“İnsanın başına gelen musibetlerin büyük bir bölümü kendi tercihleri/eylemleri nedeniyledir.” Meselelere ön yargısız ve sağduyulu baktığımız zamanlar, hakikate en fazla yaklaştığımız zamanlardır kuşkusuz... ‘Kürt Meselesi’ dediğimiz mesele ile ilgili olup bitenlere baktığımızda da yukarıda bir ayete dayanan yargının gerçeklerle nasıl örtüştüğünü görmek pek ala mümkündür. İnsanoğlunun azgınlaşması, istiğna sürecinin tetiklenmesi sonucudur. Aklın gereğinden fazla kutsanması insanın yıkımını da beraberinde getirmiştir. Hz. Nuh’un Oğlu’nun “ben bu dağa sığınırım (tufandan korunurum)” yargısı bu kutsamanın sonucudur. “İnsanlığın kurtuluşu, ulus devletlerin inşası ile mümkündür” öngörüsünün Hz. Nuh’un Oğlu’nun öngörüsünden bir farkı yoktur. Yaşadığımız tufan, tarihten ders çıkaramadığımızı göstermektedir.
Gelinen noktada; ‘insanlıkta kardeş’ olması pekâlâ mümkün olan insanoğlunun, kavga ve düşmanlığı, parçalanma ve ayrışmayı seçmesi tercihinin bir sonucudur. Batı’da yaşanan ‘Yüz yıl savaşları’, ‘Seksen Yıl Savaşları’, ‘Dünya Savaşları’ ve daha başka birçok savaş; bize, insanın kendi elleriyle yaşam sahnesine kan ve gözyaşını sürebileceğinin göstergesidir. Büyük yıkımlara ve acılara mal olan bu insanlık tecrübeleri sonucunda yaşanan ‘barış’ ve ‘birlik’ arayışlarını da görmek mümkündür. Adeta “bu aptallık nereye kadar” çığlığıyla ortaya çıkılmış, sulhun ve selametin, barış ve adaletin kapısı açılmıştır…
Türkiye’de 30-40 yıldır devam eden düşük yoğunluklu savaşın hepimizi getirdiği nokta “yeter artık!” noktasıdır. Ödenen bedeller, küçümsenecek bedeller değildir doğrusu. Tek bir insanın bile yaşamından olması büyük bir bedel olarak görülmeli iken on binlerce ifade edilen insanın yaşamını yitirmesi çok çok büyük bir bedel olarak kabul edilmeli. Yoğunluğu küçük olsa da ödettiği bedel çok ağır olmuştur, bunu kabul etmek gerekir. Diğer maddi ve manevi yıkım ve travmaları eklediğimizde korkunç bir ‘kayıp’ tablosuyla karşı karşıya olduğumuz son derece açıktır.
Bu acı tablo ortada iken; geçmişte bazı dönemlerde buna ‘dur’ deme gayretleri ortaya konmuştur. Ancak; gerek tarafların irade zaafiyeti göstermeleri, gerekse bulanık sularda av peşinde koşmayı kolay kazancın bir gereği olarak gören kan emiciler sürece sekte vurarak ‘barış ve huzur’ un tesisini engellemeyi başarmışlardır.
Yalnız şu önemli gerçek var ki; otuz beş yıldır yaşananlar, sorunu askeri yöntemlerle çözmenin mümkün olmadığını göstermiştir. Öte yandan PKK-KCK güçleri de devletin silah zoruyla dize gelmeyeceğini fazlasıyla test etmiş olmalıdır. Yaşadığımız tecrübeler acı da olsa, bizi getirdiği nokta: ‘Sulh’ ve ‘selamet’e açılacak kapıları zorlama iradesi gösterme noktasıdır. Bu iradenin gösterilmemesi durumunda bizi ne Allah, ne insanlık ne de tarih af etmeyecektir. Bütün toplum kesimleri tarafların bu yalın gerçeği anlayacak olgunluğa eriştiğini umut etmektedir.
Dileğimiz o ki, bu sefer umutlar suya düşmesin… Şeffaf ve makul olan üzerine inşa edilen bir süreç olsun... Cesaret ve kararlılık hâkim olsun… Sabotajcılara, fırsatçılara, kan emicilere bu kez fırsat verilmesin… İlahi adaletin, insana yakışan şefkat ve merhametin tecellisi ile noktalanacak bir barışın tesis edilmesi umudundayız… Süreci canı gönülden desteklerken, Fransa’da yaşanan olayı da vahim ve üzüntü verici buluyoruz… Bu nazik süreçte bu tür gelişmelerin yaşanması, kuşku ve güvensizlik ortamını beslemektedir. Tarafların kararlılıklarını ve barış iradelerini kaybetmeden yollarına devam etmelerini hayati bir tutum olarak değerlendiriyoruz.
Sulhun ve selametin, huzur ve adaletin hâkim olduğu günlerde yaşamak dileğiyle…
Başta da ifade ettiğimiz gibi; insan kendi yıkımının da, inşasının da nihai mimarıdır…
Mehmet Masum YOKUŞ
Özgür Eğitim-Sen Diyarbakır Temsilcisi