Ömer Dinçer NTV Kanal'ında Konuştu

Ömer Dinçer NTV Kanal'ında Konuştu
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in NTV Televizyonunda Katıldığı Programın Deşifresi07.09.2012 10:21

4+4+4 gündeme geldiğinden bu yana tartışmalar hiç bitmedi. Bu tartışmaların ışığında da şimdi yeni öğretim yılı başlıyor ve birçok soru var seyircilerimizden gelen ve tabii de bizim sormak istediğimiz sorular var. Tüm bu soruların hepsini Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’e yönelteceğiz. Efendim, hoş geldiniz, yeni bir öğretim yılı öncesinde çok fazla soru var. Ben hemen sorularla başlamak istiyorum.  

Çok teşekkür ediyorum, sağ olun.  

Geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptınız; 4+4+4 sistemine farklı karşı çıkışlar var, ancak bunların birçoğu laik kesimden ya da PKK’dan geliyor dediniz. Elinizde somut bilgi var mı efendim bu konuda?  

Aslında benim bu konuda söylediğim tam söz şu: Burada biraz medyanın ilgi çekmek için meseleyi farklı bir ifadelendirmeyle ele aldığı kanaatindeyim ben. Benim esas söyledim şey şu: Türkiye’de 4+4+4’le ilgili itirazların önemli bir kısmı ideolojik kaynaklardan ortaya çıkıyor. Bu ideolojik itirazların arka planını izah ederken de örnekler verdim. Mesela Türkiye’de bir sendika ki onun da yine KCK’yla ve PKK’yla bağlantısının olduğunu herkes biliyor. Çok açık bir şekilde şunu söyledi, bunu bütün gazeteler, bütün medya yazdı: Ne rapor alın, ne de okula çocuklarınızı gönderin dedi. Bu ideolojik bir tavır değilse nedir? 

Aynı şekilde bugün yine Ana Muhalefet Partisi muhalefet olarak yaptığı itirazları bugün okul açılırken de yapıyor. Bu ideolojik veya siyasi bir tavır değildir de nedir? Benim esasında kastettiğim şey bu. Doğrudan doğruya ifadelendirmelerime bakacak olursanız bunu görürsünüz. Ben aynı şeyi tekrar söylüyorum; Türkiye’de gerçekten tedirgin olan, 66 aylık çocuğun hakikaten okula gidip gitmeyeceğine dair endişeler taşıyan insanlar varsa, biz bütün gücümüzle bunun doğru bir endişe olmadığını anlatmaya çalışıyor ve çabalıyoruz. Hakikaten öyle endişesi olan insanların endişelerini kaldırmak da bizim görevimiz. Ama siyasi veya ideolojik sebeplerle buna karşı çıkanlara da doğrusu söyleyecek sözümüzün olduğunu anlatan bir ifadeydi o, benim tam olarak söylediğim şeyler bunlardır. 

Sayın Bakan…  

Affedersiniz, belki buradan hareketle şunu söylemek lazım: Çocuğuna tereddüt ettiği için yahut da çocuğu fizikken henüz eğitime başlayacak durumda olmadığı için çocuğu gönderenleri itham edecek türden bir yaklaşım ve niyetle asla söylenmiş de bir söz değildir. 

Sizin belki de farklı gerekçeleriniz var PKK demekle birlikte ya da bir terör örgütü demekle birlikte.  

Bir arka plandan bahsederken telaffuz ettiğim bir husustur o. Dolayısıyla, özellikle bu konuya eğitim gerekçesiyle bakan kamuoyuna da bunu izah etmek isterim.  

Efendim, Sayın Başbakan çocuklara rapor alan ailelere çok sert tepki gösterdi, ancak birçok ailenin de kendine göre haklı gerekçeleri var, siz bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?  

Yine aynı çerçevede söylemek lazım bunu; hakikaten yapılan itirazlar, ortaya konulan eleştiriler, eğitim gerekleri, rasyonel sebepler üzerinden olduğu takdirde bizim için de bu yol gösterici oluyor, biz bu tip eleştirileri asla ihmal etmiyoruz, yok saymıyoruz ve bundan rahatsızlık da duymuyoruz. Ama ideolojik bir tavırla bunu eğitim kılıfı uydurarak itiraz ediyor olmak hakikaten bize yapılan bir haksızlık olarak ortaya çıkıyor. Bu anlamda Sayın Başbakanımızın tepkisini de değerlendirmek mümkün. Aksi takdirde hakikaten doktordan iyi niyetle çocuğumuzun eğitime bir yıl daha sonra başlaması uygundur türünden raporu getiren bir veliye biz ancak saygı duyarız. Onun ötesindeki kışkırtmalarsa, Türkiye bir hukuk devletidir ve hukuki düzenlemeye karşı yapılan bir kışkırtma sayılabilir.  

Sayın Bakan, bizim de sormak istediğimiz bir soru bu ve seyircilerimizden de gelen çok fazla soru var, atamalar. Atamalar konusunda yanlış anlaşıldığınız ya da tam olarak anlatamadığınızı da siz de daha önce ifade etmiştiniz. Atamalar konusu nasıl çözülecek; bir. İkincisi, bu konuyla ilgili olduğu için hemen bir seyircimizin sorusunu sormak istiyorum, Gökçen Güler Acar diyor ki; yalvarırım sorun –bu biçimde başlamış- 6 ay önce sınavı yapılan ve hala ataması yapılmayan Anadolu Fen Liseleri öğretmen atamaları ne zaman yapılacak, ne olur sorun diyor.  

Şimdi özellikle buradaki atamadan kastettiğiniz yeni öğretmen atamaları mı, yoksa özre dayalı atamalar mı?..  

Birincisi; hem özre dayalı atamalar çok tartışma yaratıyor. İkincide seyircimiz…  

O zaman isterseniz çok kısa kısa her ikisi hakkında da bilgi vereyim. Açıktan atamalarla alakalı biz bu hafta süreci başlattık. Zannediyorum, ayın 10’una kadar da bu süreç tamamlanmış olacak, yaklaşık 40 bin öğretmenimizi alacağız. Hatırlarsanız Şubat ayında 17 bin öğretmenimizin atamasını yapmıştık, böylece bu yıl içerisinde 57 bin öğretmenin ataması yapılmış olacak. Bu atama yapılırken genellikle birbirinden farklı alanlardaki öğretmenler kendi kadrolarının daha fazla ilan edilmesiyle ilgili taleplerde bulunuyorlar, muhtemelen size de buna benzer talepler gelmiştir; felsefe öğretmenleri, Fransızca öğretmenleri, Almanca öğretmenleri, tarih öğretmenleri, sosyoloji öğretmenleri vesaire. Şimdi normal şartlarda, buradan tüm kamuoyunu bilmesini arzu ettiğim bir husus var, şöyle varsayın: Düşünün ki biz bir anda bütün felsefe öğretmeni ihtiyacımızı dolduracak kadroyu ilan ettik ve kadromuzun önemli bir kısmını felsefe, tarih öğretmeni veya Almanca öğretmeniyle doldurduk. Peki, geriye kalan Milli Eğitim Bakanlığında 137 tane alan var. Geriye kalan alanlardaki öğretmenlerimizin durumu ne olacak? Her kendi alanındaki olan kişi, sadece kendi alanıyla ilgili talebini dile getirecek olursa, o zaman sistemin bütünlüğü gözden kaçmış olur. Biz 137 alandaki öğretmenimize eşit ve adil davranmak zorundayız. Bu açıdan bakıldığında bizim şu anda yaklaşık 160 bin öğretmene ihtiyacımız var bu seneki yeni hesaplamalarımıza göre. 40 bin öğretmen alacaksak, tüm illerde yüzde 25 oranında dağıtıyoruz. Bir kere her ile adil davranıyoruz. Sonra da bu disiplin içerisinde hangi alandaki öğretmene ne kadar ihtiyacımız varsa o oranda kadro ilan ediyoruz. O açıdan bakıldığında çok objektif ve adil bir duyurumuz var, herkesin de bu sonuca sahip çıkması gerektiği kanaatindeyim.  

Diğer konu?  

Özür atamalarıyla ilgili olarak; bunu tekrar söylemiştim, zannediyorum yanlış anlaşılmalar da oldu, düzeltmek istiyorum veyahut da tekrar izah etmek istiyorum. Bir kere özür atamalarıyla ilgili değişen şartları kamuoyu fark etmeli. Öğretmenlerimiz de bu durumu biliyorlar, ama tabii gönül kendi arzu ettiğini talep ediyor. Normal şartlarda bundan önceki yıllarda öğretmenlerimizin kadrolarının doluluk oranı yüzde 55, yüzde 60 civarındaydı. Dolayısıyla da biz özür atamalarında yüzde 40 gibi, yüzde 45 gibi boşluğa sahiptik ve özür talep edenlerin istedikleri yere gitme ihtimalleri çok yüksek görünüyordu. Ama bu yıl iki sebepten dolayı bu ihtimal düşük kaldı ve biz bu sorunu birlikte yaşamaya başladık. Onlardan bir tanesi; son yıllarda alınan yüksek öğretmen sayılarıyla birlikte ve bir de bu sene aldığımız öğretmenleri de ilave ettiğimizde, öğretmen kadrolarının doluluk oranı yüzde 80’lere ulaştı. Ve bu kez öğretmenleri atayabileceğimiz, özür talep eden öğretmenleri atayabileceğimiz boş kadro azaldı. Ama buna karşın öğretmen sayımız arttığı için talep yükseldi. Hem talep çok yüksek şu anda, hem de atayabileceğimiz kadro çok düşük. Bu açıdan bakıldığında bir sıkıntı yaşıyoruz ve bu sıkıntıyı ilgililerin anlayışla karşılamaları lazım, çünkü bizden kaynaklanan, bizim tercihimizle veya politikamızdan ortaya çıkan bir durum değil.  

Bir başka husus yine özür atamalarıyla ilgili sorun olarak gördüğümüz; sizler şimdi ben söyleyince fark edeceksiniz, 4+4+4 sebebiyle biliyorsunuz ilkokullarda sınıf öğretmenliği eğitimi 5 yıldan 4 yıla düşmüş oldu, çünkü ilkokul dört yıl olarak tanımlandı. Geçen yıl 5. Sınıfı okutan sınıf öğretmenlerimizle 4. sınıfı okutan sınıf öğretmenlerimiz 1. sınıftan bu yıl eğitime başlayacaklar. Dolayısıyla da, bizim birinci sınıflarda iki misli sınıf öğretmenimiz oluştu. Biz bir tercih yapmak durumundayız. Bu aşağı yukarı 45 bin öğretmene tekabül ediyor bir sınıftaki sınıf öğretmeninin sayısı, yaklaşık olarak söylüyorum. 45 bin öğretmeni ya değişik illere dağıtacaktık ya da onları rahatsız etmeden, mağdur etmeden bulundukları ilde, bulundukları bölgede, ilçede veya okulda alıkoyacaktık. Biz doğrusu bunu tercih ettik. Şimdi 45 bin öğretmenimizi rahatsız etmeden mağdur etmeden kendi okullarında, kenti semtlerinde veya ilçelerinde alıkoyduk ve öğrencilerimizi de onlara bölerek eğitime devam edeceğiz, onları da boş bırakmayacağız. Buna karşın tabii her ilde sınıf öğretmeni kadrosu çok fazla olduğu için sınıf öğretmeni olarak bir başka ile özür ataması talep eden öğretmen için boş kadromuz kalmadı. O açıdan bakıldığında tabii yüksek talep bu sorunu ortaya çıkartmış oluyor. Herkes şunu bilmeli ki, çok ayrıntılı bir şekilde konuyu analiz ediyor ve bu ülkede genel çıkarlarımızı, hem ülkenin genel çıkarlarını, hem de Milli Eğitim Bakanlığının tüm çalışanlarının genel çıkarlarını göz önüne alarak özel çıkarları buna göre tanzim ediyoruz. Elimizden geldiğince bütün öğretmenlerimizin arzusunu yerine getirmeye çalışıyoruz. Ama bunu başaramazsak bizi affetmeleri ve anlayışla karşılamaları gerekir. Çünkü karşı karşıya kaldığımız şartlar hiç de kolay şartlar değil.  

Sayın Bakan, bir başka konu muhalefetin iddiası; Başbakanın iki torunu okula başlayacak mı? Bu sorunun yanıtını siz biliyor musunuz?  

En azından genel bir kuralı hatırlatmak isterim buradan tüm kamuoyuna; 66 ayını dolduran çocuklarımız mevcut hukuki düzenlemelerimiz çerçevesinde okula başlayacaklar. Dolayısıyla, 66 ayını doldurmuş bütün çocuklar başbakan çocuğu, cumhurbaşkanı torunu veya vatandaşın çocuğu olarak hukuk nezdinde herhangi bir ayrıma tabi tutulmazlar.  

Sayın Bakan, dün NTV’de ekrana taşımıştık ve herkesin de ilgisini çekti. SBS’nin 2013-2014’te kaldırılmasıyla ilgili. Ama ayrıntılar merak ediliyor, hemen başlıkları alabilir miyiz sizden, ne olacak?  

Şimdi biliyorsunuz Türkiye’de özellikle imtihanlarla ilgili çok önemli bir rahatsızlık var. İki tür imtihan yapıyoruz biz. İlköğretimden sonra ortaöğretimdeki okullarımıza yerleştirme yapabilmek için SBS yapıyoruz, ikinci ise üniversiteye girişte üniversiteye giriş sınavı yapıyoruz YGS. SBS imtihanı ve YGS imtihanı, maalesef toplumda çok ciddi bir ağırlığa sahipler. Hatta öylesine bir ağırlığa sahip görünüyorlar ki, hem imtihandan önceki eğitim sürecini etkiliyor, hem de imtihandan sonra çocuklarımızın hayatını etkiliyorlar. Dolayısıyla, böylesine kritik sınavlar toplumda büyük bir gerginliğe, büyük bir strese de sebebiyet veriyor. Biz doğrusu bu sınavların toplum ve eğitim sistemi üzerindeki bu etkinliğini azaltacak tedbirleri düşünüyoruz, ana yaklaşım tarzı itibariyle. Ama ikisi için de ayrı ayrı çalışmalarımız var, şimdi sadece çalışmalardan bahsedebilirim. Onlardan bir tanesi SBS ile alakalı. Biz, SBS imtihanlarını çocuklarımızın seçildiği ve sıralandığı, en başarılı olandan en başarısız olana doğru listelendiği bir imtihan olmaktan çıkaracağız ve ortaöğretime, yani liselere çocukların sınavla ve kazanarak gittikleri sistemi ortadan kaldıracağız. Çocukların her birisi kendi almak istedikleri eğitimi bulundukları yere en yakın liselerden alabilecek şekilde yeni bir hazırlık yapıyoruz ve bu anlamda...  

Hepsi Anadolu Lisesi mi olacak bu takdirde?  

Sadece Anadolu Lisesi olmayacak, fen lisesi, sosyal bilgiler lisesi, Türkçe, matematik eğitimi, güzel sanatlar gibi farklı alanlarda eğitim yapmak isteyenlerin yine sınava tabi tutulmadan kendi kabiliyetine göre eğitim yapabileceği bir çalışma yürütüyoruz, tamamlandığı zaman kamuoyuyla paylaşacağız. Bu anlamda SBS’yi biz kaldırmayı planlıyoruz.  

Düz lise olmadığı takdirde, Anadolu lisesi olduğunda öğretmen açığını kapatacak mısınız ya da Anadolu liselerinin kriterleri düşecek diyebilir miyiz, böyle bir kaygı var mı sizde?  

Hayır. Biz çok yoğun bir şekilde bütün öğretmenlerimizin mesleki gelişimin sağlayacak programları da hazırlıyoruz. Bütün bu çalışmaların tabi bugünden yarına olacağını hesap etmek bence çok zihni bir yanlışlığa, yanılgıya sebebiyet veriyor. Bunun 3 yıllık, 4 yıllık bir stratejik plan olduğunu hesap ederek konuşmakta da ben yarar görüyorum doğrusu. O hazırlıklarımızı buna göre yürütüyoruz.  

YGS’yle ilgili tedbirimiz ise, yine biliyorsunuz YGS’yi yılda bir kere yapıyoruz, yaklaşık 1 milyon 800 bine yakın öğrencimiz, çocuğumuz imtihana geriyor. Tüm aileler, tüm öğrenciler hayatlarını neredeyse buna endeksliyorlar. Biz toplumu bundan kurtarmak, bu gerginlikten de azade etmek için YGS imtihanını da yılda birkaç kez yapacağız. Tıpkı TOEFL imtihanında olduğu gibi öğrenci kendisi randevu alacak girmek istediği zaman hazır hissettiğinde, ona özgü sorular soracağız ve bu sınavda başarılı olamazsa yıl içinde yine tekrar başka bir sınava girme şansı olacak, hangi imtihandan daha fazla puan alırsa onu kullanabilecek. Bu açıdan hareketle, toplumun üzerindeki ciddi baskıyı kaldırabileceğimiz ümit ediyoruz.  

Birkaç yıl sonra üniversite sınavları da kalkabilir diyebilir miyiz bu kademeli geçişin ardından?  

Ama bu sınav yine olacak, o sınav varsa kalkabiliriz diyemeyiz. Ama en azından modern ülkelerin çocuklarını test ettikleri bir yöntemi uygulamaya başlayacağımızı söyleyebiliriz.  

Efendim, çok kısa şunu sormak istiyorum, Zülküf Aytekin sormuş...  

Affedersiniz, çok özür diliyorum, sözünü kestim, SBS gibi öğrencileri seçen ve sıralayan bir imtihanı yapmayacağız, ama Milli Eğitim Bakanlığı’nın niteliğini ölçen, çocuklarımıza kazandırmayı öngördüğümüz bilgi ve yetenekleri kazandırmak için başka bir sınavı düşünüyoruz. Ama bundan dolayı, bu sınavı çocuğumuz kazandı diye veya kazanamadı diye bir üst eğitime dair bir seçme yapılmayacak.  

1 ya da 2 yıl, ne kadar süre verebiliriz bunun için?  

Bizim şimdiki planlarımız 2 yıllık bir süre içerisinde.  

2 yıl sonra öğrenciler o zaman istedikleri sınavlara girip istedikleri üniversitenin...  

Belki bu yıl tekrar SBS’yi yaparız, ondan sonraki yıl için tartışılabilir.  

Üniversite sınavı?..  

Hayır, SBS.  

Bir başka konu, SBS’yle ilgili Zülküf Aytekin sormuş; 2013-2014 yılı SBS yerine getirmeyi planlandığı sistem nedir? Ki onun cevabını verdiniz. Yani şimdi, 5-6-7’nci sınıf öğrencileri liselere nasıl kaydedileceğini bilmeden mi hazırlanacak diyor.  

Bu kayıtla ilgili çok özel bir prosedüre gerek yoksa bunu bilmenin çok manası olabilir mi sizce? Çocuklar şimdi hangi ortaokula veya ne tür ortaokula gideceklerine dair bir özel bir çaba sarf etmiyorlarsa, ileride altyapının daha yeterli olduğu, öğretmenin daha yeterli olduğu bir zaman diliminde çocukların liseye gitmeleri de sorun olmaktan çıkacak.  

Düz liseler tümüyle Anadolu Lisesi olursa, ama diğer fen ve güzel sanatları ayrı tutalım, fen ve sosyal bilimler için öğretmenler bu Anadolu liselerinde çocuklar için nasıl kriterler belirleyecek ve yönlendirecekler peki?  

Öğretmenin kendi kanaati, çocuğun derslerdeki başarısı, velinin tercihi; yani çok özel yeni sınavlar ve benzerleri olmayacak.  

Bunlara göre belirlenecek.  

Onlara göre, evet.  

Bir de devlet lisesi statüsünde olup, ancak çok özel okullar var, belli okullar var, Türkiye’de bu okullara herkes çocuğunu vermek istiyor, bunlar için de kriter diploma notu mu olacak, okula yakınlık mı olacak?  

Şimdi bakınız, orada şu andaki liselere temel gidiş SBS’yle belli olduğu için, ancak SBS imtihanından o okulları kazananlar gidebiliyorlar. O sınavı kaldırdığımızda, buna benzer okullar kendilerine çok büyük talepler varsa, o talepleri kendi yöntemleriyle yapabilirler diye düşünüyorum ben, ama şu anda verilmiş herhangi bir karar yok.  

Kendilerine özel yöntemler belirleyecekler o zaman okullar. 

Kendi yöntemleriyle yapabilirler, evet.  

Öğretmen alımlarında KPSS puan kriterlerinde değişikliğe gidiyorsunuz, 12’ye kadar düşmüştünüz, artık 70’e kadar yükseleceksiniz gibi bir duyum var. Öğretmen almak zorlaşıyor mu ya da öğretmen olmak zorlaşıyor diyebilir miyiz?  

Şimdi aslında öğretmen olmak şimdi de zor. Yani şu anda da yaklaşık olarak 300 binden fazla öğretmen adayımız yeteri kadar kadro ilan edemediğimiz için belki veya ihtiyacımız olmadığı için, yoğun bir rekabet içerisinde sınavlara giriyor ve bu sınavlarda başarılı olduğu zaman ancak öğretmen olabiliyor. Bizim aldığımız tedbirler, öğretmenler olmayı veyahut da öğretmenlik kadrosuna geçmeyi zorlaştıran tedbirler değil. Bizim aldığımız tedbirler, öğretmenlerimizin yetişmesini daha nitelikli tanımlamayı, öğretmen seçme sürecini daha nitelikli tanımlamayı ve daha iyi bir seçme, daha objektif bir seçme sürecini oluşturmayı ve nihayet öğretmenken de öğretmenlik meşeliğini geliştirmeyi öngören tedbirler. Bu açıdan bakıldığında, bunun süreçleri zorlaştıran bir tasarım olduğunu düşünmek yerine, aslında öğretmenlik mesleğini hak ettiği yere taşıyan, niteliğini artırmaya ve öğretmenlerimizin istihdam ve çalışma şartlarını iyileştirme, mesleki kariyerlerini geliştirmeye dair yeni tedbirler olarak düşünmekte bence yarar var.  

Efendim, çok kısaca sormak istiyorum, Gaziantep bombacısının da PKK’lı bir öğretmen çıkmasının ardından öğretmen alımlarında yeni tedbir var mı?  

Hayır, şu anda biz hangi hukuki yollarla öğretmen tercih ediyorsak o yollarla öğretmen almaya devam edeceğiz. Ama tabi biz bu konularda gerçekten çok hassas da davranıyoruz. Öğretmenlerimizin her birisiyle alakalı bu konuda hassasiyetimiz devam eder ve bizim içerimizdeki çürük elmalar varsa böyle şayet, biz kamuoyuyla belki paylaşmasak bile kendi içimizde bunun gereğini yapıyor, ayırıyoruz. Böyle gözden kaçanlar için de doğrusu kamuoyuna mahcup olduk. Bu anlamda bakıldığında, öğretmenlerimizin hiçbirisinin hangi ideolojiyi, hangi hayat tarzını benimserse benimsesin, hangi sendikaya üye olursa olsun, aslında çocuğumuzla karşı karşıya kaldığında kendi görevi ve misyonu dışında hiçbir şeyi alet etmeyeceğimi kanaatimi, inancımı buradan tekrar paylaşmak istiyorum ben.  

Sayın Bakan, çok fazla soru var ve süremiz azaldı. Benim size bunları hızla sormam ve sizden de onlardan yanıtlarını almam gerekiyor.  

Şimdi Kürtçe dil dersi yeni giriyor bu yılda. Doğu ve Güneydoğu’daki öğretmenleri mi kullanacaksınız? Ve PKK’nın etkisi burada etkisi gözlenebilir mi? Yani, burada kayıt çok mu fazla olur bu derse, öğretmen açığı mı doğar ya da öğretmen açığı doğmaz, kayıt az mı olur; ne bekliyorsunuz?  

Yani şu anda talep çok fazla olabilir, bu bir tahmin, talep az olabilir, yeteri kadar öğretmen bulabiliriz, bulamayabiliriz; bunların hepsi aslında bir tahmin üzerine kurgulanıyor. Ve biz de birtakım tahminler yaptık. Tabi bu tahminleri yaparken bütünüyle hayal kurarak değil bazı verileri göz önünde bulundurarak tahminlerimizi yaptık ve hazırlık yürütüyoruz.  

Öncelikle şunu söylemem lazım: Hakikaten çok sayıda talep olabilir ve biz yeteri kadar öğretmen bulamayabiliriz. O yüzden öğretmen bulamadığımız için dersi açamayacak olursak, yine kamuoyundan bu konuda mazur görülmemesi bekleriz. Sadece bu Kürtçe dersi için değil, başka dersler için de. Çünkü biz bu sene bir değişiklik yapıyoruz sistemimizde, ilk defa kapsamlı bir seçimlik ders uygulamasına geçiriyoruz. Hangi derslerin ne kadar tercih edileceğine dair çok net bilgiye sahip olma ihtimalimiz görünmüyor. Bunu da görebilmek için zaten okullarda eğitim başlamadan bir hafta önce biz çocuklarımızın tercih yapmalarını sağlayacak bir uygulama başlattık. Buradan tekrar duyurmakta da bence yarar var.  

Biz önümüzdeki hafta Pazartesi gününden itibaren ortaokuldaki çocuklarımızın her birisine evlerinden veya herhangi bir dijital ortamdan, yoksa okullardaki imkânlardan yararlanarak hangi dersleri seçmek istediklerini bize bildirmelerini talep ettik ve bununla ilgili formları yayınladık, şu anda kamuoyuna duyurmuş vaziyetteyiz.  

O zaman olası mahalle baskısı denilen şeyin önüne geçilecek...  

Uygulamada olmayacak, yani hiç kimse birbirini etkileyerek bir seçimde bulunmayacak. Hatta öğretmenin ve okul iradesinin de etkilemesini arzu etmedik bu konuda biz. Çocuklar bağımsız bir şekilde aileleriyle birlikte tercihlerini yapsınlar, yapmamalılar, biz de buna göre hangi dersleri, hangi sınıfları açacağımızı görebilelim. Bunun ötesinde, mevcut öğretmenlerden seçimlik derslerde istihdam edebileceğimiz öğretmenlerin her birisini görevlendireceğiz, yoksa şimdiye kadar ki yaptığımız uygulamalarda olduğu gibi ücretli öğretmen istihdamı yöntemine başvuracağız. Eğer yoksa da, dediğim gibi kamuoyu bize bunun bir değişim yılı olduğunu göz önüne alarak hoş görüyle baksın diye ricada bulunacağız.  

O zaman PKK’nın böyle bir etkisi olursa da bunu daha sonra ki süreçte göreceğiz.  

Biz PKK’nın etkisi olmasın diye şu anda mevcut öğretmenlerimiz içerisinden başarılı, kendisini tanıdığımız bildiğimiz, Türkçe, Kürtçe bilen Türkçe öğretmeni, sosyal bilgiler öğretmeni, din bilgisi öğretmeni, Arap, Fars dilinden mezun olan personelimiz ve öğretmenlerimizden öğretmen olarak atamayı planlıyoruz. Ondan sonraki yıllarda ise biliyorsunuz şimdi üniversitelerde yüksek lisans programlarına öğrenciler, öğretmenler devam ediyorlar. Orada bu işin uzmanı olmuş, eğitimini almış öğretmenlerimizi görevlendirmeye başlayacağız.  

Sayın Bakan, merak edilen bir başka soru başörtüsü takmak ve abdest almak Kur’an-ı Kerim dersi için ön koşul mu? Ders bitiminde öğrenci başörtüsüyle diğer derslere devam etmek isterse okul yönetiminin tavrı ne olacak?  

Şimdi bu konularda tabi çok standart bir şey yapacağımızı insanlar varsayıyorlar. Ve daha ziyade de şimdiye kadar ki tecrübeleri yani Kur’an kursu tecrübelerini yahut da camideki Kur’an öğrenme tecrübelerini esas alarak durumu değerlendiriyorlar. Bizim Kur’an-ı Kerim dersimiz ortaokullardaki seçimlik olarak tasarladığımız Kur’an-ı Kerim dersi sadece Kur’an okumayı değil, aynı zamanda Kur’an-ı, Kur’an’ın indirilişini, Kur’an’ın toplum içindeki yerini, manasını da öğreten konuları da içerecek. Ve özellikle hiç bilmeyen öğrencilerimizin Kur’an-ı Kerim dersini almayı tercih etmeleri halinde, ilk yıllarda Mushaf getirmeleri gerekmeyecek. Çünkü biz müfredatımıza baktığınız zaman ilk seviyedeki çocuklarımız Mushaf olmaksızın da Kur’an-ı Kerim okumaya yönelik bir eğitimi alabilecekler. O açıdan bakıldığında Mushaf yoksa abdest alma zorunluluğu yok. Ancak, şayet Kur’an-ı Kerim biliyorsa daha ileri ki seviyelerde bir durumu varsa ve çocuk daha ileri seviyelerde bir Kur’an-ı Kerim eğitimi talep etmişse Mushaf getirmesi gerekiyorsa tabi ki abdest alması gerekecek. Çünkü Kur’an-ı Kerim okumanın da kendi adabı vardır. Her şeyi kendi usulünce ve kendi adabınca olsun istiyoruz biz. Bu açıdan çocukların hatta Mushaf getirmediği halde abdest almak istiyorsa abdest almalarının bizce hiçbir mahsuru yok.  

Başörtüsüyle devam edelim.  

Başörtüsüyle ilgili yine Kur’an-ı Kerim okuyan çocuklarımız eğer Mushaf getirilmemişse başörtüsü örtmek zarureti yok aslında. Daha da önemlisi akil bali olmayan çocuklarımızın zaten başörtülerini örtmeleri diye de bir zorunlulukta yok. Ama bütün bunlara rağmen çocuğumuz başını örtmek istiyorsa Kur’an-ı Kerim dersinde biz ona da itiraz etmeyeceğiz.  

Sonrasın da örtmek isterse diyelim.  

Sonrası genel kurallarımız hukuk neyi emrediyorsa odur. Biz herkesin hukuka, dine ne kadar saygı gösteriyorsa devletin hukukuna da o kadar saygı göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. 

Sayın Bakan, yine çok kısa kısa soracağım. İmam hatip açığı imam hatip ihtiyacının üzerinde çok fazla açıldığı eleştirileri var. Özellikle sosyal dokunun iyi incelenmediği ve bazı valilerin adeta imam hatip açma yarışına girdiği iddia ediliyor ne diyeceksiniz?  

Şimdi tabi yani bir kere orada Milli Eğitim Bakanlığının politikaları bence üzerinde durulması gereken konular. Yani sivil toplum örgütlerinin talep etmesi, valilerimizin talep etmesi veya velilerin talep etmeleri sadece imam hatip okuluyla alakalı değil, her konuyla alakalı. Bunlar çok tabii haklardır. Ben bu hakların eleştirilmesini yahut da bu haklar üzerinden siyaset yapılmasını doğru görmüyorum. Ama önemli olan Milli Eğitim Bakanlığının bu konuda nasıl bir tavır, nasıl bir politika belirlediğidir. Biz her ilde hangi nitelikte olursa olsun okul açma talebiyle ilgili hususları göz önüne alırken şöyle karar verdik, 4. sınıftan, 5. sınıfa o ilde, o ilçede, o semte kaç öğrenci geçmiş. 5. sınıfta ne kadar öğrenci var? Bu öğrenciler içerisinde ne kadarı imam hatip okulunu tercih edebilir? Çünkü şimdiye kadar imam hatip okulunu tercih eden öğrenci sayısı belli. Orta öğretimdeki imam hatip okulunun payı belli, meslek liselerinin payı belli biz bütün bunları biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında biz analizler yaptık, hesap, kitap yaptık ve bunlar üzerinden de karar verdik. Dolayısıyla toplum bilmeli ki, Milli Eğitim Bakanlığının gözünde imam hatip okulu öğrencisiyle, normal bir ortaokulun öğrencisi Anadolu lisesi öğrencisiyle, meslek lisesi öğrencisi gibi bir ayrımı asla söz konusu olamaz. Bütün çocuklar bizim çocuklarımızdır. 1. sınıftan, 12. sınıfa kadar bütün okuyacak çocukların her türlü isteğini, talebini ihtiyacını karşılamak Milli Eğitim Bakanlığının görevidir. Ve biz bu anlayış üzerinden onlara hazırlık yapıyoruz öyle bilmeliler.  

Sayın Bakan bir öğrenci Hakan Alim, seçmeli Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Muhammed’in Hayatı dersleri eşitlik ilkesine aykırı değil mi? Örnek o okulda tek bir Yahudi çocuk olursa onun içinde kendi dinini ve peygamberinin hayatını öğrenebilecek mi diyor?  

Şimdi tek öğrenci olursa biz ona o fırsatı doğrusu veremiyoruz. Çünkü bir sınıfı açabilmek için 12 öğrenci olması zorunluluğumuz en az 12 öğrenci olsun istiyoruz. Ama bu azınlıkların kendi okullarında, temel dini bilgiler dersini çocuklar seçmeleri halinde yine kendilerinin hazırladığı müfredat üzerinden eğitim almalarını sağlayacağız bununla da ilgili çalışıyoruz. Bakın çok önemli bir şey söylüyorum. Bizim hazırladığımız müfredat üzerinden değil, yine hangi azınlık okuluysa ister Hristiyan ister Musevi kendi uzmanları tarafından hazırlanmış müfredat üzerinden kendi dinlerini öğrenebilecekleri imkânları sağlamaya çalışıyoruz. Ama takdir edersiniz ki, bir öğrenci için bizim ders verme imkânımız zor. Ama buna rağmen, eğer bu öğrenci A okulunda okuyorken, B okulunda kendilerinin müfredatının olduğu ve ders açılmış bir sınıfta bu konuda ders almak isterse o konuda biz anlayış gösterebiliriz.  

Sayın Bakan, bir başka önemli soru Göksel Araççı bir öğretmen sormuş. Anaokulu öğrencileri tuvalet ihtiyaçlarını sınıflarda çalıştırılan yardımcıların desteğiyle gideriyorlardı. Şimdi bununla kim ilgilenecek. Ayrıca okul tuvaletleri bu yaş için uygun mu deniyor ki bu konuda biliyorsunuz prefabrik okullar ve diğer konularda çok fazla tartışma konusu olmuştu.  

Şimdi tabi bu hususta gözden kaçan bir konu var onu burada hatırlatmak istiyorum. 66 aylık çocuklarımızın 66 ay ve üstü durumda olan çocuklarımızın okullara ilk defa geleceği var sayılıyor bu doğru bir varsayım değil. Bugüne kadar daha doğrusu geçen yıl biz 60-72 ay arasındaki çocuklarımızın tam yüzde 69’nu okullarda eğittik. Dolayısıyla bu çocuklarımız için lavabolarımız vardı, bu çocuklarımız için sınıflarımız vardı, bu çocuklarımız için alt yapımız hazırdı bizim. Biliyorsunuz 60-72 ay için biz yüzde 100 okullaşma oranı diye bir hedef belirlemiştik. Dolayısıyla bu hedefimizden vazgeçmiş değiliz. Şu anda yine 60-66 ay çocukları için ve 48-60 ay arasındaki çocuklarımız için yoğun bir şekilde okul öncesi programlarımızı uygulamak için hazırlık yapıyoruz. Veya bununla ilgili oranları artıracak çabaları yürütüyoruz. Bu açıdan bakıldığı zaman Milli Eğitim Bakanlığı mevcut alt yapısı itibariyle her şeye sıfırdan başlamıyor. Türkiye’de şöyle bir algı oluştu bunu anlamakta da gerçekten zorlanıyorum bazen. Sanki bu sistemle birlikte her şeyi yeniden kurguladık ve her şeye sıfırdan başlıyoruz gibi bu öyle değil. Türkiye’de bu zamana kadar yapılmış binlerce, yüzbinlerce dersliğimiz var bizim. Neredeyse 600 bin civarında dersliğimiz var. Bizim yine yüzde 69 oranında okul öncesi eğitim yapma potansiyelimiz, gücümüz, kapasitemiz var. Yine biz bütün ilkokullar için onların okuyabileceği sıralara, lavabolara, tuvaletlere sahibiz. Ve nihayet öğretmenlerimiz sadece 60-72 ay için değil, 36 aydan, 72 aya kadar çocukları eğittikleri için onların belirli bir durum karşısında ne yapılmasını gerektiğini bilen öğretmenlerden oluşuyor. Yani biz dediğim gibi sadece ilkokul birinci sınıfın sadece ortaokul birinci sınıfın sisteminde değişiklik yaptık orada yeni bir uygulama başlatacağız. Eski alt yapıyla, eski öğretmenlerle, eski teknolojiyle bunu yapacağız. Ama bunları eğiterek, geliştirerek ve uyarılarak yapacağız. Bütün bunlara bakıldığında, bu kadar telaşın ben çok anlamlı olmadığını düşünüyorum.  

Sayın Bakan, o kadar çok soru var ki sorulması gereken ama ne yazık ki süremiz bitti. Umarız okullar açılmadan önce size bir kez daha bu soruları sorma ve yöneltme şansımız olur. Herkes yeni başlayan bu süreçle ilgili birçok soru sormuş. 

Yeni eğitim yılında size kolaylıklar diliyoruz o zaman tüm Türkiye ile birlikte, sağ olun.  

Çok teşekkür ediyorum.  

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’di konuğumuz. Hem sizlerden gelen soruları sorduk, hem de bizim yönelttiğimiz sorular vardı ki akıllarda kalan sorulardı bunlar.  

Tekrar görüşmek üzere efendim hoşça kalın. 

04.09.2012
NTV

Kaynak için [MEB]

Diğer Röportaj haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.