Kızgın güneşin altında, Temmuz-Ağustos aylarının sıcağında, Ben ve kardeşim çalışmışız, pamuk tarlasının, sulamasında. Hele kışın ilk aylarında çiy düşerken toprağa, İliklerimize dek üşürdük. Her gün sabah ezanında Düşmüşüz yollara, Çalışmışız pamuk tarlalarında, Hem de o küçücük yaşımızla, Bir ben, bir de küçük kardeşim. Bitince pamuk toplaması, Sene 1976 Aralık ortası. Aldık birer defter kalem. Bir başımıza Gittik köyümüzün ilkokuluna. İşte böylece başlamış olduk okula. Okul; kolaydı hem de çok kolaydı, pamuk sulamaktan ve toplamaktan. Bu yüzden mi ne? Okula başlayalı bir ay dolmamışken başlamışım okumaya-yazmaya. Hayrette düşmüş. Malatyalı öğretmenim Hacı ÇETİNKAYA. Namaz kılıyor diye, adı çıkmış faşist bir ırkçıya, Bir gün çarşıda bu yüzden uğramış silahlı bir saldırıya. Gitti köyden, Bir daha dönmedi, istifa mı etti ne? Belki de tayini çıktı bizim Hocaköy’den.. Bize veda etmeden Kayboldu bu bölgeden Çok merak ediyorum acaba neden? Çok meraklıyım matematik dersine, Gelmişim işte 1980’nin ilkbahar mevsimine. Basit mi basit bir problemi çözemeyen okul müdürüne, Aynı soruyu tahtada çözmüşüm birkaç saniyede. Bu yüzden yemişim güzel bir dayak müdürden artı ikramiye. Şansım varmış, bir sonraki derste Sınıfa bir müfettiş gelmiş işte. Okul müdürü Ahmet DEMİRAT’ı. Şikâyet etmişim müfettişe. Her zamanki gibi müdür yine sarhoştu; Sınıfın önünde, ne yaptığını bilmeden, Özür diledi benden Hiç çekinmeden. Zaten bir alakası yoktu, çakmazdı eğitimle-öğretimden. Belinde tabancası; koşuyordu, Yeni ülkeler, devletler kurma hayali peşinde. Ayılabilseydi eğer içkinin etkisinden. Bizi kurtaracaktı bilmem kimin ve kimlerin zulmünden. Yaz aylarında çok ağır ve zor şartlar altında çalışıyordum. Okul dönemi benim için tatil sayılıyordu, bu yüzden yaz tatillerinde okulun açılmasını dört gözle bekliyordum. Ve okulun ilk haftalarında öğretmenlerin: -Tatilinizi nasıl geçirdiniz? Klasik sorularından çok gıcık kapıyordum. Zira benim için tatil yeni başlıyordu. Ama öğretmenlerim bunu anlamıyor, her sene tekrar-tekrardan soruyorlardı. Köy ilkokulundan sonra, Kızıltepe Ortaokuluna kayıt yapmışım, anlaşamamışım ev arkadaşlarımla 8.Sınıfta Gazi Yatılı İlköğretim Bölge okuluna gitmişim. Burada okuduğum bir sene zarfında matematik dersine daha da merakım artmış. Bunun neticesinde okulun son sınıfında girdiğim bursluluk sınavından yatılı olarak Bitlis Erkek Öğretmen Lisesini kazanmışım. 1984 Eylüllünde 1-A sınıfına 40. sırada kayıt yapmışım bu liseye Bu okulda da ilk öğrendiğim şey kuşkusuz matematik öğretmenlerimin isimleri oldu. Adanalı sarışın, çilli mi çilli Nesrin SEZER ve kısa boylu, minyon tipli Erzurumlu Nurten ALPASLAN. Matematik derslerimize Nurten öğretmen giriyordu. Nurten öğretmen yeni mezun olmuştu. İki yıllık eğitim enstitüsünden derse de fazla hazırlıklı gelmiyordu. Gelmediği için de hep tahtada tıkanıyordu. Derse olan merakımdan dolayı çok sık sık tahtaya kalkardım. Tıkandığı yerlerde müdahale ederdim. Bu müdahalelerim kuşkusuz hoşuna gitmiyordu. Oysa ben dersi ve öğretmeni çok sevdiğim için bunun farkına bile varmıyordum. Oysa öğretmenim sınıfta, benim tarafımdan sürekli çok küçük düşürüldüğü, düşüncesine kendisini kaptırmıştı bile. Günlerden bir gün tahtada yine bocaladığı bir sırada dayanamayarak müdahalede bulundum. Ama, öyle bir tepki ile karşılaştım ki, tüm sınıfla beraber ben de şoke oldum. Ders boyunca, nasihat adı altında, bana ağza alınmayacak sözler sarf etti. O günden sonra taşa döndüm. Derste bir daha asla parmak kaldırmadım ve konuşmadım. İşin kötüsü ikinci sınıfta matematik bölümüne girmek istiyordum ve bunun için de matematik ve Fen Bilgisi derslerimin en az yedi olması gerekiyordu. Dersten yana bir korkum yoktu. Ama, öğretmenden yavaş-yavaş korkmaya ve soğumaya başlamıştım. Bu korkumun yersiz olmadığını ikinci dönemin ilk yazılı sınav sorularında anladım. 42 kişilik sınıfta 37 zayıf alan vardı. Sınavın en yüksek notu beş idi. Bunu da ben ve birkaç kişi daha almıştık. Bu, okul hayatım boyunca aldığım en düşük nottu. Geriye iki yazılı daha kalmıştı ve matematik bölümü için onlardan onar puan almam gerekiyordu yoksa matematik bölümüne giremezdim. Matematik bölümü benim için bir ölüm kalım meselesiydi. İkinci yazılıya çok hazırlandım. Zaten yatılı okul olduğu için televizyon da yoktu, ders çalışacak zamanımız çoktu. Gece gündüz demeden sınava hazırlandım, mutlaka 10 almam gerekiyordu. İkinci sınavda da; yine on tane birbirinden kazık soru soruldu. Soruları gördüğümde çok üzüldüm. Bu öğretmen, benim yüzümden tüm sınıfı harcamayı göze aldığını sezmeye başladım. Sınav boyunca, öğretmen çözdüğüm her sorudan sonra mutlaka kâğıdıma göz atıp; “bunu da doğru yaptı” manasında derin bir nefes aldıktan sonra sınıf içi voltasına devam ediyordu. Soruların tümünü eksiksiz cevapladığımda son bir kere daha geldi. Kâğıdıma baktı. Evet, 10’u garantilemiştim; ama arkadaşlarıma da çok üzülüyordum, yine hepsi benim yüzümden zayıf alacaktı. Göz ucuyla, sınıfa bir göz attım. Çoğunun önündeki kâğıtların hâlâ boş olduğunu gördüm. Benim bu durumum öğretmenin gözünden kaçmamış olacak ki ışık hızı ile sırama yaklaştı. Kırmızı kalemle sınav kâğıdıma “Kopya Çekmiştir” yazısını yazıp, sınav kâğıdımı masadan aldı. Öylece donup kaldım. Tek kelime bile konuşturtmadan. Beni sınıftan kapı dışarı etti. Birkaç gün sonra yazılılarımız okundu. Yanımda oturan ve matematik dersinde, rüyasında bile ikiyi göremeyen Adıyamanlı Ömer ismindeki öğrenciden kopya çektiğim için bana ve O’na sıfır verilmişti. Ayrıca, ikimiz disiplin kuruluna da sevk edilmiştik O sınavda nerdeyse boş kâğıt veren “Ömer’den kopya çekme” iddiası ve iftirası bana çok dokundu. Artık, intihar etmekten başka bir şey düşünmüyordum. Çok kere de denemeye yeltendim ama öbür tarafa olan inancım beni engelliyordu. İntihar edemediğim için, Allah’ın kitabının Türkçe meali ile tanıştığıma çok pişman olmuştum. Korktuğum için değil, inandığım için intihar edemediğimi, defalarca Allah’a yalvararak dile getirdim. Bu öğretmenin, bana kurduğu bu kirli tuzaktan beni koruması ve bana yol göstermesi için çok dualar ettim. Sitemlerde de bulunmadım değil.“Hani tuzak kuranlara karşı, en iyi tuzağı kuran sendin, nerdesin? Kimsesizler kimsesi! ” Nihayet haftalar sonra 9 Mayıs 1985 Perşembe günü saat 10 civarlarında disiplin kuruluna çağırdılar. Yarısı öğretmenin iddiaları, daha doğrusu iftiraları ile dolu yarısı boş bir A4 kâğıdı verdiler. İftiraları cevaplamamı istediler. Sınıfta tek kelime bile etmeyen ben! Ve buna karşı kâğıtta: “öğretmenimin, yüzlerce kez uyarmasına karşı, kopya çekmeye devam ettiğime, öğretmene karşı el kaldırdığıma, yazılı kâğıtlarını değiştirdiğime, sınıfın huzurunu bozduğuma” ve akla hayale gelmeyecek yarım sayfalık iftiralardan oluşan sorular yığını… Müdür yardımcısı; Soruları cevaplamadan önce “öğretmenden özür dilemeyi” göz önünde bulundurmamızı istedi. Eğer, suçu kabullenip öğretmenden de özür dilediğimiz takdirde, sadece kınama cezası alacakmışız aksi takdirde daha ağır bir cezanın bizi beklediğini ifade ederek uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi. Müdür yardımcısı bir türlü anlayamadı; Öğrencilik hayatında “iyi”’den aşağı not almamış bir öğrenciye, sıfır vermekten daha büyük bir cezanın olamayacağını. Sıra arkadaşım Ömer için bu kabullenebilir bir teklifti. Bu yüzden hemen öneriyi kabul etti. İşlemediği bir suç için öğretmenden özür diledi ve kınama cezası aldı. Müdür yardımcısının, bütün ısrarlarına rağmen işlemediğim bir suçu kabullenmedim, özür de dilemedim. Bir türlü niye özür dilemediğimi de anlayamadılar, Özür dilemem için çok sıkıştırdılar. Bu inadıma bir anlam veremediler. Nereden bileceklerdi ki bu öğretmen yüzünden kaç kez intiharlardan döndüğü mü? Hayır dedim ve iftiraları tek-tek cevapladım, bazı iftiraları cevaplarken hem güldüm hem ağladım. O kadar ağır iftiralardı ki, okuyunca boğazıma takılıyorlardı, nefes alamıyordum, neredeyse boğacaklardı beni. Dayanamadım; Açtım ağzımı, yumdum gözümü… Yazmaya başladım. Böylece ancak rahatladım. İfadeleri okuyan kurul üyeleri şoke oldular. İfademi değiştirmem için çok ısrar ettiler. Hata bu ifadenin bir gün müfettişler tarafından okunması durumunda, okulumuz için çok kötü puan teşkil edeceği gibi duygu sömürüsünü yapmayı bile denediler. Ama gemileri yaktığımdan haberleri yoktu. Yazdıklarımı değiştirmedim. Artık matematik dersi için elimde bir tane beş, bir tane de sıfır notum vardı. Matematik dersinin, üçüncü ve son yazılısından mutlaka 10 almam lazımdı. Ortalamanın beş düşmesi için. İkinci yazılıdan yaklaşık bir ay, sonra 14 Mayıs 1985 Salı günü ilk derste matematiğin üçüncü yazılısına girecektik. Artık ikinci sınıfta matematik bölümüne girmem hayal olmuştu. Fen Bilgisi Öğretmenim cemaat evlerine ve sohbetlerine gitmediğim için bana yedi (7)den yüksek not vermedi. Matematikten de bu yol kazasına uğrayınca şimdilik, tek derdim karneye zayıf düşmemesi için çabalıyordum. Ve mutlaka bu son yazılıdan 10 (on) almam gerekiyordu. Matematik öğretmeni sınıfa girince ilk kez bana gülümsedi. Hayret ettim. Oturmamızı söyledikten sonra, adımı söylemeden bana hitaben: — 40 numara sen dışarı çık, sınava giremezsin! — Niye ki? Yine ne yaptığımı söyleyeceksiniz? — Bitlis Erkek Öğretmen Lisesi Müdürlüğü’nün 520/581 sayılı yazısı ve Disiplin Kurulunun 14.05.1985 tarih ve 7’nolu kararı ile “3 gün okuldan kısa süreli uzaklaştırma” cezası almışsın. Dışarı… Sınıfta ki herkes benimle birlikte adeta şoke oldu. Kimse bu kadarını da beklemiyordu. Sessizce defter ve kitaplarımı aldım. Öğretmenin gözlerinin içine bakarak ona elimi uzattım. Onu bu başarısından dolayı tebrik edercesine, elini sıktım. Hayatımda elini sıktığım ilk bayan oldu, zira okuduğumuz kitaplar tokalaşmayı haram kılıyordu. Tokalaşmam büyük kararlar aldığımın ilk sinyalleriydi. Bu öğretmeni çok şaşırtmıştı. — Hoşça kalın.”dedim. — Mahmut sana niye bu cezayı verdiklerini inan bilmiyorum. dedi. İlk kez konuşmasını içten ve samimi bulmuştum. Ama yine de bana yalan söylemişti. Bana verilen “Disiplin Kurulu Öğrenci Cezasını Velisine Bildirme Tezkeresi’nde; Suçum:”kopya çekmek ve öğretmene hakaret” verilen Ceza ise; “3 gün okuldan kısa süreli uzaklaştırma” diye yazıyordu. Altında da Disiplin Kurulu başkanı olarak sadece kendi adı ve imzası vardı. Bu ceza okul Müdür Vekili Hüseyin ÖZMEN'in de çok ağrına gitmiş olacak ki tezkerede ismi açılmış olmasına rağmen imzalamamıştı. Doğruca yatakhaneye gidip, tüm eşyalarımı valize doldurdum. Ardından vedalaşmak için okul Müdürü’nün odasına gittim. Elimde valizi görünce, bana çok kızdı: — Okulların kapanmasına daha bir ay var. Gidersen sonraki tüm sınavlardan zayıf alırsın, sınıfta kalırsın. Dedi. Bense söylediklerini hiç duymamış gibi; — Benim için artık her şey bitti, Hoşça kalınız. dedim. — Delilik yapma, git yatakhanede 3 gün dinlen. dedi Okullun kapanmasına daha bir ay varken, okulu bırakıp eve geldim. Babama verdiğim sarı zarfta söz konusu belge vardı. Okulların açılmasına yakın bir zamanda, aile dostlarımızdan birisi, eşi ve oğluyla beraber Mewîjo köyden traktörle bizim Abdulimam köyünde ki evimizi ziyaret ettiler. Babama, beraberlerinde ki oğullarını göstererek; -Selman, Bitlis Erkek Öğretmen Lisesini kazandı. Sizin çocuğunuzun da geçen sene orada okuduğu öğrendik. Bizimkinin Mahmut’la beraber gitmesini ve Mahmut’un ona göz kulak olmasını istiyoruz. dedi. Babam beni bir daha okula göndermeyeceğini onlara söyleyemedi. Onları kırmadı, isteklerini kabul etti. Selman ERTAŞ’ın aynı okulu kazanması sayesinde okula tekrar gitme şansına kavuşmuştum. Ve beraber okula gittik. Bir dersten sorumlu olarak bir üst sınıfa geçmiştim. Ama çok sevdiğim matematik bölümüne değil de, beni edebiyat bölümüne vermişlerdi. Öğretmenin beni dersten bırakma kaprisi yüzünden tüm okuldan ancak 20 kişi matematik bölümüne girebilmişti. Geriye kalan tüm öğrenciler spor, edebiyat ve diğer bölümlere dağıtılmışlardı. Matematik öğretmenin işi de kolaylaşmıştı. Her gün, ilk iki saati matematik bölümüneydi, bu da 20 kişilik bir sınıftı. Ve en çok sevdiğim arkadaşlarım matematik bölümünde ben ise edebiyat bölümündeydim. Edebiyatı da seviyordum ama matematik kadar değil. Edebiyat Bölümünde, iyice içime kapandım. Pek teneffüslere bile çıkmıyordum. Bu durumu bir türlü hazmedemiyordum. Bir gün özenle sakladığım tüm takdirnamelerimi valizimden çıkardım hepsini paramparça ederek sonrasında da yaktım. Asla unutmamak için aldığım disiplin cezası tezkeresinin bir kopyasını dolabımın kapısına astım. Bu benim için artık kan davasından da öte bir şeydi. Ve öğretmenden intikam almaya yemin ettim. Her gün intikam için yeni düşünceler aklıma geliyor, yeni planlar yapıyordum. Öğretmen, aklımdan geçen planları bir bilebilseydi herhalde değil okulda durmak. Bitlis’te bile durmazdı. Milli Eğitim Bakanlığının “Tek dersten sorumlu geçen öğrenciler için tanıdığı ek sınav hakkı” tüm intikam planlarımı alt üst etti. Bir hafta boyunca sınava hazırlandım. Benimle beraber 50’ye yakın öğrenci matematikten tek ders sınavına girdi. Sınavda 9.3 puan alarak sadece ben başarılı oldum. Sınav sonuçlarını değerlendiren İl Milli Eğitim Müdürlüğü, okul idaresine beni okuldaki “matematik bölümüne” almamı müdürümüzden rica ettiler. Okul müdürü benden daha fazla sevinmişti. Bizzat kendisi gelip müjdeyi verdi. Tebrik etti. Sevinçten ağzı bir karış açılmıştı zira o da matematik öğretmenini hiç sevmiyordu: — Evet, en güzel planı en güzel tuzağı O, yaparmış. dedim. Müdür de: — Evet dedi. Anlayıp anlamadığını bilmiyorum. Ama “evet” diye cevap vermesi hoşuma gitti. İlk kez disiplin cezası aldığım için çok mutluydum. Ceza almasaydım son sınavdan 10 bile almış olsaydım yine matematik bölümüne giremezdim. Sanırım öğretmen ceza verdiğine çok pişman oldu. Kazdığı kuyuya kendisi düşmüştü. Matematik bölümüne geçince sınıfta arkadaşlarım bayram ettiler. Beni zorla sınıf başkanı yaptılar. Artık, her gün ilk iki saat Matematik hocamla yüz yüze gelmek zorunda kalıyordum. Baktım; benimle hiç konuşmuyor, hiç tahtaya da kaldırmıyor, adeta sınıfta yokmuşum gibi davranıyor. Bende kendi kendime “Öyle olsun” dedim. Ben de sınıfta değilmişim gibi davrandım. Her gün ilk iki ders saatini kendime roman okuma saati olarak belirledim. Bu vesile ile Bitlis İl Halk kütüphanesinden dünya klasikleri serisini okumaya başladım. Matematik, sınavlarında öğretmenim bana 5 vermekten hiç şaşmadı. Ne aşağı ne yukarı, her zaman bana beş (5) verdi. Bende hiçbir sınava itiraz etmedim. Okul birinciliği gibi bir iddiam da yoktu. Onun yüzünden zaten kitap okuma hastalığına yakalanmıştım. Sene sonu geldiğinde nerdeyse tüm dünya klasiklerini okumuştum. Bitlis İl Halk Kütüphanesi’nden en fazla yararlanan kişi olduğum için bana bir takdir belgesi verildi. Bu sevmediğim matematik öğretmenin sayesinde aldığım ilk başarı belgesiydi. Selman ERTAŞ; lise 1.sınıfta girdiği Sağlık Meslek Lisesi sınavını kazanınca öğretmen lisesinden kaydını silerek, Diyarbakır’daki 4 yıllık Sağlık Meslek Lisesine kayıt yaptı ve liseyi tekrar birinci sınıftan okumaya başladı. Bu duruma çok duygulandım sanki beni tekrar okula götürmek için Allah tarafından gönderilmiş biri gibiydi… Şimdi o sağlık ocağında bir sağlık personeli. Oysa çok zeki biriydi. İstediği üniversiteyi rahatlıkla kazanacak kapasitesi vardı. İş garantisi ona üniversite yolunu kapattı. Keşke okusaydı. Şimdi, öğretmenlik mesleğinin onuncu yılını da geride bıraktım. Ne zaman bir öğrencime yaptığı bir yaramazlıktan dolayı yanıma çağırıp ceza vermeye kalksam, Nurten Öğretmeni hatırlıyorum. Hatırlayınca da ceza vermekten vazgeçiyorum. Bu davranışım birçok öğrencimi şaşkına çevirmiş ve olumlu neticeler vermesine sebep olmuştur. Allah bile 15 yaşına kadar bu çocuklara; yaptıklarından dolayı sorumlu tutmazken, onlara bir ceza yazmazken. Biz öğretmenler; öğrencilerimiz; okuma-yazmayı geç öğrendi ya da öğrenmedi, Dersine çalışmadı, ödevini yapmadı veya yaramazlık yaptı diye ceza vermeye kalkışıyoruz. Yaratan bu çocuklara ceza vermezken bizim ceza vermeye kalkışmamız, ya da veriyor olmamız. Ne büyük bir cahilliktir. Allah’ım cahillerden olmaktan sana sığınırım. Yıllar sonra vazgeçtim öğretmenimden intikam almayı, ettiğim yemin için üç gün oruç tuttum. Allah’a havale ettim onu. Çünkü onun ne kadar orijinal plan ve tuzak kurduğuna bizzat şahit oldum. “Seni hiç unutmadım Nurten öğretmen. Sen unutulmazlarımdansın”
Mahmut Semen |