KANLI
GÖMLEK
Sonbaharın kendini kışa bıraktığı, havaların artık
iyice soğumaya başladığı, Derik’in kendini beyaz nazlı bir geline bürüdüğü bir
gündü. Okullar tatile girmişti. Annemin sobanın üzerine bıraktığı çorbanın kokusu
evin her tarafını sarmıştı. O gün tatilin ilk günü olduğundan öğlene kadar uyumuştum. Uyandığımda saat on biri bulmuştu ve annem
başıma gelip “uyanma vaktin gelmedi mi oğul?” diye seslendi. Bana doğru uzanarak
alnımı öptü. O an içimde muazzam bir huzur belirdi. Güven, sevgi ve şefkatin
yarattığı sıcak tebessüm içime işlemişti adeta. Bu anda yaşadığım huzuru hiçbir
şeye değişmezdim. Bana doğru bakmaya devam etti. Alnındaki çizgiler daha belirgin
olmaya başlamıştı, yılların birikimi yüzünde görebiliyordum; acı, keder büyük
bir ahenkle yüzünde dans ediyordu sanki. Nasır tutmuş elleriyle yüzümü okşadı ve
bir kez daha “uyan artık” dedikten sonra sobadaki çorbayı karıştırmaya koyuldu.
Kalktım. Biraz bekledikten sonra pencereye doğru
yöneldim. Perdeyi hafifçe araladım. Dışarıda oldukça kasvetli bir hava vardı.
Herkes yas tutuyormuşçasına evinden çıkmıyor, ortalıkta kimse görünmüyordu. Nefesim
pencerenin buğulanmasına sebep oldu ve buğulu pencereye bir şeyler çizdim. Tam
o sırada yan komşumuz Reşit amca ve küçük oğlu Baran’ın evden çıktığını gördüm.
Baran evin ilk basamağından atlayamadan düşmek üzereydi ki babası kolundan
tuttu ve ona sarıldı. O an duraksadım. Benim düştüğümde tutacak bir babam hiç olmamıştı,
babamın yüzünü bir kere olsun görememiştim. Henüz 18 yaşındaydım ve arkamı
kollayacak, düştüğüm zaman ayağa kaldıracak, ağladığımda beni teselli edecek,
dar zamanlarımda nasihat verecek bir babam yoktu benim. Hayatın zalim bir
oyunuydu bu ve ben oyuna ‘şah’sız başlamıştım. Zaman zaman pes etsem de annem
için ayakta durmaya devam ettim.
İyice derinlere dalmış olduğum esnada annem arkamdan
beni dürtü; içeri soğumaya başladı, git biraz
odun getir, dedi. Ona doğru gözlerimi çevirerek gülümsedim ve göz kırptım.
Kapıya doğru yöneldim. Dünden kalma çamuruyla, çok giyilmekten yıpranmış botlarımı
ayağıma geçirdim. Arka bahçeye doğru yol
aldım ve odunluk kısmından birkaç odun alıp kesmeye başladım. Nedenini bilmeden
odunları tüm öfkemi kusarcasına kırmaya, parçalamaya başladım. Neredeyse bir
haftaya yetecek kadar odun kırmıştım. Aralıksız kırmaya devam ettiğimden
ellerim buz kesmiş, iyice yanmaya başlamıştı. Kovayı aldım ve odunları kovaya
koydum.
Kar başlamıştı, kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Göz gözü görmüyordu. Hızlı
adımlarla içeri girdim. Sobaya doğru yöneldim, odun atmaya koyuldum. Odunların
tutuşmasıyla içerisi sıcacık olmuştu artık. Annem mutfaktan seslenip çayı
sobanın üzerine bırakmamı söyledi. Birkaç dakika sonra içeriye elinde kahvaltı
tepsisiyle geldi. Sofrayı serdim ve çayı sobanın üstünden aldım. Annem sabahtan
yaptığı mercimek çorbasından bir kase doldurdu. Sobada pişen çorbanın o enfes
kokusuyla çok açıkmış olduğumu fark ettim ve yeme isteğim artı.
Kahvaltıdan sonra dışarıya çıkıp çarşıya doğru yürümeye
başladım. Karlı ve rüzgarlı hava dişlerimin gıcırdamasına sebebiyet veriyordu. Yanaklarımın
kızarmasıyla beraber dudaklarımın da yandığını hissetim ki dudaklarım çatlamış olmalıydı.
Boğazımı temizledim biraz duraksadım ve derin derin nefes aldım. Sonra Derik’in
dar ve uzun sokaklarında kendimi buluverdim.. Çocuklar kapılarının önünde kar
banyosu yaparcasına kendilerini kara teslim etmişlerdi. Çocuk olmak işte böyle
bir şey, diye düşünmekten kendimi alamadım. Biraz daha ilerledikten sonra
çarşının tam içindeydim. Kahvenin kapısı açıktı. Basamakları ikişer ikişer
atladıktan sonra içeri girdim. İçerideki
sigara kokusu boğazımı yakmaya yetmişti. Herkesin elinde birer kalem; bazıları
oyun oynuyor, bazıları da hayatın getirdiği yorgunluk ve can sıkıntılarını
düşünüyormuş gibi uzaklara dalıp bir izmarit çöpü daha bırakıyorlardı
önlerindeki küllüklere.
Tam o sırada gür saçlı, iri yarı, uzun boylu ve
kilolu bir adam belirdi. Bu halamın kocası Cemşir’den başkası olamazdı. Ensemde
bir sıcaklık hissettim. “Vay, Osman!” diye kulağımın dibinde bağırdı. ‘’Sen
buralara uğrar mıydın?” Bir bakayım sana amma da büyümüşsün. Bugün gelmen iyi
oldu, sen gelmeseydin eğer ben gelecektim zaten, dedi. Yüzünde ciddi bir ifade
ile meraklı bir şekilde ona bakarak “hayırdır Cemşir Abi” dedim. “Halan gelmedi
mi sana bugün?’’ diye sordu. Merakım iyice artmıştı. ‘’Hayır” dedim şaşkın bir
ifade ile. O an herkes bana bakıyormuş gibi hissettim. Neden, diye sormaktan
kendimi alamadım. İçimi, karartıcı bir his sarmıştı. Cemşir Abi bana doğru
yönelerek ‘’sana anlatmamız gereken bazı şeyler var’’ dedi titrek sesiyle. Hiçbir
şey anlamıyordum. Anlat dedim. Kolumu sıvazladı ve burada olmaz eve git, halan da
sizdedir zaten, bir kaç işim var, işimi bitirir bitirmez geleceğim, dedi. Tamam
demekle yetindim ve koşar adım evin yolunu tuttum. Kafamda binlerce soru
belirmeye başladı. İçimi kara bir sis kapladı.
Evin
kapısına vardığım anda bir takım bağrışmalar işittim. Annem halamın üzerine
yürüyor, git diye bağırıyordu. Halam ise zamanı geldi bilmesi gerekiyor, deyip
annemle savaşıyordu. Neyi bilmem gerekiyordu? Her şeyi bir an evvel öğrenme
arzusuyla koşarak yanlarına gittim. İkisine bakarak “ne oluyor burada” dedim. İkisi
birden durdu ve halam annemin konuşmasına fırsat vermeden “Sana bir şey anlatmam
gerek Osman‘’ dedi. ‘’Tamam, ama içeri geçelim hala, burada bu ayazda dışarıda
olmaz” dedim. İçeri geçtiğimde annemin suratı sapsarı olmuştu. Halamın ise
deminki halinden eser kalmamıştı. Resmen buz kesmişti. İçeride kasvetli boğuk
bir hava tüm odayı sarmıştı. “Niye sustunuz anlatın hadi‘’ dedim ikisine
bakarak. Halam kendinden emin ve keskin bir ses tonu ile ‘’bekle Cemşir’in bir
şey getirmesi gerekiyor’’ dedi. Bense neredeyse kafayı yemek üzereydim. Halam
durmadan gözelerimin içine bakıp bakıp uzaklara dalıyordu. Evin içi ölüm sessizliğini
andırır gibiydi.
Annemin yüzünün
rengi hadisenin ehemmiyetini oldukça ele veriyordu. Kapı çaldı, kapıyı açtım.
Çemşir abi içeri girdi. Üstü çamur içindeydi ve burnu soğuktan kırmızı bir
kiraz gibi kıpkırmızı olmuştu. Elinde orta boyda üstü işlemeli, demirleri pas
tutmuş, oldukça eski bir sandık vardı. Hiçbir şey söylemden içeriye doğru
yöneldi. O sandıkta ne vardı diye düşünmeye başladım. Cemşir abi içeri girer
girmez annem ayağı fırladı ve gözleri açıldı. Cemşir abinin ayaklarına kapanarak
ne olursun yapmayın deyip yalvarmaya başladı. Cemşir abi elindeki sandığı yere
bırakarak ‘’Kalk Ayşe! Zamanı geldi artık. Bilmesi, öğrenmesi gerek babasının
katilinin hapisten çıktığını‘’ dedi.
Tam o sırada dünya başıma yıkılmış, o enkazın altında kalıp ezilmiş gibi nefesimin
kesildiğini sandım. O sırada Cemşir abi aynı şeyi tekrar etti. Babanın katili
dışarıda deyip yüzüme baktı. Nasıl olabilirdi bu? Başımdan aşağı kaynar sular
dökülüyor gibiydi. Bir an hissiz kalmıştım ve kafamdan ne geçtiği konusunda hiçbir
fikrim yoktu. Cemşir abi dizleriyle yere çöktü ve sandığı yerden alıp ayağa
kalktı. Bana doğru ilerledi. Sandığa doğru baktım sandık çamur içindeydi.
Açmamı söyledi. Yere indirdim ve üstündeki çamuru silmeye çalıştım. Bir an durdum ve ‘’anahtar nerede’’ diye sordum. Cemşir abi cebini
yokladı ve cebinden çıkardığı birkaç anahtardan sonra altın renkli Osmanlı
tarzı işlenmiş bir anahtar verdi. Kilit kısmına anahtarı koydum ama kilit yeri
toprakla dolmuştu. Birkaç defa uğraştıktan sonra sandık artık açılmıştı.
Kalbim çok hızlı çarpıyordu. Gördüğüm manzara karşısında
bir kez daha hayal kırıklığına uğramıştım. Üzerinde kan lekesi olan, oldukça
eski, beyaz bir gömlekti gördüğüm. Gömlek eski ve uzun yıllar saklanmış
olduğundan toprakla beraber eşelenmiş olmalıydı ki birkaç yerinde delikler oluşmuştu.
Anneme doğru baktım ve ‘’bu ne demek oluyor, biri bunu bana anlatsın‘’ dedim. Ağlamaklı
bir biçimde çıkan kelimeler adeta boğazıma düğümleniyordu.
Halam ayağa kalktı ve anlatmaya başladı: “O senin
babanın gömleği Osman. Baban öldürüldükten sonra o gömleği sakladım, ta ki bugüne
kadar. Bak yeğenim, babanın kanı yerde. Yıllar önce sen daha annenin
karnındayken ailemizde uzun yıllarca süren aşiret kavgasından dolayı babanı öldürdüler.
Babanı öldüren soysuz sen daha babanı görmeden babanı kara toprağa girmesine
sebep oldu ve hapse girdi. Sana bir şey söylememizi annen istedi, babanın bir
trafik kazasında öldüğünü bilmeni istedi. Biz de sen küçük olduğundan durumu
anlatmadık. O soysuz hapisteydi. Babanın kanı yerde kaldı yeğenim. Seni yetim,
anneni eşsiz bıraktı. Yıllarca öksüz kalmana sebep oldu. Şu an hapisten
çıktığını öğrendik. Onu bulup öldürmeni istiyorum. Yıllarca içimizi yakıp kavuran
bu acı bizi yok etti.”
Annem ayağa kalktı ve ‘’Bunu yapmayacaksın Osman’ım”
deyip bana sarıldı. ‘’Elini kana bulamayacaksın. Şeytanın bu kirli oyununa seni
alet etmek istiyorlar. Oğlum sen başka insanları babasız bırakmayacaksın.
Asırlardan beridir göçebe yaşıyoruz; töreden, aşiret kavgalarından kaçıyoruz, yerimizden
yurdumuzdan oluyoruz. Ne zorluklarla bu yaşa getirdiğim seni, vicdanının sesini
dinleyeceksin. Hırsın; kin, öfke, ölüm ve acıdan başka hiçbir şey getirmiyor
bize. Annenin feryatlarını dinle oğlum; yapmayacaksın, dinlemeyeceksin onları,
onların oyunlarına alet olmayacaksın yavrum.‘’ Annem feryatlarla halamın üstüne
yürüdü. ‘’Ne istiyorsun oğlumdan, bırak oğlumun peşini, o cahillik etmeyecek,
bir insanın canına kıyamaz, o cani değil kan davası bitti, anladın mı? Babasından
sonra devamı gelmeyecek, devam etmesine izin vermeyeceğim. Benim oğlum gibi
babasız kalmasın çocuklar. Yıllardan beri yetmedi mi bu çile, daha ne kadar
çekeceğiz söyle?”
Cemşir abi birden celallendi ve ‘’Sus Ayşe, ne
demek bitti! Ancak babasın intikamını alınca bitecek bu çile, onlar Hasan’ı
öldürürken hiç çocuğuna, karısına acıdılar mı? Osman henüz hayatta bile değildi.
Hasan oğlunu bile görmeden öldü. 18 yıldır bu çocuk babasız, elbet intikamı
alınması gerek. Osman delikanlıdır, yapacak, babasın kanı yerde kalmayacak
.’’
Annemle Cemşir abi deli gibi kavga ediyorlarken
ben de her şeyi çözmeye çalışıyordum. Birden kafamda çözmem gereken bir
bulmacanın içinde hapsolmuşçasına deli gibi neye karar vereceğimi düşünmeye başladım.
Yüreğime kramplar giriyordu. Neden benim babam? Neden ben? Beynim bir fanusa dönmüştü ve ben durmadan o
fanusun içinde volta atarken buluyordum kendimi. O andan itibaren dünyanın her
zamanki gibi dönmeyeceğini, artık her şeyin değişeceğini hissettim. İliklerime
kadar nefret ve öfkeyle dolmuştum. Evet, intikam almam gerekiyordu. Ama ben
karıncaya bile zarar veremez iken nasıl olur da bir insanın canını alacaktım. Kalbim ve beynim arsında deli bir medcezir
başladı. Vicdanımın durumu nasıl olurdu o adamı öldürseydim. Başka birini nasıl
babasız bırakabilirdim. Ben babasızlığın ne demek olduğunu görmüşken, bir kolun
kırıklığını bilirken nasıl yapabilirdim. Ama öte yandan babamı öldüren o adam
yüzünden babasız kalmıştım ben. Yıllarca baba özlemini, babamın yokluğunu
kalbimde çekmiştim. Büyük bir çınar ağacıydı baba, ama benim hiç yaslanacağım
bir çınar ağacım olmamıştı annemden başka.
Birden kafama aşiret kavgasının nedeni takıldı. Halama: ‘’Neden kan davası başladı, ne oldu da bunca
kişi öldürüldü? Bu kavganın içinde babam neden yer aldı?” dedim. Halam
gözlerini devirdi, omuz silkti ve derin bir soluk aldı. Zayıf ve ince bedeni
çelimsiz yüzü sırtında büyük bir yük olduğunun göstergesiydi. İçi
daralıyordu. Birkaç dakika sonra
anlatmaya koyuldu. Sesi tiz ve ağlamaklı çıkıyordu ki bu beni daha çok rahatsız
etti, üzülmeme sebep oldu. ‘’Bak yeğenim, bizim büyük büyük dedelerimizle
başladı. Toprak kavgası yüzünden tartışırken Ali aşiretinden yanlışlıkla biri
öldürülmüş. Bir sonraki nesil yani deden zamanında da toprak meselesi oldu ve
bizim aşiret onları öldürdü. Babanın sırasında ise toprakları onlara vermeyi
kabul ettik. Ama artık kan davasına dönüşmüştü.
Gözlerini kan bürümüştü. Vahşice katlettiler babanı.‘’ Halam bunları soğukkanlılıkla
anlatmıştı.
Annem ağlayarak yine isyan etmeye başladı. ‘’
Toprak, para, mal mülk, bir bedenden bir candan daha mı önemliydi? Kefenin cebi
mi vardı? Gerçi insanoğlu için bu da bahane, toprak toprak diye yıllarca
birbirlerini öldürdüler ve şimdide kan derdine girmiş insanlar, herkes ne kadar
da kolay öldürüyor değil mi? Aynı kandan aynı candan olmalarına rağmen nasıl da
körelmiş beyinler, herkesin gözü kör mü? Kimsede mi vicdan yok? Bitmeyecek mi bu
acı, daha ne kadar sürecek, asırlardan beri çektiğimiz yetmedi mi? Yetmedi mi ciğerimizin yanması? Onlardan
ölenler biz, bizden ölenler de onlar değil mi zaten? Aşiret kavgası şu an kan
davasına döndü. Burada kapanacak benim oğlum sürdürmeyecek bu vahşi katli.’’
Annemin feryatları resmen yüreğime
işlenmişti. Tam o sırada Cemşir abi kalk
dedi ve elimden çekerek yürü dedi. Ben ne olduğunu anlamadan yürümeye başladım,
kafam oldukça karışık bir durumdaydı. Bedenim daha fazla kaldıramayacaktı bu
durumu. Babamın böylesine ölmesini yediremiyordum kendime. Annem ‘’Nereye
götürüyorsun oğlumu?’’ diye bağırdı.
Cemşir abi cevap vermedi. Halam annemi tutu ve Cemşir abinin beni
götürmesine engel olmasına izin vermedi. Ben ise donmuş bir şekilde etkisiz
kalmıştım. Ne yaptığımı bilmiyordum ve oldukça şuursuzlaşmıştım. Babamın
gömleği elimdeydi. Kan lekelerini gördükçe bunun nasıl bir canilik olduğunu
düşünüp duruyordum. Sahi ya nasıldı babamın kokusu, nasıl gülerdi? Sesi nasıldı
acaba, hiç oğlum diyememişti bana, bir kez olsun sarılamamıştı. Kalbim
sıkışıyordu. Bunu ona yapanlar cezalandırılmalıydı. Evet, onları ölümün o
zifiri karanlığına gömmeliydim. Tüm bunları düşünürken Cemşir abi beni arabaya
bindirdi. Saat oldukça geç olmalıydı ki Derik büyük bir sessizliğe gömülmüştü.
Arabanın camından gökyüzüne baktım, gökyüzünde tek bir yıldız görünmüyordu.
Nereye gittiğimiz hakkında tek bir fikrim yoktu. Elimdeki kanlı gömleği her
gördükçe kin kusuyordum her şeye.
Cemşir abi konuşmaya başladı. ‘’Yarın o soysuzun
işini bitireceksin Osman, şu an onun bulunduğu köye doğru gidiyoruz. Evinde öldüreceğiz
onu. Sonrada seni saklayacağım, kimsenin bilmediği bir yere götürüp gizleyeceğim.
Onu öldürdükten sonra ben sana bakacağım okula da gitmeyeceksin okumana da
gerek yok, sen yeter ki babanın mezarında rahat uyumasına izin ver. Yarın
sabaha kadar orada oluruz arkada silah var yan koltukta mavi poşetten silahı
al.‘’ ‘’Tamam’’ demekle yetinmekten başka
hiçbir şey yapmadım. Bugüne kadar elime silah almamıştım ve Cemşir abi öylece
körüklüyordu ki nefretimi, öfkemi yenmek elimde olmayan bir şey haline gelmeye
başladı. Düşünmeye devam ettim.
3-4 saatlik yoldan sonra babamın katilinin evinin
önünde duruyordum. Cemşir abi arabadan indi. Babamın gömleği hala elimdeydi. Yarım
saat sonra evini basıp o adamı öldürecektim. Ben hala şuurumu kaybetmiş vaziyetteydim,
avuçlarım terlemeye başlamıştı. Ağlamaktan gözlerim zar zor görüyordu, dengemi
kaybediyordum. Bir zeytin ağacının arkasına saklandık. Taş topraktan yapılmış
evi seyretmeye koyulduk. Saatler hızla ilerleken kendimi çaresiz evin
önünde buldum. Cemşir abi tetiği nasıl çekeceğimi iki defa anlattıktan
sonra artık hazırdım. Yavaş yavaş ilerledim. Bahçe avlusundan girip mutfağa
sızdım, kimse yoktu. İlerlemeye devam ettim. Odanın kapısını araladım ve henüz
ismini bile bilmediğim, daha önce hiç görmediğim adama silahı doğrultum. Adam
silahı görmenin şokuyla ‘’sen de kimsin?’’ dedi. Hıçkırarak ağlamaya başladım.
Dönüp gidemezdim artık. Ya da gitmeliydim yapmamalıydım.
Her şey büyük bir karmaşa haline dönüşmüştü. Geri
dönüşü olmayan bir noktadaydım artık. Adam celladını izleyen gözlerle beni tanımaya
çalışıyordu ve bir delilik yapma deyip beni ikaz ediyordu. Ben ise hala
ağlıyordum ve tüm vücudum tir tir titriyordu. Diğer elimde ise hala babamın
kanlı gömleği. Tam vazgeçmek üzereyken Cemşir abinin “vur şu soysuzu!”
demesiyle irkildim ve elim yanlış bir manevrayla tetiğin üstüne gitti. Kulağımın sağ tarafını artık hissetmiyordum.
Adamı tam kalbinden vurmuştum ve her yer kan gölüne dönmüştü. Olanlara
inanamıyordum. Tam arkamı döndüğüm esnada Cemşir abinin ‘’koş‘’ demesiyle kendime gelmeye çalıştım. Adam
yere düştüğünde perdenin arkasından iki küçük ayak gördüm. O an silahı kendi
kafama dayamak istedim ama Cemşir abi kolumdan tutup beni sürükledi. Arabaya
bindiğimde çoktan bayılmıştım. Uyandığımda başımda Cemşir abi vardı. Üç gün
boyunca aralıksız uyumuştum. Ağır derecede travma geçiriyordum. Adam önüme
düştüğünde perdenin arkasındaki iki küçük ayak gözümün önüne geliyordu. Kızının
ayakları olmalıydı. Babasını nasıl öldürdüğümü görmüş ve korkudan saklanmıştı
herhalde. Ben nasıl olur da böyle bir şeyi yapabildim. Kan kokusu her aklıma geldiğinde midem
bulanıyor ve boğazım yanıyordu.
Acı
çekiyordum. İntikam ne kadarda aciz bir şeymiş oysa dindirmiyormuş ki insanın acılarını.
Ben yine babasızdım, değişen ne olmuştu ki oysa? Yine babam yoktu. O adamı
öldürmekle babam geri mi gelmişti? Özlemim bitecek miydi? Annemin söyledikleri kafama yeni yeni dank
etmeye başlıyordu. Ellerim kirliydi artık. Temizlenemezdi bir daha, Allah’ın
almadığı canı ben almıştım. Hem de küçük bir kıza babasının ölümünü seyrettirerek.
Evet, ben tam bir caniydim. Hiçbir şeyi düşünmeden hareket etmiştim. Bir anlık
öfkeyle saldırmıştım. Meğer sebep arıyormuşum. İçimdeki kinin çıkmasını
bekliyormuşum. Ama boş nafile de değilmiş. Büyük bir hataya kapılıp gitmiştim
ben. Birinin canını almıştım.
Bir hafta boyunca yataktan çıkmadım. Her şey
gözümün önüne geliyordu. Vicdanım bir türlü beni rahat bırakmıyordu. Uyuduğum
tüm uykularda kabuslarla uyanıyordum. Cemşir abi geldi ve ilk defa konuştum
‘’annemi getir‘’ dedim. Cemşir abi konuşmama sevindi. İyi olduğumu varsaydı.
Yarın zaten gelecek dedi.
Ertesi sabah annemin saçlarımı okşarken buldum
kendimi, başımda ağlayan annem sımsıkı sarılmıştı bana. Ben vicdan azabından
kendimi bile tanıyamaz olmuştum. Ellerini tutum. Hiçbir şey söylemedim. Son bir
kez sıkı sıkı sarıldım ona, annemin kokusu bir ayrıydı. Yine güzel, yine şefkatli, her ne olursa
olsun yine bağrına basan oydu beni. Ben ise tam bir şeytana dönüşmüştüm. O
şeytan yüzünden bu haldeydim. Kin ve öfkeden yaratılmış bir iblisti bu olay, yaratanı da bendim. Eğer hırslanmasaydım o
kadar, iblisi çoktan öldürmüş olacaktım.
Ben büyütmeyi seçmiştim ve şimdi vicdanımla yok olmak üzereydim.
Annem haklıydı. Büyük bir oyundu bu ve ben
kaybetmiştim. Daha fazla yaşayamayacaktım. Henüz 18 yaşında biri için evet bu
çok fazla bir yüktü. Annemin gitme vakti gelmişti ve Cemşir abi annemi eve
götürmek için dışarı çıktılar. Ben ise artık yaşamak istemiyordum. Salon
girişine bir ip düzeneği kurarak ölmekten başka bir seçeneğimin olmayacağını düşündüm. Bu sayede belki
az da olsa bu kan duracaktı en azından vicdanım artık ebedi bir uykuya
dalacaktı.
Gülan BAKİ
Derik
Anadolu Lisesi
10/B
öğrencisi