Sınırlarla Sorunumuz Vardır!

Sınırlarla Sorunumuz Vardır!
Kürtler’in mücadelesi, Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam’daki rejimleri değiştirme mücadelesi olmamalıdır. Kürtler’in mücadelesi, Diyarbekir, Mehâbâd, Hewlêr ve Qamîşlo’nun hürriyet ve istiklâl mücadelesi olmalıdır.18.06.2013 01:39

 

Bismillâhirrrahmânirrahîm.

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla.

 

Öncelikle Diyarbekir’de bu geniş katılımlı ve anlamlı konferansı tertip edip bu güzel birlikteliğe vesile olan herkese, tertip komitesinin tüm üyelerine teşekkürlerimi sunuyorum. “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” (Kurmanc Kürtçesi ile “Konferansa Yêkitî û Çareserî ya Bakurê Kurdistanê”; Zaza Kürtçesi ile “Konferansa Yêwitî û Çareserî ya Vakurê Kurdistanê”) adıyla tertip edilen bu konferansın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.  

 

Konuşmama başlamadan önce, bu iki gün içinde konferansta yaşadığım ve şahîd olduğum, biri beni çok üzen biri de çok sevindiren, iki enstantane oldu; onları paylaşmak istiyorum.

 

Beni üzen konu şu: Bugüne kadar bir gazeteci ve yazar olarak onlarca konferans ve etkinliğe katıldım. Filistin konferanslarına katıldım, Çeçenler’in ve Uygurlar’ın düzenlediği konferanslara katıldım. Dâvet edildiğim tüm Filistin konferanslarında, salonda mutlaka bir değil birkaç Filistin bayrağı asılıydı. Uygur kardeşlerimin dâvetleri üzerine katıldığım tüm konferanslarda da Doğu Türkistan bayrağı asılıydı. Şimdi de Kürdistan Konferansı’na çağrılıp gelmişim ama hayret ki ne hayret, salonda bir tane bile Kürdistan bayrağı asılı değil!

 

Neden acaba? Kürdistan Konferansı’nın düzenlendiği mekânda neden bir tane bile Kürdistan bayrağı göremiyorum?

 

Bizler BDP’li sayın milletvekillerimizin arada bir Türk medyasına yaptıkları “ortak değerimiz” vurgulu ilginç açıklamalarını hayretle dinliyoruz. Acaba diyorum; BDP’li kardeşlerimiz ile bizim “ortak değerimiz” bir olmadığı için mi salonda hiç Kürdistan bayrağı yok? Onların “ortak değeri” başka bir bayrak mı?

 

İkincisi, beni çok sevindiren bir enstantane yaşandı, onu da paylaşmak istiyorum: Süryanî Cemaati’nden bir temsilci konuşurken, konuşma süresi dolmuştu ve moderatör tarafından süresinin dolduğu hatırlatılarak uyarıldı. Hristiyan Süryanî kardeşimiz konuşmasına devam edince, moderatör ikinci defa uyardı ve konuşmaya devam etmesine izin vermek istemedi. Tam o sırada bir kardeşimiz ayağa kalkarak, “Bırakın konuşsun; niye sözünü kesiyorsunuz? Süryanîler’e daha fazla söz hakkı vermemiz lazım, onlar daha çok konuşmalıdırlar. Ben yapacağım konuşmadan ferağat ediyorum ve kendi süremi bu Süryanî kardeşime hediye ediyorum. Lütfen sözünü kesmeyiniz, konuşmasına devam etsin!” diye bağırdı. Hristiyan Süryanî kardeşimiz de o Müslüman Kürt kardeşimizin asil davranışından çok etkilenerek teşekkür etti. Bu davranışı sergileyen kişi, herkesin İslamî kimliğiyle tanıdığı bir kişiydi. İslamcı camiâdan bir katılımcıydı ve Şeyh Said ailesinden bir fert idi.

 

Küçük bir olaydır belki ama önemlidir; üzerinde tefekkür etmeyi gerektirir. En başta da Süryanî Cemaati’nden katılımcıların tefekkür etmesi gerekiyor, bu olay üzerine.

 

Değerli kardeşlerim;

 

Ben Kürdistan Konferansı için tâ Frankfurt’tan, Almanya’dan geldim.

 

Beni buraya niye çağırdınız? Elbette ki, “Kürt” ve “Kürdistan” konusunda birşeyler söylemek / dinlemek / tartışmak için.

 

Fakat ne oldu, biliyor musunuz? Ben Frankfurt’tan Ankara’ya “Türk” olarak geldim. Ankara’dan Elâzığ’a “Türk” olarak geldim. Elâzığ’dan Diyarbakır’a “Türk” olarak geldim. Şu anda bu konferansa da bir “Türk” olarak katılıyorum. Evet evet; yanlış duymadınız. Aslında siz de öyle! Sizler de buraya “Türk” olarak geldiniz. Hiç boşuna “Kürt”, “Kürdistan” diye bağırmayın kürsüden! Siz hepiniz “Türk”sünüz!

 

Bana inanmıyorsanız, çıkarın kimliklerinizi bakın! Taşıdığınız kimliklerde sizin “Türk” olduğunuz yazılı. Dolayısıyla, dünyanın neresine giderseniz gidin, “Türk” olarak gidersiniz.

 

Ben de öyleyim. Türk olmadığım halde dünyanın her yerine “Türk” olarak gidiyorum. Gemiyle yolculuk yapsam “Türk aktivist” oluyorum; baskına uğrayan bir gemide şehîd olsam “Türk şehîd” oluyorum, Afrika’daki ve Uzak Asya’daki mültecilere insanî yardım götürsem “Türk yardım gönüllüsü” oluyorum, çeşitli ülkelere konferans vermeye gitsem “Türk yazar”, “Türk gazeteci” oluyorum. Bir gün Almanya’da araba sürerken trafik kazasında ölsem bile, ertesi gün Alman gazeteleri “Frankfurt’ta yaşanan trafik kazasında bir Türk hayatını kaybetti” diye verirler haberimi, bundan emin olun!

 

Peki bu neden böyle? Neden Türk olmadığımız halde attığımız her adımı, aldığımız her nefesi bir “Türk” olarak ifâ ediyoruz?

 

Çünkü bizler köleyiz. Köle olduğumuz için, bir kimliğimiz yok. Köleler kimlik sahibi olamazlar. Köleler, sahiplerinin adıyla çağrılırlar. İşte bizler de köle olduğumuz için, sahiplerimizin adıyla çağrılıyoruz. Örneğin Almanya’da, Batı Kürdistan’dan gelen bir Kürd’e “Türke” (Türk), Doğu Kürdistan’dan gelen bir Kürd’e de “Perse” (Fars) derler. Yani Kürt yoktur, köledir. O kölenin kimliği olmaz; sahibi Türk’se köle de “Türk” olarak, sahibi Fars’sa köle de “Fars” olarak anılır.

 

Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Köleler hep sahiplerinin ismiyle anılmıştır. Kimin malıysan, onun adıyla çağrılırsın!

 

Bizler köleyiz. Ülkemiz de sömürgedir ve dört parçaya bölünmüştür. Bu gerçeği kavrarsak, özgürleşebiliriz. Fakat bu gerçeği kavramazsak, verdiğimiz her türlü mücadele ve hatta atacağımız her yeni adım, bize özgürlüğü değil, köleliğin farklı bir versiyonunu getirir ancak.

 

Sevgili kardeşlerim ve kızkardeşlerim;

 

Malcolm X, büyük bir insandı, yiğit bir mücadeleci, özgürlük savaşçısıydı. Malcolm X, bütün ömrü boyunca ırkçı – beyaz Amerika’da siyâhî halkların özgürlüğü ve kurtuluşu için mücadele etti.

 

Malcolm X derdi ki: “Özgürlüğümüz için tek yol vardır: Kendi aramızdaki tüm fikrî ayrılıkları bir kenara bırakıp, düşmana karşı birleşmek.”

 

İşte budur kardeşlerim; budur! Bizim yapmamız gereken de budur...

 

Bu coğrafyada laik – kemalist Türk devletine karşı 39 ayaklanma gerçekleşti. Hepsi de yenilgiyle sonuçlandı! Geçmişte yaşanan 39 Kürt kıyâmını incelerseniz, tamamının da aynı sebepten dolayı yenilgiye uğradıklarını görürsünüz: Kürtler’in bir kısmı başkaldırırken bir kısmı da devletin safında yer alıp karşı çıkmış veya ilgisiz kalıp serhıldana destek vermemiştir.

 

Bugüne kadar yaşanmış bütün Kürt özgürlük direnişlerinin yenilgiye uğramasının tek bir sebebi vardır ve o da budur! Sünnî Kürtler başkaldırmışsa, Alevî Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Alevî Kürtler başkaldırmışsa, Sünnî Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Kurmanc Kürtleri başkaldırmışsa, Zaza Kürtleri karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Zaza Kürtleri başkaldırmışsa, Kurmanc Kürtleri karşı çıkmış veya destek vermemiştir. İslamcı Kürtler başkaldırmışsa, Sosyalist Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Sosyalist Kürtler başkaldırmışsa, İslamcı Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir.

 

Bu hep böyle olmuştur ve bugün olanlar da, bundan başkası değildir. Düşman bunu çok iyi bildiği için, dikkat ederseniz, Kürt milletini sürekli olarak “Sünnî – Alevî”, “Kurmanc – Zaza”, “İslamcı – Sosyalist” diye ayırmakta, Kürtler’i bu şekilde bölmeye çalışmaktadır.

 

Bundan çıkış yolu aslında çok kolaydır ama yolu bilmek lazım. Yolu bilmediğiniz zaman, en yakın adrese bile ulaşmakta zorluk çekersiniz.

 

Yolu, Malcolm X göstermiştir. Çok net olarak çizmiştir.

 

Malcolm X şöyle diyordu. Lütfen, dikkatle dinlemenizi rica ediyorum: “Beyazların arasında sağcısı var, solcusu var, dîndarı var, ateisti var, demokratı, millîyetçisi, modernisti, gelenekçisi var. Bunlar durmadan kavga eder, tartışırlar, neredeyse biribirlerini boğazlarlar. Fakat ne zaman ki konu siyâhlar olur, bir bakarsın ki hepsi birleşmiştir. Aralarındaki tüm fikrî ve siyasî ayrılıkları bir tarafa bırakıp bize karşı birleşirler. Öyleyse biz de aynı şeyi yapmalıyız! Ey halkım, ey benim siyâh kardeşlerim, öyleyse biz de aynı şeyi yapmalıyız. Biz de böyle hareket etmeyi öğrenmeliyiz. Bizim halkımız arasında da sağcısı var, solcusu var, dîndarı var, ateisti var, demokratı, millîyetçisi, modernisti, gelenekçisi var. Biz de kendi aramızda fikirsel tartışmalar yapar, münakaşa ederiz; bu normaldir. Ama halkımızın özgürlüğü ve bağımsızlığı sözkonusu olduğu zaman, ulusal haklarımız sözkonusu olduğu zaman, aramızdaki tüm bu fikrî ve siyasî farklılıkları bir tarafa bırakıp birleşmeliyiz ve ulusal haklarımız için mücadele etmeliyiz.”

 

İşte bizim hakikî kurtuluş reçetemiz, bu sözlerdir; Malcolm X’tir.

 

Kürtler, bu bilinçte ve çizgide bir mücadele yürütmeleri gerekirken, ne yapıyorlar, ideolojik mücadeleler içinde yer alıyorlar. Daha bedenleri bile tutsakken fikrî ve siyasî kavgalar veriyorlar.

 

Kürtler İslamcı oluyorlar, sosyalist oluyorlar, liberal oluyorlar, demokrat oluyorlar, sağcı solcu oluyorlar. Kürtler herşey oluyorlar ama sadece “Kürt” olamıyorlar.

 

Kürt halkının millî kimliği bile tanınmazken, Kürdistan’ın adı bile yasakken, başkasının devletinde rejim değişikliği mücadelesi veren, İslamcılık – Sosyalizm kavgası yapan ideolojik Kürtler’in durumunu ben şuna benzetiyorum:

 

Bir bahçe var; ama tapusu size ait değil. Bahçenin tapusu başkasına ait. Ve siz o bahçede “elma ağacı mı dikilsin armut ağacı mı?” kavgası veriyorsunuz! Yahu size ne? Bahçe sizin değil ki; tapusu başkasının ismine kayıtlı. O bahçede elma ağaçları olsa ne olur, armut ağaçları olsa ne olur? Sizin için değişen ne?

 

Eğer bahçenizi çok seviyorsanız, önce tapusunu üstünüze alın, bahçeyi başkalarının gaspından kurtarın. Bahçenin tapusunu alın, sizin olsun, ondan sonra istediğiniz kadar “yok elma ağacı dikilsin, yok hayır armut ağacı dikilsin” kavgası verin! Kavga kaçmıyor ya...

 

Tapusu başkasının elinde olan bir bahçede isterse dut ağacı dikilsin, ne fark eder? Dut ağacı var diye benim mi oldu yani?

 

Bahçenin “benim bahçem” olabilmesi için, tapusu bana ait olacak veya tapuda benim de adım yazılacak! Bahçeyi ancak tapuda adımın yazılması benim yapar, sevdiğim ağaçların dikilmesi değil!

 

Âzîz kardeşlerim;

 

Vakit dar, biliyorum, zamanımız oldukça kısıtlı. Sadece 2 gün içinde 250 kişinin konuşması gerekiyor. Böyle olunca, haliyle ancak birkaç dakikalık konuşma süremiz var.

 

Lafı uzatmadan, kısa ve net cümlelerle meramımı anlatmaya çalışacağım:

 

Kürtler’in özgürlük mücadelesi, ideolojik temelde değil, ekolojik temelde bir mücadele olmalıdır. O zaman başarılı oluruz.

 

Çünkü ideolojik davranış biçimi, bizi başkalarının kuyruğu yapar. Ancak ekolojik davranış biçimi, bizi kendi toprağımıza bağımlı kılar. İnsan toprağa bağımlı olursa, toprak da bağımsız olur.

 

“Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”, âzîz Kürt milletinin farklı bileşenlerini biraraya getirdiği ve “Kürtler’in birleşmesi” yolunda somut bir adım olduğu için müthiş önemsiyorum ve büyük bir anlam ve değer atfediyorum. Hatalarını, kusurlarını ve hatta olumsuzluklarını burada özgürce eleştirelim, tartışalım, mâhkum edelim; ve fakat, bu durum, konferansa destek ve katkı sunmaktan bizi alıkoymamalı. Hele hele bu hata ve olumsuzluklar yüzünden, konferansın sonunda okunacak olan Sonuç Bildirgesi’ne imza atmamak, destek vermemek gibi bir davranışın içinde lütfen bulunmayalım. Burada iyi ve kötü, birşeyler yapılmaya çalışıldı. Günâhıyla sevabıyla. Fakat niyet iyiydi, niyet “birlik”ti ve desteklememiz lazım.

 

Kendi adıma konuşmam gerekirse: Ben şahsen, Kürtler’in birliğini ve ortak hareket etmelerini hedefleyen her çaba ve gayreti desteklemeyi ilke edindiğim için, buradaki çaba ve gayreti de destekliyorum.

 

İdeolojik Kürtler’den değilim çünkü. Müslüman bir Kürd’üm, elhamdülillah. Hepsi bu. “Müslüman” ve “Kürt” olmaktan başka üçüncü bir kimliğim yok.

 

İdeolojik Kürtler, Türkler’le rahat birleşebiliyor çünkü “ortak nokta” çok. Ama Kürtler’le biraraya gelmezler çünkü “farklı nokta” çok.

 

İnsan ne yaparsa yapsın, hangi hareket veya siyasî yapı ne tür bir mücadele ortaya koyarsa koysun, herşeyden önce samimî olmak gerekiyor. Samimîyet önemli bir testtir. Savunduğumuz hayat tarzını, önce kendimiz yaşamamız lazım.

 

Türkiye’deki politik arenada ve siyasî partilerde, bu başlıbaşına bir ikilemdir. BDP’li milletvekilleri Kürtçe bilmez. AK Partili milletvekilleri helâl haramı bilmez. Yeşiller milletvekillleri de çiçeklerin üstüne oturup içki içer. Tabiî, 90 yıldır halkın anasını ağlatan partinin adı da Halk Partisi’dir.

 

Konferans ikide bir batıdaki Türkiye halkına sesleniyor ama güneydeki Rojava’ya ve doğudaki Rojhılat’a hiç seslenen yok! Konuşmacılar sık sık Türkiye halkıyla “halkların kardeşliğini” tesis etmekten bahsediyor ama bunu Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtler’le  tesis etmek gibi bir derdi yok kimsenin! Pardon; cahilliğimi bağışlayın ama merak ettiğim için soruyorum: “Kuzey Kürdistan”, Türkiye’nin mi yoksa Kürdistan’ın mı bir parçasıdır? Benim ricam; mümkünse bir sonraki konferansı “Türkiyeliler” değil “Kürdistanlılar” düzenlesin!

 

Sınırları tartışmaya açmadan sorunu konuşmanın da anlamı yoktur. Kürdistan dört parçaya bölünmüş bir ülkedir ve Kürdistan’ı bölen sınırlar, aileler arasına örülen, akrabayı akrabadan ayıran dikenliteller ğayr-i meşrûdur, âzîz İslam Şeriâtı’na göre de “Haram”dır! Dolayısıyla “Ben Müslüman’ım” diyen ve kendisini İslam’a nispet eden herkesin (Kürt olsun veya olmasın), Kürdistan’ı bölen ulusal sınırlara ve aileler arasına örülen, akrabayı akrabadan ayıran dikenlitellere karşı çıkması gerekir.

 

Meydanlarda “Roboski’nin hesabını soracağız!” sloganı atıp ikide bir “Roboski” diyen bizim Kürt milletvekillerimiz, bir bakıyoruz ki Türk medyasına demeç vermişler ve şöyle diyorlar: “Bizim sınırlarla bir sorunumuz yoktur.”

 

Sınırlarla bir sorunun yoksa, sorun nedir o zaman? Adına “Kürt sorunu” denilen şey, zaten o “sınırlar”dan başka nedir ki? Eğer senin sınırlarla bir sorunun yoksa, hiç boşuna meydanlarda “Roboski” diye bağırıp durma! Sınırlarla sorunun yoksa, sen Roboski’de katledilen o gençlerimizin yanında değil, onların üstüne bomba yağdıran katillerin yanındasın demektir; hiç kusura bakma! Neden? Çünkü Roboski Katliâmı, orada o “sınırlar” olduğu için gerçekleşti. O “sınırlar” olmasaydı, o köylülere kimse “kaçakçı” demiyecekti ve dolayısıyla böyle bir katliâm da yaşanmayacaktı.

 

Hem “Bizim sınırlarla bir sorunumuz yok” diyorsun, hem de kalkıp “Roboski’nin hesabını soracağız” diyorsun! Sınırlarla sorunun yoksa Roboski’nin hesabını nasıl soracaksın; söyler misin bana? Sınırları tartışmaya açmadan Roboski’yi konuşmak mümkün mü?

Çok sevgili İsmail Beşikçi Hocamız’ın bir sözü vardır. Oldukça anlamlı ve öğreticidir; tabiî anlamak isteyenler için. Şöyle diyor, Sarı Hoca: “Diyorlar ki, ‘Türkiye bölünmesin’; tamam, bölünmesin. ‘Suriye bölünmesin, Irak bölünmesin, İran bölünmesin’; tamam, bölünmesin. Peki ama, Kürdistan mı bölünsün?”

 

Şu anda var olmayan, hayâlî sınırları tartışmaya açıp mâhkum etmek yerine, şu anda var olan, apaçık bir gerçek olarak önümüzde duran sınırları tartışmaya açıp mâhkum etmek, daha sahih bir davranış biçimi değil midir?

 

Böyle yapmak, daha dürüstçe bir davranış şekli değil midir?

 

Fakat Kürdistan’ı dört parçaya bölen sınırları tartışmaya dahi açmayan, aileler arasına örülen, akrabayı akrabadan ayıran dikenliteller hakkında tek kelime konuşmayan ve sadece ideolojik kavgalar yürüten, sadece “rejim değişikliği” mücadelesi veren İslamcılar’dan ve Sosyalistler’den “dürüstlük” mü beklenir, Allâh aşkına? “Dürüstlük”, onlardan beklenecek en son şey...

 

Son sözlerimi söylüyorum; ve bu son sözlerimin, bizzat konferansın sonuç metnine dahil olmasını, hem de kelimesi kelimesine dahil olmasını talep ederek söylüyorum:

 

Kürtler’in mücadelesi, Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam’daki rejimleri değiştirme mücadelesi olmamalıdır. Kürtler’in mücadelesi, Diyarbekir, Mehâbâd, Hewlêr ve Qamîşlo’nun hürriyet ve istiklâl mücadelesi olmalıdır.

 

İbrahim Sediyani

 

Hak, Adalet ve Hürriyet için Kürdistan İslamî İnisiyatifi (AZADÎ)

 

Diğer Basın_Bildirileri haberleri

  • PAYLAŞ

YORUMLAR (1)

Nefis bir konuşma. kendisini kutluyorum. Devête sağ be.18.06.2013 11:11

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.