyleyemeyen içlerinde çok sayıda insan var. Bunu biliyorum.
Onlar bunları içlerinden söylüyorlardır belki, ama söylenmemiş bir sözün önemi
olmaz diyorum. Dilerim HDP bu yazdıklarımı bir ‘eleştiri’ ya da ‘itiraz’ olarak
değerlendirir ve dikkate alır.
Yoksul, ezilmiş, mazlum, kimsesiz, sahipsiz Türk,
Kürt, Ermeni, Süryani, Çerkes vb, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Ezidi, ateist,
inanan, inanmayan, Sünni, Alevi, Şii vb mezhep ve her türlü farklı grupları
birer bileşen anlayışıyla birleştirirken ayrıştıran bir anlayış bana göre doğru
değildir. Bu bileşen meselesinden vazgeçilmelidir. Tek bir bileşen vardır:
İNSAN! Evet, birey olmak, iyi bir insan olmak yeterlidir!