Daha önceleri merkez medya yapardı bunu...
Şimdilerde Başbakan’ın medyası yapıyor.
Herkesin kendileri gibi yasakçı, sansürcü, baskıcı olduğunu, başkalarının da kendileri kadar dürüstlükten uzaklaştığını görmek istiyorlar.
Galiba kendilerine benzemesini en çok istedikleri gazete de Taraf.
Biz onlara istesek de benzeyemeyiz.
Başka bir geçmişten, başka bir gelenekten, başka bir ahlaki damardan geliyoruz.
İktidar sahiplerinin karşısında sebilhane bardağı gibi dizilip kırıtmak yok bizim geleneğimizde, iktidarda olanların gözüne girebilmek için gerçekleri saptırmak, saklamak yok, güçlü olandan bir ikbal beklemek yok.
Bir tek düsturumuz var bizim, doğru bildiğimizi her şartta söylemek.
Doğruyu söyleme gücünün sağladığı özgürlük, yeryüzündeki bütün iktidarlardan daha çekici bizim için.
Bundan vazgeçmeyiz.
Çok namuslu olduğumuzdan değil, bundan daha eğlenceli, bundan daha tatminkâr hiç bir şey bulmadığımızdan.
Doğru olduğuna inandığımızı söyleriz, bu yüzden karşı fikirler bizi korkutmaz, birisi bizimle aynı fikirde olmadığında görüşlerimiz çökecek diye bir endişemiz olmaz, karşımızdakinin doğrusunun bizim doğrumuzdan daha geçerli olduğunu anladığımızda o doğruyu savunuruz.
Haklı çıkmaya çalışmayız, haklı olmaya çalışırız.
O yüzden bu gazetede fikirler üstünde bir yasak, bir kısıtlama yoktur, kendi aramızda da bazen kıran kırana tartışırız.
Hiç bir yazarın tek kelimesine bile dokunulmaz.
Hatta zaman zaman okuyucularımızdan gelen ve gazeteyi eleştiren yazıları da basarız.
Bu gazetede çalışıp da yazılarının yasaklandığını, engellendiğini söyleyebilecek hiç kimseyi bulamazsınız.
Ama bulmak isteyenler, bulmak için çırpınanlar vardır.
Son olarak bir Orhan Miroğlu olayı yaşadık.
Apaçık ortada olan bir olay için bunca çarpıtma nasıl yapılır hayretle izledik.
Kayıtlara geçsin diye yaşananları bir daha anlatayım.
Bizim gazetede az sayfa, çok yazar var, onun için bir kural koyduk, özel dosyalar ve medya üzerinde yazdığı için geniş bir yere ihtiyacı olan Alper Görmüş’le kültür-sanat sayfaları dışında hepimiz 4000-4500 vuruş arasında yazarız.
Benim yazılarım 4200 vuruşu asla geçmez, en sıkışık zamanlarda bile yazımı kısaltırım.
Elbette bu Allah’ın emri değildir; çok ilginç bir konuda bir yazarımız daha fazla yer istediğinde ona bu yeri açmaya uğraşırız.
Ama normal durumlar için geçerli kuralımız budur.
Önceki gün Miroğlu bir yazı gönderdi.
5700 vuruş.
Gazete terminolojisine yabancı olan okuyucularımız için söyleyeyim, bu boyda bir yazı yarım sayfaya yakın bir yazı demektir, yeryüzünün hiçbir gazetesinde çok özel bir durum yoksa o uzunlukta bir “köşe yazısını” yayımlamazlar.
Yazarlar editörümüz Tamer Kayaş, Miroğlu’nu arayıp yazıyı kısaltmasını istedi.
Miroğlu’nun cevabı aynen şuydu:
“Yazımı kısaltmam, eğer yazımı basmazsanız yarın bütün internet sitelerine o yazıyı veririm.”
Başkalarını bilmem ama biz burada böyle tehdit ve şantaj cümleleriyle kurallarımızdan vazgeçmiyoruz.
Yazıyı basmadık ama yer sorunu olmadığı için internet sitemize koyduk.
Ertesi gün Miroğlu telefon edip o yazının internet sitemizden kaldırılmasını istediği için yazıyı kaldırdık.
Yazının içeriğiyle ilgili tek kelime bile konuşulmadı.
Eğer bir yazıyı sansür edecek olsaydık biz Miroğlu’nun Şerafettin Elçi için yazdığı yazıyı sansür ederdik, bu gazetenin tarihinde beni ve yazı işlerini belki de en çok utandıran yazı odur, biz o yazıyı bile sırf“yazı özgürlüğü” hatırına içimiz acıyarak bastık.
Ben bunları yazarken beni çok şaşırtan başka bir gerçeği öğrendim.
Miroğlu bize gönderdiği yazıya “bir paragraf ekleyip” dağıtmış sitelere.
Bunu niye yaptığını bilmiyorum.
Gazeteye gönderdiği “orijinal” yazının metni gazetenin “mail kutusunda” duruyor.
Bu yaptığının bir adı var elbette ama beş yıl birlikte çalıştık, şimdi ayrılırken bu yaptığının ne olduğunu bir daha altını çizerek söylemeyeceğim.
Keşke yapmasaydı.
Onun adına üzüldüm.
Bunca badireden geçtikten sonra değmezdi bunlara.
“Yazısı sansürlenecek kadar önemli ve etkili biri olabilme” isteği belki de anlaşılır
bir istek ama bunu da böyle derin bir zaafa döndürmemek gerekir bence.
Ülke olarak zor zamanlardan geçiyoruz.
Kitleleri birarada tutacak ümit kaybolduğunda, insanların sarılacağı toplumsal direkler çatırdadığında bir dağınıklık ortaya çıkar, herkes bir anlamda kendi başına, kendi değerleriyle kalır, son zamanlarda medyada rastladığımız utandırıcı görüntüler de bu dağınıklıktan kaynaklanıyor sanırım.
Ben sorunların gittikçe büyüyeceğinden endişeliyim, iktidarın ülkeyi ürkütücü bir geleceğe sürüklediğini düşünüyorum, bizim işimiz böyle bir geleceği önleyebilmek için gücümüz yettiğince bağırmak, uyarmaya çalışmak.
Türkiye içinden geçtiği sarsıntıyı atlatana kadar çok acı çekip, çok çirkinliklerle karşılaşacağız.
Bu fırtınada biz dürüstlüğe sarılacağız.
Ondan başka bir güvencemiz yok çünkü.
ahmetaltan111@gmail.com