Said Nursî Talebelerine...

Said Nursî Talebelerine...
KIYMIĞI GÖSTERİP ORMANI SAKLAMAYIN08.12.2014 20:58

 



 

Kur’an’ı Anlama Yöntemi adlı son eserimizin 342. sayfasında yer alan 99. Dipnotumuzda uzunca Risale-i Nur Külliyatından alıntılar yaptıktan sonra “En sonunda iş risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor.” İfadesini kullanarak 25. Söz’den bir alıntı yapmıştık.

 

Kitabın yayınlanmasından kısa bir süre sonra Nurcu gruplar birçok alıntımızdan sadece birisine dayanarak kitabımızdaki tespitlerin tümünün bir iftira olduğunu öne sürdüler. İftira ettiğimizin delili olarak da 25. Söz’de böyle bir ifade geçmediğini belirttiler. Bu eleştiri üzerine ilgili dipnotu tekrar gözden geçirdiğimizde 25. Söz’den iktibas edilen paragrafın kitaba sehven eklendiğini fark ettik. Aslında o alıntıya gerek bile yoktu. Çünkü söz konusu iddia Risalelerin geneline yayılmış haldeydi.

 

Risale-i Nur Külliyatının farklı yayınevlerinden farklı sayfa numaraları ve düzenlemelerle basılıyor olması metinleri alıntılarken karışıklıklar oluşmasına sebep olmakta. Dipnotlarımızı teyid etmeden kitabımıza almamalıydık. Bizler kusursuz olduğumuzu, eşsiz olduğumuzu iddia etmiyoruz. Her kul gibi sehven yanlışlar yapabileceğimizi, hatalar delilleriyle gösterildiğinde ise düzelteceğimizi beyan ediyor, Kur’an’dan öğrendiğimiz en önemli edebin eleştiri ve eleştirilebilirlik ahlakı olduğunu hatırlatıyoruz. Her ne ki eleştirilemiyorsa o ilah ediliyordur her kim ki sorgulanamıyorsa Allah’a eş koşuluyordur.

 

Dolayısıyla adalet gereği söz konusu bölümü 2. Baskıda tashih ederek okuyucumuzla buluşturacağız. Hatamızı yapıcı bir üslupla bize hatırlatan kardeşlerimize bu vesileyle teşekkür ediyorum. Ancak bu ufak düzelti kitabımızın ilgili bölümündeki tespitlerimizi değiştirmiyor. En sonunda iş risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor.” İfademizi yalanlamıyor, “Nursi’ye iftira ettiğimiz” anlamına gelmiyor.

 

Nurcu grupların birçok alıntıyı görmezden gelip sehven yapılmış bir hataya odaklanmalarının sebebi “Kıymığı gözümüzün önüne tutup ormanı göstermemeye çalışmak”tır. Kasten yapılmamış bir dipnot hatası Kitabımızda ifade ettiğimiz eleştiriyi nakzetmemektedir. Risalelerden alıntıladığımız pasajlar farklı yayınevlerinden basılan farklı nüshalarda değişik sayfa numaralarıyla bulunmakta, bazen bir yayınevi Risalelerdeki bir bölümü başka bir kitabın içerisinde yayınlayabilmektedir. Risaleler’e dair eleştiriler sanki ilk defa duyuluyormuş gibi karşılanmamalıdır. Sonuçta sayfa numaraları ve yer değişikliklerine rağmen Nursi’nin sağlığındayken katiplerine yazdırdığı bölümler değiştirilmeden elimizdeki tüm baskılarda ve internette tüm okuyucuların ulaşabilecekleri yakınlıktadır. Alıntıladığımız bölümler karşılaştırılabilir. Nurcuların savunlarının ikinci yönü ağdalı Osmanlıca ile yazılan bölümlere getirilen tevillerdir. Bizler daha sonra yapılan tevillere değil metinlerde açıkça ne dendiği ile ilgilenmeliyiz.

 

“…Said Nursî şöyle der: “Kur’ân’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! …Peygamber devrinde Kur’ân’ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda, Kur’ân’ın arştaki yerinden ve manevi mucizesinden feyiz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor(1) .”

 

Yani Risale-i Nur, Kur’ân’ın indiği yerden Kur’ân’ın inmesi gibi vahiy suretiyle inerek onun gizli kalmış gerçeklerini ve o gerçeklerin kesin delillerini Said Nursî’ye getirmiş oluyor. Nurculara göre o, ilim elde etmek için bir zorluğa ve ders alma sıkıntısına ihtiyaç duymadan kendi kendine nurlanmış ve alim olmuştur (2).

 

Said Nursî’nin Vahiy algısı batıni olduğundan Nübüvvet’in Hz. Peygamber’den sonra da devam ettiğine dair Gulât (aşırı) Şii gruplarla aynı itikadı paylaşmaktadır. O, Hz. Ali’ye de Sekine adında bir sahife inzâl edildiğini, geçmiş ve gelecek bütün ilim ve sırların o kitapta olduğunu ve orada Risale-i Nurlar’a işaret edildiğini de iddia eder (3) ve özetle şöyle der:

 

“Hazret-i Cebrail, Sekine adıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam’ı, Peygamberimizin yanında Hz. Ali’nin (r.a.) kucağına düşürdü. Hz. Ali diyor ki: “Ben Cebrail’in şahsını yalnız gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum”. İsm-i Âzam’dan bahsederek bazı olayları anlattıktan sonra diyor ki:

 

“Dünyanın başından kıyamete kadar ilimler ve önemli sırlar bize, tanıklık derecesinde açıldı. Kim ne isterse sorsun, sözümüzden şüpheye düşenler zelil olurlar (4).”

 

Öyle bir sahife ki, içinde dünyanın başından kıyamete kadar olan ilimler ve önemli sırlar yer alıyor. Bu bir sahife değil, çok büyük bir kitap olur. Cebrail’in Ali’ye böyle bir kitap verdiğini kabul etmek, onu Peygamber saymaktır. O kitapta var olduğu söylenen ilim ve sırları Peygamberimizin bilmediği kesin olduğu için Ali ondan üstün bir konuma getirilmiş olur.

 

Bu tür iddialar için Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır(5) . Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 2/79)

 

“Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendine vahiy gelmediği halde vahiy aldığını söyleyenden yahut Allah'ın indirdiği gibisini ben de indireceğim" diyenden daha zalimi kim olabilir? …” (En’âm 6/93)

 

Nurcu gruplar’ın Hz. Ali’ye gelmiş geçmiş tüm gayb haberlerinin bildirildiğine imân etmeleri şu ayetle açıkça çelişmektedir: “Allah bütün gaybı bilir, kendi gaybını kimseye açmaz. Dile-diği elçi bunun dışın¬dadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker. Bunu yapar ki o (elçi), (gelen meleklerin) Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırdıklarını bilsin, onların yanında olanı kavrasın ve her şeyi bir bir hafızasına yerleştirsin. “ (Cin 72/26-28)

 

Ayetteki “kendi gaybını” ifadesi, resullere bildirilenin özel gayb bilgisi olduğunu gösterir. Bu bilgiyi, ancak Allah’ın Nebileri alabilirler. Bunlar, insanlara ulaştırılmak için yapılan vahiylerdir. Vahiy ve ilhamın diğer şekillerinde böyle bir şey yoktur. Bu sebep onlar, sadece ilgili kişiyle alakalıdır. Bir başkası için önemli değildir. Ayrıca ayetler Allah’ın istediği gaybını tüm Resuller’e değil Resuller arasından istediklerine bildirmesinin yanı sıra o vahiylerin de önünden ve arkasıdan gözcü meleklerle korunduğunu belirtmesi önemli bir ölçüdür.

 

Said-i Nursi’ye iftira attığımızı iddia edenler mevzunun sadece 25. Söz’de yer alan bir kelimeden ibaret olmadığını aslında çok iyi biliyorlar. Bu kadar gürültü kopartmalarının nedeni de gerçekten İman hakikatlerini öğrenme niyetiyle söz konusu gruplara intisab eden samimi kişileri ürkütmemektir. Çünkü erbabının malumudur ki Klasik Ehl-i Sünnet itikadına da aykırı olan bu inançlar Risale-i Nur’la ilk tanışan kimselere anlatılmamakta belirli bir süreç sonrasında kişiler bu inançlara alıştırılmaktadır.

 

Yavaş yavaş bu inançların benimsetildiği grupların kendi aralarında da söz konusu kutsal kitap anlayışlarının ayrıştığını da gözlemliyoruz. Örneğin Risalelerin “Kutsal Metinler” olduğuna iman eden bir grup O’nun Osmanlıca harflerden başka bir alfabe ile dahi yazılmasına karşı çıkmaktadırlar. Diğer başka bir grup ise latin alfabesiyle basılmasına cevaz verse de Risaleler dışında başka bir kaynak okunmasına itiraz etmektedir. Bir başka grubun Risaleler’i sadeleştirme teşebbüsüne dahi ittifakla karşı çıkılmasının ardında da bu kutsallık algısı yatmaktadır. İş o noktaya gelmiştir ki Risaleler diğer kutsal metinler gibi lafzen ezberletilmekte, Kur’an hafızlarına alternatif olarak anlamadan hızlı biçimde Risale okuyan Risale Hafızları(!) yetiştirilmektedir. Bununla da kalınmamakta bu Risale Hafızları mezar başlarında Risale-i Nurları “kıraat etmektedir”(!) . Evet “En sonunda iş risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor.” Tespitimiz bu genel tabloya yöneliktir.

 

Nursi’nin kavram dünyası yetiştiği dini ortam nedeniyle Vahiy, ilham, gayb konularında Kur’an’ın ölçülerinden bağımsız şekillenmiş, Tek Parti dönemindeki ceberrut uygulamalar karşısında kendisine biçtiği İmanı kurtarma misyonu Risale-i Nurlar’ın aşırı biçimde kutsamasına yol açmış, İslami ilimlerde meşru olmayan cifir hesaplamalarıyla ve vahiy iddialarıyla bu kutsamanın temelleri oluşturulmaya çalışılmıştır.

 

Tespitlerimiz, Nursi’nin olumlu çabalarını görmezden geldiğimiz anlamına gelmemekte, bilakis kendi döneminde devlet eliyle dayatılan ateizme karşı direnişi takdirle karşılanmaktadır. Ancak bir kişi ya da düşüncenin olumlu taraflarının mevcudiyeti onun mutlak, sorgulamaz, mükemmel ve dört dörtlük olduğu anlamına gelmez. Eleştirilmezlik bir düşünceye iyilik yapmak anlamına da gelmez. Aksine Nursi’nin düşüncelerinin Kur’an ile tashihi, takipçilerinin iman hizmetini geliştirmesine ve daha güçlü bir zemine oturmasına vesile olacaktır.

 

DİPNOT

 

(1) Şualar, Birinci Şua, Yirmidördüncü Ayet ve Ayetler, Üçüncü Nokta, c. I, s. 842. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! Tenzil’ül-Kitab cümlesinin sarih bir manası asrı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübîn'in nüzulü olduğu gibi, manayı işarîsiyle de, her asırda o Kitabı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor...”

(2) Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: Resaili’n- Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur.”

 

(3) Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’a, c. II, s. 2078. Orada geçen ifade aynen şöyledir: “Risale-i Nur şakirtlerine ve naşirlerine karşı Hazreti Ali'nin (r.a.) irşadkârane ve teveccühkârane bakması ve işaret etmesidir”.

 

(4) Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Onsekizinci Lem’a, c. II, s. 2079; Metnin aslı şöyledir: “Hazreti Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzuru Nebevide getirip Hz. Ali'ye Sekine namıyla bir sayfada yazılı İsmi Âzam, Hz. Ali'nin (r.a.) kucağına düşmüş. Hz. Ali diyor: "Ben Cebrail'in şahsını yalnız alâim’üs-sema suretinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum" diyerek bu Ismi Âzamdan bahs ile bazı hadisatı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: "Evveli dünyadan kıyamete kadar ulum-u esrar-ı mühimme bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş, kim ne isterse sorsun, sözümüze şüphe edenler zelil olur."

 

(5) Karşılığında Ahireti verdikleri için aldıkları ne olursa olsun, azdır. “... Bu hayatın sağladığı fayda Ahiret yanında pek az olur.” (Tevbe 9/38)

Diğer Basın_Bildirileri haberleri

  • PAYLAŞ

YORUM EKLE

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.