Sömürgecilik döneminde bir Fransız bireyinin, milli hakları için mücadele eden Cezayirlilerin yanında olması, onları desteklemesi, kendi devletinin sömürge politikalarını eleştirmesi anlamlıdır.
Ama bütün milli hakları, demokratik hakları gasbedilmiş ulusa mensup bir kişinin, “ulus devleti aştım” demesi sorunlu bir açıklamadır.
Çünkü bu birey henüz, egemen ulus tarafından, devlet tarafından tanınan bir hakka sahip değildir. Dili yasaktır, ülkesi, baskı, işgal altındadır. Çok yoğun bir asimilasyon politikasın hedef olmuştur. Asimilasyon devam etmektedir. Kendisi olmak için yürüttüğü mücadeleler yoğun engellerle karşılaşmaktadır. Böyle bir ortamda, herhangi bir kişinin, “ulus devleti aştım” demesi, bunların önemli olmadığını vurguladığı anlamına gelir. Veya bu haklar için mücadeleden kaçtığı anlamına gelir.
Egemen ulusa mensup bir bireyin, ulus devleti aşmasıyla, onun mensubu olduğu devletin yapısında herhangi bir değişiklik olmaz. O devlet, eskiden olduğu gibi, temel kurumlarıyla yaşamını sürdürür. Ama o kişi devletiyle mücadelesini sürdürür. Baskı gören ulusun hakları için mücadele etmeye devam eder. Bütün ulusal-demokratik hakları gasbedilmiş ulusa mensup bir bireyin, ulus devleti aşmasıyla, ulusun yaşadığı baskı ve zulümde bir azalma olmaz. Ama bu kişi, artık bu sorunlarla ilgilenmez, o sorunları küçümser. Aslında o sorunlardan kaçar. Bu koşullarda ulus-devleti aşmak, devletin hazırladığı dipsiz kuyulara düşmek olur.
PKK Başkanı Abdullah Öcalan, PKK/Barış ve Demokrasi Partisi, bağımsız bir devlet istemediklerini, sınırlarla, vatanla, bayrakla bir sorunları olmadığını, sık sık dile getirmektedirler. “Ayrı devlet istemiyoruz, sınırlarla bir sorunumuz yok. Türk bayrağıyla bir sorunumuz yok…” diyorlar. “Ortak vatan” anlayışına vurgu yapıyorlar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sık sık, “Tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek dil” anlayışını dile getirmektedir. Abdullah Öcalan, PKK/BDP de bu anlayışı, bu tekliği, “demokratik devlet, demokratik vatan, demokratik ulus” gibi ifadelerle ortaya koymaktadır. Başbakan’ın, “tek… tek… tek…”diye diye dile getirdiği teklik anlayışını, Öcalan, PKK/BDP de “demokratik… demokratik… demokratik…” söylemiyle ifade etmektedir.
13 Ocak 2013’de, İstanbul’da, “Barış İçin Öcalan’a Özgürlük Platformu”nun, hazırladığı bir sempozyum vardı. “Çözüm ve Müzakere Süreçlerinde Liderlerin Rolü” konulu sempozyumu, BDP milletvekili Emine Ayna ve Av. Eren Keskin organize etmişlerdi. Bu sempozyumda, “Çözümsüzlüğü Aşmak: Kürtlerin Özgürlük Mücadelesi” konulu oturumda, yaptığım bir konuşmada, Abdullah Öcalan’ın, PKK/BDP’nin bu anlayışını eleştirmeye çalıştım.
Güvenlik güçleri köylere bayraklı panzerleriyle giriyor, evleri teker teker yıkıyor. Yıkılan evler daha sonra yakılıyor… Köy harabeye dönüyor. Ortada bulduklarını yakalıyorlar. Zor kullanarak, döverek söverek karakola götürüyorlar. Yakalananlara yoğun işkenceler yapılıyor. Yakalanıp karakola götürülenlerde bazıları işkenceli sorgularda öldürülüyor. Bazıları kaçırılıyor, kendilerinden haber alınamıyor. Böyle bir ortamda bile bağımsız devlet düşünemiyorsan, sende bir sakatlık var.
Panzerlerle birlikte gelen özel timler, bayrak amblemli yüzükler taşıyorlar. Bayrak amblemli kemerler, bereler taşıyorlar. Böyle bir ortamda bile senin bayrakla bir sorunun yoksa, sende bir sakatlık var.
İki yıla yakın bir zamandır devam eden Suriye olayları dolayısıyla, basında, üç devletin adı çok geçiyor. Ve bu üç devlet birlikte anılıyor. Türkiye, Suudi Arabistan, Katar. Bu üç devlet Beşşar Esed yönetimini yıkmak için her türlü olanağı kullanıyor. Özgür Suriye Ordusu’nu, Müslüman Kardeşler’i, el-Kaide’yi silahlandırıyor. Bu üç devletin, birlikte kotarmaya çalıştıkları bir durum daha var. O da Kürdlerin Suriye’nin kuzeyinde, yani kendi yaşadıkları alanda, Kürdistan’da, gerçekleştirdikleri Kürd özerkliğini tanımamak, özerk bölgeyi, Kürd otonomisini yıkmaya çalışmak. Bu durum, bu devletlerin, Kürdlerin geleceğini belirlemede rol sahibi olmaya çalıştıklarını göstermektedir.
Ortadoğu’da, Kürdlerin 40 milyonun üzerinde nüfusu vardır. Bir ay kadar önce, basında yer alan bir haberde, Abdullah Öcalan’ın, “50 milyon Kürd için yol haritası” hazırladığı duyuruluyordu. Kanımca Ortadoğu’da Kürdler 50 milyondan da fazladır. Ama uluslararası ilişkilerde tanınan, küçücük bir statüye sahip değildir. Güney Kürdistan’daki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni ayrıca değerlendirmek gerekir.
Katar üç yüz bin nüfuslu bir Arap devletidir. Katar, 22 üyeli Arap Birliği’nin, 55 üyeli İslam Konferansı’nın, 193 üyeli Birleşmiş Milletler’in üyesidir. Uluslararası ilişkilerde Kürdlerin adı ise, sadece “terör” denildiği zaman geçmektedir. “Terörü yok edeceğiz, ezeceğiz”, “Kürd terörüne karşıyız” vs.
300 bin nüfuslu Katar’ın, 50 milyon üzerinde nüfusu olan, Kürdlerin geleceği üzerinde söz sahibi olması, Kürdlerin geleceğini belirlemeye çalışması, uluslararası nizamın ne kadar anti-Kürd bir nizam olarak kurulduğunu göstermektedir. Bu uluslararası nizamın, Kürdlere karşı çok haksız bir nizam olduğunu da göstermektedir. Eğer, “ulus devleti aştım” derseniz, “Kürd milliyetçisi değilim” derseniz, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlerin başına geçirilen bu lanetli çorabın bilincine varamazsınız. Bu tür olayları önemsiz görüp bu haksızlıkların bilincine varamazsınız. Bunların incelemeye değer bulmazsınız.
Hâlbuki 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, gerçekleşen bu operasyon, emperyal güçlerin, Ortadoğu’da gerçekleştirdikleri en kalıcı, en kapsamlı, en derin operasyondur. Çok başarılı bir operasyon olduğu da açıktır. Kendini gizleyen bir operasyon olduğu da besbellidir.
Kendini gizlemiştir. Çünkü günümüze kadar, Kürdistan’ın herhangi bir kesiminde, Kürdler, milli hakları için mücadeleye giriştiklerinde, solcular, sağcılar, liberaller… Herkes “emperyalizmin ekmeğine yağ sürmeyin”, “sizin bu çabanız emperyalizmin işine yarar”, “bu bölücülüktür” derlerdi. Halbuki, emperyal güçler en büyük bölücülüğü, Ortadoğu’nun ortasındaki, Kürdlere, Kürdistan’a karşı yapmıştı. Kürdler ve Kürdistan, ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkının en çok konuşulduğu, tartışıldığı bir dönemde, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştı. Dönemin önde gelen iki emperyal gücü, Büyük Britanya ve Fransa ve Ortadoğu’nun iki köklü devleti, birbirleriyle organize bir şekilde, Kürdlerin, Kürdistan’ın üzerine çullanmışlardı. Bugün, 47 üyeli Avrupa Konseyi’nde, 55 üyeli İslam Konferansı’nda, 22 üyeli Arap Birliği’nde, 193 üyeli Birleşmiş Milletler’de, nüfusu 10-15 bin olan, 50 bin olan devletler bile var. Bunlar, Kürdlerin geleceğini belirlemede rol sahibidirler. Ama 50 milyonu aşkın nüfusu olan Kürdlerin bir siyasal statüye sahip olmamaları, bu ilişkiler karşısında dikkate değer bir durumdur.
Beşikçi, son siyasal gelişmeleri izlememekle de eleştirilmektedir. “sınırlar ortadan kalkıyor, Beşikçi hala sınır oluşturmaktan söz ediyor” denilmektedir. Bu, eleştirilmesi gereken bir görüştür.
Son yirmi yılda 30’a yakın devlet oluşmuştur. Sovyetler Birliği dağılmıştır 15 devlet ortaya çıkmıştır. (Estonya, Letonya, Litvanya, Belarus, Moldavya, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Rusya Federasyonu)
Yugoslavya dağılmıştır. 7 devlet ortaya çıkmıştır. (Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Kosova, Karadağ, Sırbistan)
Çekoslovakya kendi içinde ikiye ayrılmıştır. (Slovakya, Çekya)
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Cibuti, Eritre, Yeni Kaledonya, Güney Sudan, Filistin Arap Devleti…
Birleşmiş Milletler, iki ay kadar önce, 30 Kasım 2012 de, Birleşmiş Milletler Filistin için, “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü verdi. Bunu, Türkiye’de, sağcılar, solcular, liberaller, herkes alkışladı. PKK/BDP de. Kürdler için devlet istemeyenlerin, bu anlayışa karşı duranların, Filistin Arap Devleti’ni alkışlarla selamlamaları dikkate değer bir durumdur. Türk basınının, Türk yazarlarının, Türk solunun bu anlayışı savunması doğaldır. Ama Kürdlerin de savunması sorunludur.
“Sınırlar kalkıyor, yeni sınır yapmak anlamsızdır” görüşü Kürdlerin kafasını bulandırmak için ortaya atılan bir görüştür. Kaldı ki, ulus üstü birliklere herkes, kendi kimliği ile katılmaktadır. Henüz bir kimlik sahibi olamayan, kendisi olamayan Kürdler bu birliklerde nasıl yer alacaktır?
“Biz asla milliyetçi değiliz”
24 Ocak 2013 de TBMM’de, “anadilde savunma”yı düzenleyen yasa tasarısı görüşüldü. Bu yasa görüşülürken, CHP İzmir milletvekili profesör Birgül Ayman Güler ile BDP’liler arasında sert tartışmalar oldu. Profesör Birgül Ayman Güler, konuşmasının bir yerinde, “Kürt milliyetçiliğini bana ‘ilericilik’ ve ‘bağımsızcılık’ diye yutturamazsınız. Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit ve eş değerde gördüremezsiniz” dedi,
BDP’liler, buna “biz asla milliyetçi değiliz, siz ulusalcısınız. Sizi Sosyalist internasyonal’den kovduracağız…” şeklinde cevap verdi. Bu cevap, bu tutum üzerinde biraz durmak gerekir.
Her şeyden önce, “siz neden milliyetçi değilsiniz?” diye sormak gerekir. Dil yasak. Kürd diliyle eğitim konuşulamıyor. Ülkenin adını söyleyemiyorsun. Kürd çocukları okullarda, her sabah, “Türküm doğruyum…. Varlığım Türk varlığına armağan olsun”u bağırmaya devam ediyor. Çocuklara, şunca mücadeleden sonra, hala, içinde W, X, Q harfleri olan isimler verilemiyor. Parklara bahçelere, Kürd yazarlarının, Kürd yurtseverlerinin isimleri “Türk kültürüne, Türk değerlerine aykırıdır” diye verilemiyor. Valiler, kaymakamlar, belediye meclislerinin bu tür kararlarını onaylamıyor, bu karaları iptal ettirmek için davalar açıyor. Kürdistan coğrafyasındaki yer isimleri değiştirilmiş, Türkleştirilmiş… Yoğun bir asimilasyon politikasına hedef olmuşsun… Ve asimilasyon devam ediyor, anadilinde eğitimi yasaklamanın anlamı bu… Bunları savunmuyor musun, bunları savunmayacak mısın? Bunları savunduğun zaman da sana Kürd milliyetçisi denir. Kürdler için en değerli tutum da budur. Kürdlere olumlu bir gelecek vaad eden tutum da budur.
Kürdlerin, komşu halkları asimile etmek gibi, komşu halkların topraklarını işgal etmek gibi bir derdinin olmadığını herkes biliyor. Kürdlerin, Kürd halkına, Kürd diline ve kültürüne yapılan baskıları geriletmek, dili ve kültürü bütün kurumlarıyla yaşamak, Türklerle, Farslarla, Araplarla eşit olmak için mücadele ettikleri herkes tarafından biliniyor. Baskıya, zulme karşı mücadelenin evrensel olduğu da açıktır.
Türk solu milliyetçi bir soldur. Profesör Birgül Ayman Güler örneğinde olduğu gibi Türk solunun önemli bir kesimi de tam anlamıyla, ırkçıdır, ayrımcıdır. Bulgaristan’da, 1985-1988 yılları arasına yaşama geçirilen Türklere, Bulgar isimleri verilmesi operasyonlarına, Türk solunun, Türk sağının… Nasıl tepki gösterdiğini iyi hatırlamak gerekir.
Profesör Birgül Ayman Güler’in sözlerin yeniden dönmek gerekir. Dikkat edilirse, Profesör Birgül Ayman Güler, Kürdlerin Türk ulusuyla eşit olmadığını, Kürdlerin “milliyet” olduğunu, yani ulus olmanın koşullarını taşımadığı vurgulamaktadır. ‘Kürd milliyeti’nin, Türk ulusuyla birlikte yaşamasının istendiği de kabul edilmiş olmaktadır. Buysa, 1930’larda, dile getirilen, “Türk olmayanların tek bir hakları vardır: Türklere hizmetçi olma hakkı” sözlerinin, günümüzdeki tekrarından başka bir şey değildir.
Türk solu, milliyetçi bir soldur. Önemli bir kesimiyle de ırkçıdır. Bu milliyetçi, ırkçı solun önemli bir başarısı, kendi dilini bile konuşamayan, kendi ülkesinin adını söyleyemeyen Kürdlere, “milliyetçi değilim”, “biz asla milliyetçi değiliz” dedirtmesi, bu şekilde Kürdlerin bir kısmını kendi özlerine yabancılaştırmış olmasıdır.
Abdullah Öcalan, üç-dört sene öncesine kadar, “Marx’ı aştım”, “Hegel’i aştım”, “Gandi’yi aştım” gibi açıklamalar yapardı. Bunu, entelektüel bir çaba olarak değerlendirmek gerekir. Ama “aşma”ların bugünkü Kürd mücadelesine bir katkısı da yoktur. Bugünkü mücadele dikkate alındığında aşılması gereken en önemli kişi, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu da, PKK’ye, BDP’ye, Kürdlere, Kemalizm aşılanarak yapılamaz.
Haber kaynağı için [AŞAĞIDAN.ORG]