Editör: Ümmü Gülsüm
Geçtiğimiz Haziran ayında Diyarbakır’da deklare edilen, kısa adı Azadî İnisiyatifi olan “Hak, Adalet ve Hürriyet İçin Kürdistan İslamî İnisiyatifi”, bir süredir meseleye ilgi duyanların gündeminde. Biz de Diyarbakır’da, inisiyatifin kurucu ve sözcülerinden sosyolog Adnan Fırat ile etraflıca bir röportaj yaptık. Umarız merak ettiklerinizi sorabilmişizdir.
Adnan bey, öncelikle bize zamanınızı ayırdığınız için teşekkürler. İsterseniz önce sizi tanıyalım?
Biz de teşekkür ederiz bu ilginiz için. Adım Adnan Fırat. Dicle Üniversitesi Sosyoloji mezunuyum. Azadî inisiyatifinin yürütme kurulu üyesi ve medya temsilcilerindenim.
Azadî inisiyatifi nedir? Bize kısaca anlatır mısınız?
“Hak, Adalet ve Hürriyet İçin Kürdistan İslamî İnisiyatifi” Haziran 2012’de Diyarbakır’da kurulup ilan edilmiş bir inisiyatiftir. Yaklaşık 150 kurucusu vardır. Hem kurucuların bir araya gelmesi ve hem de mutabakat metninin hazırlanması belirli bir sürece yayıldı tabii ki. Bir kadro hareketidir. Bu anlamda lideri, öncüsü, daha önce dayandığı bir cemaat, bir klik, bir STK yoktur.
Yani inisiyatif daha önce var olan bir yapılanmanın devamı değildir. İnisiyatifi oluşturan bireyler de, bireysel inisiyatifleri ile buradadırlar. Bütün işlerini ve çalışmalarını şeffaf yürütür.
İnisiyatif şöyle görülmeli: Kürdistan’da ağır bir dram ve de bunun üzerinden şekillenmiş siyasi panorama vardır. Bu panoramada, bilhassa Kürt siyasetinin genişlemesi, çoğullaşması, yeni siyasi alanların inşâ edilmesi ihtiyacı oluştu. Kürt siyasetinin çoğulculaşması her şeyden önce Kürtler için gereklidir. Kürt toplumunda, dindar kaygılar ile beraber siyasada yeni bir alan açmak ihtiyacı uzun yıllardır ifade ediliyordu. Bu inisiyatif, Kürt kimliği ile İslam kimliği şu veya bu biçimde karşı karşıya getiren ikili kıskaçtan rahatsız olanların gelebileceği bir adrestir.
İkili kıskaç derken neyi kast ettiniz biraz açar mısınız?
Kürdistan’da uzun yıllardır şöyle bir kıskaç süregeliyor: Modern anlamda “İslamcı” veya modern anlamda “Muhafazakâr” olan çevreler, Kürtlerin dini üzerinden etno-kültürel kimliklerinden uzaklaşmasını isteye geldiler. Diğer taraftan da Kürtlerin özgürlük davasını ve söylemini yürütenler de Kürtlerin dini kimlikleri ile problemli oldular. Böylece Kürtler sanki ya İslamcı/Muhafazkâr olacaklar ya da sekülerleşip özgürleşecekler gibi bir ikilem ile karşı karşıya bırakıldılar. Esasen bu süreç hâlâ da devam ediyor.
İşte bizim inisiyatifimiz bu kıskacı fark eden kaygının ve bilincin bir ürünüdür. Çünkü Kürtlerin ayağa kalkmasını engelleyen temel saiklerden biri de ona yaşatılan işte bu çelişkidir. Bu çelişki bertaraf edilmeden ayağa kalkamayız. Bu itibarla biz mazlum halkımızın hizmetçisi olmak istiyoruz, bu öğütücü döngüyü yıkmak istiyoruz, tıpkı Şeyh Said gibi; zaten anlam dünyamızda olmayan bu ikilemi sosyo-politiğimizden de uzaklaştırmak istiyoruz.
Siyasi bir parti kuracağınız ve hatta bazı medya organlarında Hizbullah’ın bir partisi olduğunuz iddia edildi? Bu iddialar için neler söylemek istersiniz?
Sorunun birinci kısmından başlayayım. Biz şu anda bir inisiyatifiz. Bu inisiyatifin Genel Kurulu vardır ve inisiyatifin geleceği hakkında kararı verecek olan yegane merci odur. İleride nasıl bir hukuka evrileceği konusunda kesinleşmiş bir karar yoktur. Değişik fikirler, öneriler var, ki siyasi parti önerisi de bunlardan biridir. Muhtemelen en geç bir yıl içerisinde bu husus netleşecektir.
İkincisi; demin de söyledim. Biz inisiyatif olarak mevcut herhangi bir yapılanmanın devamı, uzantısı değiliz. Zaten Hizbullah siyasi bir harekete dönüşeceğini açıkladı. Üstelik bizim kurucu üyelerimizin tamamını göz önüne aldığımızda zaten bir yere nisbet edilmemiz mümkün değildir. Yani kurucuların profilini incelediğimizde zaten böyle bir şeyin mümkün olamayacağı ortaya çıkacaktır. Aramızda, geçmişte veya şimdi değişik sosyal çevreler ile ilişkisi bulunmuş veya hâlâ da bulunan bireyler vardır.
Av. Sıtkı Zilan’in Hizbullah’ın avukatı olmasının yanında ve yine sözkonusu medya organlarında esasen inisiyatifin öncüsü olduğu iddia edildi?
Bu, sözkonusu medya organlarının bir yakıştırması idi. Ne sayın Sıtkı Zilan tarafından ve ne de inisiyatifimiz tarafından böyle bir şey ifade edilmiş değildir. Sayın Zilan, değerli bir dostumuz ve inisiyatifimizin kıymetli kurucularından biridir, tıpkı diğer 150 kurucu gibi. Kendileri bir avukattır ve dilediği davayı alır. Dediğim gibi aldığı davalar üzerinden medyanın böyle bir yakıştırması oldu. Nitekim sayın Zilan kendisi bizzat bunu bir-iki defa yalanladı. Ama sosyal algı işte böyle bir şeydir diyelim.
Peki o halde, inisiyatifi nasıl tanıyalım ve hangi araçlar ile takip edelim?
Bakınız inisiyatifimizin pek çok kurucu üyesi değişik medya organlarında yazılar yazarlar. Şükürler olsun inisiyatifimiz bu konuda şanslı sayılır. Ama köşelerinde yazmış oldukları yazılar bu değerli yazar arkadaşlarımızın kendi düşünceleridir. Bu arkadaşlar sık sık Azadî inisiyatifi hakkında da görüşlerini, temennilerini beyan eden yazılar yazarlar. Ama dediğim gibi, inisiyatif adına resmi bir beyan varsa bu inisiyatifin resmi yayın organı olan www.inisiyatifazadi.com sayfasında yayımlanır. Bu sayfamızda yayımlanan yazılar ve yine sayfamızda ismi verilen sözcüler üzerinden bilgi alınıp takip edilebilir.
Siz inisiyatif olarak Kürt hareketlerine nasıl bakıyorsunuz?
Kürtler bir bütün olarak temel siyasi hakları elinden alınmış ve de bu onlara çok ağır bir biçimde ödetilmiş, ödetilen bir halktır. Bu yüzden Kürt toplumunda yükselen itiraz ve talepleri mazlum bir toplumun refleksi olarak görüyoruz. Hak ve özgürlük davası meşru bir davadır. Bu itibarla Kürdistan davası meşru ve gerekli bir davadır.
Bakınız, yirminci yüzyılda –ki esasen onun evveliyatı da var- dört zorba devlet tarafından Kürtlere biçilen paye, Kürtlerin iradesinin dışında ve Kürtlerin çok güçlü isyanlarına rağmendir. Kürt toplumunda egemenlik tesis eden devletler öteden beri silah ile, demir ile bunu sağladılar. Kürdistan’ın dört parçasında, şu an toprağın altında bulunan yüzbinlerce Kürdün kemiği, yine dört parçada insanlık tarihinin en ağır işkencelerini yaşayan milyonlarca kürdün bedeni bunun tanığıdır. Bu itibarla biz bu devletleri meşru görmüyoruz. Bu zeminde Kürt hareketlerini meşru ve gerekli görürüz.
Şöyle toparlamaya çalışayım. Kürt hareketlerinin varlık sebebi ve gerekçesi sorgulanamaz. Ama yol ve yöntemleri sorgulanabilir. Oysa ki Kürdistan’a hükmeden devletlerin varlık sebebini sorguluyoruz ve dediğim gibi zaten meşru görmüyoruz.
Bölgede genelde üç önemli güç var: PKK, Hizbulah ve AKP/Cemaat.. Siz bu denklemde nerede yer alıyorsunuz?
PKK silahlı mücadele veren bir harekettir. Hizbullah ve “cemaat” dediğiniz çevre birer dini cemaattirler. AKP Türk siyasi egemenlik sistemini temsil eden bir siyasi partidir. Biz an itibariyle ne silahlı mücadele veren bir örgütüz, ne dini bir cemaatiz ve ne de Türk siyasi egemenlik sistemini ihya eden bir partiyiz. Kürdistan siyasasında, Kürtlerin haklı davasına sivil düzeyde sahip çıkmaya çalışan bir inisiyatifiz.
Peki önümüzdeki süreçte başarıp başaramayacağınız, veya ne kadar başarabileceğiniz konusunda kendinize şans tanıyor musunuz?
Bize göre kendimizi, gerçek anlamda olduğumuz gibi ifade edebilirsek toplumumuzda akis bulacaktır. Bize göre bu inisiyatifin Kürdistan’da çok güçlü bir karşılığı vardır. Bana öyle geliyor ki bunu bizim performansımız belirleyecek. Yani başarmazsak bile bu sözkonusu zeminden değil de bizim performansımızdan veya belki de çok dışımızda gelişebilecek etkenlerden kaynaklanabilir. Ne desek tahmini olur tabi.
Çok dışınızdaki etkenler?
Kara propaganda vs.
Anladım. İnisiyatifinizin önümüzdeki süreçte mesela bu bir yıllık süreçte ne tür çalışmaları olacak?
Şu an en önemli şey kendimizi topluma arz edebilme sorunudur. Buna dayalı çalışmalara ağırlık verilecek. Şu an pek çok il ve ilçede zaten temsilcilerimiz var. Ama tabi Diyarbakır merkezli programlara ağırlık vereceğiz. Yarın önemli bir toplantımız olacak. Yürütme Kurulumuzun önemli bir toplantısı olacak. Muhtemelen o toplantıdan sonra daha somut şeyler söylemek mümkün olacak yani.
Azadî inisiyatifi İslamcı mıdır?
Türkiye’deki yaygın kabulü ve anlamı ile hayır. Türk toplumunda yaygın dindarlık algısı ezilenden, hor görülenden dışlanandan yana değil devletten ve devletin bekasından yanadır. Devletin varlığı ve bekâsı önceliklidir yani. Bu ucûbe dindarlık algısını yıkması gereken İslamcılık telakkisi maalesef bunu başaramadı. Bu yüzden İslamcılık da an itibariyle devletin resmi tezlerini savunan bir pozisyondadır.
Ama eğer İslamcılığı ve İslamî hareketi halkın, ezilmişlerin ve hor görülmüşlerin yanında saf tutmayı görev bilen, halkın yanında olmayı hakkın yanında olmaya eşit sayan, toplumsal eşitliği ve adaleti savunan bir ideoloji olarak tanımlarsanız gayet tabii ki evet.
Son dönemlerde anti-kapitalist Müslümanlar olarak bilinen Müslümanlara ve onların duruşlarına yönelik tutumunuz nedir?
Bahsettiğiniz konsept için peşin kanaatler geliştirmek yanlış olur. Söylemin daha da zenginleşip argümanlarını ortaya koymasını beklemek icap eder. Yeterice tartışılmış değildir. Her ne kadar yeni bir şey değilse bile, yeterince güncellenmiş değildir.
Tabii ki eşitlikçi, sınıfsız, egemensiz, sınırsız bir dünya güzeldir. Ama diğer taraftan tüm meselelerimizi böylesi bir dünyanın beklentisine havale edip bekletecek değiliz. Şüphesiz ben bu arkadaşların böyle yaptığını iddia etmiyorum, ama bunu belki bir hatırlatma olarak kabul edebiliriz. Yani eşitlikçi, sınıfsız, egemensiz, sınırsız bir dünyayı inşa etme adına yaşanan bunca sorunu bekletecek değiliz. O zaman gerçeğimizi ütopyaya kurban etmiş olacağız çünkü. İşte biz tartışmanın daha çok bu kısmında yer alabiliriz.
Diyelim ki biri benim malımı çaldı. Benim ihtiyacım olan şey o malın bana geri verilmesidir. O malın bana geri verilebilmesi için daha büyük nesnel şartların(devrimin) düzelmesini beklemek gerekmiyor. Bugün Kürtlerin de durumu budur. Siyasal hakları gasp edilmiş. Bu gasp onlara büyük mağduriyetler yaşatmaktadır. Bu da ancak statünün onlara verilmesi ile sağlanabilir.
Diğer taraftan Müslümanların bu denli sermaye ile sıkı-fıkı olduğu, paranın ve de devletin tanrılaştırıldığı bir dönemde, sermayeye ve egemenliğin totaliter niteliğine yapılacak eleştirileri anlamlı ve gerekli görüyoruz. Bu arkadaşlarımızdan beklentimiz, kapitalizmin Türkiye’deki faşist yüzü ile de daha gür sesli olarak hesaplaşmalarıdır.
Önceliğimiz Kürdistan olsa bile bu topraklarda yaşayan tüm ezilmişlere, dezavantajlı kesimlere, azınlıklara uygulanan her türlü baskıya ve haksızlığa karşıyız. Bu konuda geliştirilen mücadeleleri destekliyoruz.
Türkiye’de bugün itibariyle kendini daha çok İslamcı olarak niteleyen çevreler hakkında neler söyleyebilirsiniz, nasıl değerlendiriyorsunuz bunları?
Artık şunu herkesin bilmesi gerekiyor: Eğer birileri bu topraklar üzerinde Kürtler ile Türklerin kardeşçe yaşamalarını istiyor ve savunuyorsa, aralarındaki muhabbetin artmasını diliyorsa, bunun yolu Kürtlerin statü hakkının sağlanmasından geçiyor. Türkiye’nin mevcut üniter yapısı içerisinde, sanılanın aksine “birlik ve beraberlik” sağlanmaz tersine kin ve düşmanlık sağlanır. Bu itibarla Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunmak Kürtler ile Türklerin git gide daha da düşmanlaşan halklar olarak uzun yılar daha yaşamalarını savunmaktır. Hiç kuşkunuz olmasın ki Kürtler statü sahibi olsalar aralarındaki muhabbet artar.
Kaldı ki kardeşliği “sınır”lar üzerinden okumak yanlıştır. Arakan ile aynı sınırlar dahilinde olmamana rağmen kardeşliğini gösterebiliyorsun, sınırların öte taraflarına silahlı insanlar gönderebiliyorsun. Demek ki kardeşliği zaten sınırlar üzerinden anlamadığın ortada. Peki Kürtlerin talepleri söze konu olduğunda neden bu kadar sınırlar gündeme gelebiliyor?
Misak-i milli sınırları zaten gayrı meşrudur nasıl oluyor da bunu kardeşliğin şartı olarak gösteriyorsun?
Fakat bu bahsettiğiniz çevreler uzun bir süreden beri maalesef Kürtlerin siyasi projelerine karşı çıkıyor ve Kürtlerin Türk siyasal egemenlik sistemi ile beraber hareket etmelerini salık veriyorlar. Kürdistan davasını “ulusçuluk” olarak okuyorlar. Bize göre Kürdistan davasını “ulusçuluk” olarak okumak malı çalınan bir mağduru, çalınan malını talep ettiği için onu hırsızlıkla suçlamak gibidir. Bu yaklaşım egemen aklın bir ürünüdür.
Mesela Suriye konusunda anladığımız kadarıyla bu kesimler ile farklı düşünüyorsunuz?
Evet, Kürtlerin neden Özgür Suriye Ordusu(ÖSO) ile birlikte hareket etmediği konusu eleştiriliyor. İşin doğrusu Suriye Kürtleri uzun süre muhalifler ile birlikte hareket ettiler, pek çok toplantıya katıldılar. Fakat anlaşamadılar. Suriye Kürtlerinin taleplerini karşılamadılar.
Bir diğer eleştiri Suriye Kürtlerinin hazıra konduğu iddiasıdır. Halbuki bu iddia bizzat ÖSO için de geçerlidir. Ortadoğuda şu an hazır, daha doğrusu hazırlanmış kurgu olmasaydı ÖSO savaşamazdı.
Aslında şunu da söylemem lazım. Kaldı ki ÖSO hani, Suriye’de yeni bir “İslamî rejim” kuruyor değil. Nasıl ki Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da bir “İslamî rejim” kurulmadıysa Suriye’de de böyle bir şey olmayacak. Hak ve özgürlüklerin genişlemesi, baskıların azaltılması bekleniyor. Bu da eğer gerçekten gerçekleşebilirse güzel bir şey tabi. Yani şöyle bir şey yok: Birileri Suriye’de kamil bir İslamî sistem için ihdas etmişler de Kürtler yan çizmiş! Yok böyle bir şey.
Ama mesela Suriye’de ÖSO’nun kimi komutanları sık sık çıkıp Kürtlere gözdağı veriyorlar, “bir karış Suriye toprağı” bile veremeyeceğini söylüyorlar, “tek bayrak dalgalanacak” diyorlar. Ve bunlar İslamc(!). Suriye’nin bir karışı için canını vermeye aday bu algı problemsizdir de zavallı Kürdün dörde bölünmüş ülkesinde kıytırık bir statü talep etmesi ulusalcılık oluyormuş. Vahameti görüyor musunuz?
İşte egemenin aklı ile düşünmek böyle bir şeydir. Basit bir statüyü bile savaş sebebi sayan “şeriat”ı ne etsin Kürtler? Suriye’nin bir karış toprağı için ve de tek bayrak için ilan edilebilecek “şeriat” ne işe yarar? Bunun şeriat meriat ile alakası yok.
Üstelik bakınız hepimiz göreceğiz, nasıl ki bugün Irak’ta, federatif Kürdistan bölgesi hem hak ve hürriyetler alanında, hem ekonomik gelişme alanında ve hem de fanatizme, mezhepçiliğe bulaşmayan dindarlık konusunda nasıl ki Irak’ın diğer tüm bölgelerine göre çok ilerlemişse aynı süreç –eğer Suriye Kürtleri statü kurabilmeyi başarırsa- Suriye’de de yaşanacak. Mesela şimdi gidin Erbil’e, oradan da mesela Kerbela’ya, aradaki farkı çok net göreceksiniz.
Kısacası eğer ÖSO İslamcı ise Kürtlere, Kürtlerin doğal etno-kültürel sınırları dahilinde talep ettikleri statüyü vermesi gerekiyor. Bir de kimse unutmasın, Kürtler uzun yıllar boyunca bu dört devletin her türlü hışmına maruz kalırken kimseden ses çıkmadı. Şimdi kalkıp “biz zulüm ile savaşıyoruz ulan gelsenize” edası ile Kürtlerin karşısına çıkarsanız Kürtler de size “günaydın” deme hakkına sahip olur.
Bu bağlamda, bugün sanırım Kürtlere karşı uygulanan Enfal soykırımının başlangıç tarihinin yıldönümü. Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?
Enfal operasyonu Kürtlerin yaşadığı dramı karakterize ediliyor. Biz Kürtler, bize uygulanan katliamları hatırladığımızda, yani Enfal’i, Dersim’i, Zilan’ı, Şeyh Sait sonrası katliamları, Berzan’ı, Halepçe’yi, Keladıza’yı, Şengal’i vs. dünyada yapayalnız olduğumuzu hissediyoruz. Yirminci yüzyılın en mağdur halklarından biri olan Kürtler için, Kürtlerden bir başka kimsenin bir Allah’ın günü bir şey yaptığı görülmemiştir. Enfal’de çoğu kadın ve çocuk, yüz binlere Kürt adeta diri diri toprağa gömüldü, o bizim yalnızlığımızın en görkemli öyküsüdür. O mazlumlara içtenlikle Allah’tan rahmet diliyorum. Kimsenin sahip çıkamadığı bir halka elbet Allah sahip çıkacaktır. Allah onları mükafatı ile şereflendirsin.
Mutabakat metninizde şiddet yöntemini tercih etmediğinizi söylüyorsunuz. Bu münasebet ile PKK’ye karşı tutumunuz nedir?
Evvela şiddet devlet üzerinden algılanmalı. Önce şu hakikati netleştirelim: T.C Kürtlere mütemadiyen uyguladığı şiddetten ötürü Kürdistan’da egemendir. Kürtlerin sosyopolitiği devletin elinde bulunan silahtan ötürü baskı altına alınagelmiştir. Max Weber’in “devlet şiddet aygıtını tekelinde bulunduran örgüttür” dediği şey yani. Bu yüzden “şiddet eleştirisi” denen şeyi tabii ki öncelikle devlete yöneltiyoruz. Halkçı bakış, Ebuzerane bakış bunu gerektiriyor.
Şiddeti eleştirme veya şiddete karşı durma söz konusu olduğunda, sadece PKK’nin elindeki kaleşnikofları hatırlayan algı sakattır, egemenin bakış açısıdır.
Evet biz inisiyatif olarak şiddeti tercih etmiyoruz. PKK’yi de, bölgede elindeki silahtan ötürü eğer halkı, sivilleri, PKK’nin yanında yer almayan Kürtleri tehdit edici unsura dönüştürürse eleştiriyoruz, eleştiririz. PKK ile TC’nin bir an önce masada buluşup, adilane bir çözüm süreci başlatmalarını istiyoruz. Savaş ile değil diyalog ile bu sorun çözülsün. Biz bunu istiyoruz ve buna hizmet edeceğiz.
Diyalogdan yana bir Kürdistan’lı inisiyatif olarak biz de elimizi; bizi muhatap kabul edecek herkese uzatmaya çalışacağız.
Çok teşekkür ederim Adnan bey
Ben teşekkür ederim Kadir bey.
www.adilmedya.com