Hangi alanda emek verirse versin, edebiyat, san’ât, yazı, şiir, müzik, resim, tiyatro, sinema, hangi dünya görüşüne ve siyasî – ideolojik düşünceye sahip olursa olsun, bir alanda çalışma yürüten ve ortaya eserler koyan, üreten, topluma sunan insanın, ortaya koyduğu eserler yoluyla topluma kendi dünya görüşünü, dînî ve mezhebî inancını, siyasî ve ideolojik düşüncesini propaganda etme hakkı vardır. Bu onun en tabiî hakkıdır.
Değil mi ki o çalışmayı o yapmakta, o emeği o vermekte ve o eseri o ortaya koymaktadır, öyleyse eserleriyle birlikte kendi inanç ve düşünce yapısını, hayâl ettiği dünyayı, düşlediği toplum biçimini – gizli veya açık – resmetme, empoze etme hakkı, o kişiye anasının ak sütü gibi helâldir.
Bu hakkı onun elinden alırsanız, san’âtı da edebiyatı da, düşünme ve hayâl etme gücünü de, üreticiliği ve yaratıcılığı da öldürürsünüz.
Sonuçta hiçbir kitap, sırf “Herkes kitap yazıyor, ben de yazayım bari” diye yazılmaz. Hiçbir film, “Herkes film çekiyor, ben de çekeyim bari” diye çekilmez.
Her kitap, her sinema filmi, televizyonlarda oynanan her dizi film, sahnelenen her tiyatro oyunu, bestelenen her şarkı, kaleme alınan her edebî metin, hitap ettiği kitleye belli bir inanç ve düşünceyi, bir dünya görüşünü, siyasî veya ideolojik fikri empoze etmeye çalışır.
Etmelidir.
Bu amacın oluşundan değil, bilakis olmayışından ürkülmelidir. Çünkü şayet eser böyle bir amaç taşımıyorsa, muhtevâsında böyle bir çaba ve gayret yoksa, o zaman bu ya “para kazanmak için” üretilmiştir ya da “kişisel kariyer için”.
Dolayısıyla ona “eser” bile denemez. “Meta”dır çünkü, o.
Velâkin şairler, yazarlar, sanatçılar, ressamlar, müzisyenler ve sinema yapımcıları için bir “hak” olarak gördüğümüz bu özgürlüğü, çizgi film yapımcıları için de düşünebilir miyiz? Onların da aynı serbestiyet içinde hareket etmeleri gerektiğini ileri sürebilir miyiz?
Elbette ki hayır!... Nedeni ise gayet basit: Çünkü çizgi filmlerin hedef kitlesi, henüz büluğ çağına ermemiş olan çocuklardır.
Henüz 2 yaşından itibaren çizgi filmlere aşinâ olan, çizgi film kahramanlarını severek o körpecik yüreğinde kendine özgü saf ve temiz bir dünya kuran çocuklara bu yolla belli bir siyasî – ideolojik propaganda yapmak, çeşitli sembolleri onların – sunulan herşeyi almaya hazır – zihinlerine şırınga etmek, ahlakî bir davranış değildir ve bunun “hak ve hürriyeti” de savunulamaz!
Televizyon ekrânlarından hepimizin tanıdığı, çocuklarımızın severek ve hayranlıkla takip ettiği çizgi filmlerde, bu en temel ahlakî ilkeye riâyet edildiğini söyleyebilmek, ne yazık ki mümkün değil. Çoğumuz farkında değiliz ama, günümüz çizgi filmlerinin pekçoğunda çeşitli semboller yoluyla ve çizgi film kahramanının yetenek ve özellikleri üzerinden, küçük çocuklara siyasî – ideolojik propaganda yapılmakta, hatta ahlaksızlık propaganda edilmektedir.
Yani çizgi filmler, çoğumuzun sandığının aksine, o kadar da “mâsum” değil...
Biz bu çalışmamızda, çizgi film kahramanları üzerinden ve çizgi filmlerdeki çeşitli semboller kullanılarak küçük çocuklarımızın bilinçaltına nelerin şırınga edildiğini anlat(maya çalış)acağız.
Gayret bizden, tevfik Cenab-ı Allâh’tandır.
► Kapitalizm Propagandası Yapan Çizgi Kahraman: RİCHİE RİCH
İlk çizgi kahramanımız, çocuklara Kapitalizm propagandası yapan Richie Rich.
“Rich”, İngilizce’de “zengin” demek.
Adından da anlaşıldığı gibi Richie Rich, oldukça zengindir. Helikopteri, profesörü, uşağı, herşeyi var. Paraya adetâ tapar. Egoisttir. Dolar’ın üstüne kendi resmini koyduracak kadar kibirli, kendini beğenmiş, köpeğinin adını “Dolar” koyacak kadar da küstahtır. Paranın kulu, zenginlik budalası bir tiptir.
Alfred Harvey’in yarattığı çizgi karakter Richie Rich, gerçek anlamda bir Kapitalizm tasviridir. Zenginlik, “Savarosky” taşlar, havada uçan pırlantalar... Fantastik zengin ailenin tek çocuğu ve dünyanın en zengin çocuğu.
Ayarttığı fâkir kız, hepsi de tam anlamıyla bir burjuvazi pazarlaması ve özendirmesidir.
Richie Rich çizgi filmini izleyerek büyüyen çocuklar, zengin olma heveslisi olarak büyürler. Çocuklar, paraya tapan kişiliksiz bireyler haline dönüşürler.
► Komünizm Propagandası Yapan Çizgi Kahramanlar: THE SMURFS (ŞİRİNLER)
“Peyo” lakaplı Belçikalı karikatürist Pierre Culliford’un eseri olan “Şirinler”, 1958 tarihinde üretildi ve 1981 yılından itibaren televizyonlarda gösterilmeye başlandı. Bütün dünyada büyük ilgi gördü, çocuklar tarafından çok sevildi.
Şirinler’in yaratıcısı Peyo, tam bir Sovyet hayranı ve komünist bir karikatüristti. Çizgi filmi Şirinler’de de çocuklara bol bol Komünizm propagandası yapmış, Şirinler’deki sosyalist – komünist mesaj ve sembolller, imajlar, yıllarca çeşitli platformlarda tartışma konusu olmuştur.
“The Smurfs” (Şirinler) adlı çizgi filme sıradan, çocuklar için hazırlanmış herhangi bir çizgi film gözüyle bakmak mümkün değil. Şirinler’in ne kadar “şirin” olduklarına bakalım şimdi:
Çizgi filmin İngilizce adı olan “Smurfs”, aslında “Socialist Mens Under Red Father” (Kızıl Baba’nın Yönetimi Altındaki Sosyalist Adamlar) ifadesinin başharfleridir. Buradaki “Kızıl Baba”dan kasıt, başında kızıl şapka olan Şirin Baba, “Sosyalist Adamlar”dan kasıt da tabiî ki mavi kıyafetli Şirinler’dir.
“Şirinler” çizgi fiminin şarkısı da, “Sosyalist Enternasyonal” marşının ritmiyle tıpatıp aynıdır.
Şirinler’in lideri Şirin Baba, tıpkı Sosyalizm – Komünizm’in kurucusu Karl Marx’a benzetilerek çizilmiştir. Sakal aynı sakaldır. Karakterleri, kişilikleri de benzerdir. Şirin Baba’nın başındaki kırmızı şapka ise, Komünizm’in ideolojik rengidir.
Şirin Baba’ya (Karl Marx) öykünüp, onun gibi olmaya çalışıp bilgiçlik taslayan ve hep “eksik bilgi” ile hareket edip sürekli kendini gülünç duruma düşüren Bilgin Şirin ise aslında, evet bildiniz, Lev Troçki’dir. Simâsı, tipi aynıdır. Karakterleri, kişilikleri benzerdir. Bilgin Şirin’in yuvarlak gözlükleri bile Troçki’nin gözlükleridir. Şirinköy’de Şirin Baba’nın bilgisine en çok yaklaşan kişi Bilgin Şirin’dir ve o da bir düşünürdür. Fakat “eksik bilgi”yle hareket ettiği için bir türlü pozitif sonuca ulaşamaz. Sık sık diğer “şirinler” tarafından alay konusu olur, dışlanır ve hatta düşüncelerinden dolayı Köy Komünü’nden kovulur. Hatırlatalım:Troçki de SSCB’den kovulmuştu.
Hepsi de aynı tip ve renk elbise giyen Şirinler’in bu mavi rengi, genel bir iş elbisesidir ve ayırt edici şapkaları ve mavi derileriyle, Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nde,Mao Zedung Komünü’ndeki “Mao kıyafetleri”ni anımsatırlar.
Şirinler’in yaşadığı “Şirinköy”, Komünizm’in gerçekleştirmek istediği ve “tam eşitlik” fikrine dayanan ideal “komünist toplum”dan başka birşey değildir aslında. Tüm şirinlerin komünal ve işçi – köylü bir yaşam sürmeleri, herşeyin elbirliği ile yapılışı, herkesin yeteneğine göre bir görevi oluşu ve hiç para kullanmayışları bunu çıplak bir biçimde ortaya koyuyor. Farklı mesleklerine rağmen Şirinler tamamen eşittirler. Bunun için, “çiftçi, becerikli, aşçı” gibi kesin meslekleri ve “tembel, öfkeli, sakar” gibi özellikleri olan Şirinler, bütün bu ayırtedici yönlerine rağmen çalışmalarından ve yeteneklerinden dolayı birbirlerinden üstün kabul edilmezler. Şirinler’de “para” diye bir kavramın olmaması, para biriminin bulunmayışı (Anti – Kapitalizm), köyde herhangi bir ibadethane bulunmaması, tamamen dînsiz bir hayat sürmeleri(Ateizm), iş bölümü ve yardımlaşma ile köyün gelirleri ve giderlerinin köy içinde yaşayanlara eşit şekilde pay edilmesi (Sosyalizm), ayrıca herkesin yeteneği ve becerisi olduğu işi yapması, ihtiyaç olan kadar üretilip ihtiyaç olan kadar tüketilmesi (Komünizm), aile ve evlilik kurumunun olmayışı, köyde sadece bir kızın (Şirine) oluşu ve herkesin aynı kızla ilişkiye girmeye çalışması(Feminizm), Şirinler arasında en sevimli olarak çizilen ve çocuklara sempatik gösterilmeye çalışılan şirinin, şapkasına çiçek takan, erkek olmasına rağmen karakteri kız gibi olan Şair Şirin oluşu (Eşcinsellik)...
Ekonomik olarak “Şirinköy”, kapalı piyasaya dayanır. Para diye birşey yoktur ve bütün servet halka aittir, yani “kamusallaştırılmıştır”, kamunun malıdır. Herkes eşit olarak hem işçi hem mal sahibidir. Şirinler serbest piyasa ekonomisi fikrini, tüm açgözlülüğü ve adaletsizliğiyle reddederler. Toplum bireylerden daha önemlidir. Çoğunluk onu oluşturan bazı parçalardan daha önemlidir. Şirinköy’de sermayenin büyük bir dilimi ya da üretimden sağlanan servetin gittiği tek yer vardır: Baraj (Devlet hazinesi)...
Şirinler’in hepsi yêkdiğerine aynı lakapla hitap eder: “Bilgiç Şirin”, “Becerikli Şirin”, “Şakacı Şirin”, “Tembel Şirin” gibi. Bu durum, birine hitap ederken “Sayın, Beyefendi” gibi seçkin ünvânlar yerine “Yoldaş” kelimesini kullanan sosyalist sınıfları hatırlatır.
Marksist bir toplum olan Şirinler, bu sevimli mavi “yaratıklar”, ateisttirler. Dîn ve Tanrı inançları yoktur. Şirinköy’de hiçbir ibadethane yoktur; herhangi bir dînî ritüele de rastlanmaz. Sadece “doğanın ve fiziğin gerçek güçleri” vardır.
İşin garabeti de şudur ki, Şirinler ve Şirinköy tamamen ateist – materyalist özelliklerle çizilmişken, Şirinler’in baş düşmanı olan Gargamel’in baştan aşağı dînî motiflerle çizilmesi ve giydiği kıyafetin de resmen “papaz kıyafeti”, daha doğrusu “keşiş kıyafeti” olmasıdır.
Şeytanî büyücü Gargamel, Kapitalizm’i temsil etmektedir. Kapitalizm’de var olan bütün kötü şeyler onda vücûd bulur. Aç gözlüdür, merhametsizdir ve tek endişesi kendi memnuniyetidir. Ne olursa olsun, kendisi yaşadığı çevreden daha önemlidir.
Gargamel’in amacı, Şirinler’i ele geçirerek onları “altın”a çevirmektir. Altın, emperyalist ABD devletini ayakta tutan “Yahudî sermayesi”ni sembolize etmektedir. Bilindiği üzere dünyadaki “altın ve elmas ticareti”, Yahudîler’in elindedir.
Gargamel siyonist bir Yahudî tiplemesidir ve zaten ismi (Gargamel) de İbranîce’dir. Çizgi filmde Amerikan emperyalizmini sembolize etmektedir.
Şirinler “sosyalist toplum”u, Şirinköy SSCB’yi, Gargamel ABD’yi temsil ederken, Gargamel’in kedisi Azman da ABD’nin küçük uşağı ve suç ortağı siyonist İsrail’i sembolize etmektedir.
Gargamel’in kedisinin – her ne kadar çizgi filmin Türkçe versiyonunda ismi “Azman” olarak zikrediliyorsa da – çizgi filmin orijinal halinde ismi Asrael’dir. Sizlerin de bildiği üzere, bazı çizgi filmlerin Türkçe çevirilerinde ve Türkiye versiyonlarında bazı karakterlerin isimleri değiştirilmiştir. Örneğin Popeye’nin “Temel Reis”, Lucky Luke’un “Red Kid” yapılması gibi. Şirinler çizgi flmindeki Gargamel’in kedisi Asrael’in adı da Türkçe versiyonlarında “Azman” yapılmıştır. “Asrael = Israel”; dikkat ederseniz, sadece başharfi değişiktir.
Gargamel emperyalist Amerika’dır, kedisi Asrael (Azman) ise onun küçük uşağı ve suç ortağı siyonist İsrail. “Yakalayacağım, bir gün mutlaka yakalayacağım” sözüyle yürüyen Gargamel, sosyalist ülkeleri ele geçirmek isteyen ABD emperyalizminin küresel hayâlini kelimelere döker.
“Şirinler” çizgi filmi, “Komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle bazı ülkelerde yasaklanmıştır.
1980’li yılların sonlarına doğru “Smurfs” (Şirinler) çizgi filmine yeni karakterler eklenmiştir. Farklı renkte, elbisede ve görünüşte olan “Smurflings” gibi. 80’li yıllardan itibaren çizgi filme ve öyküye dahil olan bu yeni karakterler, tesadüfî değildir. Yeni giren bu karakterler, Şirinköy’ün (Sovyetler) ütopik armonisine zorla girmeye çalışan Batılı dâvetsiz misafirleri temsil ederler. Mihail Gorbaçov’un “Glasnost” ve “Perestroika” reformlarının Sovyetler Birliği’nin çöküşünü haber vermesini anlatmaktadır.
► Nazi Propagandası Yapan Çizgi Kahraman: HE – MAN
1983 – 85 arası ve tam 130 bölüm çekilen “He – Man” adlı çizgi filmin hedef kitlesi daha çok “erkek çocukları”dır ve çizgi filmdeki çeşitli sembol ve imgeler yoluyla küçük çocuklara Nazi (Faşizm) propagandası yapar.
“Action” türü ve şiddet eğilimli bir çizgi film olan“He – Man”, ideolojik görüşlerin çizgi film halinde yansıtılmasının çarpıcı bir örneğidir. Bu çizgi filmin ana karakteri uzun boylu, sarışın ve isminden de anlaşılacağı üzere fazlasıyla ataerkil (maskulin) biri olan He – Man’dir.
He – Man, Eternia prensi Adam’ın süper kahraman olan “alter egosu”dur. Grayskull Castle (Gölgeler Şatosu)’ın gizli güçleri, Adam’ın kılıcı ile ilişkilidir. Kılıcını havaya kaldırıp“By the power of Grayskull, I have the power” der ve çok güçlü bir süper kahramana dönüşür. Bu söz serinin Türkçe versiyonlarında “Gölgelerin gücü adına, güç bende artık”olarak çevrilmiştir. Yanından ayrılmayan yol arkadaşı korkak kaplan “Cringer” (Titrek) bu sihirli söz ve kılıç sayesinde “Battlecat” (Atılgan) olur.
Tip ve görünüş olarak tam bir “Alman ırkı” şeklinde çizilen He – Man karakterinin üniformasının tam ortasında “The Grand Cross of the Iron Cross” (= Demir Haç’ın Büyük Haç’ı)bulunmaktadır. Bu nişan, II. Dünya Savaşı (1939 – 45)’ndan eğer Almanya başarılı olarak çıksaydı, savaştaki en başarılı Alman generaline takdim edilecek olan nişandı.
He – Man bütün gücünü yıldırımdan alır. He – Man’in belindeki kemerin üzerinde yıldırım şeklinde SS harfleri bulunuyor. Bu hemNazi Yıldırım Savaşı prensiplerine, hem de Nazi sembolü olan ve kısaca SS olarak bilinen Schutzstaffel (= Nazi askerlerinin koruma zırhı)’ı sembolize etmektedir.
Çizgi kahraman He – Man, savaş esnasında zırhlarla çevrili yeşil bir kaplanın üzerine biner.“Kaplan” (Tiger), Almanlar’ın savaş sırasında kullanmış oldukları, iki tür yeşil renkli ve ağır zırhlı“Tiger I” ve “Tiger II” tanklarının adıdır.
He – Man’in en büyük amacı, tek düşmanı olanSkeletor (İskeletor)’u alt etmektir. Skeletor, isminden de anlaşılabileceği üzere tamamen kafatası ve kemiklerden oluşan bir kötü karakterdir. Bu karakter Yılan Dağı’nın tepesinde karanlık bir kalede yer almaktadır. Peki, neden“Yılan Dağı”? Şimdi dikkat: Gerek Yahudî Kabala Öğretisi’nin ve gerekse bir Siyonizm örgütlenmesi olan “The Protocols of the Elders of Zion” (Siyon Liderlerinin Protokolleri)’un sembolü, sarmal bir biçimde bulunan yılandır.
Çizgi kahramanın isminin “Eril Adam” anlamına gelen “He – Man” olması da, Nazizm’deki kadın düşmanlığını ve “erkek egemen” bir dünyaya duyulan özlemi ifşâ etmektedir.
► Emperyalizm Propagandası Yapan Çizgi Kahraman: SUPERMAN (SÜPERMEN)
“Gökte Tanrı, yerde Amerika”...
“Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya, Amerika’nın hakkı Amerika’ya”...
“Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi: ABD”...
Bunlar Amerikan emperyalizminin en sevdiği sloganlardır. İşte emperyalist ABD’nin kendisine“tanrısal bir misyon” yükleyen duygularını tatmin eden yapımlar, sinema filmi alanında Sylvester Stallone’un canlandırdığı “Rambo” karakteri, çizgi film alanında da her ikisi de Los Angelesli olan Jerome Siegel ve Joseph Shuster’in yarattığı “Süpermen” karakteridir.
Amerikan ikonu olan “çağdaş dünyanın yeni model evliyâsı” Süpermen, tamamıyla“Amerika’nın yıkılamayacağı” tezini işleyen bir çizgi filmdir. Çizgi karakter Süpermen, aslındaAmerika’dır. Kıyafetinden özelliklerine, kendisine biçilen misyona kadar her yönüyle apaçık bir şekilde belli oluyor bu.
O, Amerika’dır. Öyle adi, ufak tefek mes’elelerle uğraşmaz; tüm insanlığı ilgilendiren sorunlarla boğuşur ve ayrıca, her maceranın sonunda mutlaka o sorunların üstesinden gelir.Sonuç; dünya kurtulur!...
ABD dünyayı kurtarır!... Tıpkı Irak’ta, Vietnam’da, Afganistan’da, Kore’de, Lübnan’da ve şimdi de Libya’da, Suriye’de kurtardığı (!) gibi.
Süpermen, ABD’de 1929 yılı ekonomik ve siyasî bunalımı sonrasında, 1933 yılında ortaya çıktı.Bunalımın sonucu insanlar, “Süpermen” sayesinde, kötü haberlere, iflaslara, intiharlara, işsizliklere ve yoksulluğa rağmen düzenin belli bir çıkış yolu bulacağına dair inancını yitirmemiştir. Toplum bütünüyle bunalımdan etkilenmiştir ve işçi sınıfı kadar burjuvazi de mağdur durumdadır. Bunalım toplum içi sebeplerle ortaya çıkmadığı için sistemin kendi içinde çökebileceği endişesini getirmemiştir. Bu yüzden yeni düzenlerin kurulması yerine sorunlarla başa çıkabilecek kurtarıcılara ihtiyaç duyulmuştur.
Süpermen II. Dünya Savaşı (1939 – 45)’nda ABD Silâhlı Kuvvetleri’nin yanında yer almış ve belli bir cepheyi paylaşmıştır. 1960 yılında eski sömürgelerin çoğunun bağımsızlığına kavuşması ve Birleşmiş Milletler (BM)’in önem kazanmasıyla birlikte, 1962 yılında itibaren Süpermen BM üyesi bütün ülkelerin “fahrî yurttaşı” olmuş, özel bir belgeyle bu ülkelere pasaportsuz girip çıkma ve kötülerle savaşma hakkını elde etmiştir.
Süpermen, sıradan bireyi şiddete / düzene ortak edebilmek için “kahramanlık” anlayışının herkes tarafından benimsenmesini ve yaygınlaşmasını sağlıyor. Toplumdaki bütün kişileri serüvene katabilmek için Süpermen gündelik yaşamında kimliğini saklayacak, sıradan vatandaşın özelliklerini alacaktır. Süpermen gündelik yaşamında Clark Kentolarak gözlüklü, sıkılgan, mahcup, sakar, sıradan bir gazete muhabiridir. Düzeni tehdit eden tehlikeler karşısında süper hızla “gazeteci” kimliğinden sıyrılarak “süpermen”liğe soyunur.Süpermen karakterinin çizgi filmde bu şekilde işlenmesinin sebebi, sıradan bir ABD vatandaşının bile resmî ideolojiye katılmasıdır ve dolayısıyla, ABD devleti eliyle teşvik edilen “diğer ülkelere (Rusya, Çin, İran, Suriye, Venezuela, Küba) ve tehlikelere (Sosyalizm, İslam) karşı ŞİDDET’e kazanılması mümkün olacaktır. Eğer “Dünya” (siz bunu “Amerika” olarak okuyun; çünkü Beyaz Adam ikisini de aynı anlamda kullanmaktadır), dışarıdan herhangi bir “Tehlike” (siz bunu “Sosyalizm” veya “İslam” olarak okuyun!) altında olursa, bazı “Kötü Güçler” (siz bunu “Rusya”, “Çin”, “İran”, “Suriye”, “Venezuela” ya da “Küba” olarak okuyun!) “Dünya”yı ele geçirip “Dünyalılara” kötülük yapmaya kalkışırlarsa, sıradan herhangi bir vatandaş bile bu “Tehlike”ye ve “Kötü Güçler”e karşı harekete geçmeli, seferber olmalıdır. Çünkü sıradan, sakar bir gazeteci olan Clark Kent’in “Süpermen”e dönüşmesinde görüldüğü gibi, sıradan bir vatandaş bile çok şeyler yapabilir.
Toplum içi çekişmeler ve sınıf çatışmalarının yerini bloklararası çatışmaların almasıyla Süpermen’in karşıtları buna göre belirlenir. NATO’nun “düşman rengi” (eskiden Kızıl, şimdi Yeşil) ne ise, Süpermen’in düşmanları da onlar olur. Çünkü dediğimiz gibi, Süpermen aslında ABD’nin kendisidir.
Çizgi filmde Süpermen’in düşmanı Lex Luthor’un saçsız başı ve tombul yüzüyle tip olarakMussolini’ye benzemesi ilginçtir. Süpermen’in diğer bir düşmanı olan Solo Morosso da tipik birRus’tur.
► İran İslam Devrimi’nden “Elçilik Baskını” Tokadı Yiyen ve Dünyaya Rezil Olan ABD’nin Bu Mahcubiyetini Perdeleyen Çizgi Kahraman: SPİDERMAN (ÖRÜMCEK ADAM)
4 Kasım 1979; Tahran... İran takvimine göre, 13 Âbân 1358...
11 Şubat 1979’da gerçekleşen İslam Devrimi’nin üzerinden sadece 9 ay geçmiş. O gün, 20. yüzyıl tarihinin en ilginç olaylarından biri yaşanıyor Tahran’da.
Tahran’daki ABD Büyükelçiliği hâlâ çalışıyor. Çalışıyor çalışmasına ama, “casus yuvası” gibi... Bunun bilincinde olan İranlı genç devrimci öğrenciler, Eylül ayından başlayarak elçilik binasını gizli gizli takip ediyorlar. Kimler giriyor, kimler çıkıyor, kaçta açılıp kapanıyor, hangi saatlerde kapısının önünde ve bahçesinde ne tür hareketlilikler yaşanıyor; bütün bunların hepsi takip ediliyor.
Tamamen öğrencilerin ve gençlerin düşünüp yaptıkları bir iş bu. Henüz 7 ay önce kurulmuş olan İslam Cumhuriyeti devletinin de haberi yok olan bitenlerden.
Baskına birkaç gün kala, kendilerini “İmâm Humeynî’nin Yolundaki Öğrenciler” olarak adlandıran bu devrimci gençlerin elçilik binasını takipleri daha bir yoğunlaşıyor. Beş kişilik bir öğrenci grubu, ABD Elçiliği’ni gören ayrı ayrı binaların çatılarına yerleştiriliyor. Elçilik korumalarının görev yerleri ve zamanları, en ince ayrıntısına kadar öğrenilmiş artık. Bir yandan da bina hakkında bilgiler toplanıyor.
O unutulmaz 4 Kasım 1979 günü, sabah saat 06:30’da elçiliğe yakın bir yerde toplanıyor öğrenciler. Çok erken bir vakitte hazır oluyorlar. Elçilik henüz açılmamış bile.
Bir buçuk – iki saate yakın bir bekleyişten sonra, elçilik açılıyor. ABD’li elçilik görevlileri ve çalışanları, binaya giriyorlar.
Derken, saat 09:00’a doğru, bütün dünyayı ayağa kaldıracak o muhteşem eylem başlıyor: Genç bir kız öğrenci, elindeki metal kesici ile büyükelçilik etrafındaki zincirleri kırmaya başlıyor. Elçilik korumalarının daha “Bu çarşaflı bayan ne yapıyor orda?” demesine kalmadan, baskın başlıyor... Kızlı – erkekli yüzlerce genç öğrenci “Allâh-û Ekber” nidâlarıyla dalıyorlar elçilik binasına...
ABD Elçiliği’ndeki toplam 66 kişiyi esir alan eylemciler, içerideki bütün belgelere ve evraklara el koyuyor. Belgelerde neler yok ki neler?!.. Öğrenciler, ABD emperyalizminin İran’da çevirdiği tüm dolapları, yaptığı tüm casusluk faaliyetlerini, içeride hangi hainlerle işbirliği içinde olduğunu, bütün bunların hepsini ifşâ ediyorlar...
Özgürlük ve bağımsızlık için Şâhlık rejimine ve ABD emperyalizmine karşı sadece son 16 yıl içinde milyonlarca ferdini kurban veren şehîdperver İran halkı ABD’ye ardı ardına tokat vuruyordu fakat, bu tokatların en esaslısını ve en anlamlısını, kızlı – erkekli genç öğrenciler atıyorlardı...
Öğrenciler, ABD Elçiliği’ndeki 66 kişiyi esir alıyorlar ve içeride rehin tutuyorlar. İran polisi ve askeri bile giremiyor içeri. Esirleri ne kendi devletlerine, ne de başka bir devlete teslim ediyorlar.
Dünya, bu olayı konuşuyor... Diplomatlar günlerce içeride rehin tutuluyor. Öğrenciler ise, elçilik binasının pencerelerinden ve balkonlarından “Allâh-û Ekber”, “Merg ber Emrika” (Amerika’ya Ölüm) sloganları atıyorlar...
Toplam 66 kişiyi rehin alan aktivist öğrenciler, eylemin 11. gününde bu 66 rehineden 14’ünü serbest bırakıyorlar.
Şimdi, eylemi gerçekleştiren bu gençlerin nasıl bir siyasî bilince ve evrensel duyarlılığa sahip olduklarına dikkatli bir şekilde bakalım:
Rehin alınan 66 kişinin tamamı ABD’li. Daha sonra 14 kişi serbest bırakılıyor. Serbest bırakılan 14 kişiden 13’ü “kadın”, 1’i ise erkek ama “siyâhî”; yani Afro – Amerikan... Rehin tutmaya devam ettikleri geri kalan 52 kişinin tamamı ise “erkek” ve “beyaz”...
Öğrenciler, bilinçli bir şekilde ortaya koydukları bu davranışlarıyla dünyaya iki mesaj vermek istemişlerdi. Bu mesajlarını da basın organlarına şöyle anlatıyorlardı öğrenciler:
1 – İslam’ın kadına verdiği değerin büyüklüğü; İslam hukukunda savaş halinde bile kadınlara eziyet edilmeyeceği,
2 – İmâm Humeynî’nin yolundan giden Müslümanlar’ın ezilen halklara destek verdiği ve Beyaz Adam’ın zûlmü altındaki milletlerle dayanışma halinde olduğu, ABD’deki siyahîleri de Asya ve Afrika halklarıyla kardeş gördükleri.
Evet... Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovalıyor, ama İranlı öğrenciler ABD’li diplomatları serbest bırakmıyorlardı.
Düşünün... Tahran’da bir bina ve o binanın içinde aylarca bekleyen, içeride diplomatları aylarca rehin tutan öğrenciler...
Aylar geçtikten sonra, çaresizlik içindeki ve dünyaya rezil rüsvâ olmuş olan ABD devleti, Tahran’daki elçilik binasında rehin tutulan diplomatlarını kurtarmak için askerî bir operasyon düzenliyor. 24 Nisan 1980 tarihinde, yani elçilik işgalinden 5 buçuk ay sonra “Kartal Pençesi Operasyonu” adı verilen operasyonda, ABD’ye ait bir grup C – 130 askerî nakliye uçağı ve 8 adet RH – 53 helikopteri, (Pakistan veya Afganistan tarafından gelerek) İran’ın doğusuna iniyorlar...
Fakat İran’ın, kendi topraklarında yabancı bir askerî gücün gerçekleştirdiği bu operasyona karşı kılını bile kıpırdatmasına gerek yok! Niye mi? Bakın ondan sonra ne oluyor:
İki helikopter kum fırtınası nedeniyle arızalanırken, üçüncü bir helikopter de iniş sırasında hasar alıyor. Helikopterlerden biri de C – 130 uçaklarından biriyle çarpışıyor. Kaza sonucunda 8 Amerikalı deniz piyadesi ölüyor, çok sayıda Amerikan askeri de yaralanıyor. Operasyon böylece iptal ediliyor ve başarısız bir şekilde arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar. Kendi kendilerine geliyorlar, kendi kendileriyle çarpışıyorlar, kendi kendilerini öldürüyorlar ve kendi kendilerine geri dönüyorlar.
Temmuz 1980’de, elçilik binasında 8 aydır rehin tutulan Amerikalı diplomatlardan biri daha serbest kalıyor. MS (Multiple Sclerosis) hastalığı teşhisi konulan bu Amerikalı, sağlık sorunları nedeniyle serbest bırakılıyor. Geriye kalıyor, 51 rehine...
Ekim 1980’de, yani elçilik işgali üzerinden bir yıl geçtikten sonra (6 gün sonra tam 1 yıl olacak) ve İran – Irak Savaşı’nın başlaması üzerinden bir ay geçtikten sonra, ABD rehineleri kurtarmak için ikinci bir askerî operasyona hazırlanıyor. Fakat ilk seferki acemilik ve düştüğü komik durum, tedbir almaya yöneltmiş Sam Amca’yı... Bu seferki operasyonu yapacak olan birlikler, uzun bir zamandır sırf bu operasyon için özel olarak eğitilip yetiştirilmiş. Ve operasyonda kullanılacak olan YMC – 130 H Herkül tipi uçak, sırf bu eylem için özel olarak dizayn edilip hazırlanmış... Bu sefer herşey tamam yani! Operasyon tereyağından Sylvester Stallone çeker gibi kolay olacak, anlayacağınız...
Bu operasyonu gerçekleştirip rehineleri kurtaracak olan YMC – 130 H Herkül askerî uçağı, operasyon öncesi günlerde Amerika’da ardı ardına tatbikatlar yapıyor. 29 Ekim 1980 günkü tatbikatta ise, o da kendi kendine kaza yapıp düşüyor. Böylece ikinci operasyon, daha yapılmadan iptal ediliyor.
Öğrencilerin 4 Kasım 1979’da başlattıkları bu eylem, İran devletinin ve diğer arabulucu devletlerin öğrencilerle yaptıkları görüşmeler ve pazarlıklar sonucu, 20 Ocak 1981 günü sona erdiriliyor... Rehineler serbest bırakılıyor ve ülkelerine gönderiliyor...
Amerikalı diplomatlar, 4 Kasım 1979 – 20 Ocak 1981 arası, yani 1 yıl 2 ay, yani tam 444 gün öğrencilerin elinde rehin kalıyorlar. Bir elçilik binasının içinde...
İran devleti, bu öğrencilerle gurur duyuyor. Öğrenciler, yaptıkları bu muhteşem eylem dolayısıyla onurlandırılıyorlar.
4 Kasım 1979’da Tahran’daki ABD Elçiliği’ni basıp casusluk faaliyetleri yapan Amerikalı diplomatları rehin alan öğrencilerin bu ilginç ve dünyayı ayağa kaldıran eylemini“ölümsüzleştirmek” isteyen İran İslam Cumhuriyeti devleti, 4 Kasım (13 Âbân) gününü“resmî bayram” ilân ediyor.
Tam 444 gün (1 yıl 2 ay) bir binanın içine girip esirleri kurtaramayan, bütün dünya çapında diplomatk girişimler başlatmasına ve bununla da yetinmeyip ardı ardına askerî tatbikatlar yapmasına rağmen elçilik binasının içine giremeyen ABD, dünyaya rezil olmuştu.
Düşünün, o “Süper Güç” denilen, o “Gökte Tanrı Yerde Amerika” dedikleri, “dünyanın efendisi” (!) koskoca ABD devleti, 1 yıl 2 ay boyunca bir binanın içine girememişti...
Dünyaya rezil olan ve “karizması çizilen” Amerika, bu mahcubiyetini bir şekilde perdeleme ihtiyacı duyuyordu. İşte tam da bu noktada çizgi kahraman “Spiderman” (Örümcek Adam) devreye giriyordu.
Kim demiş “Amerika bir binaya giremedi” diye? Canım; siz gerçek hayata ne bakıyorsunuz? Gerçek hayat yalanlarla ve spekülasyonlarla dolu. Siz iyisi mi ekrânlarınızın başından ayrılmayın!
İşte bakın, kostümü ve kıyafeti “ABD bayrağı” olan Spiderman (Örümcek Adam), ne kadar bina varsa hepsine tırmanıyor. Koca koca gökdelenlere bile örümcek gibi rahatlıkla tırmanıyor bu “ABD bayrağı kostümlü” çizgi kahraman... Binalara tırmanırken herhangi bir alet veya araç da kullanmıyor üstelik. Elleriyle tırmalayarak tırmanıyor bütün binalara...
Aslında ilk olarak 1962 yılında Stan Lee veSteve Ditko tarafından yaratılan bir çizgi karakter olan Spiderman, İran İslam Devrimi’nin gerçekleştiği 1979 yılından itibaren yayınlanan tüm serilerinde “en büyük düşmanı” olan “Yeşil Cin” ile savaşır. Çizgi filmdeki ana karakterlerden biri olan “baş düşman Yeşil Cin”, İran’daki İslam İnqılâbı’ndan sonra doğmuştur. Enteresan bir şekilde Cin, bir dînî motif ya da varlıktır. Yeşil renk ise İslam’ı sembolize eder. Böylece Spiderman’in New York’u (yani Amerika’yı) kimden korumaya çalıştığı aşikârdır.
Buna paralel olarak Spiderman’in üniforması ABD bayrağının renklerinden oluşmaktadır.
Spiderman (Örümcek Adam) çizgi filmi, içinde sembolik olarak işlenen “İslam düşmanlığı” ve “İran karşıtlığı” yüzünden İran’da yasaklanmıştır.
► Devrimci Bir Çizgi Kahraman: TENTEN
Belçikalı yazar ve çizer, kısaca “Hergé” adıyla bilinen Georges Prosper Remi tarafından 1929 yılında yaratılan çizgi kahraman olan Tenten`in bütün öykülerinde ideolojik vurgular ön plandadır. Çizgi karakter Tenten, ilk çıkışından son macerasına kadar yaratıcısı olan Hergé’in yaşadığı siyasal ve sosyal etkilerin izlerini taşır.
Hergé 1927 yılında “Le Vingtième Siècle” (Yirminci Yüzyıl)isimli gazetenin “çocuk eki” olan “Le Petit Vingtième” (Yirminci Çocuk)’de çizer olarak çalışmaya başlar. Derginin başında Katolik rahip Norbert Wallez bulunmaktadır. İlk Tenten kitabı olan “Tenten Sovyetler’de” macerası, çizere çalışmakta olduğu dergi yönetimi tarafından sipariş edilmiş ve “SSCB karşıtı” olması istenmiştir.Bu önyargılı bakışa rağmen işe koyulan Hergé, o sırada Avrupa’da pek bilinmeyen bir ülke olanSovyetler Birliği için elindeki sınırlı kaynakları kullandı. Başlıca kaynak olarak 1928 yılında Belçika’nın Moskova Elçisi olan Joseph Douillet tarafından yazılan “Moscou Sans Voiles” (Gizemin Ardındaki Moskova) eserinden faydalanır. Ancak bu eser komünist sistemin açlık, yoksulluk ve terörden başka birşey getirmediğine dair yüzeysel ve yanlı bir eserdir. Bu eserin izleri macerada hissedilmektedir.
Hergé ikinci Tenten macerasının O’nu çok etkileyen ABD’de geçmesini ister. Ancak patronu Wallez karşı çıkar. Onun yerine, o dönemde Belçika sömürgesi olan Kongo ile ilgili bir macera çizmesini ister. Koloni o dönemde beyaz Belçikalı işçilere gereksinim duymaktadır. “Tenten Kongo’da” macerası, o dönemdeki baskın sömürgeciliğin izlerini taşır. Hergé daha sonra verdiği röportajda Kongo hakkında o dönemde hiçbir bilgiye sahip olmadığını itiraf edecektir. Maceranın 1946 yılındaki renkli yeniden basımı sırasında, kitaptaki Afrika halkını aşağılayıcı unsurlar ve ırkçılıkla eleştirilen vurgular değiştirilecektir.
Bir sonraki macera için Hergé, kahramanı Tenten’i ABD’ye göndermeyi başarır. 1932 yılında basılan macera, önceki maceralar gibi bilgi eksiklikleriyle dolu olsa da kitaptaki hâkim hava değişmiştir. Bu bölümden itibaren Tenten, egemen güçlerin arzu ettiği bir karakter değil, bilâkis onların saltanatına ve zûlümlerine karşı çıkan devrimci bir karakterdir. Eserde yazar ABD’deki Kızılderili yerli kabilelerin, siyâhların ve mavi yakalı işçilerin tarafında yer alır. Amerika’daki siyâhlara (Afro – Amerikalılar) yönelik linç eylemlerini, Kızılderililer’in topraklarının gasp edilmesini ve vahşî Kapitalizm’i sert bir şekilde eleştirir.
Tenten’in beşinci macerası olan ve 1934 – 35 yıllarında yazılan “Mavi Lotus” ise daha bir ilginçtir. Öykü Çin’de geçmektedir. Hergé bu öyküyü yazabilmek için Brüksel`de bulunan bir Çinli öğrenci olan Zhang Çongren ile tanıştırılır. Hergé öyküde geçen ülkeyi bu sefer çok iyi anlatmak ister. Macera genel olarak “Antiemperyalist” (emperyalizm karşıtı) olarak değerlendirilebilir.Çin üzerinde kurulmaya çalışılan Japonya ve Avrupa egemenliği, Mançurya’nın Japonya tarafından ilhak edilmesi, Çinliler’in Avrupalılar ve Japonlar tarafından horlanması eleştirilir. Macerada gösterilen Japonlar’ın çoğu asker veya devlet ajanıdır ve sürekli olarak “kötü kişiler” olarak tanıtılırlar. Ayrıca savaş çıkartmak için Japonlar tarafından bahane olarak kullanılan Mukden Hadisesi’nin arkaplanı anlatılır.
1935 – 36 yıllarında çizdiği “Kırık Kulak”macerası, kurgusal ve hayalî bir Güney Amerika ülkesi olan San Theodoros’ta geçer. Burada petrol bölgelerini elde edebilmek için Batılı işadamları tarafından kışkırtılan savaş eleştirilir. Bu işadamları ve silâh tüccarları, savaştırmaya çalıştıkları iki ülkeye de silâh satmakta, amaçlarını gerçekleştirmek için her türlü yolsuzluğu yapmaktadırlar. Macerada Paraguay – Bolivya arasında 1932 yılında çıkan Chaco Savaşı’na gönderme yapılır.
Bu dönemde çizdiği “Kara Ada” macerası ise Alfred Hitchcock’un “39 Basamak” adlı filmini çağrıştırır.
Tenten’in çok sayıda macerası II. Dünya Savaşı’ndan ve Belçika’nın Nazi işgali altında kalmasının yarattığı ortamdan etkilenecektir. Hergé savaş döneminde Belçika’nın tarafsızlığından yanadır. 1938 – 39 yıllarındaki “Ottokar’ın Âsâsı” macerası “Nazi karşıtı”olarak değerlendirilebilir. Macerada Müsstler isimli lider (Hitler ismine ne kadar da benziyor!) kurgusal ve hayalî bir Balkan ülkesi olan Bordurya’nın komşusu Sildavya’yı ilhak etmesini sağlamaya çalışır. Müsstler faşist eğilimli, SA örgütü benzeri bir yapının lideridir.
1939 – 40 yıllarında yazdığı ve çizdiği “Kara Altın Diyarında” adlı maceranın ilk hali bitmemiştir. Öykü savaş öncesinde Nazi seferberlik dönemini anlatmakta ve İngiltere işgalindekiFilistin’de geçmektedir. II. Dünya Savaşı’nın başlaması ve Belçika’nın yenilmesi Hergé’nin macerayı tamamlayamamasına yol açar. Savaştan sonra macerayı yeniden yazan Hergé, 1950 yılında çıkacak öyküde kurgusal ve hayalî bir Arap ülkesi olan Xemed’de yerli Araplar arasında çıkan bir iç savaşı anlatır. Öykünün ilk halinde Araplar’la Yahudîler arasındaki silâhlı mücadele senaryosu terk edilmiştir.
Savaş döneminde Hergé, Nazi işgalcilerle işbirliği içindeki “Le Soir” gazetesinde çalışır. Bu dönemde Tenten maceraları siyasî konulardan uzak duracak ve uyuşturucu kaçakçılığı (“Altın Kıskaçlı Yengeç” macerası), define avcılığı (“Tekboynuz’un Esrarı ve Kızıl Korsan’ın Hazinesi” macerası) ve gizemli olaylar (“7 Kristal Küre” macerası) ile ilgilenecektir. Bu dönemde diğerlerinden farklı olan macera, “Esrarengiz Yıldız”dır. Hergé, sansürü aşabilmek ve “ideolojik mesajlar verdiğini çaktırmamak için” olabildiğince fantastik öğeler katsa da,“Esrarengiz Yıldız” macerasında kutup bölgesine düşen meteora ulaşabilmek için yarışan iki ekipten biri Avrupa ve Nazi yanlısı ülkelerden oluşurken, “kötü” olarak yansıtılan diğer ekip ise ABD’lidir. Macerada ayrıca Tenten bir Nazi yapımı uçak olan Arado Ar 196 kullanır.
Hergé açısından kötü şöhrete sebep olacak olan en önemli etken ise, Nazi işbirlikçi “Le Soir”gazetesinde çalışması olur. Savaşın sona ermesinin ardından O ve çalışma arkadaşları yoğun sorgulamaya maruz kalacaktır. Tenten çizgi kahramanının yaratıcısı Hergé, 1973 yılında verdiği bir röportajda, Avrupa ülkelerinin Naziler’in öncülüğünde kurulan yeni düzende başarısız olan Demokrasi’ye göre daha iyi durumda olacağına inandığını belirtecek ve büyük bir hata yaptığını itiraf edecektir.
Hergé, savaştan sonra kendine ait olan ve Fransız Direnişi üyesi Raymond Leblanc ile birlikte kurduğu “Tenten” adlı dergide çizer. Savaş sonrası dönemdeki maceralar sürekli olarak tekrarlanmakta olan, görece daha az siyasî konulardır:
Irkçılık karşıtlığı: Çingeneler’in durumunun işlendiği “Kastafiore’nin Mücevherleri”macerası.
Diktatörlük karşıtlığı: Tenten, “Turnösol Olayı” macerasında diktatörlük karşıtıdır ve Soğuk Savaş dönemindeki kitle imhâ silâh üretimi süreci derinlemesine anlatılır.
Uluslararası insan kaçakçılığı ve modern kölelik: Tenten’in “Ambardaki Kömür”macerasında bu can alıcı konu işlenir. Ne var ki Hergé işlediği bu önemli konuyu “ele alış biçimiyle” eleştirilecektir. Kaçakçılık kurbanı Afrikalılar maceranın ilk halinde çok bozuk bir Fransızca’yla konuşuyor şekilde ve akılsız olarak resmedilir. Aldığı eleştiriler üzerine Hergé maceranın sonraki baskısında düzenleme yapacaktır.
Petrol zenginliği ve siyasî etkileri: Tenten’in “Kara Altın Diyarında” ve “Kırık Kulak”maceralarında bu konu işlenir.
Silâh tüccarlığı: Tenten’in “Ambardaki Kömür” ve “Sidney’e 714 Sefer Sayılı Uçuş” adlı maceralarında bu konu işlenir. Bu son macerada Hergé, milyoner Laszlo Carreidas karakteri için Fransız uçak sanayicisi Marcel Dassault’u örnek almıştır.
Tenten’in son macerası olan “Tenten ve Pikarolar” da ideolojik olarak tartışmalıdır. Macera hem sol hem sağ eğilimli olarak değerlendirilmektedir. Macerada Tenten, arkadaşlarının haksız yere suçlanması üzerine istemeye istemeye bir yolculuk yapmak zorunda kalır. Sonunda kendisini bir devrimin içinde bulur. Ancak ana karakterler arasında “iyiler” ve “kötüler” yoktur. İktidardaki General Tapioca diktatörlükle yönetilen Bordurya tarafından desteklenmekteyken, Tenten’in arkadaşı olan General Alcazar ise uluslararası tekellerin desteğine sahiptir. Hergé özellikle Latin Amerika’da bu dönemde sürekli olarak yaşanan darbeleri çok anlamlı bir şekilde eleştirir. Darbeden önce halk sefalet içerisinde yaşarken, darbeden sonra değişen sadece polislerin üniformaları ve şehrin adı olur.
“Tenten” öykülerinde neredeyse hiç kadın karakter olmamasından dolayı yazarı Hergé “cinsel ayrımcılık” yapmakla eleştirilmiştir. Öne çıkan tek kadın karakter Bianca Castafiore’dir. Konuyla ilgili düşüncelerini açıklayan Hergé ise, Tenten’in maceralarında sadece erkeklere yer olduğunu belirtecektir.
Tenten’in maceralarında Yahudîler’in resmedilişlerinden ötürü Hergé “Antisemitizm” (Yahudi karşıtlığı) ile de itham edilmiştir. Bu eleştiriler maceraların basıldığı dönemdeki “Le Soir”gazetesinin Belçika’nın Nazi işgali altında kaldığı dönemde Almanlar’la işbirliği yapmış olmasıyla desteklenir. Ancak savaştan önceki Tenten maceralarında da buna dair işaretler vardır. “Kırık Kulak” macerasında heykelciği satan dükkân sahibi geleneksel Yahudî elbiseleri giymekte ve malını sattıktan sonra Tenten’in ardından ellerini ovuşturmaktadır.
Nazi işgali döneminde yazılan “Esrarengiz Yıldız” macerası, Yahudi karşıtlığının yoğun olduğu bir maceradır. 11 Kasım 1941 günü “Le Soir”da yayınlanan macerada dünyanın sonunun geleceğini duyan iki kötü görünüşlü Yahudî birbirlerine sevinçle “artık borçlarını ödemek zorunda olmadıklarını” müjdelerler. Ayrıca aynı macerada rakip ekibin sponsoru işadamı“Blumenstein”, Yahudî ismini çağrıştırmaktadır. İsim sonraki maceralarda “Bohlwinkel” olarak değiştirilecektir. Bu ekibin kayığında ise ilk başta ABD bayrağı bulunmaktaysa da daha sonra kurgusal bir ülke bayrağıyla değiştirilecektir. Hergé, savaştan sonra Naziler’in yaptığı Yahudî katliâmı ortaya çıkınca, eserlerinde kimi değişiklikler yapacaktır.
Diğer eserlerinde ise Hergé, baskı gören azınlık haklarına sahip çıkacaktır. “Ambardaki Kömür” macerasında Müslüman tacirler tarafından satılmak isteyen mâsum Müslümanlar’ın dramını gösterecek, “Kastafiore’nin Mücevherleri”nde de Çingeneler’i savunacaktır.
► Bilim, Aydınlanma, Felsefe, Düşünce, Ekoloji, San’ât ve Edebiyât Düşmanlığı Yapan Çizgi Kahramanlar: TEENAGE MUTANT NINJA TURTLES (NİNJA KAPLUMBAĞALAR)
Orijinal adı “Teenage Mutant Ninja Turtles” olan “Ninja Kaplumbağalar”, 1984 yılında ortaya çıkan, Kevin Eastman ve Peter Laird tarafından üretilen fantastik bir çizgi filmdir.
Dövüş tekniklerine hâkim, isimleri “Leonardo”, “Raphaello”, “Michelangelo” ve “Donatello” olan 4 tane yeşil renkli sevimli kaplumbağa ve onların ustaları olan “Usta Splinter” adlı bir fare ile birlikte “kötüler”in karşısında savaş verirler. Bu arada iyi bir “ninja”olabilmenin eğitimini de sürdürmektedirler.
“Ninja Kaplumbağalar” adlı bu yeşil yaratıklar, “sevimli” görüntülerine karşın çocuklarımıza hiç de “sevimli” mesajlar vermezler. Çocuklar için “en zararlı çizgi filmlerden biri” olduğunu söylemek, rahatlıkla mümkün.
“Ninja Kaplumbağalar”, insanlığın gelişmesi ve medenîleşmesi için öncülük eden ne varsa, hepsini aşağılar. Bilim, aydınlanma, felsefe, düşünce, ekoloji, san’ât ve edebiyât ile dalga geçer, alaya alır ve tamamen “ye, iç, sıç” türü bir “tüketim toplumu” yaratmayı amaçlar.
Bu “yeşil yaratıklar” mütemadiyen pizza tüketmektedirler. Emperyalist düzenin önemli mottolarından biri de “tüketim toplumu” yaratmaktır. “Fast food” ürünlerinin tüketiminin teşviki alenî şekilde yapılarak yeni neslin bunlara bağımlı hale gelmesi amaçlanır.
Ninja Kaplumbağalar, gerek hayvansı kökenleri, gerekse “Usta” dedikleri fare karakterin bunları yetiştirirken zekâlarını geliştirecek uygun ortamı hazırlamamasından dolayı epey geri zekâlıdırlar. Fare, kaplumbağalara sürekli olarak “şöyle yapın”, “böyle yapın” gibi direktifler vermektedir. Burada çocuklara verilmek istenen mesaj ise şudur: “Siz zekânızı geliştirmeyin, ne gerek var, sizin yerinize düşünüp karar veren birileri var, siz yiyip içip sıçın!” Ninja Kaplumbağalar ayrıca şiddet eğilimlidirler; problemlerini akıllarını kullanmak yerine fizik güçlerini kullanarak çözme yoluna giderler.
Çizgi filmdeki bütün devlet yöneticileri veya askerî yetkililer daima “iyilik timsali” olarak gösterilir ve daima “iyi adamlar”ın yanında yer alır. Böylece küçük çocuklara, devletin başındaki yönetici kadronun daima iyi oldukları ve iyiyi istediği aşılanır.
“Ninja Kaplumbağalar”da çocuklarımıza şırınga edilen bir diğer zararlı düşünce de, “Ekoloji düşmanlığı”dır. Dikkatle izleyelim: Fare adam ve kaplumbağalar bir “toksit madde”ye maruz kalarak mutasyon geçirmişler ve böylece sevimli hallerine kavuşmuşlardır. Burada çocuklarımıza şırınga edilmeye çalışılan fikir gayet açıktır: Çevre kirliliği kötü bir şey değildir. Hatta iyi bir şeydir çevre kirliliği, şirin bir şeydir. Çevre kirliliği ve doğanın tahribatı durumunda işte biz de “Ninja Kaplumbağalar” gibi sevimli ve sempatik bir hale dönüşürüz. Gördünüz, değil mi? Çokuluslu kapitalist şirketlerin en büyük dertlerinden ve çevreciler, doğa dostları tarafından dünyanın dört bir yanında protesto edilen girişimlerinden biri de bu şekilde “şirin” gösterilmeye çalışılmaktadır.
Ancak “Ninja Kaplumbağalar” adlı çizgi flmin en çok dikkat çeken ve tepki toplayan özelliği, bilim ve felsefe ile, san’ât ve edebiyât ile dalga geçmesidir. Hepsi de aptal ve geri zekâlı bir şekilde resmedilip dalga geçilen, alaya alınan bu “yeşil kaplumbağalar”ın isimlerine lütfen dikkatlice bakar mısınız: Leonardo, Raphaello, Michelangelo ve Donatello.
Tamamen Rönesans ve aydınlanma çağının önemli filozof, düşünür ve sanatçıları olan Leonardo da Vinci (1452 – 1519), Raphaello Sanzio (1483 – 1520), Michelangelo Buonarroti (1475 – 1564) ve Donatello Bardi (1386 – 1466) ile dalga geçmek için böyle yapılmıştır.
Çizgi filmin amacı gayet açık: Bilim ve san’ât ile dalga geçmek, küçük düşürmek, buna karşılık “tüketim toplumu” yaratmaya çalışmak, düşünmeyen – sorgulamayan ve “yerlerine hep başkalarının düşündüğü” bir nesil yetiştirmek.
► Hilebazlığa ve Yalancılığa Teşvik Eden Çizgi Kahraman: BUGS BUNNY
Çocuklarımıza zararlı fikirler aşılayan çizgi kahramanlardan biri de, görünüşü sevimli ama karakteri hiç de sevimli olmayan “Bugs Bunny” adlı tavşandır.
1938 yılında Amerikalı animatör Ben (Bugs) Hardaway tarafından “Happy Rabbit” (Mutlu Tavşan) adıyla üretilen ve iki yıl sonra, 1940’ta çizerinin kendi ismini vererek adını “Bugs Bunny” olarak değiştirdiği bu çizgi kahraman, yediden yetmişe, dünyanın her yerinde tanınıyor ve herkes tarafından seviliyor.
Herkes tarafından sevilmesine rağmen, bu “sevimli” tavşanın gerçekten de “sevimli” olduğunu söyleyebilmek için biraz düşünmek gerekiyor.
Tavşanın “sevimli” görüntüsüne bakıp aldanmamak gerekir. Aslında ırkçı, sadist ve yılışık bir karakterdir. Sevgiyi, dostluğu ve yardımlaşmayı asla bilmez. Kurnaz ve hilebaz olarak tüm dünya çocuklarına ahlâksızlığı aşılamaktadır. Asla kaybetmez. Sürekli hile yapar, yalan söyler ve çevresindeki herkesi aldatır.
Çocuklara, “Kazanmak için her yol mübahtır” felsefesini şırınga etmeye çalışır.
Ahlâksızca da olsa kazanmayı salık verir. Dalga geçmeyi, alaya almayı, aşağılamayı bayrak edinmiştir.
Çocuklarımızın “Bugs Bunny”den öğrenebilecekleri tek bilgi şudur: Önemli olan kazanmaktır. Kazanmak için hile yapabilir, her türlü yalanı söyleyebilir, herkesi aldatabilirsin!
► Eşcinsellik Propagandası Yapan Çizgi Kahraman: SPONGE BOB (SÜNGER BOB)
“Nickelodeon” kanalı için 1999 yılında Amerikalı çizgi film yapımcısı ve aynı zamanda deniz biyologu olan Stephen Hillenburg tarafından yaratılan “Sponge Bob Square Pants” (Sünger Bob Kare Şort), deniz altındaki canlıların “insanlaştırılmış” maceralarını anlatmaktadır. Çizgi filmi üreten 1960 doğumlu Stephen Hillenburg’un kendisi de, az önce belirttiğimiz üzere, deniz biyologudur ve yıllarca “Okyanusun derinliklerindeki bilimsel araştırmalar” için çalışmıştır.
Çocuklar tarafından oldukça sevilen popüler bir çizgi film olan bu eserde, su altında yaşayan Sponge Bob (Sünger Bob) ve arkadaşları Patrick, Squiward, Mister Krebs (Bay Yengeç), Sandy ve Plankton’un sevimli ve komik maceraları anlatılmaktadır.
Çizgi filmde, deniz altındaki canlıların yaşamı “insan yaşamının kurallarına göre” işlenmiştir.
Sponge Bob ve arkadaşları, Büyük Okyanus’un derinliklerinde, “Bikini Bottom” adlı küçük bir kasabada yaşamaktadırlar. Kasabadaki her ev, bir meyvâdır. Sponge Bob, bir ananasta yaşamaktadır.
Çizgi filmin başkahramanı Sponge Bob bir deniz süngeri, en yakın arkadaşı Patrick de bir deniz yıldızıdır. Patrick, Sponge Bob için en değerli, en vazgeçilmez kişidir.
Çizgi filmde, deniz altındaki canlıların yaşamı “insan yaşamının kurallarına göre” işlendiği halde kadın – erkek ilişkisi düzeyinde örneklendirmeler yoktur. Cinsiyet kavramının varlığı – yokluğu bile tartışılır.
“Sponge Bob” çizgi filmi, sık sık “eşcinsellik propagandası yapıyor” tartışmalarına neden olmuştur. Patrick’in kıyafeti ve Sponge Bob’un iç çamaşırla gösterilmiş hali de buna kanıt olarak gösterilen gerekçelerden biridir.
Ağustos 2012’de, Ukrayna’daki “Ahlâk Komisyonu”, Ukrayna Meclisi’ne, okyanusun derinliklerindeki canlıların komik maceralarını anlatan “Sponge Bob” çizgi filminin “eşcinselliği teşvik ettiğini” bildiren bir önerge sundu.
Ukrayna Ahlâk Komisyonu’na başvuruda bulunan“Kutsal Bakire’nin Korumasındaki Aile” adlı Katolik bir derneğe göre, deniz süngeri Sponge Bob ile yakın arkadaşı deniz yıldızı Patrick arasında eşcinsel bir ilişki var. Derneğin başvurusu üzerine Ahlâk Komisyonu, çizgi filmi incelemeye aldı.
“Sponge Bob” çizgi filmini “eşcinselliği özendiren çizgi film” olarak değerlendiren ve “Çocuklar için gerçek bir tehdit” yorumunda bulunan Ukrayna Ahlâk Komisyonu, onunla birlikte “Teletubbies” adlı çizgi animasyon programında da “Uyuşturucu özendiriliyor” tespitinde bulundu.
► Aile Düşmanlığı Yapan Çizgi Kahraman: LUCKY LUKE (RED KİT)
1946 yılında Belçikalı karikatürist, kısaca “Morris” adıyla çağrılan Maurice de Beveretarafından üretilen çizgi kahraman “Lucky Luke” (Red Kit), çizgi roman döneminin en önemli tiplerinden biridir ve dünyanın en ünlü çizgi karakterleri arasında yer alır. Morris’in ölümünden sonra bazı maceraları Fransız çizer Achdé tarafından çizilmiştir.
“Gölgesinden bile daha hızlı silâh çeken” yalnız kovboy Lucky Luke (Red Kit), sadık beyaz atıJolly Jumper (Düldül), sevimli köpeğiRantanplan (Rin Tin Tin) ile beraber suçluların amansız düşmanıdır. Suçluları temsil eden Dalton Kardeşler (Joe Dalton, William Dalton, Jack Dalton ve Avarel Dalton), birçok macerada yer alırlar. Diğer önemli karakterler Kalamiti Jane, Billy Kit, Yargıç Roy Bean, Jesse James, Akbaba, Posta Arabası Sürücüsü Hank veCenaze Levazımatçısı’dır.
Red Kit, “gölgesinden bile daha hızlı silâh çeken” bir kovboydur. Devamlı yakalamaya çalıştığı “kötü karakterler” ise Dalton Kardeşler’dir. Yüzeysel kandırmacaya inanacak olursak, bu çizgi film hakkında şunu söyleyeceklerdir: Kötülük ve kötüler kaybeder, iyiler kazanır.
Acaba öyle mi?
Ya da şöyle soralım: Aslında evet, öyle olmasına öyle ama, buradaki “iyiler” nasıl insanlar, “kötüler” nasıl insanlar? Çizgi filmdeki “iyiler” ve “kötüler” ne tür özelliklerle çocuklara yansıtılıyor? Başka bir ifadeyle, “iyi” ile “kötü” çocuklara nasıl empoze ediliyor?
İşte bu soruların cevaplarını aramaya kalktığımız zaman, bu çizgi filmde bariz bir şekilde “aile düşmanlığı” yapıldığını rahatlıkla fark edebiliriz.
Bakın bakalım, bu çizgi filmde çocuklarımıza “İyi” ile “Kötü” nasıl tanıtılıyor:
Önce “İyi” olana yakından bakalım, Red Kit’e; nasıl bir insandır?
Red Kit, aslında psikolojik rahatsızlıkları olan yalnız biri. Bir ailesi yok, karısı ve çocukları yok. Yalnız yaşıyor. Üstelik arkadaşı da yok; hayvanlardan başkası ile dostluk kurmuyor. Hep yalnız dolaşıyor. İşini bitirdikten sonra, atına atlayıp kimsenin olmadığı yerlere gidiyor, oralarda yaşıyor. Ağzından sigarayı düşürmüyor; sigara hep dudaklarının arasında.
Bütün bu özellikler, “İyi karakter” olarak çizilen Red Kit’in.
Şimdi de “Kötü” olanlara yakından bakalım, Dalton Kardeşler’e; nasıl insanlardırlar?
Dalton Kardeşler, daima birlik ve beraberlik içindeler. Aile hayatı yaşıyorlar. Ne olursa olsun, bir aile olarak biribirlerinden hiç ayrılmıyorlar. Bütün ülkenin korkudan tir tir titrediği “Haydutlar” olmalarına karşın, anne sözü dinliyorlar ve kesinlikle annelerine karşı gelmiyorlar. Annelerine karşı çok saygılılar ve asla annelerinin sözünden dışarı çıkmıyorlar. Hele hele “çetenin reisi” olan Joe Dalton, annesinin yanında konuşamıyor bile!...
İşte “Hep kazanan” Red Kit’in özellikleri ve “Hep kaybeden” Dalton Kardeşler’in özellikleri...
Çocuklarımızın bundan alacağı mesajı sanırım anlamışsınızdır...
Bir de tabiî, Beyaz Adam tarafından insanlık tarihinin en büyük soykırımına maruz kalan Kızılderililer’in kötü ve “kafaderisi yüzenler” olarak resmedilmesi, bu katliâmı gerçekleştiren ve “haydut” olmaktan başka bir sıfatları olmayan kovboyların da bu kadar “şirin” gösterilmesi de var ki, filmin o boyutuna hiç girmiyorum bile...
► Doğa Sevgisi ve Çevre Bilinci Aşılayan Çizgi Kahramanlar: HEİDİ ve GULDEXWÎN
Bütün bunların yanında, çocuklarımıza “iyiliği”, “güzelliği”, “doğallığı” aşılayan çizgi kahramanlar da vardır, elbette ki. Bunların arasında hiç kuşkusuz en başta gelenler, her ikisi de çocuklara“çevre bilinci”, “ekolojik duyarlılık”, “doğa sevgisi”, “köy sevgisi”, “akarsu sevgisi” ve“hayvan sevgisi” aşılayan İsviçre yapımı “Heidi” ve Kürdistan yapımı “Guldexwîn”dir.
Her iki kahraman da, bir dağ köyünde yaşayan ve bütün gün yaramazlık yapıp etrafına neş’e saçan küçük bir kız çocuğudur.
İsviçreli kadın yazar Johanna Spyri (1827 – 1901) tarafından “roman” olarak kaleme alınan, 1880 – 81 yıllarında “Dünyanın en ünlü çocuk romanı” kabul edilen “Heidi”, yazarının ölümünden yıllar sonra “çizgi film” ve “sinema filmi” olarak çekildi. “Guldexwîn” ise 2012 Newrozu’nda Siirtşehrinde doğdu ve ilk olarak 21 Mart 2012 tarihinden itibaren Siirt’ten Öte adlı web sitesinde bölüm bölüm yayınlanmaya başlandı. Mayıs 2013’te de İstanbul’da bulunan Dîwan Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.
“Heidi” ile “Guldexwîn”, pekçok yönden benzerlik göstermektedirler:
Cici kız Heidi, İsviçre’nin en güneydoğukantonu olan Graubünden (Grischun, Grigioni)kantonunda, bu kantonun Landquart ilçesine bağlı Maienfeld köyünde yaşamaktadır (Heidi’nin şöhretinden dolayı köyün şimdi bir ismi de“Heidi’nin köyü” anlamında “Heididorf”olmuştur). Cici kız Guldexwîn de Türkiye’nin en güneydoğu vilayeti olan Hakkari (Çolamerg)vilayetinde, bu vilayetin Şemdinli (Şemzînan)ilçesine bağlı Bağlar (Nehrî) köyünde yaşamaktadır.
Guldexwîn çizgi öyküsünün geçtiği köy, Şeyh Ubeydullâh Nehrî (1826 – 83) ve oğlu Seyyîd Abdulkadir (1851 – 1925)’in köyüdür. Köylüler Şeyh Ubeydullâh Nehrî ve Seyyîd Abdulkadir’in akrabalarıdırlar.
Guldexwîn, adını anavatanı Hakkari, Zağros Dağları olan bir çiçekten almaktadır.
Asıl ismi Elif olan ve yeşil elbisesi üzerindeki sarı saçlarıyla tıpkı “Guldexwîn” çiçeğine benzetildiği için (çiçeğin Türkçe’de “Ters lale”, “Şemdinli lalesi”, “Ağlayan gelin” gibi isimleri var) köylüler tarafından “Guldexwîn” adıyla çağrılan bu henüz 4 yaşındaki afacan ve sevimli kızınMîrcan isminde bir kedisi, Berxênaz isminde bir kuzusu, Yêkdane isminde br sıpası ve Zerpêrîisminde bir sarı kuşu vardır. Gudexwîn’in köydeki erkek arkadaşının adı Siyabend, kız arkadaşının adı da Rozerîn’dir.
İsviçreli dünyaca ünlü Heidi de ve “Kürtçe Edebiyat’ın ilk çizgi çocuk kahramanı” olan Guldexwîn de aynı amaçla üretilen çizgi karakterlerdir: Çocuklara ekolojik duyarlılık ve çevre bilinci kazandırmak, çocuklara doğa sevgisini, akarsu sevgisini, bitki ve hayvan sevgisini aşılamak, köy hayatını ve doğal yaşamı sevdirmek...
Tamamen “Ekolojik bir perspektifle” kaleme alınan “Kürt çocuklarının yeni sevgilisi” Guldexwîn’de doğa sevgisi, hayvan sevgisi veçevre bilinci o derece yoğun bir şekilde işlenir ki,çocuklar bu öykü sayesinde dünyanın sadece insanlardan ibaret olmadığını, hayvanların, bitkilerin ve ağaçların da tıpkı insanlar gibi bir yaşamlarının olduğunu, dolayısıyla her canlı gibi onların da özgürce yaşama hakkının olduğunu, onların hak ve hukuklarına riâyet edilmesi gerektiğini, doğayı ve çevreyi korumamız gerektiğini öğrenirler.
Çocuklarda çevre bilincinin geliştirilmesi ve ekolojik duyarlılığın arttırılması, öyküde özellikle Guldexwîn’in yanında kaldığı ve büyük bir âlim olan dedesi Seydâ Ahmed’in küçük torununa “çocukların anlayabileceği bir dille” yaptığı bilgece nasihatlerde titiz ve dokunaklı bir şekilde işlenir.
Örneğin Guldexwîn serisinin “Kî Sîrûştê Hezbike Ew Rindik Dibe” (Kim Doğayı Severse O Güzel Olur) adlı 2. bölümünde, Seydâ Ahmed, 4 yaşındaki torunu Guldexwîn’e şöyle nasihat etmektedir:
(Kürtçe orijinal hali)
“Kî gundê xwe û welatê xwe hezbike, Xwedê jî wan hezdike.
Kî sirûştê, kulîlkan û nevalan pir hezbike, ew jî wek wan kulîlkan û nevalan rindik dibe. Kî sirûştê, kulîlkan û nevalan hezneke, qelbê wan jî rûyê wan jî qefçil dibin.
Guldexwîna min! Xwedê Teâlâ, vîyan tabîat pir rind çêkirîye. Lewra tu jî tabiatê pir hezdikî, Xwedê te ha rindik kirîye.
Keça min! Tu zanî, çima porên te ha rindikin? Lewra tu ewr û asimanan pir hezdikî.
Tu zanî, çima rûyê te û dewrûyê te ha rindike? Lewra tu gundê xwe û welatê xwe pir hezdikî.
Tu zanî, çima va her du çavên te ha rindikin? Lewra tu avê û nevalan pir hezdikî.
Tu zanî, çima va gewrûyên te ha rindikin? Lewra tu daran û kulîlkan pir hezdikî.
Tu zanî, çima devê te û lêvên te ha rindikin? Lewra tu pisîngan, berxan, kurîyan û balindeyan, hemî heywanan pir hezdikî.
Hinek mirovên bêbext hene, qelbê wan reş û rûhê wan qilêr bûye. Ew bûne dujminê tabiat û sirûştê. Ew daristanan dışewitînin. Behran qilêr dikin. Golan ziha dikin. Li ser nevalan barajan çêdikin, nahêlin bila ava neval serbest birêje. Ew heywananre ezîyet dikin, kuçik û pisîngan birçî dihêlin, zikên heywanen bêkes têr nakin.
Xwedê Teâlâ vîya tabîat û sirûşt, emanet daye me însanan. Ger em tabîat biparizînin, ger em heywanan merhamet bikin, ger em ax û av, axa welatê me, neval û golên welatê me hezbikin.
Kî tabiatê hezbike, kî welatê xwe hezbike, kî gelê xwe hezbike û ji bo serfîrazîya mîlletê xwe û ji bo serxwebûna welatê xwe xebat bike, Xwedê Teâlâ Rabb’ûl Alemîn jî wan hezdike.”
(Türkçe tercümesi)
“Kim ki köyünü ve vatanını severse, Allâh da onu sever.
Kim ki doğayı, çiçekleri ve nehirleri çok severse, o da o çiçekler ve nehirler gibi güzel olur. Kim ki doğayı, çiçekleri ve nehirleri sevmezse, onun kalbi de yüzü de çirkin olur.
Guldexwînim! Allâh-û Teâlâ, bu tabiâtı çok güzel yaratmış. İşte sen de tabiâtı çok sevdiğin için, Allâh seni de böyle güzel yaratmış.
Kızım! Sen biliyor musun, senin saçların niye bu kadar güzeldir? Çünkü sen gökyüzünü ve bulutları çok seviyorsun.
Sen biliyor musun, senin bu yüzün ve simân niye bu kadar güzeldir? Çünkü sen köyünü ve vatanını çok seviyorsun.
Sen biliyor musun, senin bu gözlerin niye bu kadar güzeldir? Çünkü sen suyu ve nehirleri çok seviyorsun.
Sen biliyor musun, senin bu yanakların niye bu kadar güzeldir? Çünkü sen ağaçları ve çiçekleri çok seviyorsun.
Sen biliyor musun, senin ağzın ve dudakların niye bu kadar güzeldir? Çünkü sen kedileri, kuzuları, sıpaları, kuşları, bütün hayvanları çok seviyorsun.
Kimi bahtsız insanlar vardır, onların kalpleri kararmış, rûhları kirlenmiştir. Onlar doğanın ve çevrenin düşmanı olmuşlardır. Onlar ormanları yakıyorlar. Denizleri kirletiyorlar. Gölleri kurutuyorlar. Nehirler üzerinde barajlar inşâ ediyorlar, bırakmıyorlar ki ırmakların suyu özgürce aksın. Hayvanlara eziyet ediyorlar, köpekleri ve kedileri aç bırakıyorlar, kimsesiz hayvancağızların karınlarını doyurmuyorlar.
Allâh-û Teâlâ tabiâtı, doğayı biz insanlara emanet olarak vermiştir. Öyle yapmış ki, biz doğayı koruyalım, hayvanlara merhamet edelim, toprağı ve suyu, vatanımızın topraklarını, vatanımızın nehirlerini ve göllerini sevelim.
Kim ki doğayı severse, kim ki vatanını severse, kim ki halkını severse, milletinin başarısı ve vatanının bağımsızlığı için çalışırsa, Alemlerin Râbbi olan Allâh-û Teâlâ da o kimseleri sever.”
“Kürt çocuklarının sevgilisi” cici kız Guldexwîn, kendilerine hizmet edilmeye dünyadaki herşeyden ve herkesten daha fazla layık olan Kürtler’e, Kürtçe’ye ve Kürdistan’a hayırlı olsun.
İbrahim Sediyani
Kürtçe Edebiyât’ın ilk çizgi çocuk kahramanı olan "Guldexwîn" karakterinin yaratıcısı
Haber kaynağı için UFKUMUZ