Yeni bir kitap okumak benim için her zaman yeni bir insan tanımaya benzer. Kitabı okumayı, o insanın karşıma geçip kendini ifade edişine benzetirim. Anlatan yazar, dinleyen ben (üstelik lafı kesip konuşmayı bölme olayı da ortadan kalkıyor) mutlu olarak kalkmış oluyoruz beraberce.
Dün böyle bir tanışma gerçekleşti.08.08.2012 05:38
Ayşe Apo
Yeni bir kitap okumak benim için her zaman yeni bir insan tanımaya benzer. Kitabı okumayı, o insanın karşıma geçip kendini ifade edişine benzetirim. Anlatan yazar, dinleyen ben (üstelik lafı kesip konuşmayı bölme olayı da ortadan kalkıyor) mutlu olarak kalkmış oluyoruz beraberce.
Dün böyle bir tanışma gerçekleşti.
Kitaptaki ince zekâyla işlenmiş mizah, beni alıp Aziz Nesin'in kitaplarına götürdü bir ara. Benim bir kitabı bir günde okumuşluğum sayılıdır. Mahmut Semen'in "Ayşe Apo" isimli kitabı da bir günde okuyup bitirdiğim kitaplar listesine girdi böylece.
Tamam, 120 sayfa kalın bir kitap sayılmaz, fakat günümüzde eskiye göre okumanın daha zorlaştığı bir zamandayız. Zira şimdi binlerce internet sitesi, e-gazeteler (ki, kıyısından köşesinden okuyup yazıyorsanız belli başlı gazetelerdeki yazarların hepsinin köşesini okumalısınız), bunun yanında gazete ve dergiler, okumayı düşündüğünüz son çıkan kitaplar, satın aldığınız veya çevrenizden ödünç aldığınız okunma sırası bekleyen diğer kitaplar ve en önemlisi bunlara ayıracak zamanınızın olup olmadığı söz konusu.
İşte Mahmut Semen bütün bu badireleri atlatarak okutturdu bana kitabını.
Kitabın ön kapağında: "Ayşe Apo- Dağdan İnenler"
yazınca başta kafam karıştı. Anlaşılan birkaç konu iç içe geçiyordu. Sonra kapaktaki karma resimler dikkatimi çekti. Kapakta kitabın isminin altında, eski 100 Alman Markı'nın ön yüzünde bulunan Clara Schumann'ın resmi, iki kadın ''gerilla''nın arasında güneş misali duruyor. Arka kapakta ellerini arkaya kavuşturmuş polisler ayakta daire şeklinde duruyor ve aralarında yere çömelmiş türbanlı bir kız var (sanırım öğrenci)
(Kitapta bahse konu ''Têli'' bölümünde geçen türbanla ilgili açıklamalar siyasilerinde okuması gereken açılımlar içeriyor. Kesinlikle okunması gerek)
Bir tarafta Almanların ünlü piyanisti Clara Schumann, yanında kadın ''gerillalar'' arkada türbanlı bir kız!
Ne ola ki?!
Apo 'uzun metrajlı adıyla: Abdurrahman', ilkokulda okurken (ki çocuk yaşlarda olduğu için Türkçe'yi yeni yeni öğreniyor) Öğretmen ona her 'ismin ne?' diye sorduğunda önce Apo, sonra da kendi deyimiyle "na na'' (hayır hayır) Abdurrahman diyor.
Fakat bizim bu temiz yürekli çocuk sadece soruyu ''İsmin ne?'' diye sorulunca, ''açıl susam açıl'' komutunu duyan kapı misali açılıyor.
Bundan bihaber olan öğretmenin Apo'ya bir gün: ''adın ne?'' diye sorması ile başlıyor hayatının kırılma noktası. O güne kadar hep 'ismin ne?' diye sorulan soru Türkçenin geniş mezhebinden geçerek 'adın ne?' diye kıvrılınca Apo apışıp kalıyor yerinde.
Önce tereddüt ediyor ''Ulan bu öğretmen bana çok kazık yerden sordu galiba. İsmin ne demedi, adın ne dedi, yoksa babamın ismini mi sordu?! Hah tamam şimdi anladım, bana annemin ismini soruyor, bundan kolay ne var ki!"
Söylüyorum: _Ayşe.
Öğretmen ortada bir yanlış anlama olduğunu sanarak gülümsemekle yetiniyor önce. Ama sınıftaki haylaz öğrenciler öyle bir anlayışa sahip olacak yaşta değiller ve sıkıcı ders ortamında kendilerini eğlendiren bu sahneyle adrenalini yükselten kahkayı basıyorlar.
Öğretmen Apo'ya bir şans daha veriyor kendince ve soruyu yineliyor: "Adın ne?"
Apo, kendinden emin küçük dilini otuz iki dişinin arasından çıkararak tenorlara taş çıkartırcasına tek kelimelik solo bir arya haykırıyor:
_Ayşeeeeee!
***
Sonra ne mi olmuş?
Köşemde yer kalmadı, kitapta yazıyor...
(Google'da yazarın ismini tıklarsanız kitabı ulabilirsiniz: Mahmut Semen ''Ayşe Apo'')