İlk kez 1970'te Türkan Şoray ve İzzet Günay'ın başrolünü oynadığı 'Birleşen Yollar' adıyla filmi izlenen Huzur Sokağı, bugünlerde dizi olarak izleyicilerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Biz de bunun üzerine Şule Hanım'ı ziyaret edelim istedik. Birkaç hafta önce geldiği umre ziyaretinde epeyce rahatsızlanmasına rağmen bizi kırmadı ve röportaj isteğimizi kabul etti. Şule Yüksel Şenler'e ilk sorumuz elbette ki dizi oldu. Ama gelin görün Şule Hanım'ın kitabının dizi olacağından haberi yokmuş. İlk etapta o da birçoğumuz gibi televizyondaki fragmanlardan öğrenmiş. Hayli kırılmış ve endişelenmiş. Neyse ki çok geçmeden yapımcı ve yönetmenin gelip görüşmesi onu biraz daha teskin etmiş. Yaşayan bir tarih diyebileceğimiz Şenler ile Huzur Sokağı romanını, o yılları ve bugünü konuştuk.
Geçen yıl 101. baskısı yapılan Huzur Sokağı'nın şu günlerde dizi çekimleri yapılıyor. Dizi olacağını duyunca ne hissettiniz?
Kitabın bütün hakları yayınevinde. Yapımcıların benimle bire bir görüşmeleri olmadı. Çok kırgındım öncesinde haber vermedikleri için. Fragmanları görünce çok endişelendim. Ama yayınevi, yapımcı ve yönetmen, şüphelerimi gidermek için sonradan da olsa geldiler. Görüşmemiz oldukça müspet geçti. Ancak o zaman rahatlayabildim. Gerçekten bu filmi çekecek olanların şuurlu ve karakterli olmaları benim için önemli. Tabii ki bazı değişiklikler var ama sanırım olması gereken değişiklikler. Yeter ki İslamî hassasiyetlerimizi zedelemesinler. İnşallah değerlerimizi yıpratacak sahneler olmaz.
Fragmanı gördüğünüzü söylediniz. Başroldeki başörtülü karakterin örtünme şeklini beğendiniz mi?
Başta tesettür olmak üzere kostümlere ve oyunculara elbette ki ben müdahale edemiyorum. Ama yine de bir tel saçı göstermeyen şuurlu bir örtünüş şekli ve bol kıyafetlerin tercih edilmiş olması beni sevindirdi. Tesettürlü birçok genç kızın yaptığı gibi makyajlı ya da dar kıyafetli değil. Oldukça sade ve benim de vermek istediğim mesaja uygun olmasını isterim. Umarım ileride bu noktada bir sıkıntı yaşanmaz. Benim vermek istediğim mesajları değiştirmezlerse bu bana yeter. Ne de olsa Huzur Sokağı nice nice hidayetlere vesile olsun, temiz, dürüst, imanlı, ahlaklı nesiller yetişsin diye yazıldı.
Huzur Sokağı'nda dikkatlerden kaçmayan temalardan biri aşk. O dönem için böyle bir romanda aşktan bahsederek cesur davrandınız...
Roman yazıldığında öyle bir ortam içindeydi ki ülke. İslamî bir film hayal bile edilemezdi. Romanlar müspet olmadığı için genç kız ve oğullarını koruyan ailelerin sansürüne uğruyordu. Kitaplardaki müstehcen satırlar gençlerin düşünceleri kirlenmesin diye aileler tarafından sansürlenirdi. Benim oldukça modern bir ailem vardı. Annem o romanları kendisi okurdu, herhangi mahzurlu bir yer geldiğinde bırakırdı veyahut bize okutturur ve o satırlara gelince durdururdu. Kendince sansür uygulardı. Öncelikle bu nitelikteki İslamî romanların eksikliğini hissettim. Aslında Hekimoğlu İsmail (Ömer Okçu), Minyeli Abdullah ile benden önce tohumları atmış ama benim haberim yoktu. Allah Ömer Okçu Bey'den razı olsun. Gençlerin şuurlanması için çok etkili bir kitap Minyeli Abdullah. Ben de bunu istiyordum. Gayemiz sadece İslamî kesimin okuması değil. İslamî düşünce ve yaşam tarzından uzak insanların da özenip, okumaya meyletmesini sağlamak. Dinimizde aşk mukaddestir. Sanki ayıpmış gibi görülmesi tamamen yanlış. Ailelerin bunu anlamasını istedim. Tabii yine kendi ölçüleri içinde, İslamî hassasiyet ve ahlakî sınırlar dâhilinde olması adına böyle bir kurgu yaptım.
Huzur Sokağı gözyaşı ve duaların eseri mi?
Evet, Huzur Sokağı'nı dualar ve gözyaşlarıyla yazdım. "Allah'ım çok geniş kitlelere ulaşmayı nasip et ve kalplere iman hakikatlerini yerleştir." diyerek yazdım. 101. baskısının yapılmasında o duaların hikmeti var. Ben aciz bir kulum. O samimiyet, ihlâs ve yakarışı Rabb'im kabul etti ve çok geniş zamanlara ve nesillere ulaştırdı. Bugünün okuru yazarını tanımadan meseleleri bilmeden okuyor bu kitabı. Solcu ya da ateist dediğimiz gençlerin koltuklarında bile gördük Huzur Sokağı'nı. İnşallah bunun dizi film olarak verilmesi hayra vesile olur.
İlk kez Kanal 7 ve Samanyolu TV dışında farklı bir kanalda başroldeki oyuncunun başörtülü olması size ne hissettirdi?
Açıkçası bende farklı bir heyecan uyandırdı. Daha önce farklı rollerde oynayan isimler var. Bu dizide oynamayı bazı isimler kabul etmemiş ama şimdiki oyuncuların istekli ve gayretli olması itiraz etmemeleri de beni mutlu etti. Yalnız başörtüsü ilk kez kullandıklarından olsa gerek "Birazcık önden açsak olmaz mı?" diye zaman zaman söyleniyorlarmış. Ama yine de bunda taviz verilmeyeceğini biliyorlar. İnşallah onlara da vesile olur diye ümit ediyorum. Çünkü romanı ilk okuyup etkilenen ve bana ulaşan o kadar çok insan oldu ki, hâlâ da oluyor. İnşallah daha çok insan istifade edebilir.
TÜRKAN ŞORAY'I BENDEN KAÇIRDILAR
Filmde oynayan oyuncular romandan etkilenmiş miydi?
Türkan Şoray'a çok tesir etmişti ama filmin son kısımlarında onu benden uzaklaştırdılar. Başka şeylerin içine çektiler. Çünkü Türkan Şoray "Şule Hanım 10 gün daha yanınızda kalsam inanın artık her şeyi bırakacağım. Çünkü şimdi olmazsa sonra hiç yapamam. Gerçekten Feyza gibi olmaya başlayacağım." dedikten sonra ben artık onunla bir araya gelemedim, hiçbir şeye katılamadım. Onu benden kaçırdılar.
Huzur Sokağı'nın 'hidayet romanları' diye bir türün oluşmasına neden olduğu söyleniyor. Sizce de öyle mi?
Ahmet Günbay Yıldız başta olmak üzere evet o dönem bir hidayet romanları serüveni başladı. Her bir okuyucu bu romanların birçoğundan farklı şeyler almıştır. Allah bu tür romanları yazanların hepsinden razı olsun. Bunun dışında Huzur Sokağı'nın farklı bir iklimi oldu. Yediden yetmişe bir ailede büyükler okumasa bile çocuklara okumalarını tavsiye ediyor ya da okutturuyorlardı. Bu beni düşündükçe hâlâ mutlu eder.
Romanda Feyza karakterinin sizin için önemi nedir?
Feyza zamane kızı, hoppa, açık, zengin, lüks ve gece hayatı içinde yetişmiş. Bilal ise imanlı, mütevazı bir hayat yaşayan, şuurlu bir genç. Mutlaka örtülü bir kıza âşık olunacak diye bir şey yok. Realist olmak lazım. Bu sebeple zengin, açık kız ve müspet genç erkek karakterleri oluştu. Feyza eğer sadece Bilal'i bir iddia uğruna elde etmek için mücadele etmeseydi, belki de Bilal, Bursa'dan evlenmeyecekti. Aslında burada İslam şuurunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istedim. Tertemiz de olsa, Feyza aşkın ruhuna aykırı davranmasaydı, belki de Bilal Feyza'nın bir dediğini iki etmeyecekti.
Feyza ile örtüştüğünüz noktalarınız var mı?
Ben bunu romanı yazmadan önce çok açık bir genç kızdım. Büyük abim de sonradan hidayete ermişti. Bilal tipini son derece kendi şahsında toplayan biriydi. Onu çok takdir ediyor ama onun dediklerine uyamıyordum. 22 yaşımda kendimle vicdanî bir mücadeleye girmiştim. Romanı kurgularken, Feyza ben oldum. Özellikle abime karşı şımarık yaramaz bir kız kardeştim. Çok takılırdık birbirimize ama ben onun namazıyla çok uğraşırdım Allah affetsin. Feyza benim gibi birisiydi, Bilal de önümde başka örnek olmadığı için abimdi. Anlatacaklarımı abi-kardeş formatı üzerinde kurgulamak istemedim. Daha sonra birbirine âşık olacak iki karakter çıktı ortaya. Feyza ile Bilal.
O yıllarda arkanızda herhangi bir siyasî parti, vakıf ya da bir dernek desteği yoktu. Tesettür söylemini ülke gündemine getirmek ve uygulamak zor olmadı mı?
Çok çok zor oldu. Ama güçlü iman her şeyin üstesinden geliyor. Bir kişi bazen bir orduya bedel oluyor. "Neden bu hakikatler bizden hâlâ saklanıyor, konuşulmuyor ve anlatılmıyor?" diye hidayetimden sonra o kadar çok üzüldüm ki. Bir tesettür meselesi ancak Ayşe'nin, Fatma'nın, hizmetçilerin kullandığı bir şey olarak lanse ediliyordu. Onun için kızlarımız, kadınlarımız öyle görünmemek için tesettürden uzak durmayı tercih ediyorlardı. Zaten dinî şuur, atmosfer ya da herhangi bir yayın yok. Ben hep o neden ve niçinlere cevap aramak için mücadele ettim. Hidayetimden önce her yerde eli kolu olan, aktif ve etkili biriydim. Yoğun bir atmosferde çalışıyordum. Gaflet hayatı dediğim bu yaşantımda dünya için çok çalıştım, çok emek verdim, bütün varlığımı ortaya koydum. Sonra her şeyden ve her yerden elimi eteğimi çektim. Bundan sonra Rabb'imin yolunda etkinlikler göstermek istiyordum ama kendim için değil. İnsanlardan saklanan gerçekleri duyurmak için çalıştım. Yazarlık ve hitabet gibi Allah'ın bana bu yolda kullanayım diye verdiği yeteneklerimle bunu yapabileceğime inandım. Tek kişi olmak hakikaten zordu. Yanıma bir arkadaş bulabilmek için epey zorlandım.
Bir yerde "Allah'ım bir daha Şulebaşı getirme" diye dua ediyorsunuz.
Ben aslında İslam'ın tam emrettiği biçimde örtünmek istiyordum. Ama sonra öyle olunca sadece şahsımı kurtaracağımı düşündüm. Çünkü o zamanlar kalın bir muz çorap giyenlere bile 'haminne çorabı giymiş' diye dalga geçerlerdi. Öyle bir çorap giyip de birinin yanına yaklaştığınızda kaçardı sizden, konuşmanızı bile dinlemezlerdi. O yıllarda böyle bir atmosfer hâkimdi. Bu sebeple hem bu aşağılık duygusunu önlemek hem de bu vesileyle örtüyü sevdirmek ve kolaylaştırmak için mecburen kendimi harcadım. Ama Rabb'im niyetimi biliyor. Modern, şık ve İslamî tesettür sloganıyla çıktık yola. Nereden nereye diyorsunuz. Şimdilerde ise dejenere edilmiş şekli beni ciddi anlamda üzüyor. Tesettürün içinin boşaltıldığını düşünüyorum. Bütün anlamını kaybetti, hatta İslamî kesime çok büyük zarar verdi. Bir Müslüman'ın bu şekilde algılanması oldukça üzücü.
Müjde Ar'la aynı sette
Başrollerinde Müjde Ar ve Bulut Aras'ın oynadığı, 1978 yapımı Lanet filminin yönetmeni Mesut Uçakan Şule Yüksel Şenler'den yardım istiyor. Filmdeki bir mevlit sahnesi için Şule Hanım'ın talebelerinin yüzleri belli olmadan camide bir sahne çekmek istiyor. Talebelerine soran Şenler ılımlı cevap alınca Uçakan'a 'Olur' diyor. Daha sonra film setinde Mesut Uçakan Müjde Ar'la Şenler'i tanıştırıyor. Gerçekleşen tanışma anından bir hatıra.....
Röportaj: Tuğba Kaplan
11/08/2012
zaman