Milliyet’in Yazarlardan Aslı AYDINTAŞBAŞ bugün ki “Cemaat-Ak Parti kavgası mı?” isimli köşe yazısı endişemizi destekler mahiyettedir. İşte Aslı hanımın o yazısı
Cemaat-Ak
Parti kavgası mı?
Son günlerde kısaca “cemaat” demeye alıştığımız Fethullah
Gülen camiası ile Ak Parti arasında iyice ayyuka çıkan bir atışma var.
Sadece son bir hafta içinde olanlar bile durumun
ciddiyetini kavramaya yeterli: Hükümet ve hükümete yakın kalemlerin Today’s
Zaman’a yönelik ciddi bir linç kampanyası yürütüyor; Zaman’ın genel yayın
yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Sabah’tan Mehmet Barlas arasında günlerdir devam
eden sert bir polemik var; hükümet adına konuştuğunu varsaydığımız Yeni Şafak
yazarı Cem Küçük, ‘7 Şubat süreci’ denen Hakan Fidan operasyonunda cemaatin rolüne
yönelik zehir zemberek bir yazı kaleme aldı.
Genel hatlarıyla, hükümet, cemaati ‘devlet içinde
devlet’ olmakla, Batı’nın çıkarlarına yakın hareket etmekle, hatta bazı
polisiye operasyonlarla kendi başını belaya sokmakla tehdit ediyor. Gülen
cemaati ise, iç ve dış politikada Türkiye’nin kötü yönetildiğini, hükümetin
gerilim ve kutuplaşmaya neden olduğunu ve cemaate yakın isimlere yönelik el
altından bir tasfiye sürecinin yaşandığını söylüyor.
İki tarafın söyleminde de, doğrular, yarı-doğrular
ve abartılar var. Ancak bu sadece bir paylaşım kavgası değil. Olayın özünde,
Türkiye’nin gideceği istikamet konusunda ciddi görüş ayrılıkları var.
Aslında Ak Parti çevreleri, uzunca bir süredir
tutuklu gazeteciler, Hanefi Avcı’nın durumu, şike ve KCK operasyonları gibi
toplumun farklı kesimlerini rahatsız eden sert polisiye uygulamalarla ilgili,
sesini hafif alçaltarak, “Valla biz değil onlar yapıyor...” demekteydi. Hatta
bu sayede bir ara liberal çevrelerin zımni desteğini bile kazandı.
Ancak Gezi olaylarıyla iktidar, gerektiğinde cadı
avına başvurabileceğini, asıl derdinin demokratik alanı genişletmek değil
iktidarının devamını sağlamak olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. İki yıl
önce otoriterleşme kaygısı bir endişeydiyse, bugün Türkiye için sahici bir
risk. Tuhaf bir ruh haliyle, içeride ve dışarıda herkesi düşman belleyip
makineli tüfekle yaylım ateşine tutanlar, muktedirin diliyle de konuşunca,
kendisi dışında herkesin gözünde sevimsizleşti. Twitter, İnternet ve yargı
üzerinden amansızca yürütülen sindirme, itibarsızlaştırma kampanyaları ise,
artık akıl selim sahibi (ya da varlığını Ak Parti’ye borçlu olmayan) insanların
Ak Parti üzerinden bir ‘demokratikleşme teorisi’ üretebilmesini neredeyse
imkânsız hale getirdi.
Dönelim başa... Hal böyleyken Ak Parti-Cemaat atışmasında kimi tutacağız?
Kimseyi. Biz her zaman savunduğumuz demokratik
değerleri savunmaya, açık topluma yaraşan standartları talep etmeye devam
edeceğiz . Sadece bu.
Bakıyorum sol çevreler bu kavgayı, ”Yiyin
birbirinizi” ruh haliyle; CHP ve MHP ise, ”Buradan bize ne düşer” hesabıyla
izliyor.
Oysa yapılması gereken, çıkar blokları ve
kimlikler değil, Türkiye’nin temel meseleleri üzerinden yürümek. Konu bazlı
düşünmek. Örneğin Today’s Zaman, 2011’de gazeteciler tutuklanırken medya
özgürlüğü konusunda bir hassasiyet göstermedi; ancak bugün istikrarlı bir
biçimde demokratikleşme ve ifade özgürlüğü üzerinde durmasının bir değeri var.
Zaman gazetesi, son yıllarda yargı meselelerine tarafgir yaklaştı. Ancak gel
gör ki son dönemde, otoriterlikten tutun da, ‘kalkınma’ adı altında şehirlerin
altına üstüne getiren tepeden inmeci estetiğe dair en cesur yazılara da onlar
yer verdi. Diğer cephede hükümet, son dönemlerde stadyumlardan üniversitelere
mütemadiyen tevkifat peşinde. Gel gör ki, PKK’yla başlattığı hassas bir süreçte
de desteğimizi hak ediyor; ürkek de olsa doğru adımlar atıyor.
Diyeceğim, biz bu kavgada taraf değiliz; olamayız
zaten. Biz her başlıkta demokrasiden yana taraf olalım, yeter...