Hüseyin Ali’ye Açık Mektup 2
Sayın Hüseyin Ali,
17 Ekim 2014 tarihli Özgür Gündem’deki yazınızı
okudum. Sizinle yirmi yıl önce Berlin’de tanıştığımız ve aynı evde kaldığımız
günden bu yana dünya görüşümüz, ideolojimiz ve siyasi yöntemlerimiz farklı olsa
da seviyeli bir dostluğumuz oldu.
Yüzyıllardır en tabii, milli ve insani haklardan
yoksun olan halkımızın haklarına kavuşabilme mücadelesi en önemli ortak
hedefimiz.
Benim Dicle Vadisi ve Kırklar Dağı ile ilgili
açıklamalarımla ilgili yazınıza 12 Mart 2014* Tarihinde yine bir açık mektup
ile cevap yazmıştım. Ancak Yeni Özgür Gündem yazıyı basmadı, cevap hakkımı
kullandırmadı.
Böylesine hassas bir süreçte Kobani eylemleri ile
başlayan ve halen de sürmekte olan siyasi polemiklere girmek yerine görüş ve
düşüncelerimi sizinle paylaşmayı daha doğru bulmaktayım.
Makro analiz ve tespitlere girmeden, öncelikle
altını çizerek belirtmek isterim ki; halkın en temel milli ve insani hakları
için gerektiğinde milyonluk kitlelerle sokaklara dökülmesi; grev, boykot,
yürüyüş, miting, oturma eylemi, sivil itaatsizlik, direniş ve benzeri yöntemlerle
hak araması, gösteriler yapması, tepkisini ortaya koyması ana sütü gibi ak ve
helaldir.
Ancak yüzlerce mağaza, market, kuyumcu ve bankanın
yakılarak yağmalanmasını, yolların ve arabaların ateşe verilmesini, on altı
yaşındaki bir çocuğun sığındığı evde arkadaşları ile birlikte öldürülerek
balkondan aşağı atılmasını, caddede başının taşla ezilerek, cesedinin üzerinden
araba ile geçilmesini, Sayın Öcalan’ın olayların durdurulması ile ilgili açık
talimatının meclis kürsüsünden okunduğu günün gecesinde bölgedeki birçok
karakola eylem düzenlenmesini ‘birkaç camın kırılması’ olarak görmüyorum.
Kürt halkının, yüzyıllardır zalimlerin her türlü
cefası, tankı, topu, bombası, işkencesine karşı en büyük silahı haklı davası,
mağduriyeti ve mazlumiyetidir.
‘Mazlumun ahı, indirir şahı’ sözü binlerce yıllık
insanlık mücadelesinin özüdür.
Mazlum zalim gibi davranamaz.
1980 öncesi Çorum, Maraş, Malatya… 1980 sonrası
ise Sivas ve İstanbul Gazi mahallesi olaylarında olduğu gibi kontrgerilla
eylemleri ile tüm ülkeyi kana bulayan, sonrasında ise çek-senet tahsilatı,
uyuşturucu ticareti ve kaçakçılık ile mafyalaşan faşist çeteleri bir siyasi
parti liderinin velev ki şeklen bile olsa dizginleme çabalarını göz ardı
etmenin eksik bir siyasi değerlendirme olduğu kanaatindeyim.
İslami anlayışlarına ve siyasi yöntemlerine
katılmadığım, sonradan Hizbullah adını kullanan İlim Grubu 90’lı yılların
sonunda Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım ve Diyarbakır Şehitlik Camii
İmamı Übeydullah Dalar başta olmak üzere birçok arkadaşımı öldürdü. İzzettin
Yıldırım ve Übeydullah Dalar’ın cesetlerini morgda teşhis edenlerdenim.
İlim Grubu liderleri Hüseyin Velioğlu’nun 2000
yılında Beykoz’da devlet tarafından öldürülmesinden bu yana geçen 14 yıl
boyunca silahlı eylemlerden uzak durmaya çalıştı.
Hüda-par’ı kurarak yöntem olarak sivil siyaseti
benimsediğini deklare eden bir örgütü geçmişteki eylemlerini gerekçe göstererek
veya gelecekteki iktidar mücadelesinde ‘tehlike’ olarak değerlendirerek onunla
çatışmanın veya çatışmaya yol açacak yaklaşımların Kürt halkının yararına
olmadığı, geçmişteki savaşın tekrarlanmasının halkımızın felaketi olacağı
düşüncesindeyim.
Kürt halkının Türkiye-İran-Irak ve Suriye’deki diktatör
tek parti rejimlerinden çekmediği kalmadı.
Kürt halkının kendi içinde de ister din, ister
Kürtlük, ister sosyalizm adına adı, şekli, ambalajı ne olursa olsun tekçi ve
baskıcı yöntemlere yol vermeyeceği görüşündeyim.
Her türlü inanç, din, mezhep ve etnisitenin
birlikte ve özgürce yaşayacakları demokratik bir rejime susadığı, bunu da er
veya geç gerçekleştireceği inancındayım.
43 yıllık bir siyasi tecrübeden sonra yüzlerce
‘babayiğidin’ kırıntılarına ulaşmak için kendini paraladığı nice ikbal
sofralarını hayatı boyunca defalarca tekmeleyerek devirmiş ve en sonunda da
Recep Tayyip Erdoğan tarafından İmralı heyetinden malulen emekliye ayrılmış bir
kişi olarak şahsımla ilgili ‘birkaç camın kırılmasını gündemleştirerek savaş
propagandalarına alet olmayı’ ise değerlendirme dışı bırakmaktayım.
Bunca yıllık siyasi tecrübeden sonra kendimce şu
tespitleri çok önemli bulmaktayım.
1. Kürt halkının milli ve insani (bireysel ve
kamusal) haklarını elde edebilmesi için ulusal ittifakı şarttır. PKK, Barzani,
Talabani, PYD, Goran, İslamcı, Sosyalist, Liberal tüm Kürtler bu ittifakı
sağlayamazlarsa Ortadoğu’nun Kurtlar sofrasından ‘ekmek’ çıkarmak mümkün
değildir.
Bu durum Ankara, Şengal, Mahmur ve Kobani’de bütün
çıplaklığı ile ortaya çıkmış, Erbil ve Rojava’daki kazanımların nasıl bir pamuk
ipliğine bağlı olduğu gözler önüne serilmiştir.
2. Tüm Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’yu
Bulgaristan’dan Ermenistan’a, Filistin’den Halepçe’ye, Kahire’den Musul’a;
Beyrut’tan Şam’a, Halep’e, Kobani’ye, Pakistan’dan Afgan Mülteci Kamplarına
kadar dolaşmış bir kişi olarak açıkca ifade etmem gerekirse tüm eksiklikleri ve
olumsuzluklarına rağmen bölgenin tek ‘istikrar adası’ Türkiye’dir.
Türkiye tam demokratik bir cumhuriyet haline
gelmeden/getirilmeden Kürtler de dahil (Bağımsız bir Kürdistan kurulsa bile)
bölgede hiç kimsenin rahat etmeyeceği, edemeyeceği düşüncesindeyim.
3. Bütün bir Ortadoğu yeniden dizayn edilirken
kimsenin uydusu, sömürgesi, mandası olmadan dünyadaki siyasi dengeler
gözetilirken Suriye-İran-Rusya ekseni yerine Avrupa Birliği-ABD ekseninin reel
politiğe daha uygun olduğu fikrindeyim.
Işid (DAİŞ) Erbil ve Kobani’de ABD uçaklarınca
bombalanırken Kürt gençlerinin sevinç çığlıkları atma ve halay görüntülerinin
sorunlarını birtürlü kendi aralarında çözemeyen Türk-Kürt-Arap; Sünni-Şii-Alevi
özellikle de yıllarca emperyalizme karşı olan sosyalist ve islamcı Ortadoğu
siyasetçileri ve aydınları için bir utanç ve ibret tablosu olduğu
kanaatindeyim.
4. Sayın Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı
seçimi sürecindeki olumlu söylemini, seçimde elde edilen neticeyi ve Sayın
Öcalan’ın 2013 Newroz’unda ‘Kürtlerin Türkiye içinde hak arama mücadelelerinde
silahlı mücadele yöntemi taktik değil, stratejik olarak sona ermiştir. Bundan
sonra mücadele fikri, siyasi ve demokratik olacaktır.’ Beyanını çok önemli
bulmaktayım.
AKP Hükümetlerinin en önemli hedefi sorunlara
radikal çözümler üretmek değil sadece seçimleri kazanmak ve iktidar oyununa
devam etmektir.
Kürt sorunu başta olmak üzere Ortadoğu ile ilgili
hiçbir doğru makro projesi bulunmamaktadır.
Çözüm sürecinde ise Kürtleri oyalayarak, süreci
çürütmeye ve günü kurtarmaya çalışmakta olduğunu hemen her fırsatta dile
getiren bir kişi olarak Devletin ve AKP’nin bu kabul edilemez tavrına rağmen
Türkiye içindeki mücadelemizin bundan sonra da demokratik, fikri ve siyasi olması
gerektiğine inanmaktayım.
Türkiye içinde bundan farklı bir yöntemin
Türkiye’yi Allah korusun Suriyeleştireceği ve bundan herkesin büyük zararlar
göreceği inancındayım.
Sayın Hüseyin Ali,
Yolumuz uzun, işimiz zor.
Allah bize yardım etsin.
Selam ve dua ile.
Altan TAN