Amerika’da siyah Müslümanların lideri olarak 1965 yılında şehit edilen Malcolm X, yaşadığı hayat kadar, geçirdiği fikri değişimlerle de insanların ilgi odağı olan bir lider, bir aktivist olarak adlandırılır. Şehadetinin üzerinden 67 yıl geçmesine rağmen hâlâ zihinlerde ilk günkü kadar taze olan Malcolm X, aklının ve gönlünün kapılarını hakikate açan sağlam duruşlu, özverili, fedakâr ve tavizsiz bir dava adamıydı. Onun belki de en önemli yanı, gerçekle hakikatin birbirini tekzip ettiği bir noktaya çıktığında, aklının sınırlarının tıkandığını hissederek, gerçeğin aldatıcı yanını görüp, kendisini hakikatin kucağına atmasıydı.
Hiçbir şekilde yanlış tarafta ve yanlışın yanında olmayı kabul etmeyen, böyle bir tavrı kabullenemeyen bu siyah adam, inandığı değerler için her şeyi göze alabilen ve kitleleri peşinden sürükleyen bir kahramandı. Mücadele için sokağa çıkan, ardına takılan insanları uzaktan yönetmek yerine, onlarla sokakta konuşan, kavga eden, mücadeleye girişen bir portreyle karşımıza çıktı hep. Belki de bu yüzden, ölümünün üzerinden geçen onca zamana rağmen hâlâ insanlar onu konuşuyor, onu anıyor, ona saygı duyuyor ve okudukları Fatihalara Harlem’li bu siyah adamın da adını ekliyorlar.
Hıristiyan Baptist bir Papazın oğlu olan, gençlik devresinde ateizme kapılan, cezaevinde mahkûmların kendisini “Şeytan-İblis” diye çağırdıkları Malcolm X, hac ziyareti öncesinde Amerika’daki İslam toplumu içinde sivrilmiş, muazzam hitabet yeteneği sayesinde cemaatin sözcülüğüne kadar yükselmişti. Ancak liderle ters düşen, liderin dava ve inanca sadakatsizliğini gören Malcolm, İslam Cemaatiyle yollarını ayırmaya karar vermiş ve bunun hemen öncesinde de bir hac yolculuğuna çıkmıştı. İşte hac yolculuğunda Ehl-i Sünnet inancıyla karşılaşan, gerçek İslam’ı bulan Malcolm, yine hakikatle karşılaşınca ona teslim olmuş ve Amerika’ya dönüşünde, aldatılan, kandırılan siyah insanına, gerçek İslam’ı, Ehl-i Sünnet inancını anlatmaya başlamıştı. Bu süreç sonunda da, şehadetine uzanan yolu tamamlamış oldu koca Malcolm. Şehit Ömer Muhtar’ın İtalyan Generaline verdiği cevap, aslında Malcolm’un hayat hikâyesinin özetiydi: “Bana gelince, ben cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım.”
İşte bugün Malcolm X yani El-Hajj Malik El-Shabaaz, hâlâ yaşamaktadır. Onu rahmet ve hayırlarla yâd etmek için, gerçek İslam’la buluşmasına vesile olan hac yolculuğu esnasında kaleme aldığı ve Amerika’da birçok kişiye gönderdiği mektuplardan birisini sizin için alıntılıyoruz. Malcolm X, hacda uğradığı fikri değişikliğini dile getiren birçok mektup yazar. Ablası Ella’ya, hanımı Betty’ye ve Harlem’de yeni kurulmuş olan Müslüman Camii (Muslim Mosque Inc)’ne gönderdiği mektuplarda uğradığı fikir inkılâbını anlatır. Lideri olduğu Muslim Mosque’a gönderdiği mektubun aynı zamanda basına dağıtılmasını ister. Onu sevgiyle ve nefretle takip edenleri şok eden bu mektup şunları söylemektedir:
“Hz. İbrahim’in (a.s) ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) Kutsal Kitap’ta adı geçen tüm peygamberlerin diyarı olan kadim Kutsal Belde’de bütün renklere ve bütün ırklara mensup insanlar arasında görülen sarsılmaz, gerçek kardeşlik ruhunun bir eşine daha rastlamadım. Geçtiğimiz hafta, her renkten insanın bana gösterdiği canayakınlık karşısında büyülenmiştim, dilim tutulmuştu sanki.
Kutsal şehir Mekke’yi ziyaret etmekten duyduğum mutluluk sonsuzdur. Muhammed adındaki mutavafın rehberliğinde Kâbe’yi yedi kez tavaf ettim. Zemzem kuyusundan su içtim. El-Safa ve El-Merve tepeleri arasında yedi kez, koşarak gidip geldim. Eski devirlerden kalma Mina şehrinde ve Arafat dağında namaz kıldım.
Dünyanın her yerinden gelen, yüz binlerce hacı vardı. Her renkten insan vardı; mavi gözlü sarışınlardan tutun da Afrikalı kara derililere değin. Ama tümümüz de, birlik ve kardeşlik anlayışına bağlı kalarak, aynı ibadeti yapmakla bütünleşiyorduk, oysa Amerika’da gördüklerimize bakıp beyazlarla ötekiler arasında hiçbir zaman, kardeşlik diye bir şeyin var olmayacağına inanırdık. Amerika’nın İslam’ı tanıması gerekir, çünkü Amerika’yı başındaki ırk belasından temelli olarak kurtarabilecek tek şey İslam dinidir. Müslüman ülkelere yaptığım geziler sırasında, Amerikan toplumunda “beyaz” olarak damgalanabilecek kişilerle tanıştım. Konuştum, hatta onlarla aynı masada yemek yedim; ama İslam dini sayesinde bu insanların kafasında “beyaz” damgasını yiyecek hiçbir düşünce barınmamaktadır. Çeşitli renklere mensup olan insanlar arasındaki samimiyetin ve gerçek kardeşliğin böylesine hiç tanık olmamıştım; birbirlerinin renklerine aldırdıkları bile yok.
Benden duyduğunuz bu sözler karşısında, kim bilir, şaşırıp kalacaksınız. Ama hac sırasında gördüklerim, karşı karşıya geldiklerim, eskiden beri sahip olduğum düşünce kalıplarının birçoklarının yeni baştan düzene sokmamı ve eskiden beri sürdürdüğüm birçok yanlışlıkları bir yana itmemi gerekli kılmıştır. Benim için pek zor olmadı bunlar katı inançların bulunmasına karşın, her zaman gerçekleri araştıran ve yeni bilgilerin, yeni deneylerin göz önüne serdiği hayat ilkelerini kabullenen birisi olmuşumdur hep. Gerçek peşinden koşturan akıldan, yapacağı her atılımda belli bir esnekliği hiç elden bırakmaması beklenir; işte ben, bu esnekliğe kapılarımı sonuna değin açık tutan bir insanım.
İslam dünyasına geldim geleli on bir gün oluyor; o gün bu gündür de, gözleri maviler mavisi ve saçları sarılar sarısı ve tenleri beyazlar beyazı olan Müslüman kardeşlerle aynı yaratıcıya inandığımız için aynı tabaklardan yemekteyiz, aynı bardaktan içmekteyiz, aynı yataklarda (ya da aynı halılarda) uyumaktayız. Ve gene, “beyaz” Müslümanların sözlerinde, davranışlarında, tutumlarında; Nijerya’dan, Sudan’dan, Gana’dan gelen Afrikalı siyah Müslümanların gösterdikleri samimiyetin aynısını bulmaktayım.
Hepimiz de gerçekten “kardeş” gibiyiz, çünkü bu insanların aynı ilaha yönelen inançları; kafalarındaki tüm “beyaz” imajları, davranışlarındaki tüm “beyaz” imajları, ruhlarındaki tüm “beyaz” imajları silip atmıştır.
Buradan şöyle bir sonuca varıyorum ben; Amerikalı beyazların, Allah’ın tekliğine inandıklarını var sayalım bir an, bu durumda belki, insanın tekliğine de gerçekten inanmaya başlayacaktır beyazlar. Bunun sonucu olarak da, kendi deyimleriyle, renk “ayrılıkları” yüzünden başkalarını tedirgin etmeyi, başkalarını engellemeyi, başkalarını yanlış ölçütlerle değerlendirmeyi bırakacaklardır.
Önüne geçilemez bir kanser gibi Amerika’nın başına bela kesilen ırkçılıktan bunalmış Amerikalı sözüm ona “Hıristiyan” beyazların kalpleri, daha önceden denenmiş ve böylesine ciddi bir sorunda başarısı kesinlikle kanıtlanmış bir çözüm karşısında az buçuk yumuşamalıydı. Belki, daha iş işten geçmemişken, kaçınılmaz bir felaketten ancak bu şekilde kurtulabilirdi Amerika. Almanya’nın başına gelenler de aynı ırkçılıktan gelmişti ve Almanya’nın ırkçılığı kendi başını yemekten başka bir şeye de yaramamıştı. Kutsal Belde’de geçirdiğim her saat, Amerika’da siyahlarla beyazlar arasındaki çekişmelerin içyüzünü daha yakından tanıma şansı veriyor bana. Amerikalı zenciler, besledikleri ırksal düşmanlıklar nedeniyle, asla kınanamaz; çünkü bunların yaptıkları, Amerikalı beyazların dört yüz yıldır bilinçli olarak sürdürdükleri ırkçılığa karşı bir tepkiden ibarettir. Ama ileride Amerika intihar yolunu tuttuğu zaman, deneyimlerime dayanarak kesinlikle inanıyorum ki, fakültelerdeki, yüksekokullardaki genç beyaz kuşaklar akla karayı daha iyi seçebilecekler ve birçokları gerçeğin yolunu, kutsal olanın yolunu bulabileceklerdir; Amerika’nın başındaki bu ırkçılık belasını savabilmesi için geriye kalan tek yol da budur zaten.
Hayatımda asla böylesine bir itibar görmedim ben. Hayatımda bundan daha alçakgönüllü, bundan daha sıkılgan hissetmedim kendimi asla. Kimin inanası gelir, bir Amerikan zencisi için bunca izzet-ü ikramda bulunulduğuna? Birkaç gün önce, bir Birleşmiş Milletler diplomatı, bir büyükelçi, kralların çok yakın dostu, Amerika’da hiç kuşkusuz önce “beyaz” olarak görülecek birisi, oteldeki kendi dairesini, kendi yatağını bana verdi. Bu kişi aracılığıyla, şu Kutsal Belde’nin hâkimi Kral Faysal, benim Cidde’de olduğumdan haberdar oldu. Hemen ertesi sabah, Kral Faysal’ın oğlu bizzat yanıma gelip, şevketli babasının arzusu buyruğu üzerine devlet konuğu olarak kabul göreceğimi bildirdi bana.
Protokol Bakanı, beni kendisi, götürdü Hac Kurulu huzuruna. Zat-ı Muhteremleri Zeyh Muhammed Harkan kendi ağzıyla onay verdi Mekke’yi ziyaret edebileceğime dair. Bu Muhterem zat bana, Amerika’da İslam’ın yılmaz bir savunucusu olmam için dua ettiğini söyledi. Bir araba, bir şoför ve bir de rehber vermişti benim hizmetime, Kutsal Belde’nin her yerini canımın istediği gibi gezip göreyim diye. Gittiğim her şehirde klima cihazlı, hizmetçili daireler ayrıldı bana hükümet tarafından. Bana öylesine payaler verileceğini hayalimden bile geçirmezdim; oysa bu payeler Amerika’da, olsa olsa, bir krala verilir, bir zenciye değil.
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Saygılarımla, El-Hajj Malik El-Shabazz (Malcolm X)