Aydın Boysan, Türkiye'de konfor ilerledi ama medeniyet geriledi diyor ve ekliyor: 'Bugün medeniyetin sadece görüntü yanı, yani konforun fiyakası gelişti ama medeniyetin ruhsal yönleri toplumumuzda perişanlaşmakta'. Bayramların da tatil diye algılanmaya başlamasının toplumsal bir kopuşa neden olduğunu belirten Boysan 'Bir toplum bütün adetleriyle birlikte birbirine yakın hisseder de öyle yaşarsa toplum olur. Aksi halde toplum içindeki kopuşma bütün huyları/adetleri bozduğu gibi, birlikte yaşamanın edebini de ahlakını da bozar. Üzülerek söylüyorum ki şu anda Türkiye'de bu safhadayız. Birlikte yaşama edebimiz bozuluyor
Kişisel olarak tanıyıp da kanınızın kaynamaması mümkün olmayan bazı insanlar vardır hayatta. 92 yaşındaki Aydın Boysan onlardan biridir kuşkusuz. Kendisini ilk kez 11 yıl kadar tanıma imkanı bulmuştum. 11 yıl sonraki karşılaşmamız da en az ilki kadar eğlenceli ve öğreticiydi. Söyleşimizin sonunda 'Bebek'te Bar'a inip şöyle bir şeyler içseydik' teklifinde bulundu. O sıkışık zamanda yapamadık ama görünen o ki, Aydın Bey'le bu son görüşmemiz değil...
- Siz çok uzun bir tarihe tanıksınız. Nasıl görüyorsunuz Türkiye'nin değişimini?
Şimdi buna nüfustan başlayalım. İstanbul'un nüfusu milli mücadele sırasında 1 milyonun altında idi. İlk nüfus sayımı 1927'de yapıldı. Tüm şehirlerin nüfusu 2 milyon, geri kalan 11 milyon da şehirlerde idi. Sonra şehirleşme bir garip hal aldı. O zaman 2 milyondu, şimdi 50 milyon. 25 kat büyüdü yani. Tabii bunda göçlerin falan da etkisi var ama bu biraz da şehirleşme uygarlığına uzak oluşumuzdan oldu.
NEJAT ECZACIBAŞI'NA YANIT
- Ne kastediyorsunuz?
Dünyanın hiçbir yerinde gecekondu diye bir olay yok. Gecekondu mahalleler, şehirler kuruldu Türkiye'de. Kentlere geldik ama kentli olamadık. Bakın, biz İstanbul'un kenar mahallelerinde yetiştik. Hatta 40 yıl önce Nejat Eczacıbaşı ile ilk tanıştığımda bana 'Üstat zatıaliniz Fransız terbiyesi mi, İngiliz terbiyesi mi, ne terbiyesi aldınız?' diye sordu. Ben de dedim ki 'Feyiz aldığım yerleri size söyleyeyim: İstanbul'da Davutpaşa çöp iskelesi, Davutpaşa ıspanak viranesi, Samatya Narlıkapı Çıkmazı, Yeşilköy bamya tarlası'. Nejat Bey kahkahayı bastı. Tabii gerçek de böyleydi. Ama bizim kenar mahallelerde tiyatro vardı. Narlıkapı Tiyatrosu'nda Shakespeare, Molliere oynardı. Bundan daha büyük bir fark anlatılabilir mi? Şehir Tiyatroları'nda olanlara bakın işte. Tuhaflıklar, tuhaflıklar. Hele hele 92 yaşında iseniz bu tuhaflıkları midem ve kafam bozularak izliyorum. Bir başka türlüydü bizim memleketimiz.
- Memleketimiz daha mı iyiydi sizce?
Daha iyiydi tabii. Bu apartmanda 12 daire var, 8'inin yüzünü görmedim. İşte yaşama farkı bu. Koptu insanlar birbirinden.
- Neden böyle olduk dersiniz?
Uygarlıkta gerilemeden. Konfor ilerledi, uygarlık geriledi de ondan. Medeniyet konforla gelmiyor. Medeniyet insanlar arası ilişkilerin gelişmesi, sevginin, saygının, kültürün, birlikte beğenilen şeylerin gelişmesiyle oluyor. Ama bugün medeniyetin sadece görüntü yanı, yani konforun fiyakası gelişti ama medeniyetin ruhsal yönleri toplumumuzda perişanlaşmakta. Bu sözü kullanırken ölçümü kaçırmamak için dikkat ediyorum ama yine de söylemeden duramıyorum. Şimdi konforu elde eden sanıyor ki kültürü elde etti. Bu tam bir budalalık.
- Bayram sizin için ne ifade ediyor? Sever misiniz bayramları?
Çocukken severdik. Neden severdik? Çünkü bayram günleri tatil günleriydi, okul olmazdı, bir de harçlık verirlerdi. Hani o çırpınarak yaşanan günlerin arasında bir ferahlama dönemiydi o zaman. Şimdi artık böyle bir hal yok. 'Bayram gelse de gelmese de bana ne. Benim günlerim hep birbirine benziyor' hali var.
- Ziyaretçileriniz olur mu bayramlarda?
Gelirler de bayram ziyaretlerinin toplumumuz içindeki anlaşılma hali değişti. Ben eskiden Yedikule'den tramvayla Kurtuluş'a amcamın ailesini ziyarete giderdim. Şimdi kimse birbirine gitmiyor yahu! Bir de bayramın anlamını bir kenara attılar, tatil fırsatı diye kullanıyorlar. Bayram geliyor, bakıyorsun herkes bir tarafa kaybolmuş. Yapılan iş telefon açıp,1,5-2 dakika konuşmak. Koptuk. Bayram ziyaretleri toplumumuzun alışkanlıkları içinde saygıdeğer bir hal idi. O yok artık.
- Kızarak anlatıyorsunuz... Üzülür müsünüz peki bayram sabahlarında eski bayramları düşünüp?
Üzülürüm diyemem ama sıkılıyorum. Geleneklerimiz bozuldu. Bizim birlikte yaşama adabı içinde birbirimize saygı, sevgi ve hasret duyma halleri kayboldu gitti. Koptuk, gitti. Dedim ya 12 dairenin 8'inin yüzünü görmedim. Ben aşağı kapıdan gidip geliyorum, onlar yukarı kapıdan gidip geliyorlar, selamlaşmıyoruz bile. Bu önem verilmesi gereken bir örnektir. Koptuk, toplum içinde birbirimizden koptuk, akrabalar bile koptu. Komşuluk ilişkileri battı, gitti yok oldu. Yazık! Dramatik sözler söylemek istemiyorum ama bir toplum kendisini, bireyleri, komşulukları, şehirleri, sokakları ve bütün adetleriyle birlikte birbirine yakın hisseder de, öyle yaşarsa toplum olur. Aksi halde toplum içindeki kopuşma bütün huyları/adetleri bozduğu gibi, birlikte yaşamanın edebini de, ahlakını da bozar. Üzülerek söylüyorum ki şu anda Türkiye'de bu safhadayız. Birlikte yaşama edebimiz bozuluyor.
RUMLARA KURBAN ETİ
- Sizin hatırladığınız bayramlar nasıl peki? Özlediğiniz ne var bayramlarda?
Önce komşularla birlikte olunurdu. Sabah bayram namazı diye bir şey vardı. Ben de çocukken giderdim bayram namazına. Herkes birbirine hediye yollardı. Kurban Bayramı'nda tüm komşulara kurban eti yollardık. Hıristiyan, Rum komşularımıza da gönderirdik kurbanları. Onlar da kabul ederdi. Ama onlar da bize Paskalya'da çörek gönderirdi. İşte bu toplum içi yakınlaşmaların önemli sahneleriydi bunlar. Toplumun birbirinden kopması, memleketin Millet Meclisi dahil tüm müesseselerinde kopuşmaların süreceği anlamına geliyor. Bugün gördüğümüz toplum için kopuşma dramatiktir.
Gökdelen değil bina fırlaması
- Bunca yıl mimarlık yaptınız? Yaptığınız en güzel eseriniz hangisi?
Babalara sorarlar 'En sevdiğiniz çocuğunuz hangisidir?' diye. Onlar da kalpleri kırılmasın diye söylemezler. Ben de yaptığım eserleri ayırmak istemem. Hepsini ayrı muhabbetler severim.
- İstanbul'da yükselen bu yeni mimariyi gökdelenleri mimar gözüyle nasıl görüyorsunuz?
Tehlikeli görünüyor. Çünkü bugün bu binadaki insanlar bile birbirini hiç tanımıyor. O gökdelenlerde oturanlar birbirini hiç tanımayacaklar. Yalnız şehirleşmede kültür ve uygarlık önemli bir nokta. Örneğin Avustralya'da, Sydney'de şehirleşmenin 20'nci yüzyıl uygarlığı yaşandı. Nasıl yaşandı? Sydney'de de gökdelenler var ama nerede var? Şehrin bir köşesinde var. Yalnız orada var, başka yerde yok.
Peki ya bizde? Bizde her yerden bir şey fırlıyor. Şehirleşme değil bu, gökdelen
değil; bina fırlaması bunlar. Neden? Şehirleşme uygarlığının halledilmeyişinden doğan meseleler bunlar.
Benim mezarıma hep aynı içkiyi dökmesinler
- Dinle ilişkiniz nasıl?
Benim babamın babası kadı, annemin babası hacı, dayısı Hacı Hüsrev hacıydı ve mahalle camisinin de fahri müezzini idi. Ben böyle bir ailede yetiştim. Cehennem korkum, cennet umudum yok. Bu dünya bitecek, ruh da yok olacak. Son diye görüyorum ölümü. Ama insanlar bunu kabul etmek istemiyorlar? Neden? Beleşçilik huylarından. İlle de ya cennet cehennem. Hayat devam etsin de ne olursa olsun gibi. Masal, bitiyor hayat. Vücutla beraber ruh da bitiyor.
- 92 yaşında olmak nasıl bir his? Sabahları aynaya bakınca ne hissediyorsunuz?
Gününe göre değişiyor. Bazı günler 'Bir gün daha başlıyor, al başına belayı' diyorum. Ya da 'Aman Yarabbi, bugün güzel bir gün olacak' diyorum. Her sabah aynı umutla veya aynı kederle yaşamak, berbat bir şey. Değişik olması iyi.
KARIMDAN KORKARIM
- Ölümden korkmadığınızı biliyorum. Peki, en büyük korkunuz ne?
Karımdan korkarım
(Gülüyor).
- Gerçek mi bu?
Evet, gerçek. Başka hiçbir şeyden, hiçbir olaydan korkmam ama karımdan korkarım.
- Aydın Boysan aşkı nasıl tanımlıyor?
Karıma sorayım. (Gülüyor) Sevgi duymak neye olursa olsun, insan ruhunun... Kalp değil, kalp uzaktır çünkü. Zihindir her şeyi yaratan. Ve o zihinde her türlü sevgi yer alır. Arkadaş sevgisi de, kardeş sevgisi de, evlat sevgisi, din sevgisi de aşk da oldur. Sevmek insan ruhundaki bir yetenektir, neye kullanıldığı ayrı bir sorundur.
AYNI HAYATI İSTERİM
- Bir daha dünyaya gelseniz, nasıl bir hayat isterdiniz?
Bir daha dünyaya gelsem, yine aynı hayatı yaşamak isterim. O kadar güzel bir hayat yaşadım yani. Belaları istemem ama aynı hayatı isterim.
- Türkiye'ye bu kadar proje yapmış, sayısız ödül kazanmış bir mimar olarak adınızın rakıyla anılması sizi rahatsız etmiyor mu?
Katiyen etmiyor, vız geliyor bana.
- Rahmetli Can Yücel'in mezarına şarap dökülmesi yönünde bir arzusu olduğu söylenir. Sizin de böyle bir isteğiniz var mı?
(Gülüyor) Tek içki istemem. Bir gün rakı, bir gün şarap, bir gün votka, bir gün viski... Buradan sevenlerime duyurun. Farklı farklı içkiler olsun. Hep aynı içki olmaz. Ben zaten her gittiğim yerde oranın içkisi neyse, onu içerim.
- Hatıralarınızda çok anlatıyorsunuz. Atatürk hayranı mısınız?
E, tabii öyle. Kendisini ilk kez 6 yaşında gördüm ama hala çok net hatırlarım. Sonra birkaç kez gördüm, yanında denize bile girdim.
- Bu rakı meselesinde onun rakı severliğinin de etkisi var mı?
Yok, hayır. O nedenle değil. Bize içkiden kaçmak öğretilmedi. Benim babam da, komşularımız da içerdi. Hıristiyan komşularımız vardı. İstanbul'un yüzde 40'a yakını Hıristiyan'dı. Çok Rum, Ermeni vardı ve Samatya onların çok oturduğu yerlerden biriydi.
Kademeli demokrasi şart
- Bir röportajınızda herkesin eşit oy hakkı olmasını eleştirmişsiniz.
Biraz elitist misiniz?
Bu kelimenin benim düşünceme yakıştırılmasını haksızlık buluyorum. Fakat ipini koparan herkesin aynı şartlar içinde oy vermesi hakkaniyet midir yahu! Mahalle muhtarını seçecek insanlar en az gelişmiş, en az okumuş insanlar olsun. Ama Millet Meclisi'ni seçecek olanlar o ülkenin en parlak insanları olsun. Hangi açıdan? Ahlak açısından, bilgi açısından... Böyle kademeli bir demokrasi uygulamak şart. Dünya gün gelecek o noktaya gelecek...
Devamı ve kaynak için
[Şenay YILDIZ]
senay.yildiz@aksam.com.tr