Hüda Kaya Adalet anlayışımız Röportajı

Hüda Kaya Adalet anlayışımız Röportajı
Adalet Anlayışımız Tek Bir Canlının Bile Mâğdur Edilmediği Bir Yapı İnşa Etmek Olmalı25.04.2013 00:52

Kaynak: Genç Dergi Sayı 74 kasım 2012


“Onu nimet ve ganimet zamanlarında ortalarda göremezsiniz; fakat acı ve mihnet zamanlarında yanınızda buluverirsiniz. Ben bizzat şahidiyim bunun…” Mustafa İslâmoğlu

Onu bu sözlerle anlatıyor. Yıllarca beş yavrusuyla beraber, Allah’ın ayetleri için mücadele etmiş bir dava kadını. Onu arayanlar şehrin meydanlarına baksın, ya mitingde bağırıyordur ya da polisler eşliğinde hapishane yolundadır… Hüda Kaya Hanımefendiyi bu zayıf dilimle daha fazla anlatamayacağım. Onu bilmeyenler veya yanlış bilenler, “BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK YOLUNDA GÖRÜLMÜŞTÜR” isimli kitabına biraz daha yakından bakabilirler.

28 Şubat deyince şüphesiz akla gelen ilk isimlerden biri de sizsiniz. O dönemde ailenizle beraber meydanlarda “başörtüsüne özgürlük” dediğiniz için hapislere düştünüz, idamla yargılandınız. Özellikle üniversitede “başörtüsüne özgürlük” diyerek baskıların en yoğun olduğu o dönemde büyük bir mücadele verdiniz. Şu an üniversitelerde başörtüsü serbest, toplumun genelinde de bir rahatlama görüyoruz. Verdiğiniz mücadelenin amacına ulaştığını düşünüyor musunuz? Yani verdiğiniz mücadelenin sonunda ortaya çıkan bu tablo karşısında “ evet amacım buydu ve artık içim rahat” diyebiliyor musunuz?

Başörtüsüne özgürlük mücadelemiz, insani ve vicdani olarak verdiğimiz mücadelenin yalnız küçük bir parçasıdır. Bu uğurda büyük mücadeleler verildi, büyük bedeller ödendi. 1990’larda 28 Şubat sürecinde insanların hayatlarına dokunuldu. Binlerce insan mağdur edildi, binlerce kızımız eğitim için hicret etmek zorunda bırakıldı. Büyük aile dramlarına şahit olduk. Bizler de hâlâ o süreçte yaşadıklarımızın sonuçlarıyla boğuşmaya devam ediyoruz. Bugün attığımız her adımda o günlerdeki mücadelemiz önümüze çıkarılıyor, bir sabıkalı insan gibi yaşıyoruz.

Başörtüsü mücadelemiz nasıl genel insani, vicdani mücadelemizin bir parçasıysa, üniversitelerdeki mücadelemiz de başörtüsü için verdiğimiz mücadelenin küçük bir parçası. Hafta başında 28 Şubat soruşturması için adliyeye ifade vermeye gittim. Çıkışta basına verdiğim demeçte “başörtüsü özgürlüğüne” bakışımı belirttim. Şunu söylüyorum; “yaş sınırı olmaksızın, hayatın her alanında, eğitim alan veya veren, hizmet alan veya veren ayrımı yapılmadan hiçbir sınıf, sınır tanımadan her yaşta kadın istediği gibi giyinebilmeli.” Şu anda bu gerçekleşti mi? Hayır. Üniversitelerin büyük çoğunluğunda başörtüsüyle girilebiliyor. Fakat kesinlikle üniversitelerin tamamında değil. Hâlâ girilemeyen direnen yerler var. Üniversitelerde başörtülü bir akademisyen görebiliyor musunuz? Veya bir başörtülü milletvekilimiz var mı? Bugün bunları biz gerçekleştirdik diyen bir siyasi irade, ustalık dönemindeyiz dediği halde daha mecliste bir başörtülü milletvekili yok. Hele de bu ustalık döneminde insani, vicdani anlamada yaşanan hak ihlallerini gördükçe, keşke bu ustalık dönemi hiç olmasaydı diyorum. Bugün stajını yapan yüzlerce kızımız, başörtüleriyle staj yapamıyorlar. Bu durum her yerde devam ediyor. Kısmen bir düzelme var, bu yüzden mücadele amacına ulaştı diyemeyiz.

28 Şubat’ın bütün acılarına rağmen hoşnut olduğum bir noktası var. Biz özgürlüklerin kendimiz gibi olanlar için olması gerektiğine inanarak mücadele ettik, şu anda da büyük çoğunluk hâlâ bu zihniyette.

Ben Kur’an’la, vahiyle irtibatımı ne kadar artırdıysam, mesaimi ne kadar bu uğurda harcayıp tanımaya çalıştıysam, bütün peygamberlerin hayatlarında mücadelenin eksenini “adalet”in teşkil ettiğini anladım. Biz bırakın bizim gibi yaşamayan, bizim gibi düşünmeyenlere adalet göstermeyi, biz kendimize bile adaletli değiliz ki… Bugün dindar denilen insanların evlerine bakın, eşlerine ne kadar adaletliler, işçilerine ne kadar adaletliler, komşusuna ne kadar adaletliler… Komşusu kendinden emin olmayan bizden değildir diyor, sizin en hayırlınız kadınlara hayrı olandır, işçilerinize ve kadınlarınıza iyi davranın diyor. İşçilerinize (o günün tabiriyle kölelerinize) yediğinizi yedirin, giydiğinizi giydirin diyor. Günümüzde ise, kendisinin bir gecede yediğini asgari ücret olarak işçisine verdiğinde eli titriyor insanların. Bunlar 28 Şubat’ın mağduriyetleri üzerinden siyasal güç ve sermaye edinen bizim kardeşlerimizin eliyle yapılıyor. Dindarlığı kimseye bırakmayan insanlar neden bu adalet ilkelerini gözetmezler. Hangi dindarlıktan bahsediyoruz?

MÜCADELEMİZ ŞAHISLARA KARŞI DEĞİL, SİSTEME KARŞIYDI!

O süreçte bizim için en büyük düşman Müslüman olmayanlardı, bizim mücadelemiz sanki hep onlara karşıydı. Fakat anladım ki mesele önce insan olmakta. Bakara Sûresi’nin girişindeki ayet beni çarptı. “Bu kitap takva sahipleri için” yani sorumluluk sahipleri için bir hidayet rehberidir. “Bir yol göstericidir” diyor, Rabbimiz daha ilk sayfada. Bugün ben dindar kılıklı öyle insanlar görüyorum ki, insan olamadıkları için, takva sahibi, sorumlu kişiler olmadıkları için, ellerindeki bu kitap onlara yol göstermiyor. Biz dün mazlumduk, güç bize geçince aynı zulmü biz de yapıyor ve aynı sistemi yaşatıyorsak, Allah’ın istediği bu değil ki. Bizim adaleti ayakta tutmamız gerekiyor, sistemi değil! Bizim kardeşlerimiz bugün bunu şaşırdılar. Sistemi ayakta tutmanın mücadelesini vermeye başladılar, adalet yok oldu.

Bugün, entelektüeller, kariyer yapanlar, siyaseti yönetenler, çok şeyler biliyorlar ancak muhteşem bir ahlaka sahip değiller. Allah niye bizi seçsin, bizi bu ahlakımızla mı seçsin?

Mücadele şahıslara karşı değil, sisteme karşıydı diyorsunuz. 

Evet sistem değişecek, sisteme karşı adalet mücadelesinden, bir dava bir ütopyadan bahsedilirken, bugün gerçekten insanlara zulmeden bu derin algıyı, bu ana damarı besleyen bizim namazlı niyazlı kardeşlerimiz oldular. Ve bir tek insanın kılının incinmemesi, neye inanırsa inansın, nasıl düşünürse düşünsün, herhangi bir canlı (bir ağaç, bir kedi, bir köpek) olsun, incinmemesi hayatın en önemli gayesi olması gerekirken, sistemi ayakta tutma adına binlerce can yakılmaya devam ediyor. Sistem kutsanmış durumda şu an, inandıkları bu derin yapının vahiyle çatıştığını nasıl göremiyor bu kardeşlerimiz?

Vahye baktığımızda biz bugünkü sistemin kutsiyeti adına ne bulabiliriz ki? Ne ifade edebiliriz, haklılığıyla adaletiyle, var olmasıyla ilgili ne dayanağımız var? Biz adaletli olmakla sorumluyuz. Eğer Allah’ın elçilerine inanıyorsak, onların mesajlarını bugüne yayma iddiasında isek kayıtsız, şartsız adaleti ayakta tutmak zorundayız, bunun başka alternatifi yok.

28 ŞUBAT KUŞAĞI…

28 Şubat’ın sonuçlarından bir tanesi de ortaya çıkardığı yeni bir kuşak oldu. Ben buna “28 Şubat Kuşağı” diyorum. Bu kuşak sadece tüketmeyi biliyor, kazanmada, kariyer yapmada sadece kendilerinin var olması gerektiğine inanıyor. Geçmişte büyüklerinin yaşadıkları mağduriyetler üzerinden, bugün büyük bir siyasal güç elde ettiklerini gördüler. Bu gençler şu an sadece en pahalı arabaya binmeyi, an pahalı başörtüsünü takmayı ve gezmeyi biliyorlar. Aramızda öğrenci olup da burs bulamayanlar var. Bizzat yanımızda burs bulamadığımız için okula kaydını yaptıramayan öğrenciler var. Böylesine bir adaletsizliğin içindeyiz. Hangi adaletten, hangi barıştan söz edebiliriz ki?

Diğer bir taraftan da halkların yaşam biçimleriyle, düşünceleriyle veya sahip oldukları etnik kimlikleriyle ötekileştirilmesi var. Binlerce üniversite okuyan gencimiz eften püften sebeplerle şu an hapishanelerde. Sen benim gibi düşünmüyorsan, sen örgüt taraftarısın. Ya bendensin ya düşmanımsın. 11 Eylül’den sonra Bush’un ifade ettiği sözün aynısını bugün bizimkiler ifade ediyorlar: “Ya bizdensiniz ya karşıdansınız. Düşmanımsınız, teröristlerle birliktesiniz.” Bu nasıl bir algı? İnsanları böyle bir cendereye sokmak nasıl bir vebaldir, nasıl bir insanlıktır? Ben senin gibi düşünmek zorunda mıyım? Senin gibi düşünmüyorum diye teröristlerin safında mıyım?

Ben burada sürecin özellikle kadınlara yaşattıkları üzerinde durmak istiyorum. Kadının dinsel simgeleri daha belirgin olduğundan yaşadığı sıkıntılar da şüphesiz daha çetindi. Yukarıda kadınların yaşadıkları sıkıntıların, dindar olan sermayedarların şirketlerinde de yaşandığını söyleyebilir miyiz?

KADIN KURUMLARDA BİR VİTRİN MALZEMESİ İŞLEVİ GÖRÜYOR!

Bugün baktığımızda dindarlar da bunu yapıyorlar. Hem resmi kurumlarda hem de özel piyasada açık bayan vitrin malzemesi olarak kullanılmaya devam ediyor. Başörtülü kadın her zaman perde arkasına atılmaya çalışılıyor. Çok istisnadır, becerisiyle, çabasıyla bir yerlere gelebilen bir başörtülü kadın görebilmek. Çok büyük bir potansiyel olmasına rağmen, kendi uzmanlık alanlarının dışında işlerde çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Hem de daha düşük maaşlarla, daha kötü şartlarda.

Sisteme direnen kadın profilinin dışında sisteme entegre olan kadınlar da var. Mesela öyle bir süreç işliyor ki artık onlara hitap eden moda dergileri var ve ciddi tirajlara sahipler bunu nasıl değerlendirebiliriz?


İşte bahsettiğim 28 Şubat Kuşağı bunlardan oluşuyor. İnsanlar sahip oldukları gücü göstermek isterler, bu dergiler de onların dışa vurumu oluyor bir nevi. Yaşadıkları hayat onlara bu dergileri mecburi kılıyor, hayat tarzlarıyla orantılı olarak gelişiyor o dergiler de. 28 Şubat gençliğinin kaçınılmaz sonuçlarındadır bu dergiler, kaçamazlar çünkü ihtiyaç hissediyorlar. Ben bu gençliği eleştirip geçmek istemiyorum, bu gençlik büyüklerinin kurbanı. Bu gençler de vahiyle ve vicdanla tanıştırılmalı.

EĞER SİZ KENDİNİZİ DEĞİŞTİRİRSENİZ ALLAH DA SİZİ DEĞİŞTİRİR!

Bu tanışma aşaması nasıl olmalı? Bu hususta sivil toplum örgütleri ne yapıyorlar? STK’ların üzerine düşen görev nedir?

Yıllardan beri sivil toplum örgütlenmeleri içerisindeyiz, ben kendim de uzun yıllar aktif olarak görev yaptım. Geldiğimiz nokta şudur: “Eğer siz kendinizi değiştirirseniz, Allah da sizi değiştirir. Bir toplum da kendi halini düzeltirse, Allah da onların halini düzeltir.” Biz kendi halimizi değiştirmek yerine hep kurumlarla, STK’larla toplumu dönüştürmeyi denedik. Peygamberimiz için “Hani sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin ama sen muhteşem bir ahlak üzerineydin!” Buyruluyor. Allah’ın verdiği bu vahiyle dokunduğu bu vurguya şu anda hasretim. Sayısız STK’lar var, ahlak inşa edilebildi mi dindar camia açısından? Yıllardır, cayır cayır çalışıyorlar, hangi ahlaki çalışmaya imza atabildiler veya parmakla gösterilebilecek hangi ahlaki başarı ortaya çıktı? Hem kurumsal anlamda hem şahsi manada Allah’ın vurguladığı o ahlaka biz hâlâ çok uzağız. Bugün, entelektüeller, kariyer yapanlar, siyaseti yönetenler, çok şeyler biliyorlar ancak muhteşem bir ahlaka sahip değiller. Allah niye bizi seçsin, bizi bu ahlakımızla mı seçsin?


Diğer Röportaj haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.