İkincilik ödülünü “MUTLULUĞUN RESMİ” isimli hikâye aldı

İkincilik ödülünü “MUTLULUĞUN RESMİ” isimli hikâye aldı
Kalkınma Bakanlığınca SODES kapsamında finanse edilen ve Mardin Valiliği Koordinasyonunda Mardin Aile ve sosyal Politikalar Bakanlığı Mardin İl Müdürlüğü tarafından “Mardin’in Kanayan Yarası: Kan Davaları” adlı proje kapsamında “Herkesin bir hikâyesi vardır” ismi altında yapılan hikâye yarışmasında ikincilik ödülünü “MUTLULUĞUN RESMİ ” isimli hikâyesi ile Kızıltepe İbn-i sina Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi 10/B sınıf öğrencisi Fatma SÜER oldu.01.05.2015 22:45


 

MUTLULUĞUN RESMİ 

 

Mutluğun resmini çizin dedi ilk dersinde yeni gelen resim öğretmenimiz. İlk dersimizde ilk konumuz bu olsun demişti öğretmenimiz. Şaşırdım garip bir konu geldi bana. Resim dersini seviyordum. Daha önce çok güzel resimler çizmiştim değişik fikirlerimi kağıda aktarmıştım. Ama bu fikir de benim hoşuma gitmişti. Öyle hemen çizmedim, bekledim, düşündüm ne olabilirdi ki mutluluğun resmi! Baktım öylece etrafıma kim ne çiziyor diye.

 

 Kimisi için dondurma yemek, kimisi için başarılarla dolu karne, kimisi için doğum günü sürprizi, kimisi için hiç beklemediği kişiden gelen hediye, kimisi için başarılarla dolu güzel bir meslek, kimisi için ise bitmeyecekmiş gibi duran bir ilkbahar güneşi… Demek ki insanları mutlu eden çok farklı şeyler olabilirmiş, insanlar en ufak şeyden de mutlu olabilir ama nedense beni tatmin etmedi bu fikirler, bu anlık mutluluklar akılda kalmayacak, kolayca silip gidilebilecek fikirler. Bence mutluluğun resmi bu değildi bu kadar basit olamazdı anlamlı ve derin olmalıydı. Düşünüyorum, bulamıyorum, kâğıdım daha bembeyaz. Hiçbir şey çizmedim. Kağıt bana ben kağıda bakıyorum. Dışarı zili çalmak üzere. İçimi rahatlatıyor resim öğretmenimiz. Haftaya getirin diyor bugün yaptığınız konuyu. Ne kadar da seviniyorum. Annemden, abimden ve arkadaşlarımdan fikir alır öyle çizerim diyorum

 

Akşam yemeğini hazırlıyor biricik annem yorgun gülümsemesiyle karşılıyor beni. Odama geçince abimi izliyorum gizli gizli. Hepimizden çok yorgun olan o değil miydi? Hem çalışıp hep okuyup bu günlere gelmemiş miydi? Başaracağım diye haykırıyordu. Sizi en güzel evde en güzel yerlerde yaşatacağım diye. Kendinden emin. Bizde ondan eminiz, hem de tüm kalbimizle.

Sofrada soruyorum dayanamayıp anneme mutluğun resmini çiz desem ne çizersin diye. Mutluluktan parlayan gözlerinizi çizerim diyor. Abime soruyorum. Sizi huzur içinde yaşatacak bir yaşam çizerim diyor. Ne güzel iki fikir, Ama halen bir boşluk var bir yerde. Bir eksiklik, bir kopukluk…

 

Güzel bir rüyadan uyanıyorum sabahın en huzurlu anında. Bulmuştum mutluluğun resmini. Çizebilecek miydim bilmiyorum; ama artık bir fikrim vardı. Düşündükçe beni mutlu ve huzurlu eden, kimsenin sahip olamayacağı kimsenin hayalini bile kuramayacağı bir mutluluğun resmi.

 

Babam! Yüreği umutla, mutlulukla, sevgi ile dolu adam. Herkese kucak açan, herkesi bağrına basan babam. Bir kez bile etrafa ışık saçan gözlerine bakamadığım babam, bir kez bile o huzur veren cesaret veren, güven veren kollarına sığınamadığım babam. Evet, babasız büyümüştüm, babasız büyütülmüştük. Babasız büyütmüştü bizi gülüşü yorgun annem. Daha yirmi ikisinde dul kalmıştı iki tane bebekle. Ondandır yorgun gülüşü ondan hüznü. Annemden sevgisini, aşkını, hayatını, geleceğini almışlardı. Köreltilmiş kalpler, kine bulanmış gözler, nefretle yoğrulmuş duygular almıştı onu bizden. Cahil fikirler ve cahil kalmış yaratıklar. Onlar sevgi nedir bilmezlerdi. Sevmek nedir, sevilmek nedir, sahip olmak nedir, sahiplenmek nedir. Çok uzaktı onlara. Mumyalanmış bir düşünce ve adına da kan davası diye bir yaşam. İşte, o zihniyet acımasız zihniyet almıştı elimizden babımızı. Daha genç yaşta yirmi ikisinde yaşayan bir ölü olarak bırakmıştı arkasında bu kan davası güzel annemizi. Peki, neden bu kin, bu öfke, neden bu gözü dönmüşlük, neden? Kim neden kıysın ki bir cana ne kadar kine bulanabilinir ki bir kalp! Oysa Allah sevmek için yaratmamış mıydı o kalpleri, sevgi için atsın o kalpler, kine bulandırılmasın o temiz kalpler. Neden, o zaman neden!

 

Susuyorum, konuşmakta gelmiyor içimden. Yazmak belki de yazmaktan çok çizmek istiyorum. Yıllarca içimde kalmış bu kadar kederi, üzüntüyü, yalnızlığı, babasızlığı belki böyle atarım içimden. Sanki benim için gelmişti yeni resim öğretmenimiz. Sanki benim için vermişti sınıfa bu resim konusunu. İçimi döküp rahatlamam içindi belki de. Çizeceğim, çizdikçe mutlu olacağım, çizdikçe ağlayacağım… Benim için mutluluğun resmi o olacaktı gerçek olmasa bile çizecektim.

 

Babamı çiziyorum. Yüzünü, ellerini, gülüşünü, bakışlarını resimlerden gördüğüm babam. Babamın resimlerini düşlerimle birleştiriyorum. Herkesin babası mükemmeldir benimki de bana. Ben de çiziyorum işte mükemmel babamı.

 

Bir kan davası, bir öcü düşünce… İnsanın içini ürperten, korkutan, acıtan kan davası. Babamı da bu zihniyet öldürmüştü. Vur emrini verenler o canları sanki onlar vermiş almakta sanki onlara kalmış gibi. Ailesinin tek oğluydu babam. Merhametli, cana yakın, kimseye kıyamayan, yardımsever ve en iyi okullarda okumuş. Tıp bölümünü bitirince tekrar memleketine dönüp sevgi dolu gözlerle hastalara bakan babam bir gün annemi görüp ilk görüşte aşık olmuş. İstemişler annemi, evlenmişler. Mutlularmış çok mutlularmış. Mutlulukları sanki hiç bitmeyecekmiş gibiymiş. Hele annem abimden sonra benimde doğum müjdemi babama verince o anki gülümsemesini, kahkahasını, sevincini hiç unutmamış. En güzel günlerinde gelmiş o kara kalpli insanlar. Yıllarca yatmakta olan kan davası uyanmış uykusundan. O lanet uykusundan. Oysaki gömmüşlerdi onu en derine, çıkmayacaktı bir daha. Neden geri dönmüştü ki? Kana karşılık ya kan ya berdel. Babamdan da karşı tarafın kızını almalarını istemişler Babamda yok demiş. Karımdan başkasına bakmam demiş. Gelin vazgeçin bu aptal düşünceden demiş babam. Cahillik demiş babam. Ne kendi hayatını ne annemin hayatını ne de o günahı olmayan kızın hayatını mahf edemezmiş. Karşı çıkmış elbet bu karara. Bu kara davaya ve bu davanın kara kalpli yargıçları acımadan oracıkta kıymışlar babama. Oysa ne olacaktı ki bir anlık düşünselerdi, mantıklı olanın bu olmadığını belki fark ederlerdi. Neden peki? Bu kadar kolay mıydı bir insana kıymak ve bir canı nefessiz bırakmak. Adil olan bu değildi, ölmemesi gerekirdi babamın, yaşaması, umut dağıtması gerekiyordu. O kocaman sevgi dolu yüreğiyle; ama izin vermediler işte! Kalpleri kine bulanmış insanları kim döndürebilirdi ki sevgiye? Ben çizecektim. Belki bir an sadece beyaz bir kağıdın üstüne. Kara bir kalp değil umut saçan bir kalp çizecektim. O zaman babam ölmeyecek, o insanlarda o karanlık kalplerinden kurtulmuş olacak ve biz de sevgi içinde yaşıyor olacaktık.

 

İlk önce mükemmel babamı çiziyorum ne de yakışıyor beyaz kağıda. Çizdikçe ağlıyorum, kayboluyorum düşlerde, kendimden geçiyorum. Bir garip düşle bir bayram sabahını çiziyorum. Ne de çok içimde kalmış babalı bir bayram sabahı. Babasız kalmak bayramsız kalmak gibi. Bayramda öpülecek bir baba elinin olmaması ne kadar acı. Ben ve abim daha küçüğüz. Ben babamın kucağındayım annem en güzel hali ile. Ne de yakışıyor babama gülmek, gülüyoruz sanki gerçek gibi. Kapılıp gidiyorum bir hayale. Yanımızda bir elinde bayram şekeri tepsisi bir elinde kolonya şişesi ile babamın ölümden sonra acısına dayanamayıp ölen babaannem var. Onu da çizdim mutluluk resmime o olmazsa olmaz. En büyük özlemlerimde o da var. Mutlu babaannem. Nasıl mutlu olmasın ki oğlu, gelini ve torunları yanı başında. Güzel bir bayram sabahı bu mutluluk resmimin tamamlanmamış haliydi. Az kalmıştı son kahramanları da vardı onları da çizmeye başlıyorum. Böyle güzel bir tabloda onlar da güzel olmalıydı. Ama nasıl? Onlar ki babamı bizden alan kalpleri taş bağlamış insanlar. Ben onları nasıl merhametli, iyi yürekli ve kalpleri sevgi ile dolan insanlar haline getirebilirim ki. Ben onları nasıl babama benzetebilirim ki. Yapacaktım. Yapacaktım ki mutluluk resmim tamam olsun. Her şey gerçeğim gibi olacaktı. Çiziyorum o iki adamı da. Babama o lanet silahlarla öldüren insanları. Bu sefer evimize bayramlaşmaya gelen misafirler gibi çiziyorum. Biri babamın yanında oturmuş sevgi dolu gözlerle bana bakarken biri ise merhametli bir şekilde abimin başını okşuyor.

 

Gökyüzü mavi güneş hiç olmadığı kadar sarı ve hava hiç olmadığı kadar  temiz. Bitti sonunda çizimim, dönüp bakıyorum bu muhteşem tabloya. Sanki bir an gerçek gibi geldi bana. Küçük yüreğim dayanamadı bu duruma, hıçkırıklara boğuluyorum, gözümde inceden yaşlar. Ne kadar zor bir durum benim için. Ne olaydı da bu tablo gerçek olsaydı. Canımdan kopan o parça yerinde dursaydı. Bir an sustum, korktum kendimden. Kendimi bu kadar kaptırmamam lazım sonra canım çok acır, taşıyamazdım, toparlandım. Son kez baktım çizdiklerime. Babam ve biz güzel bir aile. Yanımızda babamın gerçekte kan davalıları hayalde can arkadaşları. Öldürmek yerine yaşatan, ağlatmak yerine güldüren can dostları. Gerçek olacak kadar güzeldi, gülümsedim. Böyle bir şey olsaydı keşke. İşte, o zaman gerçekten mutlu olurdum. Benim mutluluğum olurdu bu resimdekiler ama ne yazık ki gerçek değildiler sadece bir resimden ibarettiler.

 

Anneme gösteriyorum çizimimi. Bak anne diyorum benim için mutluluğun resmi bu. Resme bakıyor içindekileri tanır gibi bir anlam verir gibi. Anlatıyorum hikayeyi. Gözünden düşen yaşlarla öpüyor beni. Benim içinde mutluluğun resmi bu kızım der gibi sarılıyor bana.

 

Yolda düşünceli düşünceli okulla gidiyorum. Dündeki benle bu günkü ben arasındaki farkı bilmez gibi ağır adımlarla gidiyorum sınıfa. Resim öğretmenimiz topluyor bir bir resimleri. Soruyor her kese resimlerinin hikayesini. Bana gelince söylenecek çok şey var ama susuyorum sadece bayram sabahından bir kare diyorum. Güzel çizmişsin demekle kalıyor öğretmenimiz. Oysa bir bilse neler neler yaşandı onları çizene kadar. Kimi hayat buldu kimi ise tertemiz bir kalp. Konuşacak çok şey var ama en iyisi susmak ve hiç konuşmamak.

 

Bunlar hep var olan hep can alan hep hayalleri yok eden yaratıklar. Var olacak ve bunları yapmaya da devam edecekler. Cahil kalmış bir düşünceden daha kötüsü ise cahil kalmayı kabul edip bundan şikayetçi olmayan bir zihniyettir. Benim ölümüm kan davasına son verecekse ölmeye hazırım diyen nice insan vardır ama onlar ölse de bu yer altı canavarı insanların kanı ile beslenmeye devam edecek.

 

Bu benim hikayem. Belki yüzlerce binlerce hikayeden sadece birisi. Ben dile getirip, yazdım ve çizdim. Daha yazılmamış, çizilmemiş ve hala unutulmamış o kadar çok yarım kalmış hikaye var ki. Hikayeler yarım kalır devamı gelmez belki ama siz izin vermeyin yarım hikayelere. Kan davası değil amaç, amacımız her zaman mutluluk davası olsun.

 

Fatma SÜER

Kızıltepe İbn-i sina Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi

10/B Sınıf öğrencisi


 

                                                                                             

Diğer YARIŞMALAR haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.