Ömer Dinçer Kanal 24'de Konuştu

Ömer Dinçer Kanal 24'de Konuştu
08.09.2012 Tarihinde Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer'in Kanal 24 Televizyonunda Katıldı10.09.2012 12:06

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer'in Kanal 24 Televizyonunda Katıldığı Programın Deşifresi

Gerçekten çok etkileyici görüntüler. İnsanlığın akıl ve bilimle, araştırmayla, çalışmayla nerelere gelebildiğini gösteren önemli bir gösterge. Bu haber aslında çok anlamlı oldu. Sayın Bakanla da eğitimi, bilimi konuşacağımız için Türkiye’nin de belli bir yere gelmesi için bütün emekler, bütün gayretler, bütün çabalar bunun için. Milli Eğitim politikalarımız bu yüzden çok önemli. Fakat ben Milli Eğitim Bakanımızla, özellikle Sayın Dinçer’le ne zaman program yapacak olsam gelen maillerden ve sorulardan şunu anlıyorum: Gerçekten Milli Eğitim çok önemli bir konu ve Milli Eğitim Bakanı olmak da çok zor.

Sayın Bakan, hoş geldiniz programımıza.

Çok teşekkür ediyorum, sağ olun. 

Ben sizin değerli izleyicilerimize programa katılacağınızı duyurduğum andan itibaren şöyle gelen sorulara baktım ve dün gece çok uzun uzun çalıştım soruların üzerinde. Hakikaten zor bir iş Milli Eğitim Bakanlığı. 

Evet.

Çünkü Türkiye genç bir ülke, Türkiye’de herkesin iyi bir eğitim alma hayali var, öğretmenlerin beklentileri var, öğrencilerin beklentileri var ve çıtamızı yükseltmeye çalışıyoruz ekonomide, sanayide. Bunu yapabilmek için iyi eğitilmiş insanlara, kalifiye insan gücüne ihtiyacımız var. O bakımdan hem çok önemli, hem çok zor. Çok zorlanıyor musunuz Bakanlıkta, siz de aynı fikirde misiniz?

Bir kere gerçekten toplumun tamamını ilgilendiren bir konuyla uğraşıyoruz. Aşağı yukarı 700 bin öğretmenimiz var. Tabi onların her birisinin ayrı ayrı sorunları olduğu gibi ortak sorunları var. 700 bin öğretmenimizin eşi, çocukları veya anne, babası var. Yaklaşık 17 milyona yakın öğrencimiz var. 17 milyon öğrencimiz ve onların ebeveynlerini dahil ettiğimizde toplumun hemen hemen bütün kesimlerini şöyle veya böyle doğrudan ilgilendiren bir konu üzerinde çalışıyoruz. Tabi bu toplumların altından kalkabilmenin yegane yolu da aslında çok adil bir sistem kurmak ve herkesi o sistem içerisinde görmekten geçiyor. Herkese aynı

muameleyi yapmak, doğru kurallar ve politikalarla herkesi eşit bir uygulamaya tabi tutmak. Değilse bireylere dayalı bir çalışma ve politika üretecek olursanız altından kalkmanız mümkün değil. 

Bu sadece sayılar bile aslında ne kadar büyük bir ölçekte ele alınması gerektiğini gösteriyor, 17 milyon öğrencinin okula başlayacak olması, şurada günler kaldı. 

3 Finlandiya’dan daha büyük. 

Aynen öyle. Avrupa’daki birçok ülkeden Yunanistan’la…

2 tane Yunanistan neredeyse. 

2 tane Yunanistan veya Yunanistan’da neredeyse İsveç’in toplumu kadar devasa bir şey bu. Hazır mıyız efendim, bu eğitim dönemine, belki yüzde 100 her şeyi hazırlamak mümkün değildir, dünyanın hiçbir yerinde bu çok kolay değildir ama, ne kadar hızlı Sayın Bakan?

Biz hazırız. Eğer bunun için bir ölçü vermek gerekirse şunu söylemek mümkün: Eğitim sisteminde bu sene karşı karşıya kalacağımız problemler geçen seneden daha kötü olmayacak. Bunu açık, net ve belki de kesin bir ifadeyle söylemek mümkün. Biz eğitime hazırız, yeni sistemle birlikte hazırız. Ve geçen yıl karşı karşıya kaldığımız sorunlardan daha büyük, daha fazla bir sorunla karşılaşmayacağız. 

Çok iddialı bir şey söylüyorsunuz. Çünkü yeni model, beraberinde yeni birtakım durumlara alışmayı gerektirecektir hem öğrenciler için, hem eğitim sistemi bakımından, yeni bir müfredat da var değil mi ilk yeni başlayan çocuklar için?

Evet, bunu bu kadar açık ifade etme ihtiyacı hissettim. Şimdi eğitim sistemi üzerinden yapılan bazı itirazlar daha çok aktüel sorunlar yahut da operasyonel meseleler üzerinden ele alınarak tartışmaya sunuluyor. Halbuki derslik meselesi, ikili eğitim meselesi, öğretmen ataması gibi sorunlar bunların tamamının önceki yıllarla mukayese yapıldığındaki eğer fırsat verirseniz onları mümkün olduğu kadar izah etmeye çalışacağım. Türkiye eğitim sisteminde bugün geldiği nokta itibariyle önceki yıllardan farklı ve daha kötü durumda olmayacak. 

Efendim, bütün bunları konuşacağız, bugün zamanımız da yeterli sanıyorum epey bir konuyu konuşmak için. Gerçi çok konu var ama, satır başlarıyla ele alıp Sayın Bakanın o konudaki görüşlerini alalım. 

Şimdi burada bu programın esası itibariyle ben mümkün olduğunca insanların merak ettikleri, kafalarına takılan, endişelendikleri şeyler varsa onlar, bunların hepsini Sayın Bakana bu konuları en iyi bilen kişiye aktaracağım, soracağım. Öğretmenler de lütfen endişe etmesinler, programın son 5 dakikasına sıkıştıracak değiliz, öyle bir endişe var. Diyorlar ki, bütün programlarda son 3-5 dakikaya sıkışıyor ve çok konuşulmuyor. Öyle olmayacak. Biz daha önceki programda da Sayın Bakanla öğretmenlerin sorunlarına daha çok yer verdik, daha çok konuştuk. Fakat mümkünse vereceğim aynı sorular zincir halinde gelmezse çünkü diğer belki başka önemli soruları da görmemizi engelleyebilir. O yüzden bir tek soruyu bütün arkadaşlarımız ve ben buradan dikkatle takip ediyoruz zaten. Şimdi efendim, 4+4+4’le ilgili okullarda yapılması gereken değişiklikler, fiziki değişiklikler tamamlandı mı? Yani tuvaletlerden sıralara kadar okullar buna ne oranda hazır önce onu sorayım size. 

Şimdi bir kere her şeyden önce şunu söyleyelim: Biz 4+4 sebebiyle yahut yeni eğitim sistemi sebebiyle bütün fiziki mekanlarımızı, bütün altyapımızı yeniden tasarlamak zorunda değiliz. Çünkü…

Böyle bir algı oluştu halkta. 

Yani böyle bir algı var. Sanki biz her şeye sıfırdan ve yepyeni başlayacakmışız gibi bir algı var. Halbuki eğitim sistemi uzun süreden beri var olan bir sistem, bundan sonra da var olmaya devam edecek. O açıdan bakıldığında biz geçen yıl 72 aylık çocuklarımızı eğitime alıyorduk, ama daha da önemlisi, mevcut hukuki düzenlemelerimiz sebebiyle 68 aylık çocuklarımızı da eğitime alıyorduk. Yani hukuki düzenleme şunu ifade ediyordu: Aralık ayı sonunda 72 ayını dolduran öğrenciler, Eylül ayında kayıtlarını yaptırabiliyorlardı. Bu 68 aya tekabül eder. Ve biz geçen yıl aşağı yukarı yüzde 50, yüzde 60’ın üzerinde bir oranla 68 aylık çocuklarımızı eğitime almıştık ve onların oturacağı sıralar vardı, onların gideceği lavabolar vardı, onların yer aldığı dersliklerimiz söz konusuydu. Başka bir şey daha söyleyeyim size, yine biz geçen yıl 60-72 ay arası, hatta 48-60 ay arası çocuklarımızı önemli oranda okullarımızda eğittik. 60-72 ay arası çocukların yüzde 69’u geçen yıl okullarımızdaydı bizim, çocuklar evlerinde değildi yüzde 70’e yakın oranda çocuklar okullardaydı, onların oturduğu sınıflarımız, oturdukları derslikler, gittikleri lavabolar vardı. Ve 60 aylık çocuklarımız bir öğretmenin önünde eğitim görüyorlardı. Bu açıdan bakıldığında biz her şeye sıfırdan başlamıyoruz. Ama her şeye rağmen biz 66 aylık çocuklarımızı ilkokul birinci sınıfa da kabul etmeye başlayacağımız için ki bu 2 ay öncesine tekabül ediyor. Bütün okullarımızı yaz boyunca gözden geçirdik, yeni eğitim sistemi mantığıyla yeniden bakımlarını yaptık, boyasını badanasını elimizden geldiğince yaptık ve eğitime hazır hale getirdik.

Şimdi efendim, sorular yine bununla ilgili. İşte o sınıfta 7 yaşında çocuklar da olacak diyorlar, onlar ne yapacak? İlk yıl çocuklar okuma yazma öğrenebilecek mi yönünde sorular var. 

Şimdi ben şunu söyleyeyim: Önceki yıllarda bir sınıfta kaç aylık çocuğun birbirinden farklı aylar olmak üzere sınıfta oturduğuna dair hiçbir bilgisi var mı acaba arkadaşlarımızın? Geçen yıl 68 aylık bir çocuğumuzla, 84 aylık bir çocuğumuz aynı sınıftaydı. Aşağı yukarı 1,5 yaşa tekabül eder bu. Bu yapılan eleştiri aslında Türkiye’de şimdiye kadar yapılmamış ve yapılmakta olan bir hadiseyle alakalı değil. Bu yıl biz belki önceki yıla göre eğitim sisteminin bu zamana kadar ki yaptığı uygulamalara göre mukayese edildiğinde yaş itibariyle daha uygun bir düzenlemeyi başarmış olacağız. Bir kere her şeyden önce 66 aylık çocuğumuzu aldıktan sonra şayet öğrenci sayımız fazlaysa sınıfları böleceğiz ve yaşa göre bölmeye başlayacağız. Dolayısıyla…

Bunu ne zaman yapacaksınız?

Bu yıl yapıyoruz onların hepsini. 68 ila 84 aylık çocuklar aynı sınıfta olmayacaklar belki. Bu sene 66 ila 76 ay arası belki aynı sınıfta olacak, 72 ila 84 ay arası aynı sınıfta olarak daha dar aralıklarda çocuklar sınıflarda olma şansını yakalayacaklar. 

Bunu başvurulara göre mi belirleyeceksiniz?

Sınıfların kalabalıklığına, başvuruya göre, öğretmenimizin durumuna, dersliğin durumuna göre karar verdiğimiz hususlar. Daha da önemlisi, şimdiye kadar biz ülkemizde 7 yaşındaki çocukla, 14 yaşındaki çocuğu aynı okula koymuyor muyduk ve bundan dolayı şikayet etmiyor muyduk toplum olarak? Çünkü 14 yaşındaki çocuk, 6 yaşındaki, 7 yaşındaki çocukları belki taciz ediyordu, rahatsız ediyordu. Şimdi ise biz okullarımızı ayırarak 7 ila 11 arasında, 11-12 ila 15 arasındaki çocuklarımızı da ayrı ayrı sınıflara, hatta sınıflara da değil, okullara göre tasnif etmeye başladık. Öyleyse bütün bunlara bakıldığında bugün yaptığımız uygulama 1 yıl öncesiyle mukayese edildiğinde bile aslında çok daha pedagojik şartlara uygun sonuçlar içindir.

Dünyadaki uygulamalarla mukayese edelim efendim, dünyada nasıl okula başlama yaşı? Mesela Türkiye’ni yarışmakta olduğu daha çok coğrafyadaki ülkelerle, mesela Batı dünyasıyla ya da eğitimde ileri gitmiş ülkelere baktığımızda oradaki uygulamalar nasıl?

Bakın Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde yaklaşık 14-15 ülke 60 ay ila 66 ay arasında çocuklarını eğitime alıyor. Daha doğrusu 72 aydan…

Yaklaşık yarısı yani Avrupa Birliği ülkelerinin.

Başka türlü ifade edeyim, 72 aydan daha küçük yaşta çocukları eğitime alıyorlar. 60 ayda alan var, 64 ayda alan var, 66 ayda alan var, 48 ayda zorunlu eğitime alan ülkeler var. Bilebildiğim kadarıyla dünyada 33 tane ülke 5 yaşında çocuklarını eğitime alıyor. 

Bizimki gibi bir formatta mı alıyor?

Bizimki gibi bir formatta alıyorlar evet. 

Yoksa anaokulu…

-Okul öncesi eğitim hariç alıyorlar. Ve daha da önemlisi bugünlerde pek çok ülke eğitim reformu yaparak eğitim yaşını öne alacak düzenlemeler için hazırlık içerisindeler. Türkiye bugün aslında bu çıkarttığı yeni düzenlemeyle ilgili, yeni kanunla alakalı olarak şunu gururla söyleyebilir: Biz bu kez proaktif davrandık ve pek çok ülkeden önce değişen dünyaya uyum sağladık. 

Nedir temel hedef orada, ne yapmaya çalışıyor Türkiye bu yaşı geriye çekerek, somut olarak nasıl bir kazanç getirebilir bu eğitim sistemi bakımından?

Bir kere çocuklarımızın küresel düzeyde rekabet edebilirliği artıracağız. Çünkü eğitime erken alarak daha uzun süreli bir eğitim yapma şansımız olacak. Türkiye’nin eğitim sisteminin önemli sorunlarından birisi daha az eğitim yapması, ama daha az süre içerisinde çocuklara çok fazla müfredat yüklemeye çalışmasıydı. Halbuki biz yaşı biraz erkene alarak ve eğitimi 12 yıl zorunla hale getirerek biz hem eğitim sisteminde çocuklarımız için daha fazla eğitim alma imkanı veriyor, hem de bu süre içerisindeki kazanımları daha uygun bir zaman diliminde sunma imkanını kazanıyoruz.

Temel kazancı burada elde edeceğimizi söylüyorsunuz. Peki, bu müfredat meselesi, birinci sınıf müfredatının yenilendiğini açıklamıştınız ve oyun içerikli bir müfredat da olacağı söylendi, biraz bunu açıklayalım mı neler olacak o müfredatta?

Ama önce şunu izin verirseniz söylemeliyim.

Lütfen. 

Özellikle 66 aylık çocuklarımızın okula alınmasıyla birlikte mesela bir derslik tartışması ortaya çıktı. 

Evet, çok var, hatta onunla ilgili 70-80 kişiyle küresel rekabet nasıl sağlanacak diyorlar. 

Evet, şimdi ikili eğitim yapmayla ilgili bir tartışma gündeme getirilmeye başlandı. İzin verirseniz bunlara da çok kısa açıklamalar getirmek istiyorum. 

Çok tartışılıyor bu konu. 

Bir kere bu konuda yapılan tartışmalar için öncelikle şunu hatırlatmalıyım: Türkiye’de derslik sorunu, yeni sistem sebebiyle var olan bir sorun değil. Türkiye’de derslik sorunu çok müzmin sorunlardan bir tanesidir. Ve bunu aşmak için de AK Parti iktidarının yaptığı çabaları mutlaka görmek gerekir. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan derslik sayısı Türkiye’de 350-354 bin civarındadır. Ama buna karşın AK Parti hükümetlerinin yaptığı derslik sayısı bugün 182 bine yaklaştı. Böyle bakıldığında…

Yaklaşık 9-9,5 yılda mı yapıldı bu?

Evet. Tabi böyle bakıldığında Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan dersliklerin yüzde 50’den fazlasını biz tek başımıza bu kadar kısa sürede gerçekleştirdik. Toplam derslik sayısı içerisinde bizim yaptığımız derslik sayısı da neredeyse yüzde 40’a ulaşıyor. 

Bütün Cumhuriyet tarihinden mi söz ediyoruz?

Bütün Cumhuriyet tarihinden söz ediyorum. Böyle bakılıyorsa bir kere her şeyden önce bu sorunun farkındayız, ama bu sorun kolayca aşılacak bir sorun değil. Çünkü çok ciddi bir kaynak gerektiriyor. Şu anda bizim yaklaşık 170 bine yaklaşık neredeyse dersliğe ihtiyacımız var ve bunun karşılığı 30 milyar liraya yakın bir paradır. KDV’si hariç ve diğer masraflar, donanımlar hariç olmak üzere. Sadece derslik olarak bakıldığında. Ama hemen başka bir şeyi söylemeliyim. AK Parti yine yaklaşık olarak yıllık ortalama 18 bin civarında derslik inşa etti. Biz geçen yıl seçim yılından çıkmış olmamız bazı projelerin belki bundan etkilenmiş olması sebebiyle geçen yıl yaklaşık 11 bin 500 civarında derslik yaptırdık yeni. 11 bin 500 dersliğin üzerine ayrıca benim proje dışı uygulamaları ortadan kaldırmam sebebiyle yaklaşık 10 bin 500 derslik daha kazandık, 10 bin 600 derslik. Bu ne demek? Okulda derslik olarak yapılmış, ama daha sonra farklı gerekçelerle yönetim amaçlarıyla kullanılmış derslikler olmuş. Diyelim ki müdür orası küçük görüldüğü için dersliğin birisini o maksatla kullanmaya teşebbüs etmiş arkadaşlarımız. Biz bu tip uygulamaların eski hale getirilmesini sağlayarak da yaklaşık 10 bin 600, daha önceden ben bu rakamı 8 bin 900 diye duyurmuştum, yeni gözden geçirmelerle birlikte bu rakam 10 bin 600’e çıktı, 10 bin 600 derslik kazandık. Başka bir ifadeyle biz bu yıl yaklaşık 21 bin 500 net derslik kazandık. 

Bu yıl içinde. 

Bu yıl. 21 bin 500 dersliğin öğrenciye tekabül eden karşılığı yaklaşık olarak 630 bindir, 650 bin civarındadır. Eğer derslik başına 40 öğrenci kabul ederseniz bu 850 bine yaklaşır. Halbuki yeni sistem sebebiyle gelecek öğrenci sayımız, bizim tahminlerimiz ilkokullarda 478 bin ek öğrenci, lisede ise 200 bin civarında ek öğrenci anlamına geliyor.

Bu, bu sene için, bunlar yeni okula başlayacak, yani bu dersliklere katılacak olan öğrenci sayısı için. 

Gelecek sene bu sorun yine olmayacak size söyleyeyim size. 

Çok ciddi bir sayı ama değil mi bu söylediğimiz, az önce söylediğimiz sayı çok büyük bir sayı aslında yani. 

478 mi? 

Tabi.

Hayır, sizin için öyle görünebilir ama, bizim için, zaten bize her yıl yaklaşık 1 milyon 300 bin öğrenci mutad olarak geliyor. 

Tabi tabi, yani eğitim sisteminin aslında ne kadar önemli bir güce sahip olması gerektiğini gösteren…

Bu açıdan 478 bin rakamı bizi çok korkutmuyor. Çünkü bunun karşılığı olarak az önce ifade ettim, biz zaten 650 bine yakın öğrenci kapasitesi sağlayan bir derslik oluşturmuş vaziyetteyiz. Bu açıdan bakıldığında derslik itibariyle geçen yıldan daha olumsuz bir durumla karşı karşıya kalmayacağız. 

Gelecek yıl bu sorun yaşanmayacak diyordunuz az önce Sayın Bakan, onu biraz açıklayalım. 

Çünkü bu sene 66 aylık çocuklarımızı eğitime aldığımız için gelecek yıl alacağımız öğrenci sayısı yine

toplum 1 milyon 300 bin civarında olacak. Bu yıl 2 ay daha fazla alıyoruz veya 3 ay daha erken alıyoruz çocuklarımızı. Dolayısıyla onun sağladığı bir artış olacak. Ama gelecek yıl hep 66 aydan sonraki çocukları almış olacağımız için yine sadece yeni gelen çocuklar ilave olacaklar. 

Türkiye’nin önünde 3 seçim var; Cumhurbaşkanlığı, yerel seçimler, genel seçimler. Bu derslik yapımı noktasında 2 yıllık bir projeksiyon yaparsanız ne kadar derslik yapılabilir? Çünkü seçim dönemlerinde bu tip yatırımları yapmak daha zor oluyor az önce siz de söylediniz. Tahmininiz nedir efendim 2013-2014 için?

Biz yine yıllık ortalama rakamlarına ulaşabileceğimizi düşünüyorum, hatta daha fazla yapma şansımız olacak. Şimdi o konuda tahmin yürütmekte zorlanıyorum kamuoyunu yanıltmamak için. Biz şimdiye kadar sadece bütçe kaynaklarımızı kullanıyor ve hayırseverlerin bize yaptırdığı okullardan yararlanıyorduk. Ben bu vesileyle ben tekrar teşekkür ediyorum. Gerçekten hayırseverlerimiz bu ülkeye eğitim için önemli bir katkı sağlıyorlar, yaptırdığımız okulların önemli bir oranı, yüzde 15 ila yüzde 20’si hayırseverlerin katkısıyla gerçekleşiyor. 

Artıyor mu bu oran efendim önceki yıllara göre?

Biraz düşmeye başladı. Yani muhtemelen insanlarımızın zihninde annesi için, babası için yahut da ölen çok yakın birisi için bir ismi yaşasın diye düşündüğü bir hatıra vardı, bunları gerçekleştirenler yavaş yavaş belki bu amaçlarından uzaklaşıyorlar ama…

Neden acaba?

Her şeye rağmen ciddi bir katkı var. Şunu söylemeliyim: Yani biz bu iki yönteme, yani kamu katkısı, kamu bütçesinden ayırdığı kaynaklar ve hayırseverlerin yanında yeni bir yöntemle, işte bugün yarın yönetmeliğimiz çıkmış olacak. Kamu-özel ortaklığı yoluyla biz özel sektörün yaptırdığı okullardan yararlanmaya başlayacağız. 

Nasıl olacak o?

Kamu-özel ortaklığında herhangi bir özel sektör, bizim göstereceğimiz arsa üzerine veya kendi bulacağı arsa üzerine bizimle önceden sözleşme yaparak okul ve eğitimle ilgili diğer tesisleri yaptırması halinde biz onları uzun süreli kiralayabileceğiz ve hizmet satın alabileceğiz. Veya yine kiralama yöntemi söz konusu olacak. Biz okul olma ihtimali olan, imkanı olan okulları doğrudan doğruya gidip kiralama şansına sahip olacağız, bu vesileyle de çok fazla derslik yaptırma ve kazanma imkanımız olacak. Şimdi tüm Türkiye’de her ilçede, ilçeye yakın bir alanda

biraz büyükçe bir alanda eğitim kampüsleri hayal ediyoruz. Daha çok ortaöğretim binalarının olduğu, işte lisenin, fen lisesinin, imam hatip okulunun, meslek lisesinin olduğu, kız meslek liselerinin olduğu kampüsler hayal ediyoruz. Onun beraberinde spor tesisleri, eğitimle ilgili diğer tesisler ve sosyal tesisler olacak. 

Bu yönetmelikle mi olacak bu, yeni hazırlanmakta olan yönetmelikle mi olacak?

Bunların kamu özel ortaklığıyla başarılabileceğini tahmin ediyoruz. 

Efendim, yine bu kapsamda getirilen görüşlerden bir tanesi de karanlıkta ders meselesiydi. Yani hep biraz onu konuşalım isterseniz. Okula başlama saatleri büyük şehirlerde hem de derslik başına düşen öğrenci sayıları Türkiye geneline baktığımızda ne kadar olmasını bekliyorsunuz, ne kadarı makuldür, nerelerde daha çok, hangi şehirlerde daha büyük sorunlar, herhalde büyük şehirler değil mi?

Şimdi bakınız, Milli Eğitim Bakanlığı olarak bizim hedefimiz, ülkemizde derslik başına 30 öğrenciye ulaşmak ve tekli eğitim yapmak.

Hedef. 

Hedefimiz, stratejik hedefimiz bu. Bütün planlarımızı bunun üzerine kurguluyoruz. 

Ne zaman ulaşmayı planlıyorsunuz bu hedefe?

Yani buna çok kısa zamanda ulaşılamaz diye tahmin ediyorum. Yani eğer olağanüstü kaynaklar ayrılmıyorsa, ayrılamıyorsa o zaman çok kısa zamanda ulaşılamaz. Ama şunu söylemeliyim: Biz bu hedefimize yaklaşık 71 ilde ulaşmış vaziyetteyiz. 

30 öğrenci. 

30 öğrenci ve büyük oranda tekli eğitime 71 ilimizde ulaşmış vaziyetteyiz. Sadece 10 ilimizde, hadi bazı şeylerle 11 ilimizde, 12 ilimizde maalesef eğitim altyapısı itibariyle sorunlarımız var.

Nereler mesela birkaç örnek verelim. 

Bunların en başında İstanbul eğeliyor. Ama İstanbul’u kendi içinde belki biraz sonra analiz edecek olursak orada da oldukça farklı durumlar söz konusu olabilir. İstanbul, Ankara, İzmir merkez, Bursa merkez, Adana, Mersin ve Antep, Urfa, Diyarbakır, Batman, Bayburt böyle aşağı yukarı 10-11 ilimiz var. 

Çoğunluğu da büyük şehir zaten. 

Büyük şehirler ve göç alan yerlerimiz. Bu illerimizde biz her yıl diğer illere göre daha fazla derslik yapıyor olmamıza rağmen hem göç, hem de doğum sebebiyle maalesef yetişmekte biraz zorlanıyoruz. Şimdi İstanbul özeline geldiğimizde hakikaten eğitim altyapısı itibariyle şartların en ağır olduğu ilimiz İstanbul. İstanbul’da sadece geçen sene, yani bu yıl yeni eğitim yılına yaklaşık olarak 4 bin 909 yeni derslik kazandırdık, bunu tekrarlamak istiyorum, 4 bin 909 derslik. 30 öğrenciden bu yaklaşık olarak 150 bine yakın öğrenciyi ifade eder. Ama bizim 66 ay sebebiyle eğitime gelecek ek öğrencimiz 110 bin civarında olacak bizim öğrencimiz. 

İstanbul’da mı?

Evet, İstanbul’da. Yani başka bir ifadeyle yine yeni dersliklerimizle, yeni gelecek öğrencileri fazlasıyla karşılayabilecek durumdayız. Ancak İstanbul’da özellikle göç alan ilçelerimizde daha nispeten oturmuş ilçelerimiz arasında ciddi bir farklılık söz konusu. Mesela İstanbul’da şu anda ilkokul olarak bakıldığında 1245 ilkokulumuz var. 1245 ilkokulunun tam 391 tanesinde derslik başına öğrenci sayısı 30’un altında. Yani Bakırköy’de, Beşiktaş’ta, Kadıköy’de, daha çok merkezi ilçelerimizde 381 okulumuzda…

Gelir seviyesinin de nispeten daha yüksek olduğu yerler. 

Evet, 381 okulumuzda öğrenci sayısı 30’un altında. Ama onun dışında Esenler, Esenyurt, Küçükçekmece, Avcılar, Bahçelievler gibi, Gaziosmanpaşa, Sultangazi bunun gibi yerlerimizde ise…

Oralarda ne kadar öğrenci sayısı aşağı yukarı?

Burada ise işte mahallenin büyüklüğüne, yeni kurulmuş olması yapısına göre 30’dan başlayan 60’a kadar çıkan dersliklerimiz var. Şimdi böyle bakılınca biz İstanbul’da bununla ilgili de özel tedbirler alıyoruz zaten. Ama bir de şunu söylemeliyim: Çoğu kere özellikle medya, derslik başına öğrenci denildiğinde şunu anlıyor: Bir öğretmenin karşısına aynı anda oturacak öğrenci sayısı bir sınıfta. Halbuki derslik başına öğrenci hesaplamaları genellikle o ildeki veya ilçedeki toplam öğrenciyle sahip olunan dersliğe bölünmesiyle sağlanır. Halbuki birçok yerde ikili eğitim yapıldığı için veya bazen birden çok şube açıldığı için bir öğretmenin karşısına o kadar büyük bir rakam çıkmayabilir. Bu açıdan bu şartların çok yerel olduğunu ve mahallenin, okulun, öğretmen sayısının o rakamlar üzerinde etkili olduğunu bilmekte yarar var. 

Sayın Bakan, İstanbul’da çocuk okutmak bir kere zor. 

Zor, çok zor. 

Giderek de zorlaşıyor. Eskiden de kolay değildi, biz de İstanbul’da okuduk, İstanbul’un şartları ortada. İstanbul bu yönüyle bir tersine göç verme durumuna girebilir mi? Yani hayat pahalı İstanbul’da, kiralar yüksek, çocuk okutmak da zorsa eğer mümkünse Anadolu’da yani yaşadığımız coğrafyalarda kalalım gitmeyelim İstanbul’a gibi bir şey sırf bu yüzden ortaya çıkabilir diye düşünüyorum. Siz de böyle bir şey hissediyor musunuz? Yani gelen sorular, işte yani İstanbul’da çocukları okula gönderemiyoruz, nereye gideceğiz, sınıflar kalabalık gibi siz de az önce ifade ettiniz, şikayetler…

Büyük kalabalıkların olduğu sınıflarımızda biz prefabrik derslikler de yapacağız. İstanbul’u mümkün olduğu kadar mağdur etmeyeceğiz. Gelecek yıl için de, zaten bu sene biz kaynaklarımızın önemli bir kısmını İstanbul’a tahsis etmiştik, yine aynı şekilde İstanbul’a tahsis edeceğiz ve İstanbul’un bu sorununu çok daha hızlı çözmek için gerekli tedbirleri alıyoruz. Ama tabi burada ikili eğitim yapacağız, onu söylemekte yarar var. İkili eğitimle alakalı izin verirseniz 2 tane tartışılan mevzuu var, onlara açıklık getirmek isterim.

Buyurun. 

Onlardan bir tanesi; ikili eğitimin yapılıyor olması. Biz ikili eğitimi ilk defa bu sistem sebebiyle yapıyor değiliz. Bakınız geçen yıl tüm Türkiye’de okullarımızın yüzde 23’ünde tüm öğrencilerimizin yüzde 51’i ikili eğitimdeydi. 

Bütün Türkiye’de mi?

Tüm Türkiye’de evet. İstanbul’da ise okullarımızın yüzde 25’inde toplam öğrencilerin yüzde 67’si ikili eğitimdeydi. Yani başka bir ifadeyle…

Yüksek bir oran değil mi, aslında yüzde 67 yüksek bir oran. 

Çok yüksek bir oran. Geçen yıl zaten ikili eğitim vardı, sistem sebebiyle, yani yeni eğitim sistemi sebebiyle ikili eğitim yapıyor değiliz. 

Bu sene ama daha çok dikkat çekti bu. 

Şimdi ben onun da oranını vereyim size. Bu yıl yine tüm Türkiye çapında ikili eğitimde okullarımızın yüzde 23’ünde eğitim yapacağız, yüzde 52’sinde tahmini olarak, öğrenci olarak eğitim olmuş olacak öğrencilerin yüzde 52’si. Ama İstanbul’da biraz artacak, bu yüzde 67’den yüzde 70’e çıkıyor. Ama esas sorun, ikili eğitim yapmaktan çok, bizim ortaokullarda seçimlik dersler sebebiyle her gün için bir ders saati eğitim süresini uzatmamız. Eğitim süresini niçin uzattık? Bununla ilgili ben iki tane temel gerekçemizi buradan kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Önce şöyle bir soru sormak istiyorum: Biz bugüne kadar eğitim sisteminden hakikaten çok memnun muyduk ülke olarak?

Hep şikayet edilir Türkiye’de eğitim sisteminde. 

Bir kere eğitim altyapısından dolayı her zaman şikayet vardı. Ulusal ve uluslararası başarılar sebebiyle biz sürekli eleştiriliyorduk. Hem SBS imtihanlarında, hem YGS imtihanlarında, hem uluslararası alandaki PISA ve TİM sınavlarında Türkiye’nin başarıları masaya yatırılıyor ve bunun üzerinden eğitim sistemimiz eleştiriliyordu. Velilerimiz memnun değildi, öğretmenlerimiz memnun değildi. Peki, ne oldu birden bire? Aslında böylesine memnun olmadığımız bir eğitim sistemine birden sahip çıkılmaya başlandı. Aslında bu soruyu ben çok kritik olarak görüyorum.

Yani eski eğitim modeline niye sahip çıkıldı madem başarısız bir formattı, onu anlıyorum bu sonuçtan. 

Evet, bu zamana kadar o hep eleştiriliyordu. Bugün o sahipleniliyor, sanki onun üzerine başka bir şey söyleniyor. Şimdi esas soruyu başka bir şekilde sormak lazım. Biz Türkiye’de eğitim sisteminden ne bekliyoruz? Çocuklarımızın eğer küresel düzeyde rekabet edebileceği bir bilgi ve yeteneğe sahip olmalarını bekliyorsak o zaman bu değişime ve bu değişimin getirdiği zorluklara katlanmak zorunda olmalıyız. Değişelim, dünyayla rekabet edebilelim, ama bunların hiçbir zorluğu olmasın diyorsak burada bir çelişki var. Biz bir şekliyle hakikaten eğitim sisteminde çocuklarımıza küresel düzeyde rekabet edebilecek bilgi ve yeteneği kazandırmalıyız. Peki, şimdiye kadar kazandırabildik mi? Bunun takdirini yine kamuoyuna bırakıyorum. Ama PISA sonuçları, TİM sonuçları bize bir ipucu veriyordu zaten. Dünya Bankası raporlarına, OECD ülkelerinin raporlarına baktığınız zaman bunu görürdünüz. 

Artıyor mu o oranlar şu anda?

Şimdi bakın…

Son birkaç yıllık döneme bakarsak eğer mesela.

Yani iyileşmeler var, ama çok tatmin edici değil. Çünkü eğitim sistemindeki paradigmayla bu çok yakından alakalı bir şey. Siz mevcut paradigma içerisinde ne kadar iyileştirme yaparsanız yapın, o çocuklarınızı rekabet edebilir kılacak bir paradigma değil. Bizim eğitim sistemindeki önceki paradigmamız daha çok tek tip bir eğitim sunmaya yönelikti. Merkezden otoriter bir şekilde tasarladığımız bir eğitim hizmeti vardı bizim, onu herkese sunuyorduk ve herkes kabiliyeti ne olursa olsun, ne tür bir farklılığa sahip olursa olsun onu alacak diye düşünüyorduk. Ve tek tip bir insan yaratmaya çalışıyorduk. Dünyanın bu kadar çok çeşitlendiği, zenginleştiği farklı kabiliyetler üzerine kurgulandığı bir hayat tarzı içerisinde siz tek tip insanlar oluşturmaya çalışıyorsanız o zaman bununla muvaffak olamayacağınızı görmeniz gerekirdi. Şimdi biz bugün eğitim sisteminde bir paradigma değişikliği yapıyoruz. Bu değişiklik tam da dünya ile rekabet edebilecek bir paradigma üzerine kurgulanıyor. Şöyle izah etmek mümkün: Biz artık çocuklarımızın farklı kabiliyetlerde olabileceğini kabul ediyor ve onu açığa çıkarabilecek bir yaklaşım sunuyoruz. Diyoruz ki, her çocuk bir potansiyele sahiptir ve bu potansiyel bir diğerinden farklı ve özeldir. Yine diyoruz ki, toplumun farklı kesimleri var, farklı kesimlerinin farklı ihtiyaçları var. İster sosyokültürel kesimler olsun bunlar; Türk, Kürt, Alevi, Müslüman, Hristiyan her neyse, isterse farklı sektörler olsun; eğitim sektörü, ekonomi sektörü, inşaat sektörü farklı sektör her neyse. Bu tip sektörlerin de beklentileri farklı. Öyleyse hem çocuklarımızın farklılıklarını fark eden, hem toplumun farklı ihtiyaç ve beklentilerini karşılayan bir eğitim sistemi kurguluyoruz. Bu başka bir ifadeyle daha demokratik, daha esnek ve daha çok bu işin alıcılarının ihtiyaçlarını gözeten bir sistem, bunu istiyor muyuz istemiyor muyuz? Esas belki soracağımız sorulardan birisi bu. 

İkincisi ise; biz çocuklarımızı küresel düzeyde de rekabet etsinler istiyoruz. Peki, bizim verdiğimiz eğitim sisteminin ayrıntılı ir analizine baktığımızda bu rekabeti hazır hale getirme imkânı var mı? Bana göre yoktu ve o yüzden zaten bunları şimdi düşünüyoruz.

Hangi adım bizi küresel anlamda eğitimde daha kaliteli, daha rekabetçi yapacak orada bir iki somut örnek verelim mi izleyicilerimize?

Söyleyeceğim, çok somut örnekler vereceğim size şimdi. Şimdi bakınız Türkiye birinci sınıf ile sekizinci sınıf arasında, yani 8 yıllık kesintisiz eğitimde her yıl 720 saat üzerinden 8 yıl ders verdi. Tam şimdi çarpmak lazım, 5760 saate falan zannediyorum tekabül ediyor. 43 ülkeyle mukayese yaptık. 43 ülkenin ortalaması tam bizimle mukayese edildiğinde 8 yılda 674 saat daha az eğitim verdiğimizi gösteriyor. Yani yılda 720 saat ders veren bir ülkede 674 saat aşağı yukarı 1 yıllık eksik eğitim anlamına geliyor. Siz çocuklarınıza hem 1 yıl eksik eğitim vereceksiniz, hem de küresel düzeyde diyelim ki Türkiye ile aynı öğrenci başına harcamayı yapan Macaristan’ın çocuklarıyla mukayese edeceksiniz. Bu çocuklarımıza bir haksızlık. İkincisi; bu 8 yıllık eğitimde neyi eksik veriyoruz diye baktığınızda ben size birkaç örnek vereyim. Türkiye, çocuklarına 8 yıllık süre içerisinde 198 saat daha az matematik öğretiyor, 155 saat daha az sosyal bilgiler öğretiyor, 115 saat daha az fen bilgisi dersi veriyor, 169 saat daha az din dersi veriyor, 215 saat daha az beden eğitimi dersi veriyor. Şimdi siz 198 saat daha az matematik dersi vereceksiniz, ama Singapur’un öngördüğü, bu süre içerisinde öngördüğü matematik kazanımlarının 2 misli kazanım sağlamaya çalışacaksınız. Dar bir kaba çok daha geniş bir şeyden…

Bu açığı kapatabilecek mi Türkiye şu anda bu atılan adımlarla?

Bu attığımız adımlarla dahi açık ve net. Bu attığımız adımlarla dahi Türkiye bu eksik ders imkânını kapatamıyor. Şu anda bizim yaptığımız düzenlemelerle Avrupa ülkelerinde asgari haftada 21 saat bu ders saati değil normal saat. Ortalama 21-21,5 saat ders veriliyorken biz hala 1 saat eksik ders veriyor olacağız. 

Sayın Bakan, Türkiye’nin tabi belli bir nüfus artış hızı var, Avrupa ülkelerinden daha hızlı, ama bazı ülkelerden daha az. Avantajları olduğu gibi böyle konularda da bir zorluk yaratmıyor mu, yani daha çok yatırım yapmanız lazım, hedeflerinize ulaşmanız daha zor oluyor. Oradaki nüfus politikaları, gerçi Hükümetin bu konuda bir duruşu var ama, eğitim ihtiyacı açısından bakıldığı zaman işte dersliklerin durumu ortada, büyük şehirlerde özellikle. Ona dair görüşünüzü merak ediyorum nüfus artış hızına dair.

O zaman Türkiye tercihte bulunmalı, iki şeyden birini tercih etmeli. Bir; çocuklarımız sabahleyin 9’da derse gitsinler, 5’e kadar eğitimlerini alsınlar. Çocukların tamamı değil, yüzde 50’si, yüzde 60’ı gitsin yeter, rahat edelim, efendim küresel düzeyde başarımız ne olursa olsun mu diyeceksiniz, yoksa daha çok fedakarlık edip daha çok çalışıp küresel düzeyde rekabet eden çocuklarımız olsun ve 2023 yılında bizim gayrisafi milli hasılamız fert başına 25 bin dolar civarında olsun ve hakikaten dünyayla yarışan çocuklarımız ve bir neslimiz olsun diye mi bakacaksınız? Tercihlerinizin araçlarınızı belirlediği bir durum söz konusudur. Yani belirli bir amacı ortaya koyup o amaca ulaştıracak araçlara tevessül etmiyorsanız, sarılmıyorsanız amacınızın bir anlamı yok. Eğer araçlarınıza göre bir amaç belirleyecekseniz o zaman içinde bulunduğunuz durumu eleştirmenin bir anlamı yok. Ben çok rasyonel bir analiz yapıyorum şimdi ve Türkiye’ye bir tercihte bulunmaları gerektiğini söylüyorum. Biz o tercihte bulunduk ülkemiz adına. Bize güvenen halkımız, bize yetki veren halkımızı da arkamıza alarak bir tercihte bulunduk. Biz çocuklarımızı günde 1 saat eğiterek dünyaya biraz daha yaklaştırmış oluyoruz 1 saat fazla eğiterek. 

Efendim, az önceki açıklamalarınızda dikkatimi çeken bir ifade oldu. Orada eğitimin demokratikleşmesinden söz ederken işte insanların kendi dillerindeki, mesela Kürt kökenli vatandaşlarımıza dair bir örnek veriyordunuz. Anadilde eğitim meselesi bu bir taraftan Kürt sorununun çözümü noktasında da Hükümetin atmakta olduğu veya belki atacağı bazı adımlar var. Anadilde eğitim konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz, nasıl bakıyorsunuz, oradaki temel şeyiniz ne olacak, bundan sonraki yol haritası, biraz ipuçlarını paylaşmak bakımından. Çünkü bu bir yönüyle terörle mücadele, bir yönüyle Kürt sorunu, bir yönüyle demokratikleşme herkes farklı şekillerde adlandırılabilir. Ama konuşulmakta olan bir mesele olduğu için ben size bunu sormak istiyorum. Siz nasıl yaklaşıyorsunuz buna?

Tabi bizim şu andaki yaptığımız değişiklikler ve düzenlemeler anadilde eğitimi kapsamıyor. Daha çok her toplumun, toplumun her kesiminin kendi ihtiyaçlarına göre eğitim alabileceği dersleri kapsıyor. Yani biz şimdi Kürtçe eğitimi yapacağız, Kürtçe öğrenmek isteyen çocuklarımız bu dersleri tercih edebilecekler. 

Seçmeli olarak değil mi efendim?

Seçmeli olarak. Dolayısıyla bizim şu andaki yaptığımız temel uygulamada çocuklarımızın ilgisine göre alabilecekleri dersler veya toplumun ihtiyacına göre verebileceğimiz dersler söz konusu olacak. O açıdan bakıldığında müfredat baştan sona gözden geçirildi. Yalnız belki burada altını çizmek gereken bir husus var. Bütün bu tartışmalar aslında sadece ilkokul 1, ortaokul 1 ve lise 1’deki yaptığımız değişikliklerle ilgili. Biz bu yıl ilkokul 2, 3 ve 4’te, ortaokul 2, 3 ve 4’te ve nihayet lise 2, 3 ve 4’te herhangi bir değişiklik yapmadık. Eskiden olduğu gibi herkes kendi okulunda kendi öğretmeniyle daha önceden tasarlanmış dersleri almaya devam edecekler. Biz sadece birinci sınıflarda bir değişiklik yaptık. Bu değişiklikler aslında hakikaten Türkiye’de demokratik gelişimin de önemli bir göstergesi olacak. Bu paradigma değişikliğinin belki esas çekirdeğini bu seçimlik dersler oluşturmuş olacaklar.

Sonrasında yeni adımlar atılabilir mi, yani bu anadil tartışmaları bir taraftan devam ederken?

Yani o sadece Türkiye’nin Milli Eğitim Bakanlığı politikaları üzerinden tartışabileceği bir mesele değil. 

Politik bir karar…

Ulusal bir politikadır o. Milli Eğitim Bakanlığı olarak biz ulusal politikalara uygun kendi içimizde düzenlemeleri tabi ki yaparız. Ama şu anda yaptığımız şey bile Türkiye’de çok önemli bir adım kanaatindeyim ben. Bakın 1 yıl önce…

Seçmeli ders olarak konması mı, onu mu kast ediyorsunuz?

Evet, seçimlik ders uygulamaları ve Kürtçe, din dersi, efendim Hristiyanlık gibi değişik derslerin her biri için söylüyorum. 

Alevilik konusunda bir şey var mı efendim orada, seçmeli dersler dedik ya?

Var. Toplumun her kesimi için, onların ihtiyaç duyduğu bilgi ve yeteneğe dair bir çalışmamız var, yani o konuda herhangi bir şeyimiz yok, kısıtlamamız, sınırlamamız yok. Ama şunu söylemek istiyorum: Bakınız biz 1 yıl önce merkezden tasarlanmış tek tip bir eğitim sistemiyle çalışıyorduk ve daha çok Milli Eğitim Bakanlığı’na yönelik eleştirileri ben size söyleyeyim. Ulusal düzeyde, uluslararası raporlarda milli güvenlik dersinin kaldırılması konuşuluyordu. Mesela toplumun bir kesimi niçin Arapça dersi seçimlik ders değil diye soruyordu. Yine efendim, Kürtçe dersler niye yok diye soruyorlardı. Bugün Türkiye’de artık mesela Arapça da, tıpkı diğer bir yabancı dil gibi, Almanca, İngilizce, Fransızca gibi seçimlik dersler arasında, ama kimse farkında değil. Milli güvenlik dersini kaldırdık, insanlar o kadar çok çabuk kanıksadılar ki bunu, yıllar yılı bu dersin üzerinden siyaset yapılmamış gibi sanki. Nihayet biz bugün okullarımızda Kur’an-ı Kerim, Arapça, ve siyer-i nebi, temel dini bilgiler, Kürtçe, Papazca, Zazaca gibi pek çok farklı lehçeyi okullarımızda verebilir bir altyapıyı kurguladık.

Efendim, bir reklam arasına gideceğiz ama, şu önemli olduğu için, mesela sorular da o yönde geldi. Kur’an-ı Kerim ve siyer seçmeli derslerden ikisini birlikte alabilir mi veya ikisini birlikte almayabilir mi, yani hiçbirini almama gibi bir hakkı var gibi sorular var. 

Var. Çocuklarımız ilkokullarda haftada 8 saat en az 4 ders anlamına geliyor bu. 8 saat seçimlik ders alabilecekler. Yani Kur’an-ı Kerim ve seyir-i nebi dersini seçen bir çocuğumuz aynı zamanda müzik ve resimle ilgili, aynı zamanda zeka oyunu veya iyi konuşma, yazar olma gibi dersleri de alabilecek. Tersi bir şekilde bir çocuğumuz bu yıl Kur’an-ı Kerim ve siyer dersini seçmeyebilir. 

Onun yerine başka bir şey mi alabilir mesela?

4 tane 8 saat olmak üzere ders seçebilir, ertesi yıl alabilir. Dolayısıyla seçimlik derslerle ilgili herhangi bir zorlama ve yönlendirme yok çocuklarımıza.

Bu önemli, çok soru vardı. Devam edeceğiz efendim, önemli konular. Ben izleyicilerimize de çok teşekkür ediyorum farklı konularda çok sayıda soru geliyor, öğretmenlerimiz için de vaktimiz olacak, konuşacağız, çok soru geldiğinin farkındayım.

Sayın Bakanla birlikteyiz, 24 ekranlarında lütfen bizi izlemeye devam edin. 

Değerli izleyiciler tekrar merhaba, 24 ekranlarında devam ediyoruz programımıza. Konuğumuz Sayın Profesör Doktor Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanı. Sayın Dinçer’le önemli konuları konuşuyoruz. Birçok konuya hiç değilse satır başlarıyla da olsa ben girmek istiyorum.

Efendim, okullarımızın depreme dayanıklılığı konusunda ne noktadayız? Çünkü Türkiye bir deprem ülkesi ve geçmiş örneklerinde kamu binaları maalesef bu depremlerde çok zarar gören yapılar arasındaydı. Çocuklarımız okuyor orada, ne durumdayız bir genel perspektif olarak baktığımızda ne kadarı güçlendirilebildi? Hem İstanbul için soruyorum, hem Türkiye geneli için soruyorum bunu.

Şimdi tabi orada bir tasnif yapmak gerekiyor belki. Özellikle 1999’dan önce, depremden önce çıkan yönetmeliğe göre yapılmış okullarımızın pek çoğunda sorun var. 

Hala var. 

Evet. 99’dan sonra o yönetmeliğe uygun olarak yapılan okullarımız ise bu konuda çok ciddi sınavlardan da geçtiler ve o konuda hakikaten gereği yapılmış gibi görünüyor. Türkiye’de bütün okullarımızda bizim deprem karşısında durumu nedir diye bir çalışma yapılmış vaziyette. Her yerde depreme karşı dayanıklılığı ve benzeri durumlar ölçülmüş, raporlandırılmış. Elimizdeki kaynaklar doğrultusunda mümkün olduğu kadar onları yıl içerisinde ve belirli bir plan doğrultusunda yıkıyor ve yenilerini yapıyoruz. 

Tamamen yıkarak mı?

Önemli bir kısmını, bir kısmını da güçlendiriyoruz. Şu anda İstanbul’da son rakamları size veremem, çünkü bununla ilgili hazırlıklı değilim şu anda ama, daha önceden okullarımızın zannediyorum 3’te 2’sinden fazlasını biz ya güçlendirdik ya yeniden yıkıp yaptık. Bugünlerde zaten biraz da derslik ve öğrenciyle alakalı sorunlardaki

sebeplerden birisi de şu anda yaklaşık 100 civarında okulumuzun güçlendirme kapsamında eğitim yapamaması da var. Çok büyük ihtimalde onlar da yakın bir zamanda devreye alınacak zaten. Bu konuda en ciddi mesafeyi de İstanbul’da aldığımızı ifade etmeliyim. Çünkü İstanbul’da özellikle okullarımızın güçlendirilmesi veya yeniden yapılanmasıyla ilgili çok ciddi bir dış kaynak da kullanmıştık. 

Uluslararası kaynak galiba. 

Uluslararası krediler ve kaynaklar da kullanılmıştı. Bu açıdan İstanbul’da diğer illerimize göre çok daha iyi bir çalışma yapıldığını ifade etmem lazım. 

Efendim, Suriye’den gelen göçmenler, mültecilerin bir bölümü okullara yerleştirilmişti, oradaki durum nedir, onlar çıkarıldılar mı, çıktılar mı, başka yerlere alındılar mı, bu tip mültecilerin bulunduğu okullar hala önemli sayıda var mı, oradaki durum nedir?

Yok, bildiğim kadarıyla bu hafta zaten biz Pazartesi günü eğitime başlayacağız ve okullarımızın tamamı bizim şu anda eğitim için hizmete hazır halde. Ayrıca yine Suriye’den gelen mültecilere de onların bulunduğu çadır kentlerde biz prefabrik derslikler açtık, onlara da eğitim vermeye çalışıyoruz. 

Onlara da mı eğitim vermeye çalışıyorsunuz?

Evet.

SBS kalkınca yerine nasıl bir sistem gelecek, hazırlıklar ne yönde? Çünkü çok yakın bir zaman içinde de insanların ona göre planlamalarını yapmaları lazım. Bir de bu kamuoyunun çok arzu ettiği, yani çocuklarını göndermek istedikleri birtakım öyle elit, seçkin okullar var. Oraya giriş konusu nasıl düzenlenecek, bu SBS sonrasındaki yapıyla biraz onunla ilgili yanıtları verelim lütfen.

Şimdi tabi bu SBS imtihanının kalkmasıyla ilgili meseleler tartışılırken şöyle bir algı var. Yani biz bugünden itibaren SBS imtihanını yapmayacağız dersek bu kalkmış olur, bu algı yanlış bir algı. Çünkü şu anda Türkiye’de okullarımız, özellikle liselerimiz o kadar çok çeşitlenmiş ki, hem sayıca çok çeşitli, hem de eğitim niteliği olarak birbirinden çok farklı özellikler arz ediyorlar. Biz şimdi Milli Eğitim Bakanlığı’nda eğitim ortamlarının geliştirilmesiyle ilgili bilim kurduk. Birbirinden farklı illerdeki okulların niteliği ne, aynı ildeki okulların farklı nitelikleri varsa onları, bir ilin ilçesiyle ilin merkezi arasındaki farklılık varsa onu, bazen aynı mahallede birbirinden farklı niteliklere sahip okullar varsa onların hepsini eşit niteliklere getirecek türden çalışmalar için hazırlıklar yapıyoruz.

Ne zaman tamamlanacak bu?

Bunlar sürer tabi, yani bugünden yarına bu kadar büyük bir camiada sorunları çözmek zor. Artı daha da önemlisi, işte az önce ifade ettiğiniz gibi genel lisemiz var, Anadolu lisemiz var, fen lisemiz var, sosyal bilgiler liselerimiz var, meslek liselerimiz çok farklılaşmış vaziyette. Bakınız zannediyorum Hüseyin Çelik Bey döneminde 79 civarında, tam sayıyı hatırlayamıyorum, yaklaşık söyleyeyim 80 civarında farklı adlandırılmış lise vardı. Hüseyin Bey o dönemde yaptığı çalışmayla bunu 15’e kadar düşürdü ve çok önemli bir etkinlik sağladı bu alanda. 

Büyük bir karmaşa yaşanıyordu değil mi orada?

Evet. Şimdi bu 15 sayısı bile gerçekten…

Şimdi ne kadar aşağı yukarı?

İşte 15 civarında farklı liseye sahibiz. Bunlar bile küresel düzeyde mukayese edildiğinde çok fazla. Yani sizin bir lisenizi normal lise, Anadolu lisesi, fen lisesi, sosyal bilgiler lisesi diye ayrıştırmanız normal eğitimde çok fazla karşılaştığınız bu uygulama değil. Bu açıdan bakıldığında…

 … belirlemek de zorlaşıyor değil mi?

Üstelik daha da ilgincini söyleyeyim ben size. Normalde bir genel lise ile Anadolu lisesi arasındaki fark sadece haftada 5 saat İngilizce dersi farkı biliyor musunuz? Böylesine belki de dikkate alınmayan…

Saatte tek fark o mu?

Evet, o. Böylesine dikkate alınmayacak bir farklılık sebebiyle toplumun önemli bir kesimini Anadolu liseleri için aylarca, yıllarca hazırlamaya çalışıyoruz. Bu açıdan bakıldığında biz SBS’leri gözden geçiriyoruz. SBS imtihanını kaldıracağız demek ortaöğretime sınavla geçiş olmayacak demek. Ortaöğretime sınavla geçiş olmayacaksa o zaman ortaöğretimdeki çocuklarımızın niteliklerine, ailelerinin tercihine göre her lisede bizim bir eğitim imkanını verecek altyapıyı kurmamız demek. Bu açıdan bakıldığında lise çeşitlerini gözden geçiriyoruz, lise müfredatını gözden geçiriyoruz, sınavını ona göre hazırlıyoruz ve herkesin liseye nasıl gideceği, çünkü sınavı kaldırdığınız zaman bir çocuğun hangi liseye, hangi şartlarda gideceğini belirlemiş olmanız gerekir. 

Özellikle bu özel okullar ve yabancı okullar onlara nasıl alacaksınız?

Gibi. Dolayısıyla biz bütün bunların hepsini tasarlıyoruz. Bu çalışmalar bittiği zaman da sınavı artık öğrencileri seçmek, sıralamak ve belirli bir liseye yerleştirmek için yapmayacağız. 

Yani şu anda çalışmanın devam ettiğini anlıyorum ben.

Çalışma devam ediyor. Bu sene büyük ihtimalle yine SBS imtihanı eski sistemle olacak ve ona göre yerleştirme olacak. Çok büyük ihtimalle daha sonraki yıl için büyük ihtimalle kaldırabileceğimizi ümit ediyorum.

2014’ü kast ediyoruz herhalde değil mi?

Evet evet.

Peki, dershaneler ne olacak efendim? Orada Sayın Başbakanın bir değerlendirmesi, bir açıklaması vardı. Sanıyorum o bir miktar yanlış anlaşıldı kamuoyunda bazı yönleriyle. Aydınlatmak için dershaneler devam edecekler mi bugün olduğu gibi yoksa sınırlandırılacaklar mı, yoksa belli bir süre sonra kapatılmaları mı hedefleniyor, oradaki destekler nasıl sağlanacak çocuklara?

Bizim nihai hedefimiz, sizin son söylediğiniz, tabi burada dershane derken bir tashihi de yapmak lazım. Esas dershane vurgusunda kast edilen konu, SBS gibi veyahut da üniversiteye giriş imtihanları gibi imtihanlara hazırlayan ve dersleri ve programları kast ediyoruz. 

Çoğunlukla da öyle ama zaten. 

Dershaneden kast edilen sürücü kursları olmamalı, olamaz. Çünkü sürücü kurslarımız her halükarda varlar. Mesela diyelim ki, yabancı dil eğitimi vermek isteyen, yabancı dil öğretmen isteyen toplumun farklı kesimlerine kurslar olabilir. Diyelim ki bazı takviyeler için kurslar olabilir, bunları kast etmiyoruz. 

Sınavlara hazırlayan dershaneler, temel büyük sınavlara. 

Büyük sınavlara hazırlayan dershaneler için. Türkiye’de bu maalesef öylesine güçlü bir sektör ki. İşte TUS imtihanına hazırlıyorlar, KPSS’ye hazırlık yapıyorlar. Bütün bunlara baktığımızda aslında Türkiye’de sınavların insanların hayatında bu kadar belirleyici olduğu bir kurgudan çıkarılması lazım. 

O tip dershaneleri de kast ediyorsunuz, o TUS’u hazırlayan dershaneler, KPSS onlar da mı kapatılacaklar arasında?

Hayır, dershanenin çeşitliliği üzerine bir şey söylemeye çalışıyorum. Şimdi bunların her birisi için eğer bir talep varsa arz ortaya çıkar zaten. Önemli olan da bu talebi kaldıracak bir altyapıyı kurmaktır. Dediğim gibi TUS imtihanını yaptığınız müddetçe TUS için hazırlık yapan kurs ortaya çıkar. Yahut da ne bileyim, KPSS imtihanını yaptığınız müddetçe bunun için hazırlık imkanı ortaya çıkar. Bu açıdan bakıldığında bizim esas ilgimiz, bir kere talebi ortadan kaldıracak tedbirler almak. SBS imtihanlarının kaldırılması bizim tahminimiz Türkiye’deki bu konuda hazırlık yapan, bu konuda eğitim yapan dershanelerin pazarını yüzde 50’den fazla daraltacak zaten.

Yüzde 50’den fazlasını. 

Tabi. Yine ayrıca üniversite imtihanları için YGS’de yapacağımız iyileştirmelerle ciddi oranda azalma olacağını zannediyorum. Bunların pek çoğu dershanelerin yaşayabilir olmalarını önler. 

Büyük bir, milyar dolarlık bir ekonomi değil mi Sayın Bakan?

Yaklaşık şu anda dershanelerimizde 50 binden fazla istihdam var, 60 bine yakın neredeyse istihdam sağlanıyor.

Öğretmen ve idareci.

Öğretmen, idareci olarak. 

Peki, kapanması halinde veya bu sistemin kademeli uygulanması halinde orada da bir mağduriyet oluşmaması için, çünkü onlar da eğitim almışlar, belli bir şeyleri var, yani hayatlarını sürdürüyorlar, ne yapmayı planlıyorsunuz?

Teşvik düşünüyoruz. Şimdi eğitim sisteminde biliyorsunuz özel eğitim kurumlarının açılması halinde çok özel teşvikler getirildi. İleride belki yeni teşvikler de düşünülebilir. Dolayısıyla o tip geriye kalan dershanelerin de özel okullara dönüşmesi bizim en büyük hedefimiz. 

Peki, çok soru var, tablet meselesine girelim, bugün bir gazetede de var. FATİH Projesi, tablet bilgisayarlar, burada aksaklıklar yahut yani vazgeçilmesi gibi bir şey herhalde söz konusu değil, değil mi? Buna benzer bazı iddialar ve haberler çıkıyor. Peki, sistem istendiği hızda gitmiyor mu, bir aksaklık var mı, yoksa planladığınız gibi götürüyor musunuz… 

Şimdi çok genel baktığımızda planlarımızda büyük bir sapmanın olmadığını söyleyebilirim. Ama öngördüğümüz zaman içerisinden yaklaşık 1 ay kadar bir gecikme söz konusu. 

O 1 aysa çok büyük sorun değil ama. Majör bir problem var mı sistemin devamında?

Hayır, bir kere her şeyden önce bir hukuki altyapıya ihtiyacımız vardı, bunu kurduk hatırlarsanız. Yine bu eğitim sistemini değiştiren kanunda bazı düzenlemeler yapıldığı, ona bağlı olarak da yönetmelikler ve bazı ikincil mevzuatın hazırlanması söz konusuydu onlar tamamlandı. Geldiğimiz nokta kısaca şu: Hatırlarsanız geçen sene Şubat ayında pilot uygulamaya başlamıştık. 52 okulumuzda yaklaşık 12 bine yakın tablet bilgisayar dağıttık buna öğretmenler de dahil. Ve uygulamaya geçtik. 9. sınıflar için e-içerikler de kısmen hazırlanmıştı. Dönemin sonuna doğru biz 4 üniversitemizle anlaşarak ayrı ayrı araştırmalar yaptırdık, tek üniversiteye de bağlı kalmadık o konuda. Hem bölgesel düzeyde farklılaştırdık, hem de farklı üniversitelerin tespitlerinde mukayese etme imkanımız olsun diye. 4 ayrı üniversiteyle yaptığımız pilot uygulamanın sonuçları üzerine bir araştırma yaptırdık.

Ne çıktı?

Bunun üzerinden e-içeriklerin yeterliliği, tabletin bu iş için uygunluğu, yeterliliği, efendim tahtanın bu iş için uygunluğu, tahtayla tablet arasındaki iletişim, bağlantı…

Akıllı tahta, tabi bu arada tahtadan bahsettiniz. 

Tabi. Çocukların, öğretmenlerin, velilerin bu konudaki tutumları ve algıları üzerine geniş kapsamlı bir çalışma yapıldı. Bu çalışmadan sonra her bir sorunla ilgili özel çözüm ekipleri kurduk, çözüm takımları oluşturuldu. Bu çözüm takımları bunun üzerinde yaz boyunca çalıştılar ve gerekli tedbirleri aldılar. Bu süreçte de biz hukuki altyapıyı oluşturduk. Şu anda yaklaşık olarak 3 bin 600 lisemize akıllı tahtalarımız yerleştiriliyor, önemli oranda tamamlandı. Tahmin ediyorum yüzde 80’in üzerine çıkmışızdır oran itibariyle. Akılla tahtalar hızla yerleştiriliyorlar. Ayrıca tablet ihalesine de çıktık, yine bugünlerde ilgili kamuoyu fark etmiş olmalı. Ekim’in ilk günlerinde de tablet ihalemizi gerçekleştireceğiz ve böylece tablet bilgisayar ve FATİH Projesiyle alakalı ikincil dalgayı da uygulamaya koymuş olacağız. Bu vesileyle zannediyorum liselerimizin tamamında tablet

bilgisayarımız ve tahtamız olabilecek. Daha sonra yeniden yıl içerisine bir ihalemiz var. Ondan sonra da esas büyük ihaleyi yapacağız. O ihalede tabletlerin Türkiye’de üretilmesi şartı ve ürünlerin sadece Türkiye’de üretilmesi değil, çünkü parçaları getirip monte etmek mümkün Türkiye’de. Aynı zamanda belirli oranda yerli ürünün olması şartıyla yerli teknolojiye geçişi sağlayacağız. 

Önemli bir sorun olmadığını anlıyorum söylediklerinizden. 

Biz yaklaşık 1 aylık dediğim gibi bir gecikmeyle süreci takip ediyoruz.

Ama devam ediyor süreç, bir aksaklık olmadığını söylüyorsunuz orada büyük anlamda. Okul, okullara dağıtılan süt meselesinde ne durumdayız, o devam eden bir uygulama olacak mı önümüzdeki dönemde?

Büyük ihtimalle olacak. Bakanlar Kurulu’nun yeni bir karar vermesi gerekiyor. Henüz o kararla alakalı tartışmalar yapılmadı.

Siz yararlı olduğunu düşünüyor musunuz bu önceki uygulamanın devamının?

Evet, ben yararlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü her ne kadar ilk süt dağıttığımız günlerde çok yoğun eleştirilmiş olsa bile bizim o süt programımızla bu ülkede çok sayıda çocuk ilk defa sütle tanışmış oldu. Ben bunun çocuklarımızın gelişimi açısından önemli olduğunu düşünüyorum, bu vesileyle Bakanlar Kurulu’nda bu konudaki kararı da geciktirmeden vereceğimizi düşünüyorum.

Tarım ve Gıda Bakanlığı’yla ve Sağlık Bakanlığı’yla bir işbirliği mi yapılıyor, buradaki sorumluluğu daha çok hangi bakanlık üstleniyor?

Buradaki sorumluluğu daha çok Tarım Bakanlığı üstlenmiş vaziyette. Esas çalışma Tarım Bakanlığı tarafından yapılıyor, ama dağıtım işini biz birlikte yapıyoruz. 

Efendim, terör eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı bölgelerde okullarımızın durumu, fiziki durumu nedir, oralara öğretmen temini, öğretmenlerin güvenlikleri, sağlık, yaşam koşulları açısından bir genel değerlendirme yaptığınızda? Çünkü terörün 1990’lı yıllardaki kadar belki olmasa da bir tırmanma veyahut tırmandırılma eylemine girdiğini tekrar görüyoruz. Bu anlamda eğitimin aksamadan devam edebilmesi için oradaki değerlendirmeniz ne yönde olacak?

Şimdi bakınız, terör bir kere o bölgede tüm yaşamı olumsuz etkiliyor. Yani sosyal olarak insanlar barış

içinde değiller, huzur içinde değiller, ekonomik olarak yatırım bitmekte tereddüt ediyor. Hatta giden yatırımları da oranın ekonomik gelişmesini sağlayacak, insanların sorunlarını çözecek sonuçlar doğurmasına rağmen terör tarafından yine engelleniyor. Tabi biz de bundan etkileniyoruz. Biz 1 tane öğretmenimizin bu konuda değil burnunun kanaması veya tedirgin olması, onun huzur içinde olmamasının bile üzerimizde olumsuz etkisinin farkındayız. Ben istiyorum ki, bütün öğretmenlerimiz gönül huzuru içinde çocukların karşısına çıksınlar, derslerini anlatsınlar, onları şefkatle kucaklasınlar. Ama oradaki terör, öğretmenlerimizi tabi ki tedirgin ediyor. Biz o konuda güvenlikle ilgili tedbirleri alıyoruz. İnsanlarımızın hayatı, sağlığı bizim için çok önemli. Bununla ilgili elimizden geleni yapıyoruz. Ama bu bile yeterli değil benim kanaatim. Çünkü oradaki öğretmenim gönül rahatlığıyla orada yaşayabilmeli, çocuklarla muhatap olabilmeli, o konuda öğretmenlerimizden biz her zaman fedakarlık bekledik, onlara bu vesileyle teşekkür ediyorum, hakikaten de o fedakarlığı gösterdiler, biz bu fedakarlığın aksamadan devam edeceğine dair sadece kamuoyuna söz verebiliriz.

Terör örgütünün bazı öğretmenler nezdinde etkili olmaya başladığı gibi bir düşünce var mı, öyle bir izlenim zaman zaman ediniyor musunuz bazı noktalarda, bazı yerlerde?

Böyle bir genelleme yapılamaz. Çünkü biz oraya öğretmenlerimizi merkezi sistemle gönderiyoruz ve giden öğretmenlerimizin pek çoğu o konuda genç öğretmenler, idealist öğretmenler. Dolayısıyla onlar kendi ideallerinden çok fazla taviz vermiyorlar. Ama tabi ki çok geniş bir kesimiz, çok büyük bir camiayız, o camia içerisinde bazı çürük elmalar olabilir. Ama şunu kamuoyu bilmeli ki, biz onu fark ettiğimiz anda belki kamuoyuyla paylaşmıyoruz, ama gerekli tedbirleri alıyoruz. 

Ne yapıyorsunuz Bakanım, oradaki gerekli tedbirler nedir?

Öğretmenlikten atıyoruz, ders vermiyoruz. Durumuna göre, yaptığı davranışlara, eyleme göre birtakım idari tedbirler veya cezalar veriyoruz, pek çok uygulama imkanımız var. O bakımdan kamuoyu bilmeli ki, çok fazla görünmese de varsa şayet böyle problem, onunla ilgili her türlü tedbir alınıyor. 

Anlıyorum. 

Kaldı ki bu tip durumlarda sadece Milli Eğitim Bakanlığı’nın kendi içinde alacağı idari tedbirler söz konusu değil. Aynı zamanda o ilde savcımız var, polisimiz var ve nihayet valimiz var. Onlar da doğrudan doğruya konuyla ilgili tavırlar ortaya koyuyorlar. 

İstanbul için servis ücretleri konusu, bu konuda da sorular geliyor. Çünkü servis İstanbul’da çok büyük problem ve sorun, iyi bir servis bulmak kolay bir şey değil. Oradaki durum nedir efendim servis ücretlerinin belirlenmesi noktasında İstanbul’da?

Şimdi geçen yıl biz özellikle okul aile birliklerinin kantin ve servis konusunda yapacakları ihaleler konusunda bir tedbir aldık. Daha önceki yıllarda servis veya kantin ihaleleri okul ve okul aile birliği tarafından yapılıyordu. Bununla ilgili birçok istismara dayalı eleştiri de bize ulaşmıştı, hatta bazen ihbarlar geliyordu. Bunun önünü kesebilmek için biz bu servis ihalelerini kaymakamlık ve il özel idaresi nezdine taşıdık. Bir ilçede servis ve kantinler artık ilçe düzeyindeyse kaymakamlarımızın nezaretinde oluşturulacak bir ekip tarafından her okul için ayrı ayrı belirlenmiş muhammen bedeller üzerinden yapılacak, kantinler için de aynı ihale benzer şekilde yapılacak, il düzeyindeyse de il özel idaresi tarafından yapılacak. Orada bir merkezileşme sağladık. Bunun kısmen bir iyileştirme yapacağını, sonucunu doğuracağını tahmin ediyorum. 

Yakında değil mi bu uygulamaların açıklanması?

Bu uygulamalar bu yıl başlamış olmalı. 

Bir de bu çok konuşulmuyor ama, ben ulaşım güvenliği konusunda çok yakından ilgili bir medya mensubuyum. Servislerimizin, yani servis sürücülerinin kimler olduğu, bunların eğitimi, bu araçların öğrenci taşımaya uygun olup olmadığı, çünkü çok kazalar oldu geçmiş yıllarda ve maalesef çok üzücü görüntülerle karşılaştık. Bunların tekrarlanmaması için servislerin ve sürücülerinin daha etkin denetlenmesi için bir çalışma yapacak mısınız Sayın Bakanım?

Şimdi bununla ilgili biliyorsunuz bizim standartlarımız var aslında. Özellikle servisle ilgili olarak sadece Milli Eğitim Bakanlığı değil, aynı zamanda Ulaştırma Bakanlığı da hem servis araçlarıyla ilgili, hem de servis şoförleriyle ilgili birtakım standartlar için denetim yapılıyor.

Uygulanıyor bu denetimler?

Bunların önemli bir kısmı uygulanıyor. Ama dediğim gibi şunu bilmekte yarar var: Hakikaten o kadar büyük bir camiayız ki, çoğu kere bir yerde bir hadise ortaya çıktığında o tekil hadise genelleştirilerek tüm camiayı töhmet altında bırakıyor…

Denetlenmiyor gibi bir algı oluşturuyor mesela.

Gibi bir sonuç doğruyor, bu doğru bir algı değil. Mesela bir okulumuzda bir öğrencimiz bir arkadaşını yahut da bir öğretmenini darp ettiğinde bunun tüm Türkiye’de okulların bir sorunu gibi ortaya konulması veya bir servis şoförünün istenilen nitelikleri olmadan getirilmesinin tespiti durumunda bunun tüm servisleri için olduğunun algılanması doğru bir algılama tarzı değil. Bu tip genelleştirmeler aslında bize zarar veriyor. Tam tersi o esnada çok daha fazla sayıda aslında iyi örnekleri de yaşıyoruz, ama o iyi örnekler toplumun gündemine gelmiyor tabi.

Yine benim çok önemsediğim, geçtiğimiz günlerde bir programa Sayın Başbakanımız da telefonla katılmıştı, ben bir kere daha teşekkür ediyorum oradaki hassasiyeti için Sayın Başbakana. Engelli öğrencilerin durumu konusunda onlarla ilgili bir yeni sistemdeki müfredat hakkında böyle kısa bir cümleyle bir bilgi paylaşabilir miyiz? Genel olarak engellilerin okullardaki durumu, fiziki altyapımız, oraya dair ne söyleyebilirsiniz?

Bakın şimdi bizim engellilerin eğitimiyle alakalı aldığımız çok sayıda tedbir var. Vaktiyle her engelli çocuğumuz için ayrı okullar planlıyorduk. İşte işitme engelliler, görme engelliler ve değişik zihinsel engelliler gibi çocuklarımız için özel eğitim alanları oluşturuyorduk, psikolojik rehabilitasyon merkezleri, rehabilitasyon ve araştırma merkezleri kuruyorduk. Bir kere bu tip araştırma merkezlerimiz oldukça fazla sayıda arttı. Yani 2002 yılında bu 10, 15, 20 civarındayken şimdi 218 civarında bizim rehabilitasyon merkezimiz var. Onun ötesinde özel kurumlara eğitim yaptırmaları konusunda yetkilendirmeler verdik. Çok sayıda özel eğitim merkezi var ve onlar çocuklarımıza eğitim yapıyorlar.

Engelliler konusunda.

Engelliler için. Ve bizim aylık olarak yaptığımız, engellilere eğitim için yaptığımız masraf bu özel sektöre verdiğimiz 100 milyon lira civarında.

Aylık.

Ama daha da önemlisi, biz artık normal bir şekilde olmasa bile öğrencilerimizin pek çoğunu normal okullarımıza kaynaştırma eğitimine almaya başladık. Yani çok fazla ayrıştırdığınız zaman da çocuk bir şekilde engelleniyor, mutlu olmuyor. 

Normal okullardaki fiziki altyapımız yeterli mi Sayın Bakanım?

Hızla düzeltiyoruz, hızla düzeltiyoruz.

Asansörler veya tekerlekli sandalyelerin girebileceği sınıflar.

Asansörden çok, tekerlekli sandalyelerin girebileceği düzenlemeler, platformlar oluşturuluyor. O tip çocuklarımız daha çok birinci katlarda eğitime alınıyorlar. Dolayısıyla kaynaştırma eğitimi oldukça önemli oranda uygulanmaya başlandı, elimizden geleni yapıyoruz, bundan sonra da zannediyorum daha iyi olacak şartları. 

Peki, ben izninizle öğretmenler konusuna biraz girmek istiyorum Sayın Bakan. Bir kere öğretmenler bizim için çok değerli hiç kuşku yok ki, siz de bir öğretmensiniz, hocasınız, üniversitede akademik bir kariyeriniz vardı. Öğretmenler ne kadar mutlu olurlarsa mümkün oldukları kadar mutluluklarını artırıp onların öğrencilere de yansımasını sağlamak lazım, temel hedef herhalde bu olmalı. Ben sizin de bunun için daha çok çalışacağınızı, çalışmakta olduğunuzu tahmin ediyorum.  Şimdi efendim, eş durumu tayinleri meselesi, buradan başlayalım mı? Yani çok soru var, çok dert var anladığım kadarıyla. Ne söylemek istersiniz bu durumdaki öğretmenlerimiz için?

Şimdi önce öğretmenlerimiz için birkaç şey söylemek isterim doğrusu. Önce her şeyden önce yeni bir eğitim öğretim yılına başlıyoruz Pazartesi günü biliyorsunuz ilkokul birinci sınıflar ve okul öncesi eğitim için okullarımız açılacaklar. 

Sizin o yüzden burada vereceğiniz mesajlar çok önemli Sayın Bakanım, herkes dikkatle takip ediyor sizin söyleyeceklerinizi. 

Ayın 17’si içinde diğer çocuklarımız okula gelecekler. Ben her şeyden önce yeni eğitim öğretim yılımızı tüm halkımızın ve öğretmenlerimizin nezdinde tebrik ediyorum. Ve öğretmenlerimize daha başlangıçta teşekkür ediyorum. Hakikaten çok zorlu bir yıla adım atıyoruz. Onlar bu zorlu yıl içerisinde bizim yüzümüzü ak edecekler şimdiye kadar olduğu gibi. Hakikaten bu sistemin başarısı da öğretmenlerimize bağlı. Öğretmenlerimiz eğer ne kadar iyi bir eğitim verilirse çocuklarımıza, çocuklarımız da o kadar iyi bilgi ve yetenek kazanmış olacaklar. O açıdan öğretmenlerimizin yerini kolayca dolduramayız ve onlara bu minnetimizi kolayca ödeyemeyiz. Ben bu vesileyle teşekkür ediyorum. Tabi dediğiniz gibi öğretmenin mutluluğu aslında eğitime de olumlu yansır. 

Bir de küsmesinler, yani mümkün olduğu kadar gönüllerini kazanalım, bir sorun varsa sizin eminim ki teşkilatınız ve siz çok gayret gösteriyorsunuz ama, daha çok yapılabilecek bir şey var mıdır, o noktada acaba sizden daha güzel bugün haberler alabilir miyiz?

Bütün öğretmenlerimiz ve aileleri bilmeliler ki biz yaptığımız bütün çabalarımızda azami ölçüde öğretmenimizi memnun edecek bir tavır içerisindeyiz. Ama biz Türkiye’de 700 bin öğretmen varken tek tek her bir öğretmenimizin mutlu olabileceği bir sistemi henüz keşfedemedik. Dünya da keşfetmişse onu da bilmiyoruz, varsa bize lütfen söyleyin. Çünkü 700 bin öğretmenin amacı farklı, beklentisi farklı, dolayısıyla da onu mutlu edecek faktörler farklı. Biz bunun içerisinde mümkün olduğu kadar çok sayıda insanı mutlu edecek bir sistem peşindeyiz. Burada insanlarımızı mutlu edebileceğini düşündüğümüz yegane durumun da herkese eşit ve adil davranmak olduğu fikrine sahibiz. 

Şimdi özür durumundaki öğretmenlerimizin atamasıyla ilgili şimdi bir kere o çalışan öğretmenlerimizin bir sorunu. Bütün öğretmenlerimizin yer değiştirmeye dair talepleri varsa şayet biz bunları Ağustos ayının başından itibaren ele almaya başladık. İl içinde yer değiştirme talepleri var, normal yer değiştirme talepleri. İller arasında yer değiştirme talepleri var, il içinde özür sebebiyle yer değiştirme talebi var, iller arasında özür sebebiyle, yani sağlık gerekçeleriyle veya eş durumu gibi gerekçelerle veya benzer diğer işte şehit, gazi…

Daha çok ikisi ama değil mi, eş durumu ve sağlık bana gelen notlardan daha çok onu gördüm. 

Bütün bu sebeplerle bize bu yıl ne kadar öğretmenin müracaat ettiğine dair bir tahminde bulunabilir misiniz? Tam 158 bin öğretmenimiz yer değiştirme talep etti bizden 158 bin öğretmen.

Hangi gerekçe daha fazla bunlar arasında?

Şimdi bunlar içerisinde sadece eş durumundan yer değiştirme talebi 25 binin üzerinde. Aşağı yukarı yine 25 bine yakın kişi de sağlık özrü sebebiyle yer değiştirme talep ediyor. Yani yaklaşık 50 bin kişi sağlık ve eş durumu sebebiyle bizden yer değiştirme talep etmiş vaziyette. Şimdi peki, içinde bulunduğumuz durum ne? Şimdi bakınız bizim bu yıl öğretmen kadrolarındaki doluluk oranımız yüzde 80’ler civarında. Şimdi herkes önceki yıllarda daha fazla eş durumundan atama olduğunu dile getirerek bu yıl bu sorun niçin çıktı diye düşünüyor. Sebebi şu: Önceki yıllarda bir önceki yıl, 10 yıl önceki yıl veya 3 yıl önceki yıl her neyse, öğretmen kadrolarının doluluk oranı yüzde 60’lar civarındaydı. 

Daha azdı yani, daha düşüktü. 

Bizim iktidarımız neredeyse 350 bine yakın öğretmen aldı son 10 yılda. Doluluk oranı yüzde 60’tayken bu, şu anlama geliyor: Boşluk oranı yüzde 40. Dolayısıyla eğer sizin iller düzeyinde yüzde 40’a yakın öğretmen ihtiyacınız varsa A ilinden B iline öğretmeni taşımanız mümkün ve kolay. Ama şimdi öğretmen sayımız arttı, 700 bine yakın öğretmenimiz oldu, eskiden 500 bin civarındayken. Doluluk oranımız ise arttı, boşluk oranımız azaldı. Şu anda yüzde 15 ila yüzde 20 arasında bir boşluk oranına sahibiz öğretmen kadrolarında. Yani bizim öğretmeni atayabileceğimiz alan daralmışken bunu talep eden öğretmen sayısında müthiş bir artış var. Bizim bu yıl bu illerde alan öğretmeni veya sınıf öğretmeni olarak ihtiyaç duyduğumuz öğretmen sayısı 8-10 bin civarındaydı, ama 25 bin müracaat var.

Ne yapacaksınız?

Biz dolayısıyla tek tek neredeyse öğretmenlerin her birisini vaka olarak alıyor, nereye yerleştirebileceğimize çalışıyoruz ve elimizden geleni yapıyoruz. Yaklaşık olarak bu 25 bin sadece eş durumundan alakalı ihtiyaca cevap vermeye kalksak bile müthiş bir sorunla karşı karşıyayız anlamında geliyor. Bu birincisi.

Yani böyle bir kapasitesi var mı Bakanlığın, bunu yapabilir misiniz, tamamına yanıt verme şansınız var mı eş durumunun?

Tamamına cevap verme imkanımız hiç yok.

Ne kadar olabilir tahmini olarak?

Yüzde 50’yi aşacağımızı tahmin ediyorum. 

Yani neredeyse 10-15 bin arası mı yaklaşık?

10-15 bin arası evet.

Eş durumundan.

Eş durumundan sadece. Ancak başka bir sorunumuz daha var bu yıla mahsus olmak üzere. Bunu bütün öğretmenlerimiz biliyor ve bu sebeple de bizi anlayışla karşılamaları gerekir. Bütün velilerimiz de bilmeli. Şimdi geçen yıl beşinci sınıfı okutan sınıf öğretenlerimiz bu yıl birinci sınıftan öğrenci alacaklar. Ama eğitim sistemini değiştirdiğimiz ve ilkokulu 4 yıla düşürdüğümüz için geçen yıl dördüncü sınıfı okutan sınıf öğretmenlerimiz de birinci sınıftan öğrenci alacaklar. 1 yıllık sınıf öğretmeni sayısı yaklaşık 40-45 bin arası. Biz bütün bunları rahatsız etmemek ve mağdur etmemek için herkesi mümkün olduğu kadar kendi bulunduğu yerde,

kendi okulunda, kendi semtinde, kendi ilçesinde alıkoymaya özen gösterdik. Çünkü çok büyük bir kitleydi ve büyük bir mağduriyet olacaktı. Şimdi her yerde sınıf öğretmenleri kaldığı için sınıf öğretmeninin bir başka ile gitmesi ihtimali zayıfladı. Halbuki eş durumundan atama talep eden, yer değiştirme talep eden öğretmenlerimizin de önemli bir kısmı, yaklaşık 17 bini sınıf öğretmeni. Şimdi ben size soruyorum, bir ilde zaten iki misli sınıf öğretmenim varsa, bir başka ilden bir sınıf öğretmeni daha oraya getirmem halinde ne yapabilirim ben onu, o öğretmenden yararlanma şansım var mı?

Burada 8 bin, 8 bin 500 gibi bir sayıdan söz ediliyor.

Yok, onlar rakamı bilmiyorlar. Ben kamuoyuna, bütün medyaya tek tek hangi alanda ne kadar öğretmenin yer değiştirme talep ettiğini medyaya duyurdum, bugün yarın gazetelerde çıkar zannediyorum. 158 bin kişi müracaat etti, sadece eş durumundan müracaat eden insan sayısı yaklaşık olarak 25 binin biraz üzerinde. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında karşı karşıya kaldığımız sorunu öğretmenlerimizin ve ailelerinin görmesini diliyorum. Başka bir şey daha söyleyebilir miyim bu konuda?

Lütfen lütfen.

Yine Türkiye bu konuda bir tercihte bulunmak zorunda Hakan Bey. Bu tercih şu: Bir öğretmenimizin aslında sınıfa girmemesinin bize büyük bir maliyeti var. Şimdi bakınız, biz öğretmenimizi memnun ettiğimiz kadar, öğretmenimizin ailesini memnun ettiğimiz kadar sınıftaki öğrenciyi de memnun etmek ve onun eğitim ihtiyacını karşılamak zorunda olan bir kurumuz. Ve bir eğitim hizmetinden bahsediyorsanız sınıftaki öğrenciye verilecek eğitim bizim için esas olmalıdır. Onun dışındaki bütün faktörler araçtır. Halbuki Türkiye’de dersi boş geçen öğrenci sorununu kimse konuşmuyor. Bir öğretmenin sınıfından alınması halinde dönem içine veya başka bir sebeple 30 tane öğrencinin bir dönem ders almamasının maliyetini bu ülke hesaplamak zorunda. Şimdi boş geçen derslerle ilgili yakında kamuoyuyla paylaşacağım, ama şunu söylemeliyim…

Ne kadar civarında, çok büyük oranlarda mı?

Ben büyük oranlarını söylemeyeyim, tahmini bir maliyet söyleyeyim size. Bakınız bunun örneğini çoğaltabilirsiniz. Mesela il emrini kaldırdığımız için sendikalar ve öğretmenler bize büyük eleştiriler yönelttiler. Ama ben şunu söylemeliyim: Bu sorunu Türkiye görmek zorunda, ben anlatmalıyım, il emri şu demek…

Çok fazla mesaj geliyor o konuyla ilgili.

İl emri şu demek: Öğretmeni herhangi bir ihtiyaç duyduğunuz okula değil, valilik emrine göndereceksiniz, vali onları gönderecek. Yani önce merkeze öğretmen atayacaksınız, sonra çevreye öğretmen gönderilecek, güya gönderilecek. Ama burada güçlü olanlar yahut da ne bileyim yolunu bulanlar daha çok merkezde kalabiliyorlar, bu adil değil.

Nasıl yolunu buluyorlar?

Şimdi ben söyleyeceğim size. Çünkü norm kadro yok. Oraya il emrine gönderdiğinizde o ilde diyelim ki ne kadar fizik öğretmenine ihtiyacınız varsa o kadar sayıda okula göndermiş olmuyorsunuz. İl emrine gönderdiğinizde ihtiyaç duyduğu yerde değerlendiriyor. Ben şimdi tersi bir yol izliyorum. Öğretmeni okul düzeyinde atıyor, önce çevreden başlıyorum sonra merkeze doğru indiriyorum. Mesela şu sizce makul bir durum mudur? Bugün Samsun’da bu gerçek bir vaka, onlarca ili size söyleyebilirim. Samsun’un merkezinde tam 481 tane alan öğretmeni norm fazlası olarak duruyorken Samsun’un Vezirköprü ilçesinde benim 50 tane öğretmene ihtiyacım var, ama kimse gitmiyor oraya ve ben orada ücretli öğretmen istihdam ediyorum. Bir; merkezdeki norm fazlası öğretmene ücret ödüyoruz. İki; ücretli öğretmene ücret ödüyoruz. Üç; aslında ücretli öğretmenin dersteki etkinliği ne kadar onu da ölçme şansımız zayıf. 

Sayın Bakan, bazı ilçelerdeki mesafe o kadar uzak ki, illerden bile uzak. Yani oradan oraya gitmek yani mesela 100 kilometre, 150 kilometre gibi bir şeyler ortaya çıkıyor.

Ama herkesin evinin önüne okul yapma imkanımız var mı bizim? Türkiye büyük bir ülke ve insanlar şu anda Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünde öğretmen olabilmek için her gün talepte bulunuyorlar. Ve biz en ücra köşedeki okulumuzda eğitim vereceğimize dair bu ülkeye taahhütte bulunmuşuz, bu hamasetle çözülmez, bu iş öğretmenin sınıfa girmesiyle çözülür. Size şunu söyleyebilir miyim? Şu anda Türkiye’de yaklaşık olarak 33 bin tane norm fazlası öğretmen var, bu, şu demek: İl merkezlerinde norm fazlası 33 bin öğretmen varken bizim Türkiye’nin ücra köşelerinde 160 bin öğretmene ihtiyacımız var. Bu öğretmenlerin Türkiye’ye maliyeti 1 milyar 100 milyonun üzerinde. 

Hangi branşlarda daha çok öğretmene ihtiyaç var Türkiye’de?

En fazla öğretmene ihtiyaç olan yerleri biz kamuoyuyla paylaştık, tek tek şimdi sayarsam yanıltabilirim

belki onları da, sizi de. Ama eğer bugün ben eş durumundan atamanın tamamı için il emrini koyacak olursam ve herkesi istediği yere gönderirsem 17 bin tane daha norm fazlası öğretmene sahip olacağız. 33 bin artı 17 bin öğretmen yaklaşık 50 bin edecek. Ve 50 bin öğretmen için biz ayda 3 bin lira, yılda 36 bin lira aşağı yukarı bir maliyete katlanacağız, bu 1,5 milyar liranın üzerinde.

Ayda 3 bin lira mı yaklaşık bir öğretmenin maliyeti?

Evet, çünkü eline geçen maaşın üstüne sosyal güvenlik primi, sağlık primini koyduğunuz zaman yaklaşık 3 bin liradır ve kamuya maliyeti olarak söylüyorum. Ve biz 50 bin öğretmene bu masrafı ettiğimiz takdirde sadece maliyet bundan ibaret kalmayacak. Onun yerine biz bir o kadar da ücretli öğretmen istihdam edeceğiz. Peki, ben bunu kamuoyuyla paylaştım, herkes bu konuda lütfen elini başının altına alsın ve düşünsün. Ülke bu maliyete katlanmalı mı, yoksa biz eğitimin etkinliği için daha rasyonel birtakım adımları atmalı mıyız doğrusu bunu ben kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

Lise branşları konusunda da çok sorular geliyordu programımızın başından beri. Yani lise öğretmenleri de mağduriyetlerinden bahsediyorlar. Onlarla ilgili ne söyleyebiliriz acaba?

Şimdi bakın, öğretmenlerimizi mümkün olduğu kadar, öğretmen adaylarımızı anlamaya çalışıyorum. Çünkü onlar öğretmen olmak istiyorlar, bizim öğretmene ihtiyacımız var, kadro açılsın öğretmen olalım diye bekliyorlar falan. Ama onlar ne kadar bu konuya duygusal yaklaşırlarsa biz de konuya o kadar rasyonel ve adil yaklaşmak zorundayız. Şimdi sıklıkla sizlere de geliyor olabilir. Mesela bilişim öğretmenlerinin kadrosu artırılsın, mesela Fransızca, Almanca öğretmenlerinin…

Var, benim uzun bir listem var. Fransızca var, Almanca var. 

Tarih öğretmenlerinin, felsefe öğretmenlerinin kadroları artırılsın diye size talepte bulunuyorlar, bize e bu talepler geliyor. Ben size sorayım şimdi. Milli Eğitim Bakanlığı olarak 137 alanda öğretmen istihdam ediyoruz. Bunlardan hangisinin kadrosunu artırmamı istersiniz? Felsefeyi artırıyorsam şayet o zaman tarihi kısacağım, tarihi artırıyorsam o zaman Fransızca ve Almancayı kısacağım demektir. Peki, bizim nezdimizde tarih öğretmeni adayıyla, felsefe öğretmeni adayı, fizik veya kimya öğretmeni adayı arasında fark olabilir mi? Bu çocuklar bütün bizim çocuklarımızdır ve biz hepsine eşit ve adil davranmak zorundayız. O yüzden öğretmen kadrolarını ilan ederken 2 kriterimiz var bizim. Onlardan birincisi; ne kadar öğretmene ihtiyacımız var, bize ne kadar kadro verildi. 160 bin öğretmene ihtiyacımız var, 40 bin kadro verildi. Yani ben mevcut ihtiyacımın ancak yüzde 25’ini karşılayabiliyorum. Yüzde 25’i için tüm illerde kadroyu bir kere eşit bir şekilde yüzde 25’i tüm illere dağıtıyorum. Her ilin ihtiyacının yüzde 25’i. İkincisi ise o illerde hangi alanda ne kadar öğretmene ihtiyacım var? Benim sınıf öğretmenine hiç ihtiyacım yok, ama rehber öğretmene çok ihtiyacım var, özel eğitim öğretmenine çok ihtiyacım var, ne bileyim A alandaki öğretmene çok ihtiyacım varsa ihtiyacım oranının yüzde 25’i kadar dağıtıyorum. Ve böylece mümkün olduğu kadar bütün öğretmen adaylarına, bütün alanlara ve bütün illere eşit bir tahsisat yapıyorum. Onun dışında yapmam halinde, ben birine iyilik yapalım derken pek çok alanda, 136 alandaki öğretmen adayına haksızlık etmiş olacağım, dolayısıyla bunu bilmelerinde fayda görüyorum. 

Sayın Bakan, çok iyi anlıyorum bu söylediklerinizi. Siz tabi rasyonel bakmak gerektiğini söylediniz, Hükümetin bir temsilcisisiniz ve bir taraftan da bir bakanlık görevini ifa ediyorsunuz, büyük bir Bakanlığı yönetiyorsunuz ve aileler de onlar işte ailem için diye … yapmışlar, Twitter’da gruplar oluşturmuşlar, zincirler halinde gönderiyorlar. Onlarda duygusal ve ailevi nedenlerden ötürü bir şey var. Bu ikisinin ortasında bir yol bulmak mümkün olabilir mi?

Siz önerin hemen yapmaya hazırım. Ben karar verici yerdeyim. Bütün bu taleplerin hepsini alıyor, bütün taleplerin her birisinin optimal derecede karşılanabilir bir kararı vermek durumundayım Bakanlık olarak. Dolayısıyla bizim verdiğimiz karar belli bir kesimi memnun eder, diğerlerini mutsuz ederse o zaman diğerlerinin talebi de yine sizin önünüze gelecek. O yüzden bizim en azından kendi vicdanımızın rahat olduğu ve herkese adil davrandığımızı bildiğimiz bir yapıyı kurmamız gerekir. Bana bununla ilgili model önerin, mesela hakikaten felsefe öğretmenlerinin kadrosunu artırdığımda bilişim öğretmenlerinin, tarih öğretmenlerinin kadrosunu azaltmayacağım bir modeliniz varsa lütfen bana teklif edin. 

Mesela Şubat’ta 4 bin sosyal bilimci atansın demişler gelen mesajlardan bir tanesi. 

Bir kere şunu belirtmeliyim: Artık bugünden sonra yılda 1 kere öğretmen atayacağız, Şubat’ta öğretmen atamamız olmayacak, bunu tekrar buradan ifade edeyim. 

Bu yönde çünkü çok mesaj geliyor. 

Çok değerli öğretmen adaylarımız lütfen bu konuya dikkat edin, artık kanun çıktı. Geçen yıl ki Şubat ayında yaptığımız atama istisnai bir durumdu, kanun çıkmadan önceki bir zaman dilimini kapsıyordu, kanun uygulamaya geçti ve artık Şubat’ta biz öğretmen atamayacağız. Bütün yer değiştirmeler, bütün terfi ve nakiller, emeklilikler ve öğretmen atamaları bundan sonra yaz döneminde yapılacak. 

Başka kurumlarda da çalışmaya razıyız diyorlar bazı öğretmenler, bu nasıl mümkün olabilir acaba, böyle bir şey olabilir mi?

Başka kurumlar kadro ilan ediyorlarsa müracaatlarını yapabilirler. 

Kadro ilan etmeleriyle ilgili bir şey bu. 

Evet.

Efendim, Sayın Nimet Baş’la, Çubukçu’yla bir kırgınlık var mı aranızda?

Hayır.

Gazetelerde birçok yazılar yazıldı, röportajlar çıktı.

Ben biraz o konularda gazetecilerin böyle bir özel çaba içinde olduklarını görüyorum, doğru değil. 

Öyle mi?

Tabi. 

Yani sanki bir kırgınlık var gibi bir hava mı yaratmaya çalışıyorlar?

Evet. Nitekim yani birbirimize yönelik belirli bir konu üzerindeki fikrimizi söyleme değil ama, en azından birbirimize yönelik demeçlerimize baktıklarında bir dostluğun varlığını hissederler. 

Zaten kendi açıklaması da, Sayın Nimet Hanım’ın açıklaması da sizinle ilgili en son yaptığı bir açıklama vardı, “İyi bir bakan” ifadesi vardı. Efendim, tabi öğretmenlerin çokça talepleri ve istekleri vardı, onları da ben mümkün olduğunca ilettim, herhalde bana bir kırgınlıkları yoktur öğretmenlerin, ben bütün gelen mesajları Sayın Bakana özetleyerek, sanıyorum 2 bin civarında tweet, mail ve hatta bunun üzerinde bir şey geldi. 

Programımızın son 5-6 dakikası. Sayın Bakanın oldukça uzunca bir cevabını aldım. Eğitim yılına artık günler kala, yeni eğitim öğretim yılının başlamasına günler kala 2 saate yakın bir zamandır bütün bu konuları konuşup değerlendirmeye çalışıyoruz. Her şeyi konuşmak mümkün değil ama, satır başlarıyla hiç değilse. Anne, babalara ne çağrı yapmak istersiniz, öğretmenlere ne çağrı yapmak istersiniz, vatandaşlara ne söylemek istersiniz? Herkesin amacı çoluğuna çocuğuna iyi bir eğitim vermektir. Bunu yaparken de makul zamanda, makul bir bedelle kısa zamanda sonuca ulaşmak, bir örnek vereyim. Benim eğitim öğretim aldığım dönemlerde, eğitim öğretim hayat boyu devam eder ama, okullardan söz ediyorum. 15-20 yıl insanlara yabancı dil öğretilirdi, fakat bir türlü yabancı dil öğrenilemezdi. Ancak yurt dışına gitme imkanı olanlar vesaire bir yere gelinirdi. Dil öğretimi, dil öğrenimi konusunda da çünkü çağdaş küresel bir dünyanın içinde bir parçası olabilmek için yabancı dil, birkaç yabancı dili iyi konuşmak lazım. İsterseniz yabancı dille girelim, sonra sizin son mesajlarınızı alalım, son bir iki soruyla kapatalım programımızı. 

Bir kere yabancı dil eğitimi konusu hakikaten bizim ülkemizin çok müzmin sorunlarından bir tanesi. Yani bu kadar çok emek sarf ettiğimiz, ama bir türlü çok etkili olamadığımız konulardan birisi yabancı dil konusu sizler de biliyorsunuz. Tabi şunu söylemek lazım: Normal şartlarda 12 yıllık eğitim alan bir öğrenciye her yıl 10 cümle öğretseydik aslında 120 cümle öğretirdik ve 120 cümleyle bir çocuğumuz kendi ihtiyaçlarını karşılayabilirdi. 

10 cümle bile öğretemedik mi Sayın Bakan?

Şimdi burada çok sistemik bir sorun var, bu bir öğretmen sorunu değil, bu bir öğrenci ve öğrenme sorunu değil, bu sistemik bir sorun. Bunun üzerine biz çalışıyoruz. Mesela geçtiğimiz yıllarda bazı illerimizde bir pilot uygulamayla Dynet diye bir İngilizce programı kullanmaya başladık. Yaklaşık 2 milyona yakın öğrencimiz gönüllü burada çalışma yaptı ve çok başarılı olduk. Bu, şunu gösteriyor: Eğer biz farklı metadolojiler kullanabilirsek ve öğretmenimizi motive edebilirsek çocuklarımızı yabancı dil öğrenebiliyorlar. Öyleyse sorun burada değil. 

İyi sonuç aldınız mı buradan?

Çok iyi sonuçlar aldık.

Sorun nerede peki?

Şimdi sorun bir kere bizim matematik öğretir gibi yabancı dil öğretmeye çalışmamız. Yani biz 1 artı 5 çarpı X artı Y eşittir gibi…

Formüle ederek yani. 

Tıpkı işte subject, artı verb, artı object diye efendim bir formül üzerinden İngilizce öğretmeye çalışıyor olmak ve metadoloji sorunu olarak görmek belki gerekir. Tek faktöre bağlı değil tabi yani İngilizce öğrenmemiz ama. En azından biz burada genel yaklaşım tarzımızı değiştiriyor olduğumuz ifade etmeliyim. Artık iletişim üzerine, iletişim mantığı üzerine bir yabancı dil eğitimini öne almış vaziyetteyiz. Şimdi onun taşında ilkokul ikinci sınıflardan itibaren yavaş yavaş İngilizce öğretimine başlıyoruz. Bu sene biliyorsunuz ilkokul ikilere yabancı dil eğitimini koyduk 2 saat olarak. Kelime öğreterek, şarkı öğreterek, İngilizce oyunlar öğreterek belki çocuklarımıza farklı bir yolla denemeye başlayacağız. Ama tabi biz henüz yabancı dil öğretimiyle ilgili çok kapsamlı bir değişim stratejisi uygulamaya koymadık, çıkamadık içinden.

Okul öncesi eğitimde yabancı dile başlanmasının yararlı olduğunu düşünüyor musunuz yani anaokulu seviyesinde?

Belki birkaç kelime, birkaç oyun üzerinden başlanabiliyor, yani öyle bir şeyimiz yok ama, biz ilkokul ikiye kadar bunu indirgedik. 

Şimdi efendim, anadili İngilizce olmayan ülkeler var, mesela hepimizin bildiği İskandinav ülkeleri; Norveç, Finlandiya, Danimarka onlar çok iyi İngilizce konuşuyorlar. Mesela biz bu modeli alsak burada kendimize uyarlasak yani bu da bir çözüm olmaz mı, mesela nasıl başarmışlar bu insanlar bunu?

Şimdi böyle bir model için bir kere her şeyden önce birkaç ana belirleyici bir faktör var. Onlardan bir tanesi mesela herkese eşit fırsatları sunacağınız bir altyapı. Bir başkası, bu konuda hakikaten çok iyi yetişmiş öğretmen, çok iyi seçilmiş bir müfredat ve metadoloji gibi birçok ana belirleyici faktör var. Bizim ülkemiz o kadar büyük ki, biz normal şartlarda bunların hepsini eşit düzeyde sağlamayı bugüne kadar başaramadık. Ama hızla bu konuda da beklenen hedeflere ulaştığımız bir altyapı oluyor. Biliyorsunuz bizim Hükümetimiz eğitime her yıl çok sayıda en büyük miktarda kaynağı ağırdı. Geçen yıl bize 39,5 milyar liraya yakın kaynak ayrıldı Milli Eğitim Bakanlığı’na.

En büyük bütçelerden biri galiba, en büyük bütçe galiba.

En büyük bütçe. Sosyal güvenlikteki emekli maaşlarını çıkaracak olursanız şayet dolayısıyla bu açıdan bakıldığında Milli Eğitim Bakanlığı’nda bunları hızla yerine getiriyoruz. Vermek istediğim mesajla alakalı şunu söylemeliyim: Özellikle son günlerde en çok 66 ay üzerinden bir tartışma yapılıyor. Ben bu tartışmanın bilimsel anlamda eğitimin rasyonalitesiyle, gerçekliğiyle çok örtüşen bir tartışma olmadığını buradan kamuoyuna tekrar duyurmak istiyorum.

Hangi motivasyonda yapılıyor bu tartışma?

Bu tartışmalar daha çok, eğer kanunun çıkma sürecini iyi bir şekilde gözlemişseniz daha çok muhalefet kaygısıyla ve ideolojik endişelerle yapılıyor. Ve biz bu endişelerin yersiz olduğunu düşünüyoruz. Hakikaten eğitimin gerçekliği üzerinden de yapılan eleştirileri de zaten dikkate aldık ve onunla ilgili de kendimize yönelik düzeltici tedbirleri yaptık. 

Mesela ne var orada?

Mesela müfredatımız. Şunu çok açıklıkla söylemek lazım velilerimize: Çocuğun erken yaşta eğitime başlaması değildir önemli olan. Çünkü dünyanın pek çok yerinde daha erken yaşta çocuk eğitime başlayabiliyor. Önemli olan, hangi çocuğa, hangi yaşta ne tür bir müfredatla eğitim vereceğinizdir, bizse bunu hallettik. Biz bu sene birinci sınıfların müfredatını çok değiştirdik. İnanın Milli Eğitim Bakanlığının web sitelerine girecek olursanız göreceksiniz. Her gün için biz oyun ve fiziki etkinlikler diye dersler koyduk. Onun için özel malzemeler hazırladık, yani sadece müfredatı değiştirmedik, bunun için ders malzemeleri de hazırladık. 

Özellikle 66 ay noktasındaki şeyi söylüyorsunuz değil mi?

Evet, 66 aydan sonrası için. Hatta beşinci sınıftan sonrası için de özel oyunlar hazırladık. İstiyoruz ki, çocuklarımız oynayarak, eğlenerek öğrensinler, birbirleriyle etkileşerek öğrensinler. Bunu başarırsak zaten eğitim için çok olumlu bir adım atmış olacağız. O yüzden velilerimiz çok müsterih olarak çocuklarını göndermeliler. 

Süremiz dolduğu için Sayın Bakan, sözünüzü kesmek istemiyorum ama, gazeteci arkadaşlarımız da bu programı izliyorlar, Milli Eğitim en önemli konulardan bir tanesi, okulların açılmasına günler kaldı. Gazetelerin birinci sayfalarına girebilecek bir mesaj, bir yeni bilgi yahut yani siz de artık gazeteciliği biraz biliyorsunuz gazeteciler hangi konularla ilgileniyorlar, o yönde bir şey olabilir mi, son kapanış cümlemizi oradan bir şey çıkaralım mı, söyleyelim mi?

Ben belki açık cümle, Milli Eğitim Bakanıyım kusura bakmayın medya gözüyle belki size bir şey söyleyemeyebilirim ama, biz hazırız. Sadece fiziki altyapı olarak değil. Fiziki altyapı olarak dediğim gibi önceki yıldan asla daha kötü değiliz. Müfredat olarak yeni yaştaki ve yeni eğitim sistemi anlayışındaki altyapı için hazırız. Öğretmenlerimizi uzun dönem eğittik. Hem Haziran’dan sonra 3 hafta süreyle, hem de şimdi 2 haftadır aşağı yukarı eğitime tabi tuttuk, öğretmenlerimizi eğitiyoruz. Biz elimizden geldiğince hazırız. Ama bütün bunlara rağmen sorun çıkabilir, bazı yerlerde eksiklik olabilir. Şuna inanıyorum: Biz stratejik olarak doğru bir şey yaptık, dünya ile uyumlaşan ve oraya yönelik çocuklarımızı hazırlamaya çalışan bir yeni yaklaşım tarzıyla yola çıkıyoruz. Bu stratejik doğruları bazı operasyonel hatalar sebebiyle feda etmemeliyiz. Çıkan ufak tefek hatalarımız için lütfen bizi maruz görün, onları da elimizden geldiği kadar çabuk çözüp iyi bir hizmet sunmaya çalışacağız.

Öğretmenlerimize de söyleyeceğim şey, ben onların Türkiye’deki eğitim sisteminin esas çekirdeği olduğunun farkındayım. Elimden geldiğince onların mutluluğu ve refahı için çaba sarf ediyorum. Yapabildiklerim kadarını mutlaka yapacağımdan emin olmalılar diğeri için de zamana bakarak beni anlayışla karşılamalılar. 

Dolayısıyla bu gelen tweetler noktasında da diyorlar ki, özür grubuna atama yapıp yapmayacağını lütfen söyler misiniz, tweet atar mısınız? Ama sanırım o soruların yanıtını vermiş oldu Sayın Bakan.

Çok teşekkür ederim katıldığınız için. Uzunca bir sohbet yaptık.

Ben de çok teşekkür ediyorum. 

Etraflıca da konuştuğumuzu tahmin ediyorum. Belki giremediğimiz, maalesef vakitsizlikten ötürü ya da aklımız gelmemiş olabilir lütfen izleyicilerimiz kusura bakmasınlar, olabildiğince etraflıca ele almaya çalıştık. Eğitim öğretim yılının başlamasına artık günler kaldı. Sevgili öğrencilere, genç kardeşlerimize zihin açıklığı dileyelim, başarılar dileyelim, güzel sınavlar geçirsinler ve hayatları boyunca kendilerine yarayacak bir sistemin içinde olsunlar.

Sayın Bakan, tekrar sağ olun katıldığımız için yayınımıza.  

08.09.2012
Kanal 24
 Kaynak ve ayrıntı için
[MEB]

Diğer Röportaj haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.