Kendisine laik- kemalist Türkiye Cumhuriyeti modelini ve Atatürk devrimlerini örnek alan ve bunu açıkça ifade etmekten de çekinmeyen İran Şahı Rıza Pehlevî (1878-1944), 2 Temmuz 1934 tarihinde, o zamanlar CHP’nin “tek parti” dönemini yaşayan Türkiye’ye bir ziyaret yapıp M. Kamâl Atatürk ile görüşür.
Rıza Şah ve Atatürk, Ankara’da bir buçuk saatlik bir görüşme yaparlar. Görüşme
esnasında Rıza Şah, okullarda din derslerini kaldırdığını, camileri kendi
hâllerine terkettiğini ve Cuma namazını da yasakladığını gururla anlatınca,
Atatürk’ten “Yanlış yapmışsın; iktidarını tehlikeye atmışsın” cevabını
alır. Atatürk Rıza Şah’a şunları söyler: “Biz daha akıllıca
davrandık. Camileri kendi kontrolümüz altına aldık, imamlarını bile biz
atıyoruz. Cuma’yı yasaklamak yerine kendimiz kıldırıyoruz. Okullarda din
derslerini kaldırmak yerine bu dersleri kendimiz veriyoruz. Böylece herşey
yolunda sanılıp halktan tepki almıyoruz, hem de dini istediğimiz kalıba sokup
topluma öyle sunuyoruz. Nasıl bir din istiyorsak öyle bir din öğretiyoruz.”
İran’a geri döndüğünde Rıza Şah, hemen “Türkiye modeli”ni
uygulamaya koyulur. Qum Yüksek Dînî İlmîyye Medresesi’ni dağıtarak
medreseleri “devlet kontrolündeki okullar” hâline getirmek
amacıyla, ulemânın “devletçe düzenlenen resmî imtihanlara” girmesi
gerektiği yolunda emir verir.
İslamî tüm değerlere savaş açan, ülkedeki binlerce medreseyi kapattıran,
onbinlerce âlimi darağacında sallandıran, ırkçı- şovenist temeller üzerine bina
ettiği sistemin gereği olarak, bu topraklar üzerinde yaşayan başta Kürtler
olmak üzere “Türk olmayan” tüm kavmî unsurların kimliğini ve hatta
varlığını inkâr eden bir rejimin mirası olan Diyanet İşleri Başkanlığı,
kurulduğu 3 Mart 1924 tarihinden beri bu ırkçı, tek tipçi ve gayr-i İslamî
politikalara “dînî destek” sunmuş, sunmaya devam etmektedir.
Son marifetini de, geçtiğimiz günlerde hazırladığı bir ansiklopedi ile
gösterdi.
Tağutî rejimin emri altındaki bel’âm teşkilâtı olan Diyanet İşleri
Başkanlığı, bir ansiklopedi hazırlamış. Oldukça geniş hacimli bir çalışma;
büyük emek sarfedilmiş. (Birinci cümlede geçen “tağut” ve “bel’âm”
kavramları, yüce kitabımız Kûr’ân-ı Kerîm’de geçen kavramlardır ve ne anlama
geldiklerini Diyanet’in başındakiler çok iyi bilirler. Yerimiz dar olduğu için,
bunların tartışmasına girmeyeceğim. Fakat Diyanet arzu ederse, kendilerinin
İslam dairesindeki yerlerinin neresi olduğunu, bizzat kendileriyle Kûr’ân ve
Hâdis ışığında tartışmaya hazırım; istedikleri zamanda ve istedikleri
platformda.)
Gelgelelim; harcanan her emek, saygıyı hak etmiyor ne
yazık ki. Özellikle de, bu emekler ırkçı ve şovenist davranışlarla zayi
edilirse.
Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) bünyesindeki İslam Araştırmaları
Merkezi (İSAM) tarafından, 1983 yılından başlayarak ve 100’den
fazla araştırmacının ortak çabasıyla, tam 30 yıl emek verilerek 44 ciltlik bir
“İslam Ansiklopedisi” hazırlandı. Çalışmanın tamamlandığı ve
hazırlanan ansiklopedinin internette de hizmete sunulduğu bilgisi, geçtiğimiz
günlerde İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın da hazır bulunduğu bir törenle duyuruldu.
Gel gör ki, tam 44 ciltlik “İslam Ansiklopedisi”
adlı bu dev çalışmada, “Kürtler”, “Kürtçe” ve “Kürdistan”
ile ilgili tek cümlelik bir bilgi bile yok!.. “Türk” var, “Fars”
var, “Arap” var ama “Kürt” yok!.. “Türkçe” var, “Farsça”
var, “Arapça” var ama “Kürtçe” yok!... “Türkiye” var, “Doğu
Türkistan” bile var ama “Kürdistan” yok!..
44 ciltlik dev ansiklopedinin hiçbir yerinde “Kürtler”,
“Kürtçe” ve “Kürdistan” kelimeleri geçmiyor.
Demek ki Diyanet İşleri Başkanlığı’na
göre, yeryüzünde ne “Kürt” diye bir kavim yaşıyor, ne “Kürtçe”
diye bir dil konuşuluyor, ne de “Kürdistan” diye bir coğrafya var...
Diyanet’in 44 ciltlik bir “İslam Ansiklopedisi”nde Kürtler’e
, Kürtçe’ye ve Kürdistan’a dair bir cümlelik bir
bahisten bile kaçınması, 1500 yıllık İslam tarihinde Kürtler’e, Kürtçe’ye ve
Kürdistan’a dair hiçbir şey bulamaması, cehalet değilse eğer (ki değildir),
olsa olsa ırkçılık ve şovenizmdir.
Irkçılık ve şovenizm olduğu gibi, aynı zamanda
komedidir.
İlimle, tarihle, insan aklıyla alay etmektir.
O Kürtler ki, İslam
dinini Araplar’dan sonra ilk kabul eden kavimdir, ilk Müslüman olan millettir.
O Kürdistan ki, Arap Yarımadası’ndan sonra İslam ile şereflenen ilk
coğrafyadır. O Kürtçe ki, Diyanet bel’âmlarının maaşlarını ödeyen tağutî
rejimin kapattırdığı binlerce medrese, bu dilde eğitim veriyorlardı.
Bu hakikate rağmen, Diyanet’in hazırladığı 44 ciltlik
“İslam Ansiklopedisi”nin bir tek yerinde dahi “Kürtler”, “Kürtçe”
ve “Kürdistan” kelimeleri geçmiyor...
Bu durumda bizlerin, “İslam Ansiklopedisi”nin
tanımadığı “Kürtler” olarak Diyanet’e söyleyecek tek bir sözümüz var:
“Lekum dînukum weliye dîn.” (Sizin dininiz
size, bizim dinimiz bize.)
Diyanet, Kürdistan’daki bütün imamlarını geri çekmeli,
kendi bünyesinde çalışan bütün Kürt imamların ve Kürt “din görevlileri”nin
işine son vermeli, hatta Diyanet’e bağlı camilerde bütün cemaat namazlarını “Kürtsüz”
kıldırmalıdır, Kürt olanları cemaate almamalıdır.
Mademki sen Kürtler’in varlığını tanımıyorsun, yapman
gereken budur. Biraz olsun şeref ve haysiyetin varsa tabii.
“İslam Ansiklopedisi”nin hiçbir yerinde
Kürtler’e dair tek maddelik bir değinide bile bulunmayan Diyanet,
Kürdistan’daki bütün imamlarını geri çekmeli ve bir daha da Kürtler arasında
faaliyet yürütmemelidir.
Varlığımızı inkâr eden,
kimliğimizi bile tanımayan bir kurum, bize İslam’ı öğretemez.
Varlığını bile inkâr ettiğiniz bir halkın arasında faaliyet yürütmeniz, “din
hizmeti” değildir.