Birincilik ödülünü “KANLI GÖMLEK” isimli hikâye aldı

Birincilik ödülünü “KANLI GÖMLEK” isimli hikâye aldı
Kalkınma Bakanlığınca SODES kapsamında finanse edilen ve Mardin Valiliği Koordinasyonunda Mardin Aile ve sosyal Politikalar Bakanlığı Mardin İl Müdürlüğü tarafından “Mardin’in Kanayan Yarası: Kan Davaları” adlı proje kapsamında “Herkesin bir hikâyesi vardır” ismi altında yapılan hikâye yarışmasında birincilik ödülünü “KANLI GÖMLEK” isimli hikâyesi ile Derik Anadolu Lisesi 10/B öğrencisi Gülan BAKİ oldu.01.05.2015 22:21

                                      


 

 

 

KANLI GÖMLEK

 

Sonbaharın kendini kışa bıraktığı, havaların artık iyice soğumaya başladığı, Derik’in kendini beyaz nazlı bir geline bürüdüğü bir gündü. Okullar tatile girmişti. Annemin sobanın üzerine bıraktığı çorbanın kokusu evin her tarafını sarmıştı. O gün tatilin ilk günü olduğundan öğlene kadar uyumuştum.  Uyandığımda saat on biri bulmuştu ve annem başıma gelip “uyanma vaktin gelmedi mi oğul?” diye seslendi. Bana doğru uzanarak alnımı öptü. O an içimde muazzam bir huzur belirdi. Güven, sevgi ve şefkatin yarattığı sıcak tebessüm içime işlemişti adeta. Bu anda yaşadığım huzuru hiçbir şeye değişmezdim. Bana doğru bakmaya devam etti. Alnındaki çizgiler daha belirgin olmaya başlamıştı, yılların birikimi yüzünde görebiliyordum; acı, keder büyük bir ahenkle yüzünde dans ediyordu sanki. Nasır tutmuş elleriyle yüzümü okşadı ve bir kez daha “uyan artık” dedikten sonra sobadaki çorbayı karıştırmaya koyuldu.

 

Kalktım. Biraz bekledikten sonra pencereye doğru yöneldim. Perdeyi hafifçe araladım. Dışarıda oldukça kasvetli bir hava vardı. Herkes yas tutuyormuşçasına evinden çıkmıyor, ortalıkta kimse görünmüyordu. Nefesim pencerenin buğulanmasına sebep oldu ve buğulu pencereye bir şeyler çizdim. Tam o sırada yan komşumuz Reşit amca ve küçük oğlu Baran’ın evden çıktığını gördüm. Baran evin ilk basamağından atlayamadan düşmek üzereydi ki babası kolundan tuttu ve ona sarıldı. O an duraksadım. Benim düştüğümde tutacak bir babam hiç olmamıştı, babamın yüzünü bir kere olsun görememiştim. Henüz 18 yaşındaydım ve arkamı kollayacak, düştüğüm zaman ayağa kaldıracak, ağladığımda beni teselli edecek, dar zamanlarımda nasihat verecek bir babam yoktu benim. Hayatın zalim bir oyunuydu bu ve ben oyuna ‘şah’sız başlamıştım. Zaman zaman pes etsem de annem için ayakta durmaya devam ettim.

 

İyice derinlere dalmış olduğum esnada annem arkamdan beni  dürtü; içeri soğumaya başladı, git biraz odun getir, dedi. Ona doğru gözlerimi çevirerek gülümsedim ve göz kırptım. Kapıya doğru yöneldim. Dünden kalma çamuruyla, çok giyilmekten yıpranmış botlarımı ayağıma geçirdim.  Arka bahçeye doğru yol aldım ve odunluk kısmından birkaç odun alıp kesmeye başladım. Nedenini bilmeden odunları tüm öfkemi kusarcasına kırmaya, parçalamaya başladım. Neredeyse bir haftaya yetecek kadar odun kırmıştım. Aralıksız kırmaya devam ettiğimden ellerim buz kesmiş, iyice yanmaya başlamıştı. Kovayı aldım ve odunları kovaya koydum.

 

Kar başlamıştı, kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Göz gözü görmüyordu. Hızlı adımlarla içeri girdim. Sobaya doğru yöneldim, odun atmaya koyuldum. Odunların tutuşmasıyla içerisi sıcacık olmuştu artık. Annem mutfaktan seslenip çayı sobanın üzerine bırakmamı söyledi. Birkaç dakika sonra içeriye elinde kahvaltı tepsisiyle geldi. Sofrayı serdim ve çayı sobanın üstünden aldım. Annem sabahtan yaptığı mercimek çorbasından bir kase doldurdu. Sobada pişen çorbanın o enfes kokusuyla çok açıkmış olduğumu fark ettim ve yeme isteğim artı.

 

Kahvaltıdan sonra dışarıya çıkıp çarşıya doğru yürümeye başladım. Karlı ve rüzgarlı hava dişlerimin gıcırdamasına sebebiyet veriyordu. Yanaklarımın kızarmasıyla beraber dudaklarımın da yandığını hissetim ki dudaklarım çatlamış olmalıydı. Boğazımı temizledim biraz duraksadım ve derin derin nefes aldım. Sonra Derik’in dar ve uzun sokaklarında kendimi buluverdim.. Çocuklar kapılarının önünde kar banyosu yaparcasına kendilerini kara teslim etmişlerdi. Çocuk olmak işte böyle bir şey, diye düşünmekten kendimi alamadım. Biraz daha ilerledikten sonra çarşının tam içindeydim. Kahvenin kapısı açıktı. Basamakları ikişer ikişer atladıktan sonra içeri girdim.  İçerideki sigara kokusu boğazımı yakmaya yetmişti. Herkesin elinde birer kalem; bazıları oyun oynuyor, bazıları da hayatın getirdiği yorgunluk ve can sıkıntılarını düşünüyormuş gibi uzaklara dalıp bir izmarit çöpü daha bırakıyorlardı önlerindeki küllüklere.

 

Tam o sırada gür saçlı, iri yarı, uzun boylu ve kilolu bir adam belirdi. Bu halamın kocası Cemşir’den başkası olamazdı. Ensemde bir sıcaklık hissettim. “Vay, Osman!” diye kulağımın dibinde bağırdı. ‘’Sen buralara uğrar mıydın?” Bir bakayım sana amma da büyümüşsün. Bugün gelmen iyi oldu, sen gelmeseydin eğer ben gelecektim zaten, dedi. Yüzünde ciddi bir ifade ile meraklı bir şekilde ona bakarak “hayırdır Cemşir Abi” dedim. “Halan gelmedi mi sana bugün?’’ diye sordu. Merakım iyice artmıştı. ‘’Hayır” dedim şaşkın bir ifade ile. O an herkes bana bakıyormuş gibi hissettim. Neden, diye sormaktan kendimi alamadım. İçimi, karartıcı bir his sarmıştı. Cemşir Abi bana doğru yönelerek ‘’sana anlatmamız gereken bazı şeyler var’’ dedi titrek sesiyle. Hiçbir şey anlamıyordum. Anlat dedim. Kolumu sıvazladı ve burada olmaz eve git, halan da sizdedir zaten, bir kaç işim var, işimi bitirir bitirmez geleceğim, dedi. Tamam demekle yetindim ve koşar adım evin yolunu tuttum. Kafamda binlerce soru belirmeye başladı. İçimi kara bir sis kapladı.

 

 Evin kapısına vardığım anda bir takım bağrışmalar işittim. Annem halamın üzerine yürüyor, git diye bağırıyordu. Halam ise zamanı geldi bilmesi gerekiyor, deyip annemle savaşıyordu. Neyi bilmem gerekiyordu? Her şeyi bir an evvel öğrenme arzusuyla koşarak yanlarına gittim. İkisine bakarak “ne oluyor burada” dedim. İkisi birden durdu ve halam annemin konuşmasına fırsat vermeden “Sana bir şey anlatmam gerek Osman‘’ dedi. ‘’Tamam, ama içeri geçelim hala, burada bu ayazda dışarıda olmaz” dedim. İçeri geçtiğimde annemin suratı sapsarı olmuştu. Halamın ise deminki halinden eser kalmamıştı. Resmen buz kesmişti. İçeride kasvetli boğuk bir hava tüm odayı sarmıştı. “Niye sustunuz anlatın hadi‘’ dedim ikisine bakarak. Halam kendinden emin ve keskin bir ses tonu ile ‘’bekle Cemşir’in bir şey getirmesi gerekiyor’’ dedi. Bense neredeyse kafayı yemek üzereydim. Halam durmadan gözelerimin içine bakıp bakıp uzaklara dalıyordu. Evin içi ölüm sessizliğini andırır gibiydi.

 

 Annemin yüzünün rengi hadisenin ehemmiyetini oldukça ele veriyordu. Kapı çaldı, kapıyı açtım. Çemşir abi içeri girdi. Üstü çamur içindeydi ve burnu soğuktan kırmızı bir kiraz gibi kıpkırmızı olmuştu. Elinde orta boyda üstü işlemeli, demirleri pas tutmuş, oldukça eski bir sandık vardı. Hiçbir şey söylemden içeriye doğru yöneldi. O sandıkta ne vardı diye düşünmeye başladım. Cemşir abi içeri girer girmez annem ayağı fırladı ve gözleri açıldı. Cemşir abinin ayaklarına kapanarak ne olursun yapmayın deyip yalvarmaya başladı. Cemşir abi elindeki sandığı yere bırakarak ‘’Kalk Ayşe! Zamanı geldi artık. Bilmesi, öğrenmesi gerek babasının katilinin hapisten çıktığını‘’ dedi.

 

Tam o sırada dünya başıma yıkılmış,  o enkazın altında kalıp ezilmiş gibi nefesimin kesildiğini sandım. O sırada Cemşir abi aynı şeyi tekrar etti. Babanın katili dışarıda deyip yüzüme baktı. Nasıl olabilirdi bu? Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor gibiydi. Bir an hissiz kalmıştım ve kafamdan ne geçtiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Cemşir abi dizleriyle yere çöktü ve sandığı yerden alıp ayağa kalktı. Bana doğru ilerledi. Sandığa doğru baktım sandık çamur içindeydi. Açmamı söyledi. Yere indirdim ve üstündeki çamuru silmeye çalıştım.  Bir an durdum ve  ‘’anahtar nerede’’ diye sordum. Cemşir abi cebini yokladı ve cebinden çıkardığı birkaç anahtardan sonra altın renkli Osmanlı tarzı işlenmiş bir anahtar verdi. Kilit kısmına anahtarı koydum ama kilit yeri toprakla dolmuştu. Birkaç defa uğraştıktan sonra sandık artık açılmıştı.

 

Kalbim çok hızlı çarpıyordu. Gördüğüm manzara karşısında bir kez daha hayal kırıklığına uğramıştım. Üzerinde kan lekesi olan, oldukça eski, beyaz bir gömlekti gördüğüm. Gömlek eski ve uzun yıllar saklanmış olduğundan toprakla beraber eşelenmiş olmalıydı ki birkaç yerinde delikler oluşmuştu. Anneme doğru baktım ve ‘’bu ne demek oluyor, biri bunu bana anlatsın‘’ dedim. Ağlamaklı bir biçimde çıkan kelimeler adeta boğazıma düğümleniyordu.

 

Halam ayağa kalktı ve anlatmaya başladı: “O senin babanın gömleği Osman. Baban öldürüldükten sonra o gömleği sakladım, ta ki bugüne kadar. Bak yeğenim, babanın kanı yerde. Yıllar önce sen daha annenin karnındayken ailemizde uzun yıllarca süren aşiret kavgasından dolayı babanı öldürdüler. Babanı öldüren soysuz sen daha babanı görmeden babanı kara toprağa girmesine sebep oldu ve hapse girdi. Sana bir şey söylememizi annen istedi, babanın bir trafik kazasında öldüğünü bilmeni istedi. Biz de sen küçük olduğundan durumu anlatmadık. O soysuz hapisteydi. Babanın kanı yerde kaldı yeğenim. Seni yetim, anneni eşsiz bıraktı. Yıllarca öksüz kalmana sebep oldu. Şu an hapisten çıktığını öğrendik. Onu bulup öldürmeni istiyorum. Yıllarca içimizi yakıp kavuran bu acı bizi yok etti.”

 

Annem ayağa kalktı ve ‘’Bunu yapmayacaksın Osman’ım” deyip bana sarıldı. ‘’Elini kana bulamayacaksın. Şeytanın bu kirli oyununa seni alet etmek istiyorlar. Oğlum sen başka insanları babasız bırakmayacaksın. Asırlardan beridir göçebe yaşıyoruz; töreden, aşiret kavgalarından kaçıyoruz, yerimizden yurdumuzdan oluyoruz. Ne zorluklarla bu yaşa getirdiğim seni, vicdanının sesini dinleyeceksin. Hırsın; kin, öfke, ölüm ve acıdan başka hiçbir şey getirmiyor bize. Annenin feryatlarını dinle oğlum; yapmayacaksın, dinlemeyeceksin onları, onların oyunlarına alet olmayacaksın yavrum.‘’ Annem feryatlarla halamın üstüne yürüdü. ‘’Ne istiyorsun oğlumdan, bırak oğlumun peşini, o cahillik etmeyecek, bir insanın canına kıyamaz, o cani değil kan davası bitti, anladın mı? Babasından sonra devamı gelmeyecek, devam etmesine izin vermeyeceğim. Benim oğlum gibi babasız kalmasın çocuklar. Yıllardan beri yetmedi mi bu çile, daha ne kadar çekeceğiz söyle?”

 

Cemşir abi birden celallendi ve ‘’Sus Ayşe, ne demek bitti! Ancak babasın intikamını alınca bitecek bu çile, onlar Hasan’ı öldürürken hiç çocuğuna, karısına acıdılar mı? Osman henüz hayatta bile değildi. Hasan oğlunu bile görmeden öldü. 18 yıldır bu çocuk babasız, elbet intikamı alınması gerek. Osman delikanlıdır, yapacak, babasın kanı yerde kalmayacak .’’ 

 

Annemle Cemşir abi deli gibi kavga ediyorlarken ben de her şeyi çözmeye çalışıyordum. Birden kafamda çözmem gereken bir bulmacanın içinde hapsolmuşçasına deli gibi neye karar vereceğimi düşünmeye başladım. Yüreğime kramplar giriyordu. Neden benim babam? Neden ben?  Beynim bir fanusa dönmüştü ve ben durmadan o fanusun içinde volta atarken buluyordum kendimi. O andan itibaren dünyanın her zamanki gibi dönmeyeceğini, artık her şeyin değişeceğini hissettim. İliklerime kadar nefret ve öfkeyle dolmuştum. Evet, intikam almam gerekiyordu. Ama ben karıncaya bile zarar veremez iken nasıl olur da bir insanın canını alacaktım.  Kalbim ve beynim arsında deli bir medcezir başladı. Vicdanımın durumu nasıl olurdu o adamı öldürseydim. Başka birini nasıl babasız bırakabilirdim. Ben babasızlığın ne demek olduğunu görmüşken, bir kolun kırıklığını bilirken nasıl yapabilirdim. Ama öte yandan babamı öldüren o adam yüzünden babasız kalmıştım ben. Yıllarca baba özlemini, babamın yokluğunu kalbimde çekmiştim. Büyük bir çınar ağacıydı baba, ama benim hiç yaslanacağım bir çınar ağacım olmamıştı annemden başka.

 

Birden kafama aşiret kavgasının nedeni takıldı. Halama:  ‘’Neden kan davası başladı, ne oldu da bunca kişi öldürüldü? Bu kavganın içinde babam neden yer aldı?” dedim. Halam gözlerini devirdi, omuz silkti ve derin bir soluk aldı. Zayıf ve ince bedeni çelimsiz yüzü sırtında büyük bir yük olduğunun göstergesiydi. İçi daralıyordu.  Birkaç dakika sonra anlatmaya koyuldu. Sesi tiz ve ağlamaklı çıkıyordu ki bu beni daha çok rahatsız etti, üzülmeme sebep oldu. ‘’Bak yeğenim, bizim büyük büyük dedelerimizle başladı. Toprak kavgası yüzünden tartışırken Ali aşiretinden yanlışlıkla biri öldürülmüş. Bir sonraki nesil yani deden zamanında da toprak meselesi oldu ve bizim aşiret onları öldürdü. Babanın sırasında ise toprakları onlara vermeyi kabul ettik. Ama artık kan davasına dönüşmüştü.  Gözlerini kan bürümüştü. Vahşice katlettiler babanı.‘’ Halam bunları soğukkanlılıkla anlatmıştı.

 

Annem ağlayarak yine isyan etmeye başladı. ‘’ Toprak, para, mal mülk, bir bedenden bir candan daha mı önemliydi? Kefenin cebi mi vardı? Gerçi insanoğlu için bu da bahane, toprak toprak diye yıllarca birbirlerini öldürdüler ve şimdide kan derdine girmiş insanlar, herkes ne kadar da kolay öldürüyor değil mi? Aynı kandan aynı candan olmalarına rağmen nasıl da körelmiş beyinler, herkesin gözü kör mü? Kimsede mi vicdan yok? Bitmeyecek mi bu acı, daha ne kadar sürecek, asırlardan beri çektiğimiz yetmedi mi?  Yetmedi mi ciğerimizin yanması? Onlardan ölenler biz, bizden ölenler de onlar değil mi zaten? Aşiret kavgası şu an kan davasına döndü. Burada kapanacak benim oğlum sürdürmeyecek bu vahşi katli.’’

 

Annemin feryatları resmen yüreğime işlenmişti.  Tam o sırada Cemşir abi kalk dedi ve elimden çekerek yürü dedi. Ben ne olduğunu anlamadan yürümeye başladım, kafam oldukça karışık bir durumdaydı. Bedenim daha fazla kaldıramayacaktı bu durumu. Babamın böylesine ölmesini yediremiyordum kendime. Annem ‘’Nereye götürüyorsun oğlumu?’’ diye bağırdı.  Cemşir abi cevap vermedi. Halam annemi tutu ve Cemşir abinin beni götürmesine engel olmasına izin vermedi. Ben ise donmuş bir şekilde etkisiz kalmıştım. Ne yaptığımı bilmiyordum ve oldukça şuursuzlaşmıştım. Babamın gömleği elimdeydi. Kan lekelerini gördükçe bunun nasıl bir canilik olduğunu düşünüp duruyordum. Sahi ya nasıldı babamın kokusu, nasıl gülerdi? Sesi nasıldı acaba, hiç oğlum diyememişti bana, bir kez olsun sarılamamıştı. Kalbim sıkışıyordu. Bunu ona yapanlar cezalandırılmalıydı. Evet, onları ölümün o zifiri karanlığına gömmeliydim. Tüm bunları düşünürken Cemşir abi beni arabaya bindirdi. Saat oldukça geç olmalıydı ki Derik büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Arabanın camından gökyüzüne baktım, gökyüzünde tek bir yıldız görünmüyordu. Nereye gittiğimiz hakkında tek bir fikrim yoktu. Elimdeki kanlı gömleği her gördükçe kin kusuyordum her şeye.

 

Cemşir abi konuşmaya başladı. ‘’Yarın o soysuzun işini bitireceksin Osman, şu an onun bulunduğu köye doğru gidiyoruz. Evinde öldüreceğiz onu. Sonrada seni saklayacağım, kimsenin bilmediği bir yere götürüp gizleyeceğim. Onu öldürdükten sonra ben sana bakacağım okula da gitmeyeceksin okumana da gerek yok, sen yeter ki babanın mezarında rahat uyumasına izin ver. Yarın sabaha kadar orada oluruz arkada silah var yan koltukta mavi poşetten silahı al.‘’  ‘’Tamam’’ demekle yetinmekten başka hiçbir şey yapmadım. Bugüne kadar elime silah almamıştım ve Cemşir abi öylece körüklüyordu ki nefretimi, öfkemi yenmek elimde olmayan bir şey haline gelmeye başladı. Düşünmeye devam ettim.

 

3-4 saatlik yoldan sonra babamın katilinin evinin önünde duruyordum. Cemşir abi arabadan indi. Babamın gömleği hala elimdeydi. Yarım saat sonra evini basıp o adamı öldürecektim. Ben hala şuurumu kaybetmiş vaziyetteydim, avuçlarım terlemeye başlamıştı. Ağlamaktan gözlerim zar zor görüyordu, dengemi kaybediyordum. Bir zeytin ağacının arkasına saklandık. Taş topraktan yapılmış evi seyretmeye koyulduk. Saatler hızla ilerleken kendimi  çaresiz evin  önünde buldum. Cemşir abi tetiği nasıl çekeceğimi iki defa anlattıktan sonra artık hazırdım. Yavaş yavaş ilerledim. Bahçe avlusundan girip mutfağa sızdım, kimse yoktu. İlerlemeye devam ettim. Odanın kapısını araladım ve henüz ismini bile bilmediğim, daha önce hiç görmediğim adama silahı doğrultum. Adam silahı görmenin şokuyla ‘’sen de kimsin?’’ dedi. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Dönüp gidemezdim artık. Ya da gitmeliydim yapmamalıydım.

 

Her şey büyük bir karmaşa haline dönüşmüştü. Geri dönüşü olmayan bir noktadaydım artık. Adam celladını izleyen gözlerle beni tanımaya çalışıyordu ve bir delilik yapma deyip beni ikaz ediyordu. Ben ise hala ağlıyordum ve tüm vücudum tir tir titriyordu. Diğer elimde ise hala babamın kanlı gömleği. Tam vazgeçmek üzereyken Cemşir abinin “vur şu soysuzu!” demesiyle irkildim ve elim yanlış bir manevrayla tetiğin üstüne gitti.  Kulağımın sağ tarafını artık hissetmiyordum. Adamı tam kalbinden vurmuştum ve her yer kan gölüne dönmüştü. Olanlara inanamıyordum. Tam arkamı döndüğüm esnada Cemşir abinin  ‘’koş‘’ demesiyle kendime gelmeye çalıştım. Adam yere düştüğünde perdenin arkasından iki küçük ayak gördüm. O an silahı kendi kafama dayamak istedim ama Cemşir abi kolumdan tutup beni sürükledi. Arabaya bindiğimde çoktan bayılmıştım. Uyandığımda başımda Cemşir abi vardı. Üç gün boyunca aralıksız uyumuştum. Ağır derecede travma geçiriyordum. Adam önüme düştüğünde perdenin arkasındaki iki küçük ayak gözümün önüne geliyordu. Kızının ayakları olmalıydı. Babasını nasıl öldürdüğümü görmüş ve korkudan saklanmıştı herhalde. Ben nasıl olur da böyle bir şeyi yapabildim.  Kan kokusu her aklıma geldiğinde midem bulanıyor ve boğazım yanıyordu.

 

 Acı çekiyordum. İntikam ne kadarda aciz bir şeymiş oysa dindirmiyormuş ki insanın acılarını. Ben yine babasızdım, değişen ne olmuştu ki oysa? Yine babam yoktu. O adamı öldürmekle babam geri mi gelmişti? Özlemim bitecek miydi?  Annemin söyledikleri kafama yeni yeni dank etmeye başlıyordu. Ellerim kirliydi artık. Temizlenemezdi bir daha, Allah’ın almadığı canı ben almıştım. Hem de küçük bir kıza babasının ölümünü seyrettirerek. Evet, ben tam bir caniydim. Hiçbir şeyi düşünmeden hareket etmiştim. Bir anlık öfkeyle saldırmıştım. Meğer sebep arıyormuşum. İçimdeki kinin çıkmasını bekliyormuşum. Ama boş nafile de değilmiş. Büyük bir hataya kapılıp gitmiştim ben. Birinin canını almıştım.

 

Bir hafta boyunca yataktan çıkmadım. Her şey gözümün önüne geliyordu. Vicdanım bir türlü beni rahat bırakmıyordu. Uyuduğum tüm uykularda kabuslarla uyanıyordum. Cemşir abi geldi ve ilk defa konuştum ‘’annemi getir‘’ dedim. Cemşir abi konuşmama sevindi. İyi olduğumu varsaydı. Yarın zaten gelecek dedi.

 

Ertesi sabah annemin saçlarımı okşarken buldum kendimi, başımda ağlayan annem sımsıkı sarılmıştı bana. Ben vicdan azabından kendimi bile tanıyamaz olmuştum. Ellerini tutum. Hiçbir şey söylemedim. Son bir kez sıkı sıkı sarıldım ona, annemin kokusu bir ayrıydı.  Yine güzel, yine şefkatli, her ne olursa olsun yine bağrına basan oydu beni. Ben ise tam bir şeytana dönüşmüştüm. O şeytan yüzünden bu haldeydim. Kin ve öfkeden yaratılmış bir iblisti bu olay,  yaratanı da bendim. Eğer hırslanmasaydım o kadar,  iblisi çoktan öldürmüş olacaktım. Ben büyütmeyi seçmiştim ve şimdi vicdanımla yok olmak üzereydim.

 

Annem haklıydı. Büyük bir oyundu bu ve ben kaybetmiştim. Daha fazla yaşayamayacaktım. Henüz 18 yaşında biri için evet bu çok fazla bir yüktü. Annemin gitme vakti gelmişti ve Cemşir abi annemi eve götürmek için dışarı çıktılar. Ben ise artık yaşamak istemiyordum. Salon girişine bir ip düzeneği kurarak ölmekten başka bir seçeneğimin olmayacağını düşündüm. Bu sayede belki az da olsa bu kan duracaktı en azından vicdanım artık ebedi bir uykuya dalacaktı.

 

Gülan BAKİ

Derik Anadolu Lisesi

10/B öğrencisi

 


Diğer YARIŞMALAR haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.