En eski ulusal marş; İngiltere`de 18. yüzyılın ortalarından beri kraliyet törenlerinde söylenen ve 1825`te millî marş ilân edilen ”God Save The King/Queen(Tanrı Kralı/Kraliçeyi Korusun)" adlı marştır. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa ülkelerinin çoğunda millî marşlar bestelenmiş ya da var olan ezgiler bu amaca uyarlanmıştır.
İnsan hayatı doğru ya da yanlış, eksik ya da tam, bölgesel ya da evrensel birtakım değerlerle anlamlı kılınır. Sahip olunan değerlerin bütünü bazen din bazen ideoloji bazen de hayat/dünya görüşü olarak isimlendirilir. Her din-ideoloji birtakım değerleri içselleştirmeyi öngörürken az veya çok, doğrudan veya dolaylı bir biçimde bazı değerleri de dışlamayı, hatta ortadan kaldırmayı öngörür. İslami kimlik de Allah’a ve ahiret gününe inanan bütün Müslümanlardan değerlerini, kavram ve sembollerini ancak ve sadece Kur’an’ın öngördüğü ve açıkça men etmediği/muhayyer kıldığı bir düzlemde inşa etmelerini gerekli kılar.
İslami kimlik gelenekten kaynaklanan bazı muharref değerlerle gölgelenebildiği gibi özellikle 18 ve 19. yy’dan itibaren daha yoğun bir biçimde modernist ideoloji, kavram ve sembollerle gölgelenir oldu. Kavramlar, semboller ve ayinler/törenler her halükarda bir arka planı yansıtmakta olup kişinin durduğu yeri ve bakış açısını ifade etmektedirler. İşte kişinin-toplumun durduğu yeri olduğu kadar durması gereken yeri de işaretleyen İslam, bakış açısının da nasıl olması gerektiğine dair usuller ortaya koymuştur. Bu usuller çoğu zaman basit gibi, teferruat gibi hatta önemsiz gibi görülen ama esastan bir ayrışmanın temellerine işaret eden semboller üzerinden kendini göstermektedir. Çünkü sembol bir anlam, bir niyet ifade ettiği gibi aynı zamanda bir aidiyet ilanıdır. Kavramsal alanda yaşanan karmaşanın yol açacağı her türden sapmaya semboller alanında yaşanan sapmaların yol açması da kaçınılmazdır. Kavramlar ve semboller dünyasında yaşanan sapmaların insanları günaha, küfre hatta şirke sürüklemesi mümkündür.
Halkların kendi kendilerine tapınması olarak özetlenebilen ULUSALCILIK VE ULUSAL DEVLET yapısı; ulusal bayrak, ulusal toprak, ulusal marş vb gibi temel öğelerle kendini ifade eder.
Her törende, her programda biz eğitimcilerin büyük bir saygı ile, kutsal bir metni okur gibi saygı duruşunda kıpırdamadan sekülerizm dininin bir ritüeli gibi görülebilen, zorla okutulan ulusal marş gerçekten, dendiği gibi Türkiye’nin bütünlüğünü sağlayan bir öğe midir? Yoksa toplumundaki halkların bir arada barış içinde yaşamalarına bir engel midir?
Yüzyıllar boyunca bu topraklarda hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyetinde değişik halkların bünyesinde bulunması doğaldır. İmparatorluk bakiyesi olması hasebiyle çok miktarda değişik halklar diller ve halkların olması doğaldır. Bu halkları bir arada tutmanın yolunu ulus devlet yapısıyla, bir halkı merkeze alarak tüm devlet sistemini o halkın diline kültürüne ve ırkına hasrederek temin etmeye çalışmak bu topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu toplumunda kargaşa ve sorun çıkarmaya matuf bir toplum mühendisliği girişimidir. Bu kargaşa ve huzursuzluğun en önemli göstergesi; Kürt sorunudur. Osmanlı sonrası Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan halkların Türklerden sonra nüfusça en büyük topluluğu olan Kürtler doğal olarak Türk ulus devletinden rahatsız olmuşlardır. Kürt sorunu Türk ulus devletinin doğal bir sonucudur. Sorunların kaynağı ulus devlet ve ulusalcılık iken Kürt ulusal hareketi ve ulusalcılığı da maalesef zalimine öykünmüş ve onu motamot taklit ederek yanlışa yanlış ile cevap vererek sorun katmerlenerek içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Kürt ulusalcılığı, Türk ulusalcılığının sembollerinin tümünü taklit etmiş ve konumuz ile alakalı olan ulusal marşının Kürt versiyonu ile karşımıza çıkmıştır..”Wernepeş”.Buyurun buradan yakın! Türk ulusalcılığı yetmezmiş gibi nur topu gibi bir Kürt ulusalcılığı da kucağımızda. Hem de Kürt ulusal marşı ile birlikte..
Tanrıyı öldürerek “aydınlanmasını”, medeniyetini başlatan batı kaynaklı bir devlet sistemi olan Modern Ulus Devlet yapısını motamot kopya ederek bir İslam toplumuna dikte eden Kemalist ideoloji, İslami kutsalların yerine seküler din dışı kutsalları bir deli gömleği gibi toplumumuz olan İslam toplumuna giydirmeye zorlamıştır. Şu gerçek kabul edilmesi gerekir ki; kutsallık ancak toplumumuzun ekseriyetinin inancının kaynağı olan İslam dininin temel kaynaklarıyla belirlenir. Bu durum ancak Müslümanları bağlar. Kutsallık kişiseldir ve herkesin tercihine saygı duyulması gerekir. Hiç bir kimse bir hiçbir şeye zorlanamaz.
İslamcı bir Arnavut olan Mehmet Akif Ersoy tüm İslam topraklarının istiklali için kendi zamanının şartlarına göre yazmış olduğu İstiklal Marşı’nın, Türkiye ile Arnavutluk’un, Türkiye ile Suriye’nin, Türkiye ile Irak’ın Türkiye ile Mısır’ın Türkiye ile Kürdistan’ın arasına bırakın coğrafi kalın duvarlarla ayrılmasına, beyinlere de bir çizgi çizilmesine ve çok sevdiği İslam halklarının böyle bölük pörçük haline dönüşmüş olmasını görmüş olsaydı eğer böyle bir duruma sebebiyet verdiği için kahrından ölürdü herhalde.
Dünya’nın değişik coğrafyalarında yüzyıllarca hüküm sürmüş devletlerin ulusal marşı olmamasına rağmen bu devletler uzun yıllar boyunca hüküm sürmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu ve benzerleri olan devletler buna bir örnektir. Osmanlının okullarında haftada iki kez ve her tören ve etkinlikte marşlar okunmadığı halde ne devletin istiklaline bir saldırı olmuş ne de ülke elden gitmiştir. Durum tamamen teknik bir konudur ve bu teknik de yanlıştır. Peki, bu devletler nasıl oldu da ulusal marş olmadan uzun yıllar yaşayabildiler diye düşünmek gerekmez mi. Ulusal marşlar ve semboller batı merkezli Fransız devrimin öngördüğü “her halkın kendi geleceğini belirleme hakkı” anlamına gelen “self determination” siyasal ilkesinin gereğidir. Emperyalistler böylece et ile tırnak gibi uzun yıllar boyunca birbirine karışmış olan İslam toplumlarının her birisine birer adet ulusal marş, ulusal toprak, ulusal bayrak verip parçalayarak kolay lokma halinde yutma düşüncesinden yola çıkarak, böyle bir siyasal projeyi kendilerinin atadıkları koloni valilerince İslam toplumlarına dikte etmişlerdir.
Ak parti iktidarının güdümünde hareket eden sendika ve sivil toplum kuruluşları maalesef iktidarın yenilik ve ilerlemesinde hep bir adım geriden iktidarı ve sözcülerini takip etmek durumunda kalmışlardır. Resmi bir kurum olan iktidarı, gasbedilmiş olan bazı hakların geri alınması konusunda zorlaması ve bu konuda girişimlerde bulunup kamuoyu oluşturması gereken sendika ve sivil toplum kuruluşları iktidara göre, görece sivil olan ve rahat hareket edebilen bu kurumlar maalesef iktidarın vizyonuna ulaşamamaktadırlar.
Buna bir örnek olarak; Ak parti iktidarının en donanımlı ve entelektüel üyelerinden birisi olan Dışişleri Bakanı Ahmet DAVUTOĞLU kısa bir süre önce Türkiye’de ki siyasal sorunların temelinde ulusalcılığın olduğunu ve ulusalcılıkla mücadele edilmeden Türkiye’nin siyasal sorunlarıyla baş edilemeyeceğini söylemişti.
Elhak! çok doğru söyledi. Kendisini bu cesur tespitinden dolayı tebrik etmek gerekir.
Madem ulusalcılıkla mücadele edilmesi gerekiyor. Lütfen gelin tüm bu ulusal sembolleri artık tartışmaya başlayalım. Özellikle İslam inancına bir saldırı anlamına gelen, bir Müslümanın asla okumaya zorlanamayacağı, kanun zoruyla dikte ederek okutulmaya çalışılan ulusal marşı okutmanın neye sebep olduğunu düşünelim. Toplumun bir arada ve barış içinde yaşamının altına koyulmuş bir dinamit olarak değerlendirilebilecek ve Kürt ulusalcılığının da çıkmasında büyük bir etken olan ulusal sembollerden ulusal marşı okullarda zorla her fırsatta, törende ve bayramda okutmaktan, dikte etmekten vazgeçelim. En azından okullarda kutsal bir metin olarak okutmaktan vazgeçelim. İnsanlarımızın dini inancalarına ve eylemlerine engel olabilecek tüm seküler eylemlerle kimlik dayatmaktan vazgeçelim.
Ak parti hükümeti daha kuruluş aşamasında eğitimdeki ideolojik yapılanmaya karşı pedegojik yapılanmaya gidileceğine yönelik bu halka söz vermiştir. Eğitimde yapılan pedegojik değişiklikler küçümsenmemekle birlikte tüm kuşatıcılığıyla ideolojik kimlik dayatması eğitimin tüm aşamalarında halen mevcuttur. Her hafta iki defa okutulan ulusal marş dayatması da bir kimlik dayatması ve ideolojik eğitimin en önemli öğesidir.
Burnumuzun dibinde Suriye’de tarihin gördüğü en büyük soykırımlarından birisi yaşanmaktadır. Suriyeli Müslüman kardeşlerimiz çok büyük acılar yaşamaktadır. Bu acılara karşı toplumumuz gerekli tepkiyi verememesinin sebeplerinden en önemlisi iki halkın arasında adeta kalın bir duvar gibi örülen ulusal sembollerle ancak açıklanabilir.
Suriye’nin Halep şehrinin Mardin’e uzaklığı İstanbul’un Mardin’e uzaklığının yaklaşık dörtte bir oranından daha yakındır. Halep’in bu gün yaşadığı soykırım talan ve tecavüzü İstanbul yaşamış olsaydı tepkimiz nasıl olurdu bir düşünelim. Ulus devlet anlayışı maalesef İslam toplumlarını parçalamakta ve emperyalistlerin atadığı koloni valileri tarafından İslam coğrafyasının değişik bölgeleri her zaman büyük zulümlere duçar olmaktadırlar. Emperyalistler bu projelerini, İslam topraklarını parçala böl ve yut stratejisiyle her bir koloniye birer adet ulusal marş, ulusal bayrak ve ulusal toprak, ulusal lider sembolleriyle(putlarıyla) uygulamaktadırlar.
Oysaki Rabbimiz tüm Müslümanları kardeş kıldığını buyurmaktadır. Tüm Müslümanlar kardeşimiz ve tüm insanlar da insanlıkta dengimiz ve eşimizdir.
İstiklal marşının kabulünün yıldönümünde ve Kürt sorununun çözülmesinin amaçlandığı gündemimizdeki barış sürecinin başarılı olup Müslüman milletimizin tüm halklarının barış ve kardeşlik içinde yaşamasını dileyerek tüm eğitimcileri ve ilgilileri bu konuyu düşünmeye davet ediyoruz.
Ayhan AKIN
Özgür Eğitim-Sen Mardin Temsilciliği