“Hep birlikte Allah`ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah`ın size olan nimetini anın. Hani siz birbirinize düşmandınız Allah gönüllerinizi birbirine yaklaştırdı da O`nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişmeniz için Allah size ayetlerini böyle açıklıyor.”(Ali İmran suresi:103)
Peygamber Efendimiz hicret etmeden önce Medine`nin adı Yesrib`di. Burada Evs ve Hazreç adlı iki Arap kabilesi ile Yahudiler yaşarlardı. Hem Yahudilerle Araplar, hem de Evs ve Hazreç kabileleri arasında savaş, rekabet, düşmanlık hiç eksik olmazdı. Yahudilerin de kışkırtmasıyla Evs ve Hazreç kabileleri, İslam öncesi dönemde birbirleriyle yüz yıldan fazla süren korkunç ve kanlı savaşlar yaptılar.
Bu savaşlarda bazen biri, bazen öbürü galip gelir, fakat neticede her ikisi de güçten takatten düşer, Yahudilerin Yesrib`deki konumları daha da güçlenmiş olurdu. Bu savaşların en çetin ve en meşhuru, Hazreti Peygamberin Medine`ye hicretinden daha birkaç yıl önce gerçekleşen Buas Savaşları idi. Bu savaşların ardından, her iki kabile de, daha büyük savaşlar için diğer Arap kabilelerinden müttefikler ararlarken, İslamla tanıştılar.
Allah onların gönüllerini İslamla öyle birleştirdi ki, hiçbir bağ ve güç onları böyle birleştirip kaynaştıramazdı. Tabii bu durum asla Yahudilerin işine gelmiyordu. Hâlbuki Hazreti Peygamber, Medine`de yerleşik Müslümanların, Yahudilerin ve diğer unsurların bir arada huzur, barış ve mutluluk içinde yaşayabilmelerini temin için, dünyanın ilk yazılı anayasası niteliğindeki Medine Antlaşmasını onlarla beraber hazırlayıp, yürürlüğe koymuştu.
Müslümanlara karşı kini, öfkesi ve hasediyle meşhur ihtiyar bir Yahudi, bir gün bir arada oturmuş güzel güzel sohbet eden, Evs ve Hazreç kabilelerine mensup Müslüman gençlerle karşılaştı. İslam’dan önce birbirlerine şiddetli düşman olan bu gençler arasında, İslam sayesinde oluşan ülfeti, sevgi, saygı ve muhabbeti, barış ve huzuru, kaynaşma ve kardeşliği görünce, bundan çok rahatsız oldu. "Bunlar böyle toplandıkça, bizim buralarda kararımız, huzurumuz kalmaz!" diyerek, bir Yahudi gencini yanına çağırdı.
"Git şunların yanına var, otur! Buas Savaşını ve daha önceki savaşlarını hatırlat! O dönemlerde birbirleri aleyhine söyledikleri şiirlerden parçalar oku!" diye tembih etti. Yahudi genç söylenenleri yapınca, Müslüman gençler arasında gittikçe şiddetlenen bir münakaşa kapısı açıldı. Her iki taraf da kendini övmeye, yaptıklarıyla övünmeye, karşı tarafı yermeye başladı. İki tarafın öfkesi kabardıkça kabardı, iş büyüdükçe büyüdü. Sonunda birbirlerine "Haydi öyleyse, var mısınız yine öyle bir gün yapalım!?" diye meydan okuyarak, herkes kendi kabilesini topladı, silahlanarak eski günlerin intikamını almak üzere karşı karşıya geldiler.
Durumdan haberdar olan Resulüllah, beraberinde muhacirlerden ashab-ı kiramla savaş meydanına geldi. "Ne yapıyorsunuz? Allah sizi, küfürden kurtarıp, İslam’la şereflendirdikten, kerem ve inayetiyle cahiliye davalarının kökünü kazıdıktan, aranızı bulup sizi barıştırdıktan sonra, üstelik ben de aranızdayken, yeniden eski küfre mi dönüyorsunuz?" diye kendilerini uyardı. Hepsi düştükleri yanlışı, bunun şeytani bir tuzak olduğunu anladılar. Derhal ellerindeki silahları fırlatıp atarak, gözyaşları içerisinde birbirlerine sarılıp, kucaklaştılar. İslam’a can ü gönülden bağlanmış, her şeylerini bu uğurda feda etmeyi göze almış, bizzat Hazreti Peygamberin talim ve terbiyesinden geçmiş ensarın, bu Buas Hikâyeleri yüzünden birbirlerinin kanını akıtmalarına, birbirlerini boğazlamalarına ramak kalmıştı. Bereket versin, Hazreti Peygamber zamanında yetişti de, felaketin kıyısından döndüler.
Tarih gerçekten de tekerrürden ibarettir. Toplumlar, coğrafyalar ve zamanlar farklı olsa da olaylar ve olgular hep aynı kalıyor.
Medine’de 1400 yıl önce yaşanmış bu olayı günümüze uyarlarsak eğer olay ve toplumsal kesimlerin zamanımız Türkiye’sinde ve Ortadoğu’sunda çok az nüans farkıyla birbirleriyle örtüştüğü hayret verici bir şekilde ortadadır.
Olayın kahramanı olan Evs ve Hazreç kabileleri olarak Türkleri ve Kürtleri, Yahudiler içinse aynı şekilde İsrail devletini ve ve Yahudilerin güdümündeki emperyalist batıyı yerleştirirsek pazılın tüm parçaları yerine oturmaktadır.
Medine’de bulunun üç Yahudi kabilelerinin bir kısmı Medine’deki Evs kabilesinin müttefiki, diğer Yahudi kabileler de Hazreç kabilesinin müttefiki idiler. Medine’deki Yahudi kabileleri kendi aralarında birlik olmalarına rağmen Evs ve Hazreç kabilelerine silah yardımı yapıyordu. Ama kendi aralarında bir sorunları yoktu. Bu Yahudi kabileler geleceklerini toplumun ifsat ve savaşında bulmaktaydılar. Çünkü toplumda barış sözkonusu olursa eğer kendilerinin geleceklerinin olmayacağını biliyorlardı.
Çağlar boyunca değişik toplumlarda azınlık olarak yaşayan Yahudiler; cemaatlerinin menfaatlerinin sağlamak adına bulundukları toplumların hep zayıf yaşamalarını istemiş, o toplumların birlik ve bütünlüğünü kendi menfaatlerine ters görmüşlerdir. Her zaman toplumdaki sorun oluşturabilecek meseleleri kaşımış ve toplumun barış ve huzurunu kendilerine düşman bilmişlerdir.
Tüm bu tarihi olayları şu amaçla hatırlatıyorum: Zamanımızın Ortadoğu’sunda Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine bakarsak Yahudilerin devleti olan İsrail Devleti Ortadoğu’nun hiçbir zaman barış içinde yaşamasını istemez. Ortadoğu’da Müslümanların birlikteliği demek İsrail Devleti’nin yok olması demektir. İsrail Devleti bu amacına ulaşmak için Ortadoğu’daki tüm devletlerin yumuşak karnı olabilecek tüm meseleleri kullanmaktadır.
Türkiye’deki Kürt sorununu da Yahudiler çok mahir bir şekilde kullanmaktadır. Yeri gelince Türkiye Cumhuriyeti ile ittifak kurmakta yeri gelince de Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı savaşan Kürt ulusal hareketlerini desteklemekte ve aynı zamanda müttefik olup her ikisine de silah desteği vermektedir.
Aynen 1400 yıl önce Medine’de Evs ve Hazreç kabilelerini birbirine düşürüp kendilerine bir gelecek kurmak istemeleri gibi ,zamanımızın Ortadoğusunda da Kürtlerin ve Türklerin savaşmalarında kendilerine bir gelecek aramaktadır..Bu iki halkın barış içinde yaşamalarını istememektedir.
Bunu demekle komplo teorilerine fazlaca prim verdiğim anlaşılmasın. Tabiki de Kürt sorunu dâhili bir sorunumuzdur. Bu sorun olduğu müddetçe de bu sorunu kaşıyacak bir sürü odak olacaktır.
Çözüm sürecinin devam ettiği günümüzde yapılması gereken İslam milletinin iki ferdi olan Türkler ve Kürtlerin bu sorunu ilahi adalete götürmeleridir. Allah her hakk sahibinin hakkını ilahi vahiy ile vermiştir.
Yüce Yaratıcı Kuran-ı Kerim Nisa Süresinin 65.ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Hayır! Rabb`ine yemin olsun, onlar aralarında çıkan meselelerde seni hakem tayin etmedikleri, senin verdiğin hüküm konusunda içlerinde bir sıkıntı duymayacak derecede tam bir teslimiyetle teslim olmadıkları sürece iman etmiş sayılamazlar.”
Bu ayetle bireysel ve toplumsal sorunların çözülmesi için Allah ve Resulü’nün önerdiği çözümü menfaatimize ters gelse bile kabul etmek gerekmektedir.
Modern ulus devlet yapılanması Tanrıyı öldürerek medeniyetlerini kuran Batı medeniyetinin bir ürünüdür. Vahye dayanması söz konusu olamaz. İlahi adalete ters gelen insan ürünü sistemlerin halklar arasında adalet ve eşitliği tesis etmesi düşünülemez.
Yüce yaratıcı Rum Suresi 22. Ayette şöyle buyurmaktadır:
“Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O`nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.”
Bu ayetle tüm dillerin dolayısıyla Kürtçe dilinin de Allah’ın ayetlerinden bir ayet olduğu ifade edilmektedir. Müslüman’ım diyen herkesin tüm dillerin toplumsal hayatın her aşamasında yaşamasını savunması İslam inancına teslim olmasının bir gereğidir.
Kürt dilinin siyasal, sosyal, kültürel hayatın her alanında yaşaması Yüce Yaratıcının emridir. Bu emre karşı gelen Müslüman olamaz.
Şimdi sormak lazım...
Ey Müslüman Türkler!!!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu günden bu yana Müslüman Kürtlerin bırakın dilini ve kültürünü kendilerini bile inkâr etmiştir. Müslüman Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca hep kitlesel olarak öldürmüş ve Allah tarafından yaratılıştan gelen tüm haklarını gasp etmiştir.
Kürtlere yapılan bu zulmü ve asimilasyonu Müslüman Türklerin savunması asla düşünülemez. Unutulmaması gerekir ki bu zulmü savunmak Allah’ın emirlerine karşı gelmekle eşdeğerdir.
Ey Müslüman Türkler! Artık bu zulmü desteklemekten vazgeçin. Allah’ın Türkler ve Kürtler arasında verdiği hükme razı olun. Şüphesiz ki Allah hiç kimseye zulmetmez.
Bir çağrımızda Müslüman Kürtlere:
Ey Müslüman Kürtler!
Ulusal devlet yapısından dolayı zuhur eden zulümlerin kaynağı modern ulus devlet iken, Kürtlerin özgürlüğünü ve kurtuluşunu ulus devlet anlayışında arama isteğinden vazgeçin. Ulus devlet yapısı ve anlayışı halklara özgürlük ve huzur vermez. Ortadoğu’daki ulus devletlerin kendi kanından olan halkını nasıl vahşice kitlesel olarak öldürdükleri Suriye örneğinde gözümüzün önünde canlı bir örnek olarak durmaktadır.
Allah tüm Müslümanları kardeş etmişken kardeşliği sadece Türklerin kardeşliği ve beraberliği veya sadece Kürtlerin kardeşliği ve beraberliğinde aramak ve buna dayalı bir vatan anlayışını savunmak Allah’ın emirlerine karşı gelmektir. İslam dairesinin dışına çıkmaktır.
Toplumlar, halklar arasındaki adalet ve eşitliği ancak ilahi adaleti tesis ederek elde edebilirler.
Makalenin başındaki ayette belirtildiği üzere ulus devlet canavarı, Türkleri ve Kürtleri cehennem çukuruna doğru çağırmaktadır. Allah bu iki halkı kardeş kılmışken kendini ilah edinen ulusalcı sistemler ve önderler bu halkın onbinlerce Müslüman evladını cehenneme çağırmaktadır. Bu çağrısını da İslam dininin bir kavramı olan ŞEHİDLİK kavramı ile kandırarak yapılan bu kirli savaşı hakların nazarında meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Dağlarda birbirlerini öldüren çocukların babalarına aynı camiide omuz omuza namaz kıldıran Allah’ın lütfu ve inayeti sayesinde bu iki halkın arasındaki egemenlerce örülmeye çalışılan psikolojik duvarların boyu yükselmeden akıl sahiplerinin bir şeyler yapması gerekmektedir.
İslam kardeşliğinin yerine Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini önceleyen ve bunun için savaş veren tüm devlet sistemleri ve önderler kendilerini ilah edinmişlerdir. Müslüman Türklerin ve Kürtlerin bu sahte ilahları redderek adalet ve kardeşliği İslam kardeşliğinde ve birlikteliğinde dolayısıyla ortak vatanda aramaları her iki halkın menfaatleri gereğidir.
Onbinlerce kurban vererek doyuma ulaşan bu kirli savaş artık son bulmalıdır. Halklarımız kendilerine dayatılan bu kirli savaştan bıkmıştır.
Özgür Eğitim-Sen Mardin temsilciliği olarakgündemdeki barış sürecine tüm kalbimizle destek vermekteyiz. Tüm Müslüman halklarımızı bu çözüm sürecine destek vermeye çağırıyoruz.
Müslüman halkların huzur ve kardeşliği ancak İslam adaletiyle tesis edilebilir.
Tüm halklarımıza barış, kardeşlik ve huzur dolu bir gelecek temenni ediyoruz.
Ayhan AKIN
Özgür Eğitim-Sen Mardin Temsilciliği