İRADE’den
Geçtiğimiz ay dosya konusu yaptığımız 20. Yüzyılın Müslüman Öncüleri içerisinde, istediğimiz halde bazı öncü şahsiyetler yer almadı. Mesela Ali Şeriati, Fazlur Rahman, Malik bin Nebi gibi. Elbette ki adını anmadığımız ve belki de bilmediğimiz, daha birçok öncü Müslüman var. Allah cümlesine rahmet eylesin.
Beri yandan bizim de imtihanımız sürmekte. Yaptıklarımız kadar yapamadıklarımız da bu imtihanın birer parçası. Bu ay dosya konusu yaptığımız 28 Şubat sürecinde de, iyi bir sınav verdiğimiz söylenemez. Sokaklarda yürüyen birkaç tank, birkaç apoletli görüntü, zihinlerde zulüm ve işkence anılarını canlandırmaya ve insanların sinmesine yetiyor. Sadece korku değil elbet. Türkiye halkının en fazla saygı duyduğu ve itibar ettiği kurum da, ordu. Bunun üzerinde farklı analizler yapılabilir. Ama üstünde söyleyeceklerimizin sonucu değiştirme ihtimali de pek yok. Genetik kodlara işlemiş olan bir kültür karşısında, sözlerin etkisi sınırlı.
Yaşananlar ise çabucak unutulmakta. Hiç yoktan cezaevlerine düşenler, okullarından atılanlar, aşağılananlar, sürülenler, baskı altına alınanlar ve suçlananlar. Bütün bunlar imtihanımızın bir parçası şüphesiz. Ama bunların kaydının tutulmadığı bir hafıza, sadece içerisinde yaşadığımız günü itibara alan bir döküm çıkarmakta önümüze. O günler uzak ve bir daha geri gelmeyecek mevhum zamanlarmış gibi, dünyada benzerini elan yaşamakta olan birileri yokmuş ya da olmayacakmış gibi, bir akıl tutulmasına uğramaktayız.
O nedenle yaşadıklarımızı unutmamalı, anmalı ve hafızalarımızın ihanetlerine karşı dikkatli olmalıyız. Bunca acılar ve felaketler yaşamış bir milletin yaşadıklarına tanıklık edecek hemen hiçbir anlatı veya anıtın olmaması da, garip değil midir? Öyle ki bütün acılarımız bir tek heykelin gölgesinde bastırılmış gibidir. Bunu sadece Atatürk’e duyulan bir perestiş ya da zorbaca bir dayatmanın bir tezahürü olarak görmek, temeldeki sorunu da görmezlikten gelmek olur. Belki de asıl sorunu daha da derinde, acılarıyla yüzleşmekten ve onları anmaktan kaçınan bir psikolojinin bastırma mekanizmalarında aramak gerekir.
Belki de yapılması gereken şeylerden birisi ve en önemlisi, bu ülkenin en önemli meydanlarına, 1908’den itibaren (daha öncesi de var elbet bunun) başlayarak, darbeleri anımsatan anıtlar dikmek olmalıdır. Sadece bu değil elbet. Yaşanan acıları ortaya koyanmüzeler, belgeseller, filmler de olmalı. Ama bizler acılarından, fedakârlıklarından söz etmeyi, bunları ortaya dökmeyi pek de sevmeyiz. Beri yandan, darbeler karşısında, toplum olarak ciddi bir duruşumuz da olmadı. Darbeciler kadar yaptıkları da, mahkemeler kadar toplumsal vicdanımız tarafından da tam olarak mahkûm edilmiş değil. Bir süre sonrakatillerimizle barışık bir şekilde yaşamayı da becermekteyiz, her nasılsa. Belki de unutmaya ya da hatıralarımızı bastırmaya çalışmamızın asıl nedeni, biraz da budur…