Selma Irmak'ın Mektubu
YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN25.10.2012 16:05
Gordion düğümü gibi, kör düğüm haline gelmiş olan Kürt sorununda gelip dayandığımız nokta, bir fasid daire içerisinde tıkılıp kalma halidir. Devletin ve aynı anlamı taşıdığı artık su götürmez bir gerçeklik olan hükümetin, basiretsiz, akıl sınırlarını zorlayan derece beceriksiz, dönemsel ve günübirlik çıkarlara, pragmatist politikalara dayanan siyaset stratejisi, iki halk arasında artık kolay kolay kapanmayacak bir yarık açmış durumda. Milliyetçiliği de aşan ırkçı, hatta faşizan söylemler “ben yaptım oldu” pervasızlığı, duygusal anlamda ciddi kopuşlar yaratmaktadır. Kürt kesiminde öfkeli bir nesil yetişirken, Türk kesiminde nefret söyleminin olağanlaştığı, tehlikeli bir tırmanışa işaret eden bir toplum psikolojisi ortaya çıkmıştır.
Ortak yaşamın kurulabilmesi, demokratik bir ülkenin yeniden inşa edilmesi, eşitlik ve özgürlük temelli bir toplum zihniyetinin oluşturulması mümkünken, ortak geleceği adeta dinamitleyen tutumlar ne yazık ki umutlarımızı her geçen gün azaltmaktadır.
Amansız geçen 30 yılın sonunda sanırım artık şu anlaşılmıştır: Kürt halkı topla, tankla, bombayla, işkenceyle göçertmeyle sindirilemez... Ne asit kuyularıyla, ne de faili meçhullerle teslim alınamaz... Binlercesini cezaevlerini tıkmak da çare değil... Kürt halkı hak mücadelesinden asla vazgeçmedi, vazgeçmiyor. Çünkü talep ettiği en insani, en doğal haklardır.
Eğer dayanılabilir koşullarda yaşıyor olsa yani insanca, insanın onurunun çiğnenmediği, yok sayılmadığı, bir ortamda, kutsal bildiğimiz tüm temel haklar sadaka niyetine değil, kendisine ait hoş-helal haklar olarak tanınmış olsa bu halk neden ayağa kalksın?
Neden her gün sokaklarda gaz bombası cop, tazyikli su, kimi zamanda uçaklardan atılan bomba ya da bir polis kurşununa rast gelsin? Kim güzel, rahat, refah yaşamak istemez ki... Demek ki kendisine dayatılan yaşam cehennemi bir yaşamdır. Bin minnetle kabul etmeye zorlanılan yaşamın tutulacak iler-tutar bir tarafı yoktur. Bu halk o nedenle ölümüne direnmeyi seçmiştir.
Yine de en taş yürekler, kara vicdanlar bile, bu halkın yüce gönüllülüğünü, hep barıştan, salahiyetten yana olduğunu, bunun için nasıl çırpındığını görmek ve bu hakkı teslim etmek zorunda kalmıştır.
Bir anne-baba için en dayanılmaz acı evladını toprağa vermek, onun yasını tutmaktır herhalde. Kürt anne babaları daha mezarın başında iken, çocuğunun kefeni daha kurumamışken “benim çocuğum ölen son insan olsun, ben ağladım başka anneler ağlamasın, daha fazla kan akmadan barış olsun!” der.
Bugün cezaevlerinde de yüzlerce tutsak aynı makul taleplerle en demokratik haklarını kullanarak, en can acıtıcı eylem biçimiyle süresiz-dönüşümsüz açlık greviyle tavırlarını, taleplerini, tutumlarını ortaya koymaktalar. Kürt halkının hem iradi, hem vicdani, hem önderliksel anlamda “İradem” dediği, güvendiği, icazet verdiği, muhatap olarak gördüğü Sayın Öcalan’ın bu sorunun çözümündeki rolünü oynayabilmesi için, sağlık, güvenlik, serbestlik koşullarının sağlanması, anadilde eğitim ve savunma hakkının tanınması talepleriyle başlayan açlık grevi 42. günlerini geride bıraktı. Yeni grupların eklenerek devam ettiği açlık grevi kritik aşamaya girdi. Tüm cezaevlerinden yüzlerce insan bedenini katık ederek bu sürece katkı sunmaya çalışmaktadır. Bizim kaldığımız Diyarbakır cezaevinde de 11 kadın arkadaşımız büyük bir moral ve coşkuyla demokratik direnişi sürdürmekteler.
Altı çizilmesi gereken nokta, bu büyük direnişin iki temel talep etrafında gelişmesidir. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü en başta, artık kontrol edilemez hale gelen ve giderek büyüyen bu yangına su dökülmesi, söndürülmesi anlamına gelecektir. Kürt sorununu çözüm kodu budur. Olmazsa olmaz olan Sayın Öcalan’ın özgürlüğüdür. Çünkü kendisi “bu savaşı ben başlattım, ancak ben bitirebilirim” diyor. Dünya örnekleri bu söylemi doğruluyor. Güney Afrika’daki ırkçı apatheid yönetimi siyahilerin lider kabul ettiği Nelson Mandela’yla masaya oturmadan, özgürlüğü sağlanmadan büyük acılara sebebiyet veren savaş son bulmamıştır. Makul olan yani aklın yolu budur. Başka yollara sapmak, çözümsüzlüktür.
Anadilde eğitim, savunma hakkı toplumsal anlamda uzlaşı için bir iyi niyet adımıdır. Yanı sıra Kürt halkının varlığının resmi anlamda tanınması, asimile etme politikalarına gerçek anlamda son verilmesi bakımından sembolik değeri büyük bir adımdır. Bu iki temel talep, Kürt sorununun çözümünde giriş kodudur. Aynı zamanda hükümetin çözüme ne kadar istekli ve samimi olduğunun, çözme iradesinin gösterilip gösterilemeyeceğinin de ortaya konması açısından önem taşımaktadır.
Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ve anadilde eğitim, savunmaya hakkının tanınması talepleri duyarlı kamuoyunun tutumunu da ifade eder. Geldiğimiz aşamada şu çok açık ki çözüm isteniyorsa toplumsal muhalefet bu iki talebi sahiplenmeli, etrafında kenetlenmelidir. Kürt halkı her tür ağır bedele rağmen bu talepleri dillendirmek, sahiplenmek için çırpınıyor, hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. Her gün alanlarda direnişi haykırıyor. Cezaevlerinde tutsaklar bedenlerini ortaya koyarak, ölümü göze alacak kararlılıkta direniş bayrağını parmaklıklar ardından yükseltiyor.
Vicdan sahibi herkes duyarlı kamuoyu, evlatlarını kaybeden, kaybetmeye devam eden Türkiyeli anneler kadınlar, yaşamı duyumsayan, yaşam hakkının kutsallığına inanan, gençler, erkekler, feministler, anarşistler, ekolojistler, sivil toplum aktivistleri, yazarlar, sanatçılar, aydınlar...
Herkese çağrımızı yineliyoruz! Gelin bu ateşe bir damla su olun! Yarın çok geç olmadan...
25 EKİM 2012
Selma Irmak