İnsan ölür...
Çünkü insan ölümlüdür.
Ne zaman ve nasıl olacağını asla bilemeyiz.
Ölüm sınır tanımaz.
Sınırın berisindeyken, ötesindeyken...
Ölüm acıdır. Ölüm ürperticidir.
Ölüm soğuktur. Ölüm korkutucudur.
Köşeden göründüğü anlarda bile, yaşamaya dair bir umut vardır.
Ölüm zordur...
Ölüm yadırgatıcıdır...
Yadırganan, inanılmayan, kabullenilmeyen bütün duygular ölüyle birlikte mezara gömülmez. Ölümü kabullenirsin ama ölümün şeklini kabullenmezsin bazen.
Ölüm ağırdır dostlar!
Hele çoğu çocuk olan 34 kişinin ölümü daha da ağırdır.
Azrail, devletin F-16 savaş uçakları giyitlerine girince, ölüm kanlıdır. O gün, kaçağa çıkan çocukların buharlı nefesi katırların nefesinde son buldu. Vücutlarının etleri, katırlarının etlerine karıştı. 34 kişi böyle can verince, ölüm daha da ağırlaşır, yara daha da büyür, acı daha da derinleşir.
28 Aralık 2011 günü, ölüm onları soğuk bir gecede yakaladı. Çelik kanatlı Azrail, gökten ölüm yağdırdı.
Kar, kana boyandı.
Toprağın üstündeki ölüler Roboskî ölüleridir. Roboskî’nin ölüleridir. Bizim cenazelerimizdir, hepimizin.
Çelik kanatlı Azrail’i gönderen katilin kurbanlarıdır.
Ölüm mü zordur, yoksa nerede olduğunu bile bile her gün katili aramak mı?
Söyleyin bana dostlar:
Evladının cesedine sarılamayan annenin yürek acısını kim dindirebilir?
Hangi doktor yarasını sarabilir, hangi söz, hangi kelime!
“İlk gelen bilgiler operasyon kazası olduğu yönünde ancak hata varsa gereken yapılacaktır.”
Öyle mi?
“İncelemeler neticesinde gerekli olan neyse bütün bunlar da yapılacaktır.”
“Ölmeselerdi bundan dolayı yargılanacaklardı.”
Öyle mi?
“Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık. Tazminatı da açıkladık. Allah aşkına
Tazminatsa tazminat.”
Öyle mi?
“Yatıyorsunuz, kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir.”
“Silahlı Kuvvetler bu Ahmet mi Mehmet mi bilemez ki?”
Öyle mi?
Ey ilahi adalet! Neredesin?
Roboskî katliamının üzerinden bir yıl geçti. 34 canın sorumluları adaletin önüne çıkartılmadı, yargılanmadı, hesabı sorulmadı.
Ve Roboskî’nin yıldönümünde yeni bir şey daha öğrendik.
Meğer devletin bir resmî, bir de gayrı resmî Kürt “teröristleri” varmış!
“Uludere’yi bu kadar basite indirgemeyelim. Sonuçta terörist de sivildir. Sürekli sivil denmesini bir beyin yıkama ameliyesi olarak görüyorum.”
Dağda çatışmada öldüyse resmî, sınır noktasında başına bomba yağdırıldıysa gayrı resmî...
Böylece, başına bomba düşen bir kere, geride kalanlar her gün öldürülür.
Roboskîli olmanın kaderi bu.
Ne kötü yazgın varmış Felek Abla!
Ne kötü acılar yazılmış sana Bedriye Nine!
Senin acını kim saklar Hediye Ana!
Annelerin yüreğinden sürgün yemek ne kötü.
Hangi özrün arkasına sığınacaksınız şimdi?
Hangi su, günahınızı paklar?
Tövbenizi hangi kutlu kitap sakladı?
Yüz sürecek bir mihrap bulabiliyor musunuz?
Roboskî niye oldu, Roboskî’de ne oldu?
Roboskî’ye düşen bombalar sadece bedenlerimizi mi parçaladı?
Yoksa bedenlerimizle birlikte dünyalarımızı mı?
Bir yıl önce Roboskî’de olanlar, kaç kere tekrarlandı!
Şeyh Said, Zilan, Ağrı, Dersim, Özalp neden olduysa, Roboskî de ondan oldu işte.
Roboskî’de yaşananlar, bu topraklarda bir asırdır yaşanıyor.
Daha fazla kan ve daha fazla gözyaşından başka elimize ne geçti?
Neden oldu, nerede oldu, nasıl oldu soruları hükümsüz artık.
Zaman geçiyor, daha fazla geç olmadan “Ne yapmalıyız” diye sorulmalı.
Devlet özür dilemek için çok geç kaldı.
Af ve tövbeyi konuşmak gerekirken, hâlâ özrü bekliyoruz.
Devlet günahlarını kabul etmeli artık. Tarihiyle yüzleşmeli.
Özür dilemeli, affını istemeli, tövbe etmeli.
Devlet Kürtleri reddetti, inkâr etti.
Asimile etmek istedi, sürgüne gönderdi.
Tedip ve tenkil uyguladı.
Kürt sorunu mu Kürdistan sorunu mu, adına her ne derseniz deyin, meseleyi
Çözme günüdür artık.
Kürd’ün Türk kardeşi için istediğini, Türk Kürt kardeşi için istemedikçe bu topraklara huzur gelmez, daha çok kan akar.
Türk, Kürt kardeşinin dilini anlamaya çalışmadıkça (Ez jî tu me: Ben de senim) Türk’ün de Kürd’ün de ocağı sönmeye devam eder.
“Ne mutlu Türk’üm diyene!” kelimeleri bu toprakların dağından, taşından kazınmadıkça, gözyaşları sel olup akar.
Kürt çocuklar, her günün sabahı varlıklarını “Türk varlığına armağan” ettikçe, annelerin yüreğine ateş düşmeye devam eder.
Vakit, daha da geç olmadan devletin affını dileme zamanıdır.
Kürtlerden, Türklerden, Lazlardan, Çerkeslerden...
Ermenilerden, Süryanilerden.
Alevilerden, Sünnilerden...
Sebebi olduğu her candan, her ana yüreğinden.
Vakit, devletin özür dileme, affını isteme zamanıdır. Bu acıları bir daha yaşatmayacağına dair söz verme, tövbe zamanıdır.
Yeni Roboskîler, yeni Zilanlar, yeni Dersimler olmaması için...
Başka Hantepe, Gediktepe, Aktütün, Dağlıca olmaması için...
Yine! Yeni Sivaslar, Başbağlar, Maraşlar olmaması için...
O gün geldiğinde, gerçek kardeşliğin ne olduğunu işte o zaman anlarız. Bir arada yaşamanın ne demek olduğunu, o zaman öğreniriz.
(*)Ben de senim.