Kaynak: Genç Dergi Sayı 74 kasım 2012
“Onu nimet ve ganimet zamanlarında ortalarda göremezsiniz; fakat
acı ve mihnet zamanlarında yanınızda buluverirsiniz. Ben bizzat şahidiyim
bunun…” Mustafa İslâmoğlu
Onu bu sözlerle anlatıyor. Yıllarca beş yavrusuyla beraber,
Allah’ın ayetleri için mücadele etmiş bir dava kadını. Onu arayanlar şehrin
meydanlarına baksın, ya mitingde bağırıyordur ya da polisler eşliğinde
hapishane yolundadır… Hüda Kaya Hanımefendiyi bu zayıf dilimle daha fazla
anlatamayacağım. Onu bilmeyenler veya yanlış bilenler, “BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK
YOLUNDA GÖRÜLMÜŞTÜR” isimli kitabına biraz daha yakından bakabilirler.
28 Şubat deyince şüphesiz
akla gelen ilk isimlerden biri de sizsiniz. O dönemde ailenizle beraber
meydanlarda “başörtüsüne özgürlük” dediğiniz için hapislere düştünüz, idamla
yargılandınız. Özellikle üniversitede “başörtüsüne özgürlük” diyerek baskıların
en yoğun olduğu o dönemde büyük bir mücadele verdiniz. Şu an üniversitelerde
başörtüsü serbest, toplumun genelinde de bir rahatlama görüyoruz. Verdiğiniz
mücadelenin amacına ulaştığını düşünüyor musunuz? Yani verdiğiniz mücadelenin
sonunda ortaya çıkan bu tablo karşısında “ evet amacım buydu ve artık içim
rahat” diyebiliyor musunuz?
Başörtüsüne özgürlük mücadelemiz, insani ve vicdani olarak
verdiğimiz mücadelenin yalnız küçük bir parçasıdır. Bu uğurda büyük mücadeleler
verildi, büyük bedeller ödendi. 1990’larda 28 Şubat sürecinde insanların
hayatlarına dokunuldu. Binlerce insan mağdur edildi, binlerce kızımız eğitim
için hicret etmek zorunda bırakıldı. Büyük aile dramlarına şahit olduk. Bizler
de hâlâ o süreçte yaşadıklarımızın sonuçlarıyla boğuşmaya devam ediyoruz. Bugün
attığımız her adımda o günlerdeki mücadelemiz önümüze çıkarılıyor, bir sabıkalı
insan gibi yaşıyoruz.
Başörtüsü mücadelemiz nasıl genel insani, vicdani mücadelemizin
bir parçasıysa, üniversitelerdeki mücadelemiz de başörtüsü için verdiğimiz mücadelenin
küçük bir parçası. Hafta başında 28 Şubat soruşturması için adliyeye ifade
vermeye gittim. Çıkışta basına verdiğim demeçte “başörtüsü özgürlüğüne”
bakışımı belirttim. Şunu söylüyorum; “yaş sınırı olmaksızın, hayatın her
alanında, eğitim alan veya veren, hizmet alan veya veren ayrımı yapılmadan
hiçbir sınıf, sınır tanımadan her yaşta kadın istediği gibi giyinebilmeli.” Şu
anda bu gerçekleşti mi? Hayır. Üniversitelerin büyük çoğunluğunda başörtüsüyle
girilebiliyor. Fakat kesinlikle üniversitelerin tamamında değil. Hâlâ
girilemeyen direnen yerler var. Üniversitelerde başörtülü bir akademisyen
görebiliyor musunuz? Veya bir başörtülü milletvekilimiz var mı? Bugün bunları
biz gerçekleştirdik diyen bir siyasi irade, ustalık dönemindeyiz dediği halde
daha mecliste bir başörtülü milletvekili yok. Hele de bu ustalık döneminde
insani, vicdani anlamada yaşanan hak ihlallerini gördükçe, keşke bu ustalık
dönemi hiç olmasaydı diyorum. Bugün stajını yapan yüzlerce kızımız,
başörtüleriyle staj yapamıyorlar. Bu durum her yerde devam ediyor. Kısmen bir
düzelme var, bu yüzden mücadele amacına ulaştı diyemeyiz.
28 Şubat’ın bütün acılarına rağmen hoşnut olduğum bir noktası var.
Biz özgürlüklerin kendimiz gibi olanlar için olması gerektiğine inanarak
mücadele ettik, şu anda da büyük çoğunluk hâlâ bu zihniyette.
Ben Kur’an’la, vahiyle irtibatımı ne kadar artırdıysam, mesaimi ne
kadar bu uğurda harcayıp tanımaya çalıştıysam, bütün peygamberlerin
hayatlarında mücadelenin eksenini “adalet”in teşkil ettiğini anladım. Biz
bırakın bizim gibi yaşamayan, bizim gibi düşünmeyenlere adalet göstermeyi, biz
kendimize bile adaletli değiliz ki… Bugün dindar denilen insanların evlerine
bakın, eşlerine ne kadar adaletliler, işçilerine ne kadar adaletliler,
komşusuna ne kadar adaletliler… Komşusu kendinden emin olmayan bizden değildir
diyor, sizin en hayırlınız kadınlara hayrı olandır, işçilerinize ve
kadınlarınıza iyi davranın diyor. İşçilerinize (o günün tabiriyle kölelerinize)
yediğinizi yedirin, giydiğinizi giydirin diyor. Günümüzde ise, kendisinin bir
gecede yediğini asgari ücret olarak işçisine verdiğinde eli titriyor
insanların. Bunlar 28 Şubat’ın mağduriyetleri üzerinden siyasal güç ve sermaye
edinen bizim kardeşlerimizin eliyle yapılıyor. Dindarlığı kimseye bırakmayan
insanlar neden bu adalet ilkelerini gözetmezler. Hangi dindarlıktan
bahsediyoruz?
MÜCADELEMİZ ŞAHISLARA
KARŞI DEĞİL, SİSTEME KARŞIYDI!
O süreçte bizim için en büyük düşman Müslüman olmayanlardı, bizim
mücadelemiz sanki hep onlara karşıydı. Fakat anladım ki mesele önce insan
olmakta. Bakara Sûresi’nin girişindeki ayet beni çarptı. “Bu kitap takva
sahipleri için” yani sorumluluk sahipleri için bir hidayet rehberidir. “Bir yol
göstericidir” diyor, Rabbimiz daha ilk sayfada. Bugün ben dindar kılıklı öyle
insanlar görüyorum ki, insan olamadıkları için, takva sahibi, sorumlu kişiler
olmadıkları için, ellerindeki bu kitap onlara yol göstermiyor. Biz dün
mazlumduk, güç bize geçince aynı zulmü biz de yapıyor ve aynı sistemi
yaşatıyorsak, Allah’ın istediği bu değil ki. Bizim adaleti ayakta tutmamız
gerekiyor, sistemi değil! Bizim kardeşlerimiz bugün bunu şaşırdılar. Sistemi
ayakta tutmanın mücadelesini vermeye başladılar, adalet yok oldu.
Bugün, entelektüeller, kariyer yapanlar, siyaseti yönetenler, çok şeyler biliyorlar ancak muhteşem bir ahlaka sahip değiller. Allah niye bizi seçsin, bizi bu ahlakımızla mı seçsin?
Mücadele şahıslara karşı değil, sisteme karşıydı diyorsunuz.
Evet sistem değişecek, sisteme karşı adalet mücadelesinden, bir
dava bir ütopyadan bahsedilirken, bugün gerçekten insanlara zulmeden bu derin
algıyı, bu ana damarı besleyen bizim namazlı niyazlı kardeşlerimiz oldular. Ve
bir tek insanın kılının incinmemesi, neye inanırsa inansın, nasıl düşünürse
düşünsün, herhangi bir canlı (bir ağaç, bir kedi, bir köpek) olsun, incinmemesi
hayatın en önemli gayesi olması gerekirken, sistemi ayakta tutma adına binlerce
can yakılmaya devam ediyor. Sistem kutsanmış durumda şu an, inandıkları bu
derin yapının vahiyle çatıştığını nasıl göremiyor bu kardeşlerimiz?
Vahye baktığımızda biz bugünkü sistemin kutsiyeti adına ne
bulabiliriz ki? Ne ifade edebiliriz, haklılığıyla adaletiyle, var olmasıyla
ilgili ne dayanağımız var? Biz adaletli olmakla sorumluyuz. Eğer Allah’ın
elçilerine inanıyorsak, onların mesajlarını bugüne yayma iddiasında isek
kayıtsız, şartsız adaleti ayakta tutmak zorundayız, bunun başka alternatifi
yok.
28 ŞUBAT KUŞAĞI…
28 Şubat’ın sonuçlarından bir tanesi de ortaya çıkardığı yeni bir
kuşak oldu. Ben buna “28 Şubat Kuşağı” diyorum. Bu kuşak sadece tüketmeyi
biliyor, kazanmada, kariyer yapmada sadece kendilerinin var olması gerektiğine
inanıyor. Geçmişte büyüklerinin yaşadıkları mağduriyetler üzerinden, bugün
büyük bir siyasal güç elde ettiklerini gördüler. Bu gençler şu an sadece en
pahalı arabaya binmeyi, an pahalı başörtüsünü takmayı ve gezmeyi biliyorlar.
Aramızda öğrenci olup da burs bulamayanlar var. Bizzat yanımızda burs
bulamadığımız için okula kaydını yaptıramayan öğrenciler var. Böylesine bir
adaletsizliğin içindeyiz. Hangi adaletten, hangi barıştan söz edebiliriz ki?
Diğer bir taraftan da halkların yaşam biçimleriyle, düşünceleriyle
veya sahip oldukları etnik kimlikleriyle ötekileştirilmesi var. Binlerce
üniversite okuyan gencimiz eften püften sebeplerle şu an hapishanelerde. Sen
benim gibi düşünmüyorsan, sen örgüt taraftarısın. Ya bendensin ya düşmanımsın.
11 Eylül’den sonra Bush’un ifade ettiği sözün aynısını bugün bizimkiler ifade
ediyorlar: “Ya bizdensiniz ya karşıdansınız. Düşmanımsınız, teröristlerle
birliktesiniz.” Bu nasıl bir algı? İnsanları böyle bir cendereye sokmak nasıl
bir vebaldir, nasıl bir insanlıktır? Ben senin gibi düşünmek zorunda mıyım?
Senin gibi düşünmüyorum diye teröristlerin safında mıyım?
Ben burada sürecin özellikle
kadınlara yaşattıkları üzerinde durmak istiyorum. Kadının dinsel simgeleri daha
belirgin olduğundan yaşadığı sıkıntılar da şüphesiz daha çetindi. Yukarıda
kadınların yaşadıkları sıkıntıların, dindar olan sermayedarların şirketlerinde
de yaşandığını söyleyebilir miyiz?
KADIN KURUMLARDA BİR
VİTRİN MALZEMESİ İŞLEVİ GÖRÜYOR!
Bugün baktığımızda dindarlar da bunu yapıyorlar. Hem resmi
kurumlarda hem de özel piyasada açık bayan vitrin malzemesi olarak kullanılmaya
devam ediyor. Başörtülü kadın her zaman perde arkasına atılmaya çalışılıyor.
Çok istisnadır, becerisiyle, çabasıyla bir yerlere gelebilen bir başörtülü
kadın görebilmek. Çok büyük bir potansiyel olmasına rağmen, kendi uzmanlık
alanlarının dışında işlerde çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Hem de daha düşük
maaşlarla, daha kötü şartlarda.
Sisteme direnen kadın
profilinin dışında sisteme entegre olan kadınlar da var. Mesela öyle bir süreç
işliyor ki artık onlara hitap eden moda dergileri var ve ciddi tirajlara
sahipler bunu nasıl değerlendirebiliriz?
İşte bahsettiğim 28 Şubat
Kuşağı bunlardan oluşuyor. İnsanlar sahip oldukları gücü göstermek isterler, bu
dergiler de onların dışa vurumu oluyor bir nevi. Yaşadıkları hayat onlara bu
dergileri mecburi kılıyor, hayat tarzlarıyla orantılı olarak gelişiyor o
dergiler de. 28 Şubat gençliğinin kaçınılmaz sonuçlarındadır bu dergiler, kaçamazlar
çünkü ihtiyaç hissediyorlar. Ben bu gençliği eleştirip geçmek istemiyorum, bu
gençlik büyüklerinin kurbanı. Bu gençler de vahiyle ve vicdanla tanıştırılmalı.
EĞER SİZ KENDİNİZİ
DEĞİŞTİRİRSENİZ ALLAH DA SİZİ DEĞİŞTİRİR!
Bu tanışma aşaması nasıl
olmalı? Bu hususta sivil toplum örgütleri ne yapıyorlar? STK’ların üzerine
düşen görev nedir?
Yıllardan beri sivil toplum örgütlenmeleri içerisindeyiz, ben kendim de uzun yıllar aktif olarak görev yaptım. Geldiğimiz nokta şudur: “Eğer siz kendinizi değiştirirseniz, Allah da sizi değiştirir. Bir toplum da kendi halini düzeltirse, Allah da onların halini düzeltir.” Biz kendi halimizi değiştirmek yerine hep kurumlarla, STK’larla toplumu dönüştürmeyi denedik. Peygamberimiz için “Hani sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin ama sen muhteşem bir ahlak üzerineydin!” Buyruluyor. Allah’ın verdiği bu vahiyle dokunduğu bu vurguya şu anda hasretim. Sayısız STK’lar var, ahlak inşa edilebildi mi dindar camia açısından? Yıllardır, cayır cayır çalışıyorlar, hangi ahlaki çalışmaya imza atabildiler veya parmakla gösterilebilecek hangi ahlaki başarı ortaya çıktı? Hem kurumsal anlamda hem şahsi manada Allah’ın vurguladığı o ahlaka biz hâlâ çok uzağız. Bugün, entelektüeller, kariyer yapanlar, siyaseti yönetenler, çok şeyler biliyorlar ancak muhteşem bir ahlaka sahip değiller. Allah niye bizi seçsin, bizi bu ahlakımızla mı seçsin?