'Filistin için istediğimizi Roboski için, Hrant için isteyince din dışı oluyoruz!'

'Filistin için istediğimizi Roboski için, Hrant için isteyince din dışı oluyoruz!'
İslamcı yazar Hüda Kaya, LGBT'ler için Lut kavmini örnek gösterenlerin neden Şuayb kavminin başına gelenlerden bahsetmediğini sordu21.11.2013 09:26

İslamcı yazarlardan Hüda Kaya, "Sınırlarımız dışındaki insanların taleplerine sahip çıkarken özgürlükçüsün, adaletin savunucususun, dindarsın; aynı şeyi bugün sınırlarımız içindeki insanlar için istediğimizde, Hrant için, Roboski, Kürtler için istediğimizde din dışı oluyoruz" dedi. Halkın Demokrasi Partisi(HDP) MYK üyesi olmasının ardından İslami kesimden tepki aldığını belirten Kaya, Kürt meselesine ve HDP bileşenlerine bakışını malataysonhavadis.com sitesinden Alişan Hayırlı'ya anlattı.

"Fakirlere arkamızı dönmeniz, hep üst sınıfa oynamamız gibi hastalıklar aldı başını gidiyor camiamızda" diyen Kaya, "Örneğin LGBT hadisesi. Lut kavmiyle, helak olmuş inanlarla nasıl beraber olursunuz örneği getiriyorlar. Kuran-ı Kerim’de kaç tane helak edilmiş kavim var? Bu helak edilmiş kavimler neden helak edilmişlerdir? Lut kavminin neden helak edildiğini çok iyi bilen bizim İslamcılarımız, Şuayb kavminin neden helak edildiğini hiç düşünmezler? Kendileri, Şuayb kavminin helak edilmesine sebep olan ticari ve etik olmayan bütün özellikleri taşıyorlarken sadece Lut kavminin kriterleri ile itham etmelerini Allah görmüyor mu?" şeklinde konuştu.

Röportajın tamamı şöyle:

Halkların Demokratik Partisi’ne üyelikten sonra bilhassa İslami kamuoyunda “Sizin orada ne işiniz var?”, “Sizin gibi dindar bir kadının, bir aktivistin, bir yazarın, Marksist-Leninist zihniyeti olan bir yapının içerisinde ne işi var?” şeklinde bir tepki doğdu.  Sosyal medyada da aksi seda uyandırdı. Bu parti oluşumunda siz kendinizi orada üye olarak hangi amaçla gayeyle ve saikle buldunuz? Ne zaman ve ne şekilde düşündünüz orada yer almayı?

Farklı platformlarda defaeten din adına, dindarlık adına yapılan yanlışlar, yanlış duruşlarla ilgili çekincelerimi ifade ediyordum zaten. Bu uzun yılların getirdiği bir birikim… İsrailoğullarının 28 Şubatlarını yaşayan bir mazlumken, lanetlenerek ölen bir insan Karun. Bunun gibi geçirdiğimiz uzun yılların kırılmaları içerisinde son on yıllık sürece baktığımızda dindarların dün mazlum iken bugün egemen olmalarıyla yaşanılan ciddi bir dezenformasyon süreci ortada; siyasi anlamda, ahlaki anlamda, ticari anlamda, sosyal anlamda, insan hakları noktasında. Hep şunu örnek veririm, İsrailoğulları cenneti garantilemişçesine diğerlerini eleştirirlerken Allah onları bu duruşlarıyla kınar. Meryem’in, Zekeriya’nın, İsa’nın mücadele ettiği sistem o günün dindar otoriter yapısıydı. Ama onlar da Musa’nın kitabını takip eden, kutsal kitapları ellerinde olan dini temsil eden sınıftı. Ama onların zihinsel ve sosyal anlamdaki dinde gerçekleştirdikleri bu tahrifat ve kendilerine uyarlamaları, rant aracı, siyaset ve çıkar aracı yaptıkları bu sisteme karşı Allah Zekeriya ile, Meryem’le, İsa’yla, Yahya’yla muhalefet etmiştir. Roma emperyalizmden ziyade din otoritesi tarafından zulme maruz kalmışlardır Allah’ın elçileri. Allah’ın kitabını takip ettiğini iddia edenlere karşı Allah’ın elçileri muhalefet etmişlerdir. Mekke’ye gelelim, aynı şey Mekke için de geçerlidir. Hz. Peygamber çağrısını yapmaya başladığında ona muhalefet edenler Allah tanımaz, dinsiz, imansız insanlar mıydı? Değillerdi. Peygamberden daha çok Kâbe’ye sahip çıkan, hacıları, yolcuları yediren içiren insanlardı. Büyük hayır vakıfları vardı. Kâbe’den çıkmayan yönetici idiler.

Kurulu olan statülerini, egemenliklerini, çıkarlarını, piyasalarını Peygamber’in getirdiği mesaj ile kaybetmek istemiyorlardı. Bunu mesela nüzul sıralamasında, ayetlerin gelişlerine baktığımız zaman Peygamber’in o peyderpey, statü sahiplerine getirdiği mesajlara karşı gelişen tepkilerde, o süreci iyi okursak daha iyi anlaşılır. Onlar da İbrahim’in dinini takip ediyorlardı. Ellerinde kutsal kitap değil ama sözel anlamda bir dinin temsilciliğinin, Kâbe’nin geleneksel dindarlığının yaşandığı bir atmosfer vardı, dindar bir toplumdu. Bu din onların geçinmelerinde, din turizminde, rantlarında, siyasetlerinde, uluslararası statülerinde en egemen olan argümanlardan biriydi.

Düşünün daha Peygamberin doğumundan hemen önce, 40-45 yıl öncesinden Ebrehe ordusunun yaşadığı hadiseye şahit olmuşlardı. Kureyş suresinde o günün koşullarında sahip oldukları iktidarlarının siyasal ve ticari rantlarına vurgular vardır. Hala mı Kâbe’nin Rabbine şükretmezler der Allah. Tamamen bu onların referanslarıyla, din argümanlarıyla, dini nasıl bir çıkar malzemesi yaptıklarına dair vurgularla Allah onlara hitap eder. Peygamber’e “Biz seni dinleyeceğiz ama sen şu yalınayaklılar, işçi takımı olmasın yanında, statümüze halel geliyor, bize uygun olmuyor, biz onlarla eşit değiliz, biz protokol insanıyız, biz statü sahibiyiz. Biz bu toplumun idarecileriyiz. Bize hizmet eden işçilerimizle biz eşit statüde olmayalım. Biz varken onlar olmasın” diyorlardı. Allah ne dedi “Sakın onlara meyil etme yoksa sana ateş dokunur”. Kayıtsız şartsız Peygamber’in getirdiği çağrı statü ve eşitsizliğe karşı bir çağrıdır bu. Alt sınıfın, üst sınıfın, protokolün olmadığı bir çağrıdır.

Biz Kuran’a baktığımız zaman bu terbiyeyi görüyoruz. Bu protokol dilini bile Allah anında reddetti. Yani “Sen bir kabul et onları, belki de iman ederler, iman ederlerse bize çok faydaları dokunur” demedi. Temelden reddetti. Ama biz bugün bakıyoruz, bu dindarlığımızla beraber İsrailoğullarındaki o cenneti peşinen hak etmiş konumumuz, bilgiçliğimiz, enaniyetimiz, insanlarla kendi aramızı ayıran tel örgüler, statümüz, biz biliriz, onlar bilmezler, etiketlerimiz cennetin kurtuluş levhalarıdır. Bizim gibi olmayan herkes İslam düşmanıdır gibi farkında olmadan farklı bir Yahudileşme ruhu, Müslümanların içine sinmiştir. Yahudileşme, ırkla Yahudileşme demek değildir, ahlaken Yahudileşmedir ve Allah’ın onlarda kınadığı bütün kriterler bugün İslam dünyasında, dindarlar üzerinde mevcut hale gelmiştir. İnsanlara yaklaşımlar bu söylemler üzerindedir. Dikte eden ifadeler, bizim gibi düşünmeyenleri ötekileştirme ifadeleri bundan kaynaklanmaktadır. Nerede kim doğru söylüyorsa, doğru bir talebi varsa desteklerim yanlış olanı desteklemem. Bu değişmez. Şurada birkaç yıla kadar istisnasız desteklediğim, oy verdiğim belli bir çevreye karşı bugün son derece üzgün, kırgın, yapılan zulümlere karşı kırılmalar yaşayarak, bizim gibi düşünmeyen insanlara karşı yapılan haksız uygulamaları kabul edememekle beraber, eğer bugün muhalefet edecek noktaya geldiysem yaşananların etkisi var. Yıllarca hepimizin, özellikle İslami çevrelerin çok dikkatli ifade etmeye hatta etmemeye çalıştıkları bir ‘Kürt halkı’ ifadesi vardır, Kürt halkının eşitliği, adaleti yaşayamama problemi vardır.

Türkiye Cumhuriyeti süresince yaşanılan bazı sancılı gerçeklikler vardır. Bu sadece Kürt halkı için değil Aleviler, Ermeniler için de böyledir. Toplumun tüm farklı kesimleri bunları yaşamıştır. Yakın bir zamanda da dindar kimlikler üzerinde yaşanmıştır, 28 Şubat sürecinde. Biz zaten sistemin, hangi kesim insan olursa olsun zulmetmesine karşıyken, kendimiz egemen olunca sistemin argümanlarına sarılarak bizim gibi olmayanlara, devletin yaptığı bu acımasızlıklara, ortak olmamız benim muhalefet ettiğim nokta olmuştur. ‘Kürt halkı’ diye bahsettiğiniz zaman Kürtçü mü oldun gibi suçlamalar oluyor. Yıllarca Çeçenistan’da savaş oldu, özgürlüklerini savunduk.

Çeçen halkının özgürlüğünü savunduk, Bosna’da yaşanılan acılarda Bosna halkının özgürlüğünü savunduk, Filistin halkının özgürlüğünü savunuyoruz yıllardır. Gazze’nin kaç yıldır abluka altında olmasıyla başlayan süreçte yaşadıkları o dramlara karşı desteklerimizi, eylemlerimizi sürdürdük sabahlara kadar. Yıllarca onların sesi olmaya çalıştık. Hiç kimse bize sen Arapçı mı oldun, Nasırcı mı oldun, Arap nasyonalisti mi oldun demedi. Ne kadar Filistin dendiyse o kadar itibarlı olundu. Filistin’i, Gazze’yi savunmak itibar aracı haline getirildi. Sınırlarımız dışındaki insanların taleplerine sahip çıkarken özgürlükçüsün, adaletin savunucususun, dindarsın, aynı şeyi bugün sınırlarımız içindeki insanlar için istediğimizde, Hrant için, Roboski, Kürtler için istediğimizde din dışı oluyoruz. Bu sabah gördüm bir sitede “Eski İslamcı Hüda Kaya” diye başlık atmışlar. Siz bu ifadeyi kullanma hakkını nereden alıyorsunuz, Allah’tan vahiy mi aldınız kimin eski kimin yeni İslamcı olduğuna dair. Bu nasıl bir Yahudileşme ahlakıdır? Siz bu hakkı nereden alıyorsunuz? Birilerini dindar, birilerini dinsiz, birilerini İslamcı, birilerini eski İslamcı gibi etiketler altında konumlandırma hakkını siz kimden alıyorsunuz? Bu Allah’a karşı insanın haddini bilmemesidir. Dindarların Allah’a karşı haddini bilmemesidir. Bugün hem Gazze, hem de yanına Kürtleri, Ermenileri ve diğerlerini de koyduysam, sınırlarımın içindeki mazlumların hakkına da sahip çıktığım için ‘eski’ olmuş oluyorum.

Ermeni ve Kürt savunmasını da AK Parti sınırları dışında yapmış oluyorsunuz. Ondandır belki?

Siz onların tayin ettiği sınırların kapsama alanı dışında çıkınca İslam düşmanlarıyla, Marksistlerle, dinsizlerle beraber olmuş oluyorsunuz. Roboski bunlardan bir tanesi. 34 can, genç, çocuk bombalanmış. Yıllarca desteklediğim, oy verdiğim, iktidara getirdiğim, beni temsil edecek dediğim insanlar artık beni de inciten bir dile sahiplerse benim mazlum dediğime ‘onlar hala yaşasalardı yargılanacakları, kaçakçılardı’ denilebiliyorsa, can gitmiş 34 tane ve hala acının üzerinden polemik yapabiliyorlarsa, o kibirli dilleri hala insanları incitmeye devam ediyorsa, evlatlarını kaybeden ailelerin acılarının üzerine acı yaşatmaya devam ediyorlarsa artık bu dil benim dilim değil. Karunlaşma diyebilirsiniz, enaniyetleşme diyebilirsiniz. Mekke’deki en dindar en entelektüel en statü sahibi siyasetçilerdendi Ebu Cehil, Ebu Leheb ve ötekiler. Uluslararası alanlarda, dini temsil etme noktasında, siyasi temsiliyet noktasında en ehliyetli insanlardı ama enaniyetleriyle kaybettiler. İblis sadece enaniyetiyle kaybetti. Ben bilirimle kaybetti. Kendi enaniyetiyle bir tercih noktasına geldi. Karşıdaki muhatabı ötekileştirdi. Dolayısı ile bu içselleştirmeyi kaybettim. Bu dilin benim dilim olmadığını gördüğümde yollarımın ayrışmaya başladığını gördüm. Gelinen süreçte hayat tarzları, ifadeleri, ideolojileri noktasında asla tercih etmeyeceğim duruşları da varsa, ama insan hakları, mazlumlara sahip çıkma, yaşadıkları mağduriyetleri için adalet talep eden bazı insanlarla bir araya gelme noktasında buldum kendimi.

Sizin partideki göreviniz nedir şu anda?

Şu anda HDP MYK üyesiyim.

HDP çevresi, parti yetkilileri içinde başörtülü İslami kimliğinizden dolayı sıkıntı çıktı mı?

Ben teklif etmedim ki, onlar beni davet ettiler. İki sitede ki yazılarım için bile vakit problemi yaşadığımdan, yetişemiyor olmama rağmen Özgür Gündem’de yazmamı istediler. Orada yazım çıkmasıyla beraber ‘nasıl teröristlerin, örgütün olan Marksist Leninist bir gazetede yazarsın?’ denmeye başlandı. Sanki dersiniz ki yazımı birilerine zorla yayınlatıyormuşum gibi. Bizim dindarlar diyor bunu. Onlar orada size bir yer açıyorlarsa, bu ben diye değil, dinle barışık, insanlarla barışık bir toplum arayışına girmişler ve sizleri de yanınızda istiyorsa insanlar, siz bu talepleri nasıl reddedebilirsiniz? Vebaldir bu. Allahtan korksun bu insanlar. Ümmü Mektum’u biliyorsunuz. Peygambere ‘Bana İslam’ı öğret’ dediğinde ötekilerle ilgili bulduğu atmosferi kaybetmemek için, peygamberin yüzünü bir anlık protokol sahiplerine dönmesiyle, ekşitme bile değil, “Onlara hidayet verecek olan sen misin?” diye ikaz edildi. Hâlbuki onlar belki dindarlıkta, Kâbe’ye sahip çıkmakta, yönetimde, siyasi ekonomik statüde yarışamayacakları insanlardı. Ancak Allah orada mazlum, gözleri görmeyen ama bana dini öğretir misin diyen insana yönelmesini istedi. Allah’ın, elçisini ikaz ettiği önemli bir örneklerden bir tanesidir.

Fakirlere arkamızı dönmeniz, yanımızda fakirlerin görünmemesi, statü sahibi olan birileriyle, varlıklı insanlarla bir arada olmamız, hep üst sınıfa oynamamız gibi hastalıklar aldı başını gidiyor camiamızda. İnsanlar bunlara bakmıyorlar. Örneğin LGBT hadisesi. Lut kavmiyle, helak olmuş inanlarla nasıl beraber olursunuz örneği getiriyorlar. Kuran-ı Kerim’de kaç tane helak edilmiş kavim var? Bu helak edilmiş kavimler neden helak edilmişlerdir? Lut kavminin neden helak edildiğini çok iyi bilen bizim İslamcılarımız, Şuayb kavminin neden helak edildiğini hiç düşünmezler? Kendileri, Şuayb kavminin helak edilmesine sebep olan bütün ticari ve etik olmayan bütün özellikleri taşıyorlarken sadece Lut kavminin kriterleri ile itham etmelerini Allah görmüyor mu? Bir tek kriter üzerinden mi insanlar cezayı hak etmişlerdir? Sen ticari, siyasi ahlaksızlık yapıyorsan, komşuların senden emin değillerse, sen hangi müminliğe sahip çıkıyorsun? Bu komşuluk sadece apartmandaki kapı komşumuz değil, bölgesel komşularımız, Kürt komşumuz, Ermeni komşumuz, Çingene komşumuz, Suriye komşumuz. Hangi komşumuz bizden emin de sen müminliğe sahip çıkıyorsun?

HDP çatısı altında yer aldığınızda İslami kesimden aşırı tepki geleceğini tahmin ettiniz mi?

Karar verme süreci uzundu. İçinde olduğum toplumun reflekslerini bilmiyorum tabi. Dün ben de nasıl refleks veriyorduysam, bugünde o refleksler devam ediyor.

Ne tür tepkiler aldınız? Ayrıca İslami kesimden olup da sizin orada oluş sebebinizi anlayanlar var mı?

Kaya: İlahiyatçı veya dindar kimlikli olup da ‘sizin burada olmanızın bizim için ne anlam ifade ettiğini tahmin edemezsiniz’ diye ağlayarak konuşanlar oldu. Duygusal karşılık veren çevreler de var. ‘Biz burada yalnızdık, derdimizi kimseye anlatamıyorduk, bizim sesimizi kimse duymadı, biz dindar, Kuran’ı yaşayan insanlarız, ama uğradığımız haksızlıkları İslami camiamıza bir türlü anlatamıyorduk.  Allah sizi gönderdi bize’ diyenler de var.

Peki, siz bu tepkileri nasıl karşılık veriyorsunuz?

Nasıl ki benim bir düşünsel yolculuğum olduysa, 30 yıllık bir Kuran yolculuğum olduysa, ayaklarımız, merkezi referansımız Kur’an üzerinde olmakla beraber Kuran’ın her geçen gün yansımalarına, O’nun bizi dönüştürmesine, terbiyesine şahit oluyorsak, elbette bu yolculuğumuz hala bitmedi ve devam ediyor. Değişmezsek problemdir zaten. Kuran insanları terbiye etmek için gelmişti. Dediğim dedik bulunduğumuz yerde kör bir inatla Kuran’ı dilimize dolayıp bulunduğumuz yeri savunmaya devam ediyorsak yanlış olan budur. Sahip çıkmamız gereken sadece sınırların dışındaki mazlumlar değil. Sınırlar içindeki mazlumlara da sahip çıkmamız gerekiyor. Allah’ın katında mazlumların ayrışması, sınıflandırılması diye bir şey yoktur.  Mazlum mazlumdur. Ama bizler, Türkiyeli Müslümanlar dini millileştirdikleri için, farkında bile olmadan sınırlarımızın içindeki herhangi bir etnik yapılarla ilgili bir mesele söz konusu olduğunda bilinçaltı bir refleks ortaya koyuyorlar. Kandil sürecinde de böyle olmuştu. Çok acılara şahit oluyorsunuz. Köyleri yakılan, evleri yakılan insanlara şahit oluyorsunuz.

Cezaevi sürecimizde dağdan gelmiş olan kızlarla konuştuğumuzda, onların yaşadığı şartları hasbelkader dinlediğimde bile ‘ben de orada olsaydım dağa çıkardım’ dediğim olmuştur. Bizim batıda tahayyül edemeyeceğimiz hayat şartları vardı ve biz bunları bilmiyorduk.  Bize sistem, radyosu, TV’si, medyası ile neyi nasıl anlatıyorsa biz öyle biliyoruz ve her şeyi tek taraftan öğreniyorduk. Bu Kandil için de, Kürt hareketi için de söz konusuydu. O özeleştiri başlamıştı bende. İslami camia olarak hadi Hasan Cemal’in anlattıklarını kaale almıyorsunuz, kartel medya diye, falanca anlatıyor, yazıyor diye kaale almıyorsunuz, madem öyle bizim camiamızda bu kadar kanaat önderleri var, aklı başında insanlar var, üstatlar var, yazarçizerler var, niye bir tanesi gidip de “Kardeşim siz niye adam öldürüyorsunuz? derdiniz nedir?” diye sormuyor? Niye kimse çıkmadı derken bir gün oğlum Cihad “Bunu sen niye yapmıyorsun?” dedi. Başkalarından beklemek, vebali üzerimizden kaldırmaz.  Niye olmasın dedik. İyi ki gitmişim. Kesinlikle burada birebir cevabını alamayacağım bir imkân oldu. Tartışma imkânımız oldu.  Geçmişte yaptıkları yanlışların farkında olmalarını, bugün geldikleri noktayı, din ile farklı düşünenlerle, halklarla olan ilişkilerini, sosyalizm özeleştirilerini ve bakış açılarını yerinde görmem iyi oldu. Herhalde birebir şahitliğimin de geldiğim noktada etkisi vardır.

Bugün, 2013 Kasım itibariyle HDP içinde yer alan Hüda Kaya, 1998’de 28 Şubat’a başkaldıran Hüda Kaya mı?

Dün nasıl zulme başkaldırıyorsam, kimden gelirse gelsin yine aynı.

İslami kimlik açısından soruyorum.

Bugün geldiğim nokta, hamdolsun Rabbime ki, hala devam eden iki grup halinde Kuran araştırmalarımızın da etkisindendir. Kuran’daki eşitsizlik, adaletsizlik ne manaya geliyor? Bütün insanların eşit, sadece sorumluluk sahibi, ahlaklı, erdemli insanların Allah katında derece sahibi olduğu önemlidir. Bakara suresi ilk ayetlerinde der ki “Bu kitap takva sahipleri için bir yol göstericidir”. Bizde klasik İslami öğretide ‘takva sahibi olmak, çok namaz kılmak, sesini, gözünü erkekten sakınmak, çok korkmak demektir.’  Hep korkmalar ve birbirinden sakınmalar üzerine bir takva ölçüsü belirlenmiş. Takva imandan önce mi sonra mı diye sordurdu bana o ayet. Bugün İslami kesimden olup da takvanın yanından geçmeyen insanlarımız var. Nice takva sahipleri olduğunu söyleyenler vardır ki, o kitabın gösterdiği yolu görmemişlerdir.  Allah’la buluşmamışlardır. Peygamberimiz elçilik gelmeden evvel de takva sahibiydi. O güvenilir Muhammed’di. Komşusu kendinden emin olunandı. Peygamber olmadan önce de güvenilir, yani mümin idi. Bugün müminlik vasfına sahip çıkıp kimseye bırakmayan, içini yaşamayan insan mı? Yoksa önce takvalı, konuşulabilir, tartışılabilir ve bu kitabın kendisini doğru yola ulaştırabileceği varsayılan insan mı?

HDP içinde yer almak bir kişiyi İslamcı kimliğinden çıkarır mı?

Benim cı’larla problemim var. Yıllarca kendi çapımızda Kuran araştırmalarımız devam ediyorsa büyük bir aşkla şevkle insanlarla Kuran’ın neyi sağlamaya, neyi vermeye çalıştığını hala anlamaya çalışıyorsak, dün de aynı Hüda idim bugün de aynı Hüdayım. İsrailoğullarının dinlerini millîleştirdikleri gibi kendilerini kutsayıp da cenneti otomatikman etiketleriyle kazananlar gibi, İslami camia içerisinde bunu yapanlardan değilim. Çünkü etiketlerimiz bizi cennetlik etmeyecek. Beni eylemlerim, amellerim duruşum cennetlik edecek.

Size tepki gösterenlerin dayandıkları nokta şu, “Hüda Kaya İslami bir kimliğe sahip. Hâlbuki HDP Marksist-Leninist, seküler, ateist bir çizgiye sahip İslam düşmanı bir parti. İslam kimliğini koruyarak orasıyla kendini nasıl bağdaştırıyor?”

HDP tek bir ideoloji üzerinden oluşan bir parti değil. Toplumun bütün renkleri, düşünsel temsiliyetleri üzerinden oluşturulmuş. Sosyalist olan da var, olmayan da, farklı düşünsel bileşenlerden oluşan bir parti. Tek bir düşünce hakim değil. Partisel anlamda da, bireysel anlamda da çok farklı bileşenler var içinde, kuruluşunda da öyle. Bir arada nasıl barış içinde yaşanılabilir, nasıl birbirimizle eşit, adil bir toplum oluşturabilir, birlikte başarabilme örnekliğini ortaya koymaya çalışan bir parti. Herkes kendi kimliği ile orada. Kimse kimsede yok olmak durumunda değil. Herkes kendi inançları, kendi referansları ile kendini orada ifade ediyor.

“İslami kimliğini dışarıda bırak gel demediler” yani size…

Böyle bir şey mümkün olamaz. Ben kendi renklerimle oradayım. Gördüğüm tepki, yaşadığım ortam ve bunun halklardaki yansımaları itibariyle de kesinlikle dindar halklar nezdinde de bir karşılığı var. Kimler ne kadar olursa o kadar güçlü olur. Aleviler güçlü olursa onların sesi çıkar, Kürt hareketi temsilcileri çoksa onların sesi çıkar, solcular çok etkinse onların sesi çıkar doğal olarak. Kimsenin kimseye karşı kompleksi yok. Ben de eleştirimi rahat bir şekilde ifade ediyorum, konuşuyoruz, tartışıyoruz. Kesinlikle benim kendi inancımla, değerlerimle orada bulunmamın anlamlı olduğuna inanıyorum.

Siz donanımınız, kimliğiniz ve özünüzle olduğu gibi o partide kendi kimliğinizi temsil ederek yer alıyorsunuz ve İslam düşmanı diye bilinen HDP tabanı bundan rahatsız olmuyor. Ama aksine İslami taraf sen oraya niye gittin diye rahatsız oluyor. Rahatsız olması gereken öbür taraf değil mi?“Ne arıyor burada başörtüsüyle, namazıyla, niyazıyla, Kuran’ıyla, buraya niye gelmiş oturuyor!” demeleri gerekirken aksine İslami kesim aşırı tepki veriyor.

Belli siyasi isimler de dahil olmak üzere halk nazarında da kesinlikle sizin temsiliyetiniz, bizim toplumlarla nasıl bir arada barış içinde yaşayabileceğimizin en güzel örneği deniyor. Kimse rahatsız değil. Sadece bir dindar Türk olarak ben orada yokum, dindar Araplar var, Mıhallemiler var, hatta Çerkez, gürcü, Boşnaklar da var. İslami olan da var olmayanda. Dışarıdan bu bir Kürt hareketi gibi anlaşılıyor. İçeride her çeşit insan var. Protokol sınıfı en rahatsız olduğum şeylerden biri. Şu ana kadar gördüklerim ‘ben milletvekiliyim, benim statüm şudur, geçmişim şudur, ben şöyle bir konuma sahibim’ demiyor kimse, nerede yer bulurlarsa oturuyor ve herkes kadar konuşma hakkına sahip. Ne düzende protokol, ne de özel bir muamele var. Tüm temsiliyetler noktasında mütevazılığa şahit oluyorsunuz. Bunlar fark ettiğim artılar.

Tepkiler HDP içindeki görevinizi etkiledi mi? Bu kadar tepki aldım yanlış yerdeyim tekrar döneyim dediniz mi?

Uzun sancılı bir düşünme, teste tabii tutma sürecinden sonra karar verdim. Hatta bunu ‘çözüm paketi açıklandı, sonrasında Hüda Kaya partiye girdi’ gibi açıklamalar oldu. Çözüm paketi ortada yokken bu süreç başlamıştı. Uzun bir düşünmeden sonra bu karar verildi. Artı sadece bana teklif edilmedi İslami camiada. Herkesin yakından bildiği saydığı kadın ve erkek çok değerli şahsiyetlere de teklif edildi. Ailevi sebepleri, farklı mesleki çalışmalar ya da başka çekincelerle “Gönlümüz sizinle beraber, bütün desteğimiz sizinle fakat şu aşamada şartlarım müsait değil” diyen çok değerli insanlar var.

İleride gelecek olabilir İslami kesimlerden.

Şu anda gönlü beraber olup, destekleri olup da sadece şu andaki şartları müsait olmayan İslami şahsiyetler var, kadın ve erkek olarak.

Sosyal medyada, birebir arkadaş çevrenizde, karşılaştığınız yerlerde sizi tahkir, tezyif, tekfir edenlere karşı, size İslam dışına çıktı diyenlere, eski İslamcı diye yazanlara kızıyor musunuz, beddua ediyor musunuz, karşılık veriyor musunuz, hakkınızı helal ediyor musunuz?

Telefon açanlarla birebir muhatap oluyorsunuz da mecburen anlatmaya çalışıyorsunuz ama telefonla anlatılacak gibi değil ki. Ben yazıyla bunu anlatırım demiştim. Yoğunluğumdan dolayı o yazıyı da yazamadım. Fakat üst üste gelen çok farklı gazete ve ajanslarla çok farklı röportajlarım oldu. Her biri aslında bu süreci özetleyen bölümler oldu. Onlar okunursa bu süreç her birinde farklı farklı boyutlarıyla görülecektir. Dindarlık adına, Allah’ın ismini kullanarak, güya dinin hesabı onlardan sorulur, din onların babasının malıdır, kimseye harcatmazlar kabulünden yola çıkarak çok incitici, sözler mesajlar yazanlar da oldu. Sağlığımı etkileyecek kadar çok üzüldüğüm şeyler oldu. Kızgınlıktan da öte, çok kızgın olunabilecek mesajlar da var, ağza alınmayacak ifadeler de var. Ama gerçekten çok üzüldüm.

Siz kendinizi o çatı altında Müslüman kimliğinizle temsil ederek orada bulunmanızı Müslüman kesime anlatma mecburiyeti, ihtiyacı hissediyor musunuz?

Yapılan bu röportajlar da bunları izah etmiş oluyor. Ondan birebir yazamama durumum ortaya çıktı. Tabii ki böyle bir mesuliyet olur. Hukuki olarak hem insani hem inanç noktasında beraberliğimiz olan insanlara karşı bunun izahını yapma gibi bir mesuliyet tabii ki hissederim ama bu açıklamalar zaten bunları teyit edecek, giderecek şeyler. Geçtiğimiz gün ANF bir röportaj yapmıştı, orada gayet Kur’ani referanslarımla yaptığım bir yolculuk sürecimi ifade ediyorum. Bir zamanlar Tanrı Türk’ü korusundan, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur dan geldiğim bu düşünsel yolculuğumu kısaca geçiş yapıyorum. ‘Irkçılık içinize işlemiş’ gibi bir yorum yapılmış. Orada tek zannedersem bunu muhatap alıp cevap verdim. ‘Böyle bir konuşmadan nasıl ırkçılık çıkarıyorsunuz? Kelimeler kifayetsiz kalıyor’ dedim. Ne ırkçılığı? Ben ırkçılığı reddederek bu hale gelmişim ve karşımda ırkçılık yapan yok. Yapılıyor olsa ben Türk olduğum halde Türkçülüğe razı olmamışken, başka bir ırkın ırkçılığına mı sessiz kalacağım? Önyargı bunlar ve haksız bir şekilde yargısız infazlar. Anlamaya çalışmıyor insanlar, düşünmüyorlar, sorgulamıyorlar. İnsaflı yaklaşanlar da oldu. Hüda Kaya bugün böyle bir karar verdiyse mutlaka kendince bir izah edebileceği sebepler de vardır diyenler de oldu tabii ki.

Sonuç itibariyle üzülüyorsunuz da, onların verdiği tepkiye benzer bir tepkiyle vermiyorsunuz, hakkınız helal ettiğiniz de var etmediğiniz de var.

İnsanların hala mazlumları ayrıştırması, insanları ötekileştirme, insanları eşit kabul etmeme gibi enaniyetleri devam ettiği sürece, benim hakkımı helal etmemin Allah katında bir karşılığı ne kadar olabilir ki?

Ne kadar varsa o kadar ediyorsunuz?

O kadar. Ben Allah’tan bütün kalbimle diliyorum ki Gazze halkına sahip çıktığımız kadar, sınırlarımızın içindekilere sahip çıkalım. Bakın Rojova mesela, Müslüman camia Rojova kelimesini titizlikle ve büyük bir itinayla ağızlarına almamaya çalışıyorlar, gündemlerine almamaya çalışıyorlar. Hamas’ın iktidara gelmesiyle Gazze bir dünya ablukasıyla karşı karşıya kaldı ve biz Türkiye halkı olarak elimizden gelen bütün yardımı her çeşit göndermeye çalıştıysak bugün Rojova ne Esad taraftarı ne de savaşan muhalif taraftarı olmadıkları için kendi özerk bölgelerinde kendi kendilerini idare etmeye çalışan direnen bir halk bugün Türkiye’de dahil büyük bir ambargoyla karşı karşıyalar. Aynen Mısır ve İsrail’in Gazze’ye yaptıkları gibi duvarlar örülmeye çalışılıyor, halklar birbirinden koparılmaya çalışıyor, savaş bölgelerinde duvarlar örülmüyor. Türkiye ve Suriye sınırlarında, savaş bölgelerinde kimin girip çıktığının haddi hesabı yokken, savaşın yaşanmadığı Türkiye’nin karşılıklı birbirleriyle sorunu olmayan Rojova’yla Türkiye sınırına duvarlar örülmeye çalışıyor. Gazze’ye Mısır’ın yaptığını Türkiye bugün Rojova’ya yapmaya çalışıyor. Kimse bunu düşünmüyor. Bunu düşünmek için solcu olmama gerek yok. Sosyalist olmama gerek yok. Ben Müslüman olarak Gazze’ye yapılanın bugün aynen Rojova’ya yapıldığını görüyorum. Niye Müslüman dünyası bunu konuşmuyor, düşünmüyor vicdanı rahatsız olmuyor?

Sizin İslami kimliğiniz Malatya’da şekil buldu. Malatya sizin açınızdan önemli… Malatyalı Müslümanlar, Malatyalı kardeşlerimiz de burada bulunuşunuzu, PKK çizgisinde olan bir partide yer alışınızı anlamakta zorlanıyor. Bir zamanlar omuz omuza olduğunuz, hala dava birlikteliğinizin devam ettiği kardeşlerinize özel bir mesajınız var mı?

Kurani terbiyemiz, Kurani öğretilerimiz, şu andaki popüler dini kimliklerimizin, mezhebi kimliklerimizin, siyasi kimliklerimizin, parti kimliklerimizin üstünde değerlendirilirse çok şeyin daha farklı anlaşılabileceğini düşünüyorum. Ben de aynı düşünsel yapı içerisindeydim. Farklı bir altyapıdan gelmedim buraya. Ama hepsinin üstünde asıl olması gereken referanslarımızla partinin kapsama alanlarının, sahip olduğumuz diğer ticari kapsama alanlarımızın, sosyal kapsama alanlarımızın da üstünde eğer bir üst kimlikle olaylara bakarak değerlendirirsek sınırlarımızın içinde ve dışında olan her şeyi daha farklı görebileceğiz.

Bu sadece Malatyalılar’a değil herkese bir mesaj oldu…

Tabii ama Malatya’nın bu noktada daha bir hassasiyeti var. Hem siyasal duruşuyla alakalı, hem felsefi duruşuyla alakalı Türkiye içerisinde çok daha farklı bir yeri var.

Zaten Malatyalılar bu dediğiniz çizgiyi yakalayabilecek ferasete, felsefi altyapıya sahipler.

Düşünsel noktada kesinlikle Malatya pek çok şehirle kıyas edilemez. Altyapısı her boyutuyla bizim Malatya’yla olan bağlantımız, kardeşliğimiz, hukukumuz kopmaz. Bu er geç anlaşılacak.

HDP MYK üyesi olduktan sonra Malatya’dan bir tepki aldınız mı?

Çok.

Olumlu mu olumsuz mu?

Daha çok olumsuz.

Biz Malatya’da sizi izledik. Yakın çevremde “Bizim Hüda Kaya ne yaptı, nerelere savruldu?” anlamında bir tepki doğdu. Ama sizinle konuşup sizi anlamak yerine direkt PKK’lı oldu diyerek mahkum ettiler.

Biz yargısız infazlara karşı çıkıyoruz. Bakın İslam hukukunda en basit bir suçta dahi siz iki tarafı dinlemeden bir karar veremezsiniz, adaletsizlik olur. İki tarafın da şahitliğini dinleyeceksiniz. Bu beni Kandil’e götüren süreç içinde çıkış noktalarımdan birisiydi. 40 yıldır bir kan dökülüyor. Hep bir taraf çok öcü ve suçlu, cani… Biz sistemin muhalifiyiz, yanlışlarını kabul etmiyoruz, kökenden karşıyız varoluşuna, duruşuna ama onun bize akıttığı bütün bilgileri de sorgusuz sualsiz yerleştirmişiz, kabul etmişiz. Kendimiz için olanı kabul etmiyoruz. Ama başkası için söyleneni nasıl yıllarca kabul ettik? Neden bunu hiç sorgulamadık? Bu beni düşündürdü. Cani de olsa, kim olursa olsun kardeşim sen de bir konuş bakayım sen ne diyorsun deme sorumluluğu var bizlerde.

Hep solcular konuştu onlarla. Müslüman olan bir yazar Kandil’e gidip onlarla konuşmadı.

Ben dini referansı olan camiamız için bunu söylüyorum zaten. Bu bize daha büyük bir üst mesuliyet getiriyor. Eğer referansımız Kuran diyorsak ve Kuran’ın hukuku bizi bağlıyorsa böyle bir mesuliyet bizde kalmamalıydı. Daha önceden bu mesuliyeti yerine getiren birileri olmalıydı.

Eyvallah. Çok teşekkür ederim. Allah razı olsun.

Ben de teşekkür ederim. Allah razı olsun.

T24


Etiketler: HÜDA KAYA

Diğer Röportaj haberleri

  • PAYLAŞ

YORUMLAR (1)

Sn. Kaya çok saygıdeğer bir insandır kuşkusuz. Belirlemeleri duruşu mücadelesi vicdan sahibi herkeste her kesimde saygı uyandıran bir güzel insan. Eleştirmek babında değil de, dikkatten kaçmaması açısından kısa bir not ilave etmek isterim. Sn.Kaya , tepkileri destekleri \``sınırlarımızın içi\`` ve \`` sınırlarımızın dışı\`` ana ekseni etrafında dile getirmiş. Oysa ki, konu hiç bir şekilde bu basitliğe indirgenemez. Çok basit örnekler bile buna yeterdir. \``Rojava\`` mesela \``sınırlarının dışında\`` olduğu halde \``desteklenemez\`` ve ayrıca \``olmayan baskıya yaptırıma karşın\``, Türk kimliği \``sınırlarının içinde olduğu\`` halde \``desteklenmekte. Bugun mesela Fatih Altaylı adındaki ünlü Türk büyüğü \``Türk kimliği\``nden dolayı kendini rahatlıkla ifade edemediğini beyan etmiştir ve mesela Altaylı ve benzeri düşüncelere destek için \``sınırlarınızın içinde\`` dahi dilediğiniz kadar destek eylemi yapabilirsiniz değil mi? Kısacası: Kürt kimliği ister dışarıda ister içeride olsun akıbeti değişmez Sevgili Hüda Abla...21.11.2013 21:22

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.