MUTLULUĞUN RESMİ
Mutluğun resmini çizin dedi ilk dersinde yeni
gelen resim öğretmenimiz. İlk dersimizde ilk konumuz bu olsun demişti
öğretmenimiz. Şaşırdım garip bir konu geldi bana. Resim dersini seviyordum.
Daha önce çok güzel resimler çizmiştim değişik fikirlerimi kağıda aktarmıştım.
Ama bu fikir de benim hoşuma gitmişti. Öyle hemen çizmedim, bekledim, düşündüm
ne olabilirdi ki mutluluğun resmi! Baktım öylece etrafıma kim ne çiziyor diye.
Kimisi için
dondurma yemek, kimisi için başarılarla dolu karne, kimisi için doğum günü
sürprizi, kimisi için hiç beklemediği kişiden gelen hediye, kimisi için
başarılarla dolu güzel bir meslek, kimisi için ise bitmeyecekmiş gibi duran bir
ilkbahar güneşi… Demek ki insanları mutlu eden çok farklı şeyler olabilirmiş,
insanlar en ufak şeyden de mutlu olabilir ama nedense beni tatmin etmedi bu
fikirler, bu anlık mutluluklar akılda kalmayacak, kolayca silip gidilebilecek
fikirler. Bence mutluluğun resmi bu değildi bu kadar basit olamazdı anlamlı ve
derin olmalıydı. Düşünüyorum, bulamıyorum, kâğıdım daha bembeyaz. Hiçbir şey
çizmedim. Kağıt bana ben kağıda bakıyorum. Dışarı zili çalmak üzere. İçimi
rahatlatıyor resim öğretmenimiz. Haftaya getirin diyor bugün yaptığınız konuyu.
Ne kadar da seviniyorum. Annemden, abimden ve arkadaşlarımdan fikir alır öyle
çizerim diyorum
Akşam yemeğini hazırlıyor biricik annem yorgun
gülümsemesiyle karşılıyor beni. Odama geçince abimi izliyorum gizli gizli.
Hepimizden çok yorgun olan o değil miydi? Hem çalışıp hep okuyup bu günlere gelmemiş
miydi? Başaracağım diye haykırıyordu. Sizi en güzel evde en güzel yerlerde
yaşatacağım diye. Kendinden emin. Bizde ondan eminiz, hem de tüm kalbimizle.
Sofrada soruyorum dayanamayıp anneme mutluğun
resmini çiz desem ne çizersin diye. Mutluluktan parlayan gözlerinizi çizerim
diyor. Abime soruyorum. Sizi huzur içinde yaşatacak bir yaşam çizerim diyor. Ne
güzel iki fikir, Ama halen bir boşluk var bir yerde. Bir eksiklik, bir
kopukluk…
Güzel bir rüyadan uyanıyorum sabahın en huzurlu
anında. Bulmuştum mutluluğun resmini. Çizebilecek miydim bilmiyorum; ama artık
bir fikrim vardı. Düşündükçe beni mutlu ve huzurlu eden, kimsenin sahip
olamayacağı kimsenin hayalini bile kuramayacağı bir mutluluğun resmi.
Babam! Yüreği umutla, mutlulukla, sevgi ile dolu
adam. Herkese kucak açan, herkesi bağrına basan babam. Bir kez bile etrafa ışık
saçan gözlerine bakamadığım babam, bir kez bile o huzur veren cesaret veren,
güven veren kollarına sığınamadığım babam. Evet, babasız büyümüştüm, babasız
büyütülmüştük. Babasız büyütmüştü bizi gülüşü yorgun annem. Daha yirmi ikisinde
dul kalmıştı iki tane bebekle. Ondandır yorgun gülüşü ondan hüznü. Annemden
sevgisini, aşkını, hayatını, geleceğini almışlardı. Köreltilmiş kalpler, kine
bulanmış gözler, nefretle yoğrulmuş duygular almıştı onu bizden. Cahil fikirler
ve cahil kalmış yaratıklar. Onlar sevgi nedir bilmezlerdi. Sevmek nedir,
sevilmek nedir, sahip olmak nedir, sahiplenmek nedir. Çok uzaktı onlara.
Mumyalanmış bir düşünce ve adına da kan davası diye bir yaşam. İşte, o zihniyet
acımasız zihniyet almıştı elimizden babımızı. Daha genç yaşta yirmi ikisinde
yaşayan bir ölü olarak bırakmıştı arkasında bu kan davası güzel annemizi. Peki,
neden bu kin, bu öfke, neden bu gözü dönmüşlük, neden? Kim neden kıysın ki bir
cana ne kadar kine bulanabilinir ki bir kalp! Oysa Allah sevmek için yaratmamış
mıydı o kalpleri, sevgi için atsın o kalpler, kine bulandırılmasın o temiz
kalpler. Neden, o zaman neden!
Susuyorum, konuşmakta gelmiyor içimden. Yazmak
belki de yazmaktan çok çizmek istiyorum. Yıllarca içimde kalmış bu kadar
kederi, üzüntüyü, yalnızlığı, babasızlığı belki böyle atarım içimden. Sanki
benim için gelmişti yeni resim öğretmenimiz. Sanki benim için vermişti sınıfa
bu resim konusunu. İçimi döküp rahatlamam içindi belki de. Çizeceğim, çizdikçe
mutlu olacağım, çizdikçe ağlayacağım… Benim için mutluluğun resmi o olacaktı
gerçek olmasa bile çizecektim.
Babamı çiziyorum. Yüzünü, ellerini, gülüşünü,
bakışlarını resimlerden gördüğüm babam. Babamın resimlerini düşlerimle
birleştiriyorum. Herkesin babası mükemmeldir benimki de bana. Ben de çiziyorum
işte mükemmel babamı.
Bir kan davası, bir öcü düşünce… İnsanın içini
ürperten, korkutan, acıtan kan davası. Babamı da bu zihniyet öldürmüştü. Vur
emrini verenler o canları sanki onlar vermiş almakta sanki onlara kalmış gibi.
Ailesinin tek oğluydu babam. Merhametli, cana yakın, kimseye kıyamayan,
yardımsever ve en iyi okullarda okumuş. Tıp bölümünü bitirince tekrar memleketine
dönüp sevgi dolu gözlerle hastalara bakan babam bir gün annemi görüp ilk
görüşte aşık olmuş. İstemişler annemi, evlenmişler. Mutlularmış çok
mutlularmış. Mutlulukları sanki hiç bitmeyecekmiş gibiymiş. Hele annem abimden
sonra benimde doğum müjdemi babama verince o anki gülümsemesini, kahkahasını,
sevincini hiç unutmamış. En güzel günlerinde gelmiş o kara kalpli insanlar.
Yıllarca yatmakta olan kan davası uyanmış uykusundan. O lanet uykusundan.
Oysaki gömmüşlerdi onu en derine, çıkmayacaktı bir daha. Neden geri dönmüştü
ki? Kana karşılık ya kan ya berdel. Babamdan da karşı tarafın kızını almalarını
istemişler Babamda yok demiş. Karımdan başkasına bakmam demiş. Gelin vazgeçin
bu aptal düşünceden demiş babam. Cahillik demiş babam. Ne kendi hayatını ne
annemin hayatını ne de o günahı olmayan kızın hayatını mahf edemezmiş. Karşı
çıkmış elbet bu karara. Bu kara davaya ve bu davanın kara kalpli yargıçları
acımadan oracıkta kıymışlar babama. Oysa ne olacaktı ki bir anlık düşünselerdi,
mantıklı olanın bu olmadığını belki fark ederlerdi. Neden peki? Bu kadar kolay
mıydı bir insana kıymak ve bir canı nefessiz bırakmak. Adil olan bu değildi,
ölmemesi gerekirdi babamın, yaşaması, umut dağıtması gerekiyordu. O kocaman
sevgi dolu yüreğiyle; ama izin vermediler işte! Kalpleri kine bulanmış
insanları kim döndürebilirdi ki sevgiye? Ben çizecektim. Belki bir an sadece
beyaz bir kağıdın üstüne. Kara bir kalp değil umut saçan bir kalp çizecektim. O
zaman babam ölmeyecek, o insanlarda o karanlık kalplerinden kurtulmuş olacak ve
biz de sevgi içinde yaşıyor olacaktık.
İlk önce mükemmel babamı çiziyorum ne de yakışıyor
beyaz kağıda. Çizdikçe ağlıyorum, kayboluyorum düşlerde, kendimden geçiyorum.
Bir garip düşle bir bayram sabahını çiziyorum. Ne de çok içimde kalmış babalı
bir bayram sabahı. Babasız kalmak bayramsız kalmak gibi. Bayramda öpülecek bir
baba elinin olmaması ne kadar acı. Ben ve abim daha küçüğüz. Ben babamın
kucağındayım annem en güzel hali ile. Ne de yakışıyor babama gülmek, gülüyoruz
sanki gerçek gibi. Kapılıp gidiyorum bir hayale. Yanımızda bir elinde bayram
şekeri tepsisi bir elinde kolonya şişesi ile babamın ölümden sonra acısına
dayanamayıp ölen babaannem var. Onu da çizdim mutluluk resmime o olmazsa olmaz.
En büyük özlemlerimde o da var. Mutlu babaannem. Nasıl mutlu olmasın ki oğlu,
gelini ve torunları yanı başında. Güzel bir bayram sabahı bu mutluluk resmimin
tamamlanmamış haliydi. Az kalmıştı son kahramanları da vardı onları da çizmeye
başlıyorum. Böyle güzel bir tabloda onlar da güzel olmalıydı. Ama nasıl? Onlar
ki babamı bizden alan kalpleri taş bağlamış insanlar. Ben onları nasıl
merhametli, iyi yürekli ve kalpleri sevgi ile dolan insanlar haline
getirebilirim ki. Ben onları nasıl babama benzetebilirim ki. Yapacaktım.
Yapacaktım ki mutluluk resmim tamam olsun. Her şey gerçeğim gibi olacaktı.
Çiziyorum o iki adamı da. Babama o lanet silahlarla öldüren insanları. Bu sefer
evimize bayramlaşmaya gelen misafirler gibi çiziyorum. Biri babamın yanında
oturmuş sevgi dolu gözlerle bana bakarken biri ise merhametli bir şekilde
abimin başını okşuyor.
Gökyüzü mavi güneş hiç olmadığı kadar sarı ve hava
hiç olmadığı kadar temiz. Bitti sonunda
çizimim, dönüp bakıyorum bu muhteşem tabloya. Sanki bir an gerçek gibi geldi
bana. Küçük yüreğim dayanamadı bu duruma, hıçkırıklara boğuluyorum, gözümde
inceden yaşlar. Ne kadar zor bir durum benim için. Ne olaydı da bu tablo gerçek
olsaydı. Canımdan kopan o parça yerinde dursaydı. Bir an sustum, korktum
kendimden. Kendimi bu kadar kaptırmamam lazım sonra canım çok acır,
taşıyamazdım, toparlandım. Son kez baktım çizdiklerime. Babam ve biz güzel bir
aile. Yanımızda babamın gerçekte kan davalıları hayalde can arkadaşları.
Öldürmek yerine yaşatan, ağlatmak yerine güldüren can dostları. Gerçek olacak
kadar güzeldi, gülümsedim. Böyle bir şey olsaydı keşke. İşte, o zaman gerçekten
mutlu olurdum. Benim mutluluğum olurdu bu resimdekiler ama ne yazık ki gerçek
değildiler sadece bir resimden ibarettiler.
Anneme gösteriyorum çizimimi. Bak anne diyorum
benim için mutluluğun resmi bu. Resme bakıyor içindekileri tanır gibi bir anlam
verir gibi. Anlatıyorum hikayeyi. Gözünden düşen yaşlarla öpüyor beni. Benim
içinde mutluluğun resmi bu kızım der gibi sarılıyor bana.
Yolda düşünceli düşünceli okulla gidiyorum.
Dündeki benle bu günkü ben arasındaki farkı bilmez gibi ağır adımlarla
gidiyorum sınıfa. Resim öğretmenimiz topluyor bir bir resimleri. Soruyor her
kese resimlerinin hikayesini. Bana gelince söylenecek çok şey var ama susuyorum
sadece bayram sabahından bir kare diyorum. Güzel çizmişsin demekle kalıyor
öğretmenimiz. Oysa bir bilse neler neler yaşandı onları çizene kadar. Kimi
hayat buldu kimi ise tertemiz bir kalp. Konuşacak çok şey var ama en iyisi
susmak ve hiç konuşmamak.
Bunlar hep var olan hep can alan hep hayalleri yok
eden yaratıklar. Var olacak ve bunları yapmaya da devam edecekler. Cahil kalmış
bir düşünceden daha kötüsü ise cahil kalmayı kabul edip bundan şikayetçi
olmayan bir zihniyettir. Benim ölümüm kan davasına son verecekse ölmeye hazırım
diyen nice insan vardır ama onlar ölse de bu yer altı canavarı insanların kanı
ile beslenmeye devam edecek.
Bu benim hikayem. Belki yüzlerce binlerce
hikayeden sadece birisi. Ben dile getirip, yazdım ve çizdim. Daha yazılmamış,
çizilmemiş ve hala unutulmamış o kadar çok yarım kalmış hikaye var ki.
Hikayeler yarım kalır devamı gelmez belki ama siz izin vermeyin yarım
hikayelere. Kan davası değil amaç, amacımız her zaman mutluluk davası olsun.
Fatma SÜER
Kızıltepe İbn-i sina Mesleki ve Teknik Anadolu
Lisesi
10/B Sınıf öğrencisi