Yeni Akit'i İslam'a Davet Mektupları-2
Hadi bana “Kürt ırkçısı” diyerek cevap verdiniz, Ali Bayramoğlu’na “Ermenî” dediniz, öbürüne “ateist” dediniz, herkese bir şekilde cevap yetiştirip ağzının payını verdiniz.
Peki Allâh’a nasıl cevap vereceksiniz?28.09.2012 19:38
2. MEKTUP
Bundan önceki yazışmalarımızda sizinle aynı konuyu konuşuyor fakat farklı şeyler söylüyorduk. Oysa şimdi görüyorum ki, konuştuğumuz konu bile farklı. Size yazdığım cevapta PKK’nın adını dahi ağzıma aldığımı hatırlamıyorum. Bana “Anadolu’dan Görünüm” tadında bu “PKK Brifingi”ni niye çektiğinizi anlamış değilim. PKK’lı olmadığım gibi BDP’li de değilim. “Ustalık Dönemi”ne kadar AK Parti’ye verdiğim desteği saymazsak, daha bugüne dek bir siyasî partiye bile destek vermiş değilim.
Saldırı, küfür ve hakaret, kimden gelirse gelsin ve kime karşı yapılırsa yapılsın, tavrım aynıdır. Bunu size bir önceki cevabımda da söyledim; hâlâ sözümdeyim ve olmaya da devam edeceğim. Sizin onlara yaptığınız aynı saldırı, küfür ve hakaretleri onlar size yaparsa, onların karşısında sizin yanınızda olurum. Bunu size de söyledim / söylüyorum, onlara da söyledim / söylüyorum. Ben her türlü anlaşmazlık, haksızlık ve zûlüm karşısında olaya “haklı – haksız” penceresinden bakan bir insanım; “Müslüman – ateist” ya da “Kürt – Türk” penceresinden bakan bir insan değilim. Her olayda benim için sadece “haklı – haksız” diye iki taraf vardır ve ben haklının yanında, haksızın karşısında yer alırım. Bu özelliğimi sizin onlardan daha iyi bildiğinizi düşünüyordum açıkçası.
Siz insanları aşağılamak için “Ermenî kökenli” gibi ifadeler kullanırsanız, hem o insanları hedef almış olursunuz, hem de bu sözünüzü aşağılama amacıyla kullandığınız için bütün Ermenî halkına hakaret etmiş olursunuz. Dolayısıyla hedef aldığınız o insanların 10 kanaldan, 15 gazeteden, 20 internet sitesinden kendilerini savunmaya çalışmalarından daha doğal bir refleks olamaz.
Ermenî olmak ne kötü birşeydir ne de ayıptır. Türk olmak veya Kürt olmak nasıl birşeyse, Ermenî olmak da, Rum olmak da, Japon olmak da, Eskimo olmak da öyle birşeydir. Türk olmak, Kürt olmak, Ermenî olmak, bunlar ne utanılacak şeylerdir, ne de övünülecek şeylerdir.
Allâh Tebareke we Teâlâ, Qûr’ân-ı Azimuşşân’da şöyle buyurmaktadır:
“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rûm, 22)
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allâh yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allâh bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13)
Konuştuğumuz dillerin, mensubu olduğumuz kavimlerin, etnik kökenlerimizin, derilerimizin renginin farklı olması, değişik coğrafyalarda doğmuş olmamız Allâh’ın birer âyetidir. Hiç kimse, yekdiğerini değişik bir dil konuşuyor, değişik bir etnik kökenden geliyor veya değişik bir coğrafyanın insanıdır diye hor görme, hâkir görme, aşağılama hakkına sahip değildir. Hiç kimse sosyolojik birer vakıâ olan, hatta âyet-i kerîmelerle sabit olduğu üzere “Cenâb-ı Allâh’ın birer âyeti” olan bu durumu yok saymaya, var olan bir şeyi inkâr etmeye, ona değişik bir kimlik biçmeye kalkışamaz. (Geçen yılki Van Depremi’nden sonra “74 milyon Türk, Van’a yardım elini uzattı” manşeti atan sizin Yeni Akit gazeteniz için söylüyorum bunları. Tabiî bu ülkede yaşayan 74 milyon insanın hepsini “Türk” kabul eden bir gazetenin şimdi de bana “% 99’u dindar, namazını kılan, en has samimi insanlar” diyerek tarif ettiği Kürtler’in hangi ülkede ve dünyanın neresinde yaşadıklarını sormamız gerekiyor, haliyle.)
Allâh’ın yarattığı, “var” olan bir şeyi “yok” saymak, Allâh’ın âyetini inkâr etmektir. Allâh’ın âyetini inkâr etmek sizi bizim imzacı arkadaşlarımız gibi “ateist” yapmaz belki ama, “kâfir” yapar.
Aynı şekilde, Allâh-u Teâlâ’nın sırf “tanışmak ve diğer kavimlerle kaynaşmak” amaçlı olarak yarattığı dilini, kavmini, mensubu olduğu coğrafyayı, yaratılış gayesinin (Zâriyât, 56) ve Allâh’ın gönderdiği “ed- Dîn”in (Mâide, 3) önüne geçirmek, onu hayatının ve yaşam kavgasının asıl gayesi yapmak, kavmiyetçilik ve bölgecilik dâvâsı gütmek de, Qûr’ân-ı Kerîm’de, İsrâ sûresinin 85. âyet-i kerîmesinde apaçık bir şekilde belirtildiği üzere insanı İslam dairesinin dışına çıkartır ki bu, Şeytan’ın kovulmasına sebebiyet veren davranışın tâ kendisidir (Sâd, 76).
Biz Müslümanlar, Râbbimiz’in bize yakıştırdığı bu güzel ismi (Hacc, 78) hak etmek, bu güzel isme layık olmak istiyorsak, duygularımızı, hislerimizi, inancımızı, düşüncemizi Qûr’ânî bir çizgide tutmak, Qûr’ân eksenli düşünmek ve konuşmak durumundayız. Bunun yollarından biri de, “beşerî” olan, “insanî” olan her şeyle dalga geçmek, küçümsemek, kavimlerin, dillerin ve coğrafyaların varlığını, güzelliğini, zenginliğini, bu coğrafyaların varsıl tarihî kökenlerini ve semiz kültür birikimini alaya almak ve inkâr etmek, kendisi gibi düşünmeyen herkesi tekfir etmek, - Allâh muhâfaza – “şirk” ile itham etmek asla ve asla değildir. Aksine bütün bu ontolojiyi “Allâh’ın birer âyeti” olarak kabul etmek, yaşadığı toplumda “sevgi”yi, “hoşgörü”yü yaygınlaştırmak, “kendisi için istediğini kardeşi için de istemek” (hâdis-i şerîf)’tir.
Biz Müslümanlar, Tevhidî düşünmek, İslamî davranmak zorundayız. Bize göre, yeryüzünde “kötü halk” yoktur, “pis halk” yoktur. Peki ne vardır? “Kötü insanlar” vardır, “pis insanlar” vardır ve bu tanıma giren insanlara dünyadaki bütün halklar arasında rastlanılır. Kötü Kürt vardır, kötü Türk vardır, kötü Ermenî vardır, kötü Alman vardır, ama Kürtler kötü değildir, Türkler kötü değildir, Ermenîler kötü değildir, Almanlar kötü değildir.
Aynı şekilde, yeryüzünde “kötü dil” yoktur, “pis dil” yoktur. Peki ne vardır? “Kötü kelimeler” vardır ve bu tanıma giren sözcüklere dünya üzerinde konuşulan bütün dillerde rastlanılır. Kötü, pis, iğrenç sözcükler Kürtçe’de de vardır, Türkçe’de de vardır, Ermenîce’de de vardır, Farsça’da da vardır, Japonca’da da vardır, Yunanca’da da vardır ama Kürtçe pis değildir, Türkçe pis değildir, Ermenîce pis değildir, Farsça pis değildir, Japonca pis değildir, Yunanca pis değildir.
Önemli olan hangi kavmin mensubu olduğunuz, hangi etnik kökenden geldiğiniz değil, Allâh’ın rızasına uygun bir hayat yaşayıp yaşamadığınız, insanlara, içinde yaşadığınız topluma ve ülkenize faydalı bireyler olup olmadığınızdır.
Önemli olan hangi dili konuştuğunuz değil, konuşurken “hakk”ı mı yoksa “bâtıl”ı mı dillendirdiğinizdir.
Şayet bizler, konuşurken, yazarken, sadece kendi çevremizin değil, bizimle aynı çizgide olmayanların dahi sevgisini kazanabiliyor, konuşurken, yazarken, toplumsal barışa, huzura, insanlar ve toplumlar arası kaynaşmaya vesile oluyorsak, bireyleri erdemli olmaya, birlik ve beraberlik içinde olmaya çağırıyorsak, konuşurken, yazarken, muhataplarımıza “sevmeyi” aşılıyorsak, konuştuğumuz dil güzeldir. Bunu ister Türkçe olarak yapalım, ister Kürtçe olarak. Değişmez.
Aynı şekilde bizler, konuşurken, yazarken, bırakın dışımızdaki insanları, kendi çevremizdeki insanların, kardeşlerimizin bile kalbini kırıyorsak, incitiyorsak, konuşurken, yazarken, toplumsal barışı, huzuru, insanlar ve toplumlar arası kaynaşmayı baltalıyorsak, bireyleri düşman olmaya, çatışma ve didişme içinde olmaya çağırıyorsak, konuşurken, yazarken, muhataplarımıza “nefreti” aşılıyorsak, konuştuğumuz dil çirkindir. Bunu ister Türkçe olarak yapalım, ister Kürtçe olarak. Değişmez.
“Dil” sözcüğü hem Türkçe’de, hem Kürtçe’de, hem de Farsça’da var olan bir sözcüktür. Bu sözcük, “dil”, Türkçe’de “lisan” anlamına gelirken, Kürtçe ve Farsça’da “gönül” anlamına gelmektedir.
Demek ki karşınızdaki insanla “aynı dili” konuşabilmeniz için, ona “gönlünüzde” bir yer ayırmanız gerekmektedir. İnsanlara “gönül kapınızı” açmazsanız, insanları sürekli olarak dışlar, tekfir eder, aşağılar, küçümser, alay ederseniz, konuşurken, yazarken sadece “nefreti” yaygınlaştırırsanız, insanlarla hiçbir zaman “aynı dili” konuşma şansınız olmayacaktır.
Bir “ateist” bile kalksa ve sizin onlara iftira attığınızı, onlara çamur attığınızı söylese, ilk başta bunun doğru olabileceğini düşünürüm. Neden mi? Neden olacak, bana bile şu cümleleri yazıp gönderen siz değil misiniz: “Siz binlerce insanın ölümüne sebeb olan, marksist, ateist örgütü savunun” ... “En has müslümanlar olan kürtleri, sosyalist fitneye bulaştıran PKK'ya sahip çıkanlara destek verin”... “Kürtlerin % 99'u dindar, namazını kılan, en has samimi insanlar olduğu halde, bölgeden gösterdikleri adayların % 95'i namaz kılmayan, ateist-sosyalist isimler olan partiye destek verin”... “Siz ırkçılık yapmaya devam edin”... “"Ateist Apo tecride uyguluyor" diyerek insan katleden, imamları katleden örgüte sahip çıkın! İslam'la alay edenlerle, birlik olun”..
Bunlar bana söylediğiniz laflar. Eğer beni bile PKK’lı yapabiliyorsanız, hedef gösterdiğiniz öbür isimleri ASALA’cı dahi yaparsınız.
Bu maili bana gazetenin mailinden ve imzasız gönderdiğiniz için kimin yazdığını bilmiyorum. Fakat eğer benim saygımdan dolayı “Ağabey” diyerek hitap ettiğim Ali İhsan Karahasanoğlu yazıyor ve bu sözleri O bana söylüyorsa, diyecek kelime bulamıyorum.
Bana “PKK’lı”, “ırkçı” diyorsunuz. Deyin. İnsanlara iftira atmaya alışmışsınız ne de olsa.
Hayatım boyunca silâhtan nefret etmiş ve uzak durmuş, çocuklarıma oyuncak silâh bile almamış, çocuklarıma şiddet içerikli çizgi filmler seyretmeyi bile yasaklamış bir insanım. Ömrümde ilk defa elime silâhı, üç yıl önce Burdur’da bedelli askerlik yaparken aldım. Komutan zorla verdi elime. “Atış talimini yapmazsan tezkere yok!” dedi. Günlerce yalvardım çünkü komutana; “Komutanım! Ben bu yaşıma kadar daha elime silâh almadım. Çünkü silâhtan nefret ederim. Çocuklarıma oyuncak silâh bile almamış, hatta yasaklamış bir insanım. Size yalvarıyorum, beni atış talimine mecbur etmeyin. İsterseniz son günüme kadar kışladaki bütün tuvaletleri her gün temizlerim. Üstüne her gece de beni nöbetçi yazın. Ne istiyorsanız razıyım. Yeter ki elime silâh almayayım. Bu yaşıma kadar almadan geldim, bundan sonra da almak istemiyorum. Alt tarafı boş bir tahtaya üç el ateş edilecek. Ben yapmasam kıyamet mi kopar? Sanki benim üç el ateş etmemim vatana millete ne faydası olacak? Emin olun boşa mermi harcamış oluruz?” Fakat ne yaptımsa, ne kadar yalvardımsa ikna edemedim. İlk defa orada elime silâh aldım. Mecburdum; yoksa tezkeremi vermiyorlardı.
İkinci ve son kez de, ondan bir yıl sonra, Mavi Marmara gemisinde, İsrail askerinin elindeki silâhı alıp denize atarken aldım. Alnımın ortasına nişan alınıp ateşlenen silâhtı o, Akdeniz sularına attığım. Son anda kafamı eğmiştim ve kurşun başımın üzerinden geçmişti. Sonra da, kavga dövüş sporlarıyla hiç alakam yoktur ama nasıl yaptım ben de anlamadım, üzerine uçan tekmeyle fırlayıp askeri yere atmış, sonra da altıma alıp bir güzel dövmüştüm.
Almanya’da Türkçe’nin okullarda “ders dili” olarak okutulması için çok çabaladım veya verilen çabalara destek verdim, bu amaçla düzenlenen tüm gösterilere / yürüyüşlere katıldım, destek verdim. Gazeteci olarak takip ettim, haberleştirdim, köşe yazıları, makaleler yazdım. Türkiye’de Kürtçe’nin hak ve özgürlüğü için neler yaptıysam, daha fazlasını Almanya’da Türkçe için yapmış bir insanım.
Avrupa’daki ve hatta dünyadaki, hiç abartmıyorum, bütün Uygur liderler benim yakın dostumdurlar. Kardeş gibiyiz. Uygur kongrelerine gittiğim zaman beni başköşeye oturturlar. Önemli biri olduğumdan değil, sevdiklerinden. Amerika’da yaşayan ve sizin o “namaz kılan yöneticilere sahip” Türklük devletinizin vize bile vermediği Rabia Kader’i her bayramda arar, ellerinden öperim. Rabia Ana beni evladı gibi sevmez, öz evladı olarak görür.
Siz bana “ırkçı” dediğiniz için anlatıyorum bunları size. Yoksa sizin yanınızdaki mesai arkadaşlarınızın bile bildiklerini siz bilmemişsiniz, o kadar da umurumda değildir.
Ben diğer halklar için yaptığımın onda birini daha kendi Kürt halkım için yapmış değilim. Meselâ Gazze halkı için esir düştüm, denizin ortasında 7 saat boyunca işkence gördüm, hapis yattım. Ama Kürt halkı için daha karakola ifade vermeye bile çağrılmış değilim. Türkçe’nin okullarda “ders dili” olması için onlarca yürüyüşe / gösteriye katıldım ama Kürtçe için daha bir tane bile yürüyüşe / gösteriye katılmış değilim. Ama İslamcılar’ın gözünde yine de “Kürt ırkçısı”yım.
Yeni Akit gibi “kendi kutsal devletini Müslüman’laştırmaya çalışan” bir gazetenin beni “Kürt ırkçısı” olarak görmesinden daha doğal birşey olamaz. Yunanistan’da yazarlık yapsaydım, muhtemelen o zaman da sizin gözünüzde “Türk ırkçısı” veya “Batı Trakya bölücüsü” olurdum. İspanya’da yaşasaydım kesinlikle “Katalon ırkçısı” olurdum. Söylemesi ayıp, Diyarbakır’dan baktığımda bile FC Barcelona takımını tutmak geliyor içimden.
Sizin Müslümanlık’ınız ile benim Müslümanlık’ım arasında bu kadaaaaaar büyük fark var işte. Siz güçlü olanın yanında yer almayı, egemen güçlere yaslanmayı “meziyet” olarak görüyorsunuz, ben ise bunu “zillet” olarak görüyorum. Benim “meziyet” olarak gördüğümü de siz “zillet” olarak görüyorsunuz. Meselâ ben, “Türkiye’ye gelince vatanım Kürdistan’dır”, “Yunanistan’a gidince vatanım Batı Trakya’dır”, “İsrail’e gidince vatanım Filistin’dir”, “İspanya’ya gidince vatanım Katalonya’dır”, böyle bir insanım ve bunu “meziyet” olarak görürüm; siz ise bunu “zillet” ve hatta “bölücülük, terörizm” olarak görüyorsunuz.
Ne kadar tuhaf, değil mi? İkimiz de “İslamcılık” iddiâsında bulunuyoruz; fakat sizin “meziyet” olarak gördüğünüz şeyi ben “zillet” olarak görüyorum, benim “meziyet” olarak gördüğüm şeyi de siz “zillet” olarak görüyorsunuz.
Aynı iddiâya sahip olduğumuz halde tamamen zıt kutuplarda bulunuyorsak, demek ki ikimizden birinin iddiâsı kof ve çürük; öyle değil mi?
“Ateist PKK’ya karşı Müslüman Kürt halkını savunduğunuzu” söylüyorsunuz. Sevsinler böyle mücahitliği...
“Ateist PKK’ya karşı Müslüman Kürt halkını savunmak”, o kadar da büyük bir mârifet değildir. Onu MHP de yapıyor. Ülkücüler bu işi İslamcılar’dan çok daha cesur bir şekilde yapıyorlar. Fakat mârifet odur ki, “Ateist Türk devletine karşı Müslüman Kürt halkını savunmak”tır. Onu niye yapmıyorsunuz?
Müslüman Kürt halkı “anadilde eğitim” istiyor, örneğin. Gazetenizde bu en tabiî ve insanî talebi dillendirebilir, destek verebilir, bu konuda “namaz kılan yöneticilere sahip” devletinizi iknaya çalışabilirsiniz.
12 bin 211 köy ismi değiştirilmiş, onlara uyduruk Türkçe isimler verilmiş. Bu konuyu gündemleştirebilirsiniz, örneğin.
Bir ülke düşünün ki, oradaki şehir ve köy isimlerinin yarısı uydurmadır. Bir paşa tarafından veya ellerinde güç olan üç beş kişi tarafından masa başında uydurulmuştur. Bir ülke düşünün ki, oradaki binlerce yerleşim biriminin gerçek ismi başka, resmîyetteki ismi başkadır. Bir ülke düşünün ki, o ülkenin milyonlarca vatandaşı kendi köyünün resmî ismini bilmemektedir. Bir ülke düşünün ki, o ülkenin yollarında aracınızla seyrederken karşınıza çıkan tüm trafik levhaları size yalan söylemektedirler.
Bunun insanlık tarihinde, dünya tarihinde ikinci bir örneği var mıdır? Bizanslılar ve Moğollar bile böyle bir kültür soykırımı yaptılar mı?
“74 milyon Türk, Van’a yardım elini uzattı” manşeti atabilen Yeni Akit gazetesinin, acaba PKK’ya karşı kaç milyon Kürd’ü savunduğunu sorabilir miyim? Eğer “ateist, dinsiz, marksist” PKK’ya karşı savunduğunuz Müslüman Kürtler 30 milyon ise, bu durumda ülkenin nüfûsu 104 milyon demek ki. Ben yurtdışında yaşadığım için bilmiyorum, öğrenmek için soruyorum: Ülkenin nüfûsu kaç?
Diyelim ki söylediklerinizde samimîsiniz ve siz gerçekten de Müslüman Kürt halkını savunmak istiyorsunuz. İyi de, nasıl yapacaksınız bunu? Siz daha odur Müslüman Kürt halkının yaşadığı coğrafyanın ismini dahi telaffuz edemiyorsunuz. Sizin “Kürdistan” ismini telaffuz etmeye bile cesaretiniz yokken kendinizi silâhların önüne nasıl atıp da savunacaksınız Kürt halkını?
Yazınızı “Allâh bizi Müslüman Kürt halkı ile birlik etsin” dûâsıyla bitirmişsiniz. Güzel bir dûâ.
İyi ama, siz yarın âhiret gününde bu güzel dûânızla Allâh’ın huzuruna çıktığınızda, Cenab-ı Allâh sormaz mı size, “Siz hayatınız boyunca bir kere bile olsun, Müslüman Kürt halkının yurdu olan coğrafyanın ismini bile telaffuz etmediniz. Sizin kendi atalarınız bile orayı hem de resmî olarak Kürdistan diye isimlendirirken, siz ateist devletinizle sorun yaşamamak için bu ismi gazetenizde bir kere bile yazmadınız. Ben sizi nasıl Müslüman Kürt halkıyla birlikte haşredeyim?” diye.
Hadi bana “Kürt ırkçısı” diyerek cevap verdiniz, Ali Bayramoğlu’na “Ermenî” dediniz, öbürüne “ateist” dediniz, herkese bir şekilde cevap yetiştirip ağzının payını verdiniz.
Peki Allâh’a nasıl cevap vereceksiniz?