Kur’an’ı Anlama Yöntemi adlı son eserimizin 342.
sayfasında yer alan 99. Dipnotumuzda uzunca Risale-i Nur Külliyatından
alıntılar yaptıktan sonra “En sonunda iş risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy
ilan etmeye gelip dayanıyor.” İfadesini kullanarak 25. Söz’den bir alıntı
yapmıştık.
Kitabın yayınlanmasından kısa bir süre sonra Nurcu
gruplar birçok alıntımızdan sadece birisine dayanarak kitabımızdaki tespitlerin
tümünün bir iftira olduğunu öne sürdüler. İftira ettiğimizin delili olarak da
25. Söz’de böyle bir ifade geçmediğini belirttiler. Bu eleştiri üzerine ilgili
dipnotu tekrar gözden geçirdiğimizde 25. Söz’den iktibas edilen paragrafın
kitaba sehven eklendiğini fark ettik. Aslında o alıntıya gerek bile yoktu.
Çünkü söz konusu iddia Risalelerin geneline yayılmış haldeydi.
Risale-i Nur Külliyatının farklı yayınevlerinden
farklı sayfa numaraları ve düzenlemelerle basılıyor olması metinleri
alıntılarken karışıklıklar oluşmasına sebep olmakta. Dipnotlarımızı teyid
etmeden kitabımıza almamalıydık. Bizler kusursuz olduğumuzu, eşsiz olduğumuzu
iddia etmiyoruz. Her kul gibi sehven yanlışlar yapabileceğimizi, hatalar
delilleriyle gösterildiğinde ise düzelteceğimizi beyan ediyor, Kur’an’dan
öğrendiğimiz en önemli edebin eleştiri ve eleştirilebilirlik ahlakı olduğunu hatırlatıyoruz.
Her ne ki eleştirilemiyorsa o ilah ediliyordur her kim ki sorgulanamıyorsa
Allah’a eş koşuluyordur.
Dolayısıyla adalet gereği söz konusu bölümü 2.
Baskıda tashih ederek okuyucumuzla buluşturacağız. Hatamızı yapıcı bir üslupla
bize hatırlatan kardeşlerimize bu vesileyle teşekkür ediyorum. Ancak bu ufak
düzelti kitabımızın ilgili bölümündeki tespitlerimizi değiştirmiyor. En sonunda
iş risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor.” İfademizi
yalanlamıyor, “Nursi’ye iftira ettiğimiz” anlamına gelmiyor.
Nurcu grupların birçok alıntıyı görmezden gelip
sehven yapılmış bir hataya odaklanmalarının sebebi “Kıymığı gözümüzün önüne
tutup ormanı göstermemeye çalışmak”tır. Kasten yapılmamış bir dipnot hatası
Kitabımızda ifade ettiğimiz eleştiriyi nakzetmemektedir. Risalelerden
alıntıladığımız pasajlar farklı yayınevlerinden basılan farklı nüshalarda
değişik sayfa numaralarıyla bulunmakta, bazen bir yayınevi Risalelerdeki bir
bölümü başka bir kitabın içerisinde yayınlayabilmektedir. Risaleler’e dair
eleştiriler sanki ilk defa duyuluyormuş gibi karşılanmamalıdır. Sonuçta sayfa
numaraları ve yer değişikliklerine rağmen Nursi’nin sağlığındayken katiplerine
yazdırdığı bölümler değiştirilmeden elimizdeki tüm baskılarda ve internette tüm
okuyucuların ulaşabilecekleri yakınlıktadır. Alıntıladığımız bölümler
karşılaştırılabilir. Nurcuların savunlarının ikinci yönü ağdalı Osmanlıca ile
yazılan bölümlere getirilen tevillerdir. Bizler daha sonra yapılan tevillere
değil metinlerde açıkça ne dendiği ile ilgilenmeliyiz.
“…Said Nursî şöyle der: “Kur’ân’ın gizli
gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! …Peygamber devrinde
Kur’ân’ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda, Kur’ân’ın arştaki yerinden
ve manevi mucizesinden feyiz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve
gerçeklerinin kesin delilleri iniyor(1) .”
Yani Risale-i Nur, Kur’ân’ın indiği yerden
Kur’ân’ın inmesi gibi vahiy suretiyle inerek onun gizli kalmış gerçeklerini ve
o gerçeklerin kesin delillerini Said Nursî’ye getirmiş oluyor. Nurculara göre
o, ilim elde etmek için bir zorluğa ve ders alma sıkıntısına ihtiyaç duymadan
kendi kendine nurlanmış ve alim olmuştur (2).
Said Nursî’nin Vahiy algısı batıni olduğundan
Nübüvvet’in Hz. Peygamber’den sonra da devam ettiğine dair Gulât (aşırı) Şii
gruplarla aynı itikadı paylaşmaktadır. O, Hz. Ali’ye de Sekine adında bir
sahife inzâl edildiğini, geçmiş ve gelecek bütün ilim ve sırların o kitapta
olduğunu ve orada Risale-i Nurlar’a işaret edildiğini de iddia eder (3) ve
özetle şöyle der:
“Hazret-i Cebrail, Sekine adıyla bir sayfada
yazılı İsm-i Âzam’ı, Peygamberimizin yanında Hz. Ali’nin (r.a.) kucağına
düşürdü. Hz. Ali diyor ki: “Ben Cebrail’in şahsını yalnız gök kuşağı şeklinde
gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum”. İsm-i
Âzam’dan bahsederek bazı olayları anlattıktan sonra diyor ki:
“Dünyanın başından kıyamete kadar ilimler ve
önemli sırlar bize, tanıklık derecesinde açıldı. Kim ne isterse sorsun,
sözümüzden şüpheye düşenler zelil olurlar (4).”
Öyle bir sahife ki, içinde dünyanın başından
kıyamete kadar olan ilimler ve önemli sırlar yer alıyor. Bu bir sahife değil,
çok büyük bir kitap olur. Cebrail’in Ali’ye böyle bir kitap verdiğini kabul
etmek, onu Peygamber saymaktır. O kitapta var olduğu söylenen ilim ve sırları
Peygamberimizin bilmediği kesin olduğu için Ali ondan üstün bir konuma
getirilmiş olur.
Bu tür iddialar için Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah
katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır(5) . Vay
o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.”
(Bakara 2/79)
“Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendine
vahiy gelmediği halde vahiy aldığını söyleyenden yahut Allah'ın indirdiği
gibisini ben de indireceğim" diyenden daha zalimi kim olabilir? …” (En’âm
6/93)
Nurcu gruplar’ın Hz. Ali’ye gelmiş geçmiş tüm gayb
haberlerinin bildirildiğine imân etmeleri şu ayetle açıkça çelişmektedir:
“Allah bütün gaybı bilir, kendi gaybını kimseye açmaz. Dile-diği elçi bunun
dışın¬dadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker. Bunu yapar ki o (elçi),
(gelen meleklerin) Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırdıklarını bilsin,
onların yanında olanı kavrasın ve her şeyi bir bir hafızasına yerleştirsin. “
(Cin 72/26-28)
Ayetteki “kendi gaybını” ifadesi, resullere
bildirilenin özel gayb bilgisi olduğunu gösterir. Bu bilgiyi, ancak Allah’ın
Nebileri alabilirler. Bunlar, insanlara ulaştırılmak için yapılan vahiylerdir.
Vahiy ve ilhamın diğer şekillerinde böyle bir şey yoktur. Bu sebep onlar,
sadece ilgili kişiyle alakalıdır. Bir başkası için önemli değildir. Ayrıca
ayetler Allah’ın istediği gaybını tüm Resuller’e değil Resuller arasından
istediklerine bildirmesinin yanı sıra o vahiylerin de önünden ve arkasıdan
gözcü meleklerle korunduğunu belirtmesi önemli bir ölçüdür.
Said-i Nursi’ye iftira attığımızı iddia edenler
mevzunun sadece 25. Söz’de yer alan bir kelimeden ibaret olmadığını aslında çok
iyi biliyorlar. Bu kadar gürültü kopartmalarının nedeni de gerçekten İman
hakikatlerini öğrenme niyetiyle söz konusu gruplara intisab eden samimi
kişileri ürkütmemektir. Çünkü erbabının malumudur ki Klasik Ehl-i Sünnet
itikadına da aykırı olan bu inançlar Risale-i Nur’la ilk tanışan kimselere
anlatılmamakta belirli bir süreç sonrasında kişiler bu inançlara
alıştırılmaktadır.
Yavaş yavaş bu inançların benimsetildiği grupların
kendi aralarında da söz konusu kutsal kitap anlayışlarının ayrıştığını da
gözlemliyoruz. Örneğin Risalelerin “Kutsal Metinler” olduğuna iman eden bir
grup O’nun Osmanlıca harflerden başka bir alfabe ile dahi yazılmasına karşı
çıkmaktadırlar. Diğer başka bir grup ise latin alfabesiyle basılmasına cevaz
verse de Risaleler dışında başka bir kaynak okunmasına itiraz etmektedir. Bir
başka grubun Risaleler’i sadeleştirme teşebbüsüne dahi ittifakla karşı
çıkılmasının ardında da bu kutsallık algısı yatmaktadır. İş o noktaya gelmiştir
ki Risaleler diğer kutsal metinler gibi lafzen ezberletilmekte, Kur’an
hafızlarına alternatif olarak anlamadan hızlı biçimde Risale okuyan Risale
Hafızları(!) yetiştirilmektedir. Bununla da kalınmamakta bu Risale Hafızları
mezar başlarında Risale-i Nurları “kıraat etmektedir”(!) . Evet “En sonunda iş
risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor.” Tespitimiz bu
genel tabloya yöneliktir.
Nursi’nin kavram dünyası yetiştiği dini ortam
nedeniyle Vahiy, ilham, gayb konularında Kur’an’ın ölçülerinden bağımsız
şekillenmiş, Tek Parti dönemindeki ceberrut uygulamalar karşısında kendisine
biçtiği İmanı kurtarma misyonu Risale-i Nurlar’ın aşırı biçimde kutsamasına yol
açmış, İslami ilimlerde meşru olmayan cifir hesaplamalarıyla ve vahiy
iddialarıyla bu kutsamanın temelleri oluşturulmaya çalışılmıştır.
Tespitlerimiz, Nursi’nin olumlu çabalarını
görmezden geldiğimiz anlamına gelmemekte, bilakis kendi döneminde devlet eliyle
dayatılan ateizme karşı direnişi takdirle karşılanmaktadır. Ancak bir kişi ya
da düşüncenin olumlu taraflarının mevcudiyeti onun mutlak, sorgulamaz, mükemmel
ve dört dörtlük olduğu anlamına gelmez. Eleştirilmezlik bir düşünceye iyilik
yapmak anlamına da gelmez. Aksine Nursi’nin düşüncelerinin Kur’an ile tashihi,
takipçilerinin iman hizmetini geliştirmesine ve daha güçlü bir zemine
oturmasına vesile olacaktır.
DİPNOT
(1) Şualar, Birinci Şua, Yirmidördüncü Ayet ve
Ayetler, Üçüncü Nokta, c. I, s. 842. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı
şöyledir: “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!
Tenzil’ül-Kitab cümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle
Kitab-ı Mübîn'in nüzulü olduğu gibi, manayı işarîsiyle de, her asırda o Kitabı
Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham
tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul
ediyor...”
(2) Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833. İfadeler
sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: Resaili’n- Nur müellifi dahi ateşsiz yanar,
tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır,
âlim olur.”
(3) Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’a, c.
II, s. 2078. Orada geçen ifade aynen şöyledir: “Risale-i Nur şakirtlerine ve
naşirlerine karşı Hazreti Ali'nin (r.a.) irşadkârane ve teveccühkârane bakması
ve işaret etmesidir”.
(4) Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’a, c.
II, s. 2079; Metnin aslı şöyledir: “Hazreti Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.)
huzuru Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsmi Âzam,
Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını
yalnız alâim’üs-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu
isimleri içinde buldum" diyerek bu Ismi Âzamdan bahs ile bazı hadisatı
zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: "Evveli dünyadan
kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş,
kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."
(5) Karşılığında Ahireti verdikleri için aldıkları
ne olursa olsun, azdır. “... Bu hayatın sağladığı fayda Ahiret yanında pek az
olur.” (Tevbe 9/38)